يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | قَاتِلُوا | savaşın |
|
5 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
6 | يَلُونَكُمْ | yakınınızda bulunan |
|
7 | مِنَ | -den |
|
8 | الْكُفَّارِ | kafirler- |
|
9 | وَلْيَجِدُوا | ve bulsunlar |
|
10 | فِيكُمْ | sizde |
|
11 | غِلْظَةً | bir katılık |
|
12 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
13 | أَنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | مَعَ | beraberdir |
|
16 | الْمُتَّقِينَ | korunanlarla |
|
Vedâ haccı öncesinde bütün Arap beldeleri İslâm’ı kabul etmişti; İslâm coğrafyasına en yakın düşman toprakları hıristiyan Araplar’ın oturduğu, Bizans hâkimiyetindeki Suriye bölgesiydi. Buraya yapılan Tebük Seferi’nde savaş cereyan etmemiş, Mûte Savaşı için bir misilleme yapılmamıştı. Dolayısıyla bu bölge, müslümanların varlıklarını koruyabilmeleri ve İslâm’ın başka yerlerdeki insanlara tebliği açısından oldukça stratejik bir önem taşıyordu. Âyetin tarihî şartlar ışığında yorumlanması halinde, bunu o dönemde müslümanların yakın çevrelerini güvence altına alacak bir fetih hareketini sürdürmeleri yönünde bir buyruk olarak anlamak uygun olur. Nitekim Hz. Peygamber vefatından kısa bir süre önce, Mûte Savaşı’na sebebiyet veren Kudüs-Şam arasındaki hıristiyan Araplar’a karşı bir ordu sevketmeye karar vermiş ve Üsâme b. Zeyd’i bu orduya kumandan tayin etmişti.
Öte yandan âyetin bütün zamanlar için geçerli olmak üzere müslümanlara yönelttiği buyruk, kendi varlıklarını tehdit eden düşmanlarla savaşmaları ve bu konuda özgüven duygularını daima koruduklarını gösteren bir azim ve kararlılık içinde olmalarıdır. Âyetin “yakınınızda bulunan” diye çevrilen kısmından hareketle düşmanlara karşı savaşma yükümlülüğünde mekân faktörünü öne çıkaran yorumlar yapılmışsa da, düşmanın coğrafî faktör yanında başka yönlerden de yakın tehdit haline gelip gelmemiş olduğunun ölçü alınması gerektiği açıktır. Bu buyruğa Kur’an’ın bütünlüğü içinde bakıldığında, burada müslümanların yakın çevrelerindeki gayri müslimlerle hep savaş içinde olmaları gerektiği gibi bir mânanın bulunmadığı, sadece düşmanlık edenlere karşı ortaya konacak tavırdan söz edildiği kolayca anlaşılır. Bu arada dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, âyette ortaya konması istenen sertlik ve güç, savaş şartlarının câri olduğu durumlarda tâvizsiz ve kararlı davranma anlamındadır; normal şartlarda yürütülen insan ilişkilerinde, meselâ turizm ve ticaret gibi alanlarda müslüman olmayanlara karşı bu buyruğun işletilmesi düşünülemez (Râzî, XVI, 230).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 75-76
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı قَاتِلُوا الَّذٖينَ ’dır.
قَاتِلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَلُونَكُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْكُفَّارِ car mecruru يَلُونَكُمْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.
لْ emir lam’ıdır. يَجِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فٖيكُمْ car mecruru يَجِدُوا fiiline mütealliktir. غِلْظَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَاتِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur. Bilmek anlamında kalp fiilidir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَعَ mekân zarfı اَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُتَّقٖينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mâmulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُتَّقٖينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek ve tazim ve haberin medih üzere olduğunu bildirmek içindir.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Çeşitli tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi يَٓا gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)
يَٓا nida harfi uzağa seslenmek için kullanılır. Allah Teâlâ kullarına şah damarından da yakın olduğu halde iman edenlere “ya” nida harfiyle hitap etmiştir. Maksat, muhatabın dikkatini çekerek gelecek olan emir veya nehye odaklanmasını sağlamaktır. Yakın birine bu nida harfiyle seslenmek söylenen şeyi ciddi şekilde tekid eder.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki hitap; iman edenler için önemli bir açıklamanın yapılacağına işaret eder. Allah Teâlânın kullarına çağrıda bulunurken son derece etkili ve beliğ bir üslup kullanması, beyan ettiği hakikatlerin önemli olduğunu vurgulamak ve bunların muhataplar tarafından fark edilerek gerekli mesajı almalarını sağlamak içindir.
Nidanın cevap cümlesi olan قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ ; emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَاتِلُوا fiilinin mef’ûl konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûlün ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekmek ve bu kişileri tahkir içindir.
مِنَ الْكُفَّارِ car-mecruru, يَلُونَكُمْ fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْكُفَّارِ- اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İki mevsûl arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Emir lamının dahil olduğu وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةً cümlesi atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لْيَجِدُوا fiiline müteallik car mecrur ف۪يكُمْ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan غِلْظَةً ‘deki nekrelik, kesret ve nev ifade eder. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
ف۪يكُمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla insanlar , mazruf mesabesindedir. Sağlam duygularına sahip olmak, düşmana karşı şiddetli davranmak adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü kişiler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî, heriki durumdaki mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
”Yakınınızdaki kâfirlerden” maksat Medine’nin çevresindeki Kurayza, Nadir ve Hayber Yahudileridir. Veya bunlar Rumlardır, çünkü onlar Şam’da otururlardı, orası da Medine’ye yakındı. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
“Sen kendi yakın akrabanı uyar!” (Şuara Suresi, 214) emri ile Resulullah'a evvela en yakın aşiretinin inzar edilip uyarılması emredilmiş olduğu gibi müminler de her şeyden önce en yakın düşmanlara karşı savaşmak ve vuruşmakla emrolunmuşlardır. Zira yakın olanlar sevgi ve kurtarılmaya daha layıktırlar. Zarar da yakından gelir. En yakın tehlike demek olan yakın düşmanları bırakıp da uzaktaki, isteseler de Müslümanlara fazla bir zarar veremeyecek durumdaki düşmanlarla uğraşmak savaşın hikmetine aykırı bir tutumdur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
الغِلْظَةُ sertlik ve hissilikte ziyadeliktir. Burada واغْلُظْ عَلَيْهِمْ ayetindeki gibi zararlı bir davranış için müstear olarak kullanılmıştır. Keşşafta ise: işte bu, savaşmada ve esir almada çarpışma ve sertliğe yönelik cesaret ve sabrı cem eden bir haldir, denmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilen bu cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olan اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ , masdar tevilinde olup اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel; اَنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اَنَّ ’nin haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. مَعَ الْمُتَّق۪ينَ , mahzuf habere mütealliktir.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz, teberrük ve müminlere güven vermek içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
الْمُتَّق۪ينَ kelimesi, sülasi olan وقي fiilinin افتعال babının, ism-i fail sıygasındadır. Bu bab fiile; dönüşlülük, ittihaz (edinmek), ortaklık, ortaya koymak, çaba göstermek ve talep etmek manaları katar. الْمُتَّق۪ينَ , korumayı, gözetmeyi isteyen, çaba gösteren, açıkça bu özelliğini gösteren demektir.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ [Allah’ın muttakilerle beraber olduğunu bilin.] cümlesi onları koruması ve yardım etmesidir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
Cümlede bahsi geçenlerin zamir makamında الْمُتَّق۪ينَ şeklinde zahir olarak zikredilmesi, düşmana karşı sertlik ve kararlılık gösterenlerin muttakîler zümresinden olduğuna dikkat çekmek için yapılmış iltifat ve itnâb sanatıdır.
الْمُتَّق۪ينَ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu takva sahiplerinden murat: Ya muhataplardır; buna göre zamir makamında zahir ismin kullanılması (takva sahipleri yerine onlar denmemesi), iman ile savaşmanın takva babından olduğunu sarahatle belirtmek ve onların da takva sahipleri zümresine dahil olduklarına şehadet etmek içindir; Ya da takva sahiplerinden murad, bütün takva sahipleridir ve muhataplar da önceki de onlara dahildir. Allah'ın takva sahipleriyle beraber olmasından murad, daimi velayettir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ [Bilin ki Allah takva sahibi olanlarla beraberdir.] Yani emir ve yasaklarını çiğnemeyenlerin yardımcısıdır. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve ne zaman |
|
2 | مَا |
|
|
3 | أُنْزِلَتْ | indirilse |
|
4 | سُورَةٌ | bir sure |
|
5 | فَمِنْهُمْ | onlardan |
|
6 | مَنْ | kimi |
|
7 | يَقُولُ | der |
|
8 | أَيُّكُمْ | hanginizin |
|
9 | زَادَتْهُ | artırdı |
|
10 | هَٰذِهِ | bu |
|
11 | إِيمَانًا | imanını |
|
12 | فَأَمَّا | fakat |
|
13 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
14 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
15 | فَزَادَتْهُمْ | artırır |
|
16 | إِيمَانًا | imanını |
|
17 | وَهُمْ | ve onlar |
|
18 | يَسْتَبْشِرُونَ | sevinirler |
|
Sûrede ağırlıklı bir yere sahip olan münafıklar konusuna tekrar değinilmekte, onların alaycı ve çirkin davranışlarının müminlere bir zarar veremediği, hatta yürekten inanmış insanların imanlarını daha da güçlendirdiği, bu tutumlarının ancak kendi zararlarını arttırdığı ifade edilmektedir.
126. âyette sözü edilen musibetler hakkında çeşitli açıklamalar yapılmışsa da (bk. Taberî, XI, 73-74), münafıkların değişik vesilelerle gerçek ve çirkin yüzlerinin ortaya çıkmasına, rezil rüsvâ olmalarına rağmen bunlardan ders çıkarmadıklarına ve iki yüzlülükte ısrar ettiklerine işaret edildiği anlaşılmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 77
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. مَٓا اُنْزِلَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَٓا zaid harftir. اُنْزِلَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. سُورَةٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِهٖٓ اٖيمَاناًۚ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَيُّ istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. زَادَتْهُ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
زَادَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İşaret ismi هٰذَا fail olarak mahallen merfûdur. اٖيمَاناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنْزِلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
فَ istînâfiyyedir. اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فَزَادَتْهُمْ cümlesi mübteda الَّذٖينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ harfi اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
زَادَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اٖيمَاناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ cümlesi, زَادَتْهُمْ 'deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَسْتَبْشِرُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَبْشِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
يَسْتَبْشِرُونَ fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. Cevap cümlesinin mazmununa müteallik olan اِذَا ’nın muzafun ileyhi olan مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasındaki gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Şart cümlesine dahil olan مَٓا , tekid ifade eden zaid harftir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اُنْزِلَتْ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Naibu fail olan سُورَةٌ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ , muahhar mübtedadır.
Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’ in sılası olan يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiiilinin mekulü’l-kavli olan اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناً cümle, istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi olan اَيُّـكُمْ mübteda, زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناً cümlesi haberdir.
İsim cümlesi formunda gelmiş olan cümle, gerçek manada soru kastı taşımadığı için istihza için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haberin fiil cümlesi olması hükmü takviye etmiştir.
Sûreyi işaret etmek üzere gelen fail konumundaki işaret ismi هٰذِه۪ٓ , inkârcıların alay ve tahkir amaçlarına işaret eder.
İkinci mef’ûl olan ا۪يمَاناً ‘deki nekrelik kıllet ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
”Sûrenin imanı arttırması” ibaresinde istiare vardır. Çünkü sûre ne inkârlara inkâr katar ne de kalplerin (küfür ve nifak) hastalığını artırır. Aksine sûre gönüllere şifa, kalplere ciladır. Ancak sûre indiğinde münafıkların körlüğüne körlük katılıp kalplerinin şüphe ve hastalığı artınca -dil ehlinin maruf üslubu üzere- bu (artırışın) sureye nispet edilmesi güzel olmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları)
Beyzâvî, bu cümlenin habere de bedduaya da ihtimali olduğunu belirtir. Ebüssuûd da müfessirimizin bu görüşünü benimser. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Şart üslubundaki terkipte فَ istînâfiyye , اَمَّا , şart, tafsil ve tekid edatıdır.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’demiştir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, c. 1, s. 421)
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Şart cümlesinde cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır. Sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tazim ve teşvik ifade eder.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً , aynı zamanda mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Mef’ûl olan ا۪يمَاناً ‘deki nekrelik, kesret ve tazim ifade eder. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
اٰمَنُوا - ا۪يمَاناً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ا۪يمَاناً - زَادَتْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İmanın artması veya eksilmesini, kuvvetlenmesi veya zayıflaması şekilde anlamak ve tercüme etmek gerekir.
فَزَادَتْهُمْ fiilindeki هُمْ zamirinden hal olan وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Şart üslubunda gelen terkip, haberî isnaddır. Şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Münafıkların sorusuna bekledikleri tarzda istatiksel bir cevap değil, devam eden ayetlerle “inananların imanını artırdığı, kalplerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik kattığı” şeklinde cevap verilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الِاسْتِبْشار; müjdeyi hatırlayıp durmaktır. Zira kişi, her ne zaman o nimeti hatırlarsa o zaman beşaret, müjde de meydana gelmiş olur. Binaenaleyh o, bu hatırlama işini yenilemek vasıtasıyla beşareti de yenilemek ister. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَمَّا | fakat gelince |
|
2 | الَّذِينَ | kimselere |
|
3 | فِي |
|
|
4 | قُلُوبِهِمْ | yüreklerinde |
|
5 | مَرَضٌ | hastalık olan(lara) |
|
6 | فَزَادَتْهُمْ | katmıştır onların |
|
7 | رِجْسًا | pislik |
|
8 | إِلَىٰ |
|
|
9 | رِجْسِهِمْ | pisliklerine |
|
10 | وَمَاتُوا | ve ölürler |
|
11 | وَهُمْ | onlar |
|
12 | كَافِرُونَ | kafirler olarak |
|
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
وَ istînâfiyyedir. اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası فٖي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
فٖي قُلُوبِهِمْ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَضٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. فَزَادَتْهُمْ رِجْساً cümlesi, الَّذٖينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ harfi اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
زَادَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رِجْساً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلٰى رِجْسِهِمْ car mecruru رِجْساً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَاتُوا atıf harfi وَ ile زَادَتْهُمْ fiiline matuftur. هُمْ كَافِرُونَ cümlesi مَاتُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَافِرُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’demiştir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, c. 1, s. 421)
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinde cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır. Sılası olan ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرَضٌ , muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan مَرَضٌ ’un nekreliği, nev, teksir ve tahkir ifade eder.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri sonradan gelen habere dikkat çekmenin yanında bu kişileri tahkir ifade eder.
Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede مَرَضٌ kelimesinde istiare yapılmıştır. Maraz bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. Maraz bedeni, nifak ve küfür kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müstear olduğunun delili yani karine-i mânia ayet-i kerimenin küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını izhar eden münafıkları zem siyakında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil, kalbî fesatları zemmedilmektedir. Ayette hakiki manadan mecazi manaya geçişin sebebi; nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla قُلُوبِهِمْ , mazruf mesabesindedir. Kâfirlerin inkârlarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf, عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Davranışlarındaki inatçılık ve inkâr, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü kalpler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ cümlesi, aynı zamanda mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Şart ve cevap cümleleri mazi de olsa anlamları gelecek zamandır. Bu durum şart kelimeleri ile gerçekleşmektedir. Zira muzâri fiilin başına “lem“ edatı geldiğinde onu zaman bakımından maziye çevirdiği gibi, şart edatları da başına geldikleri mazi fiilleri gelecek zaman manasına dönüştürür. (Atik Aydin Yrd. Doç. Dr., İnönü Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili Ve Belagatı Anabilim Dalı, (Arapça Şart Cümlelerinde Zaman)
Mef’ûl olan رِجْساً ‘deki nekrelik, kesret, nev ve tahkir ifade eder. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
اِلٰى رِجْسِهِمْ car-mecruru, رِجْساً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
رِجْساً kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Önceki ayetteki فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً cümlesiyle, اَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Kuran-ı Kerim’in ayetleri hiçbir رِجْساً [kötü davranış] artırmaz. Aksine o gönüllere şifa, kalplere ciladır.” Onların ricslerini artırır.” sözü Allah kelamını inkâr edenler için onların fitne ve dalaletleri kastedilmek üzere mecaz yoluyla gelmiştir. Yani kalplerinde nifak ve şek hastalığı bulunan münafıkların nifakları, küfürleri, dalalet ve ricsleri artacaktır. Kur’an’ın hidayetinden faydalanamayacaklardır. رِجْساً daha çok manevi işlerde, نجس ise daha çok maddi, hissi işlerde kullanılır. Elbisedeki necaset gibi. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Şart üslubunda gelen terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Aynı üslupta gelen وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ cümlesi, atıf harfi وَ ’la cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَاتُوا fiilinin failinden hal olan وَهُمْ كَافِرُونَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Müsned olan كَافِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s.80)
Son iki ayette cem’ ma’at-taksim ve’t-tefrik vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Hak Teâlâ'nın [“Fakat kalplerinde bir maraz bulunanlara gelince”] ifadesi, ruhun da hastalığının bulunduğuna delalet eder. Binaenaleyh, ruhun hastalığı küfür ve kötü huy; sıhhati de ilim ve üstün ahlaktır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَا |
|
|
2 | يَرَوْنَ | görmüyorlar mı? |
|
3 | أَنَّهُمْ | kendilerinin |
|
4 | يُفْتَنُونَ | sınandıklarını |
|
5 | فِي |
|
|
6 | كُلِّ | her |
|
7 | عَامٍ | yıl |
|
8 | مَرَّةً | bir kez |
|
9 | أَوْ | veya |
|
10 | مَرَّتَيْنِ | iki kez |
|
11 | ثُمَّ | yine de |
|
12 | لَا |
|
|
13 | يَتُوبُونَ | tevbe etmiyor |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | هُمْ | onlar |
|
16 | يَذَّكَّرُونَ | öğüt almıyorlar |
|
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Bilmek anlamında kalp fiilidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَرَوْنَ fiilinin iki mef’ûlun bihi yerinde olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يُفْتَنُونَ cümlesi, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُفْتَنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. فٖي كُلِّ car mecruru يُفْتَنُونَ fiiline mütealliktir. عَامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَرَّةً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.Takdiri; فتنة واحدة şeklindedir. مَرَّتَيْنِ atıf harfi اَوْ ile مَرَّةً ’e matuf olup, müsenna olduğu için ي ile mansubdur.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar: 1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir.
Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَتُوبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. هُمْ يَذَّكَّرُونَ atıf harfi وَ ‘la يُفْتَنُونَ fiiline matuftur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَذَّكَّرُونَ cümlesi,mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَذَّكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
(ثُمَّ) :Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَذَّكَّرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubundan istifham üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
Hemze inkarî istifham harfidir. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiş olan cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle inkâr ve tevbih bildirme kastı taşıdığından terkib, mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve onları yaptıkları davranışları düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır.
يَرَوْنَ fiilinde istiare sanatı vardır. Bilmek, anlamak manasında müstear olmuştur. Allah Teâlâ’nın ‘’görmediler mi?’’ uyarısıyla asıl amaç emir ve yasaklarını hatırlatmak ve yüce kudretini muhataba göstermektir. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır. Sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel sanatıdır.
İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i Meryem Suresi 77, s. 307)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ cümlesi, masdar tevilinde, يَرَوْنَ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsned olan يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ‘nin muzari fiil cümlesi olması zamana dikkat çeker, hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Zem makamında oluşu istimrar manasını vurgular. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مَرَّتَيْنِ , temasül nedeniyle mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib olan مَرَّةً ‘e atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ [Bir veya iki defa] ifadesi teksir için gelmiştir. Münafıklar, bela ve musibet sınıfı, nasihat dinlemez, dönüş yapamaz. Çünkü kalpleri ölüdür. Ölmüş kalp Allah’a yönelemez. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اَنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ي كُلِّ عَامٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla “sene” adeta bir şeyi içinde muhafaza eden kaba benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü “sene” hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa ifade eden bu üslupta câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
عَامٍ kelimesi Kur’an’da verimli yıllar için kullanılmıştır. Demek ki fitneye düşürülmek insanın hayatında verimli sonuçlanabiliyor. Çünkü fitne insanın içindeki cevherin ortaya çıkarılması yani rafine işlemidir.
اَنَّ ’nin haberine tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle atfedilen ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Alimler, ayette bahsedilen fitne hususunda şu izahları yapmışlardır:
İbni Abbas (r.a) şöyle demiştir: “Onlar her yıl bir veya iki defa hastalıklara mübtela olurlardı da yine de nifaklarından tövbe etmez ve müminler hastalandığında bundan ders aldıkları gibi onlar bu hastalıklarından ibret almazlardı. Zira mümin hastalandığında günahlarını ve Allah'ın huzuruna çıkıp duracağını hatırlar, bu da onun imanını ve Allah'a karşı olan saygı ve haşyetini arttırır. Böylece de bu, o mümin kimsenin daha fazla rahmete ve Allah'tan olan bir rızaya müstehak olmasına sebep olmuş olur.
Mücahid, onların kıtlık ve açlıkla imtihan olduklarını söylemiştir.
Katâde, onların savaş ve cihatla imtihan edildiklerini, zira Allah Teâlâ'nın, savaş ve cihadı emrettiğini, böylece de onların savaşa katılmamaları halinde lanet, kepazelik ve kötü bir şekilde yad edilmek suretiyle insanların diline düşeceklerini; kâfir olarak savaşa katılmaları durumunda da kendi inançlarına göre kendilerini boşu boşuna ölüme, mallarını da yağma edilmeye maruz bıraktıklarını söylemiştir.
Mukâtil şöyle demiştir: “Allah'ın Resulü, onların nifak ve küfürlerini ortaya koymak suretiyle onları rezil ve rüsva ediyordu.” Şu da ileri sürülmüştür: “Onlar, Hz. Peygamberi (s.a.v) tenkit etmek üzere bir araya geliyorlardı. Cibril (a.s) Hz. Peygambere gelerek, onların kendisi hakkında ne söylediklerini O'na haber veriyordu. Hz. Peygamber de hakkında söylenenleri onlara anlatıyor, onları bundan dolayı azarlıyor ve onlara nasihat ediyordu. Ama onlar ne nasihat dinliyorlar ne de bu işten vaz geçiyorlardı.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve ne zaman ki |
|
2 | مَا |
|
|
3 | أُنْزِلَتْ | indirildi |
|
4 | سُورَةٌ | bir sure |
|
5 | نَظَرَ | bakarlar |
|
6 | بَعْضُهُمْ | kimisi |
|
7 | إِلَىٰ |
|
|
8 | بَعْضٍ | diğerine |
|
9 | هَلْ | mu? |
|
10 | يَرَاكُمْ | sizi görüyor |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | أَحَدٍ | birisi |
|
13 | ثُمَّ | sonra |
|
14 | انْصَرَفُوا | sıvışırlar |
|
15 | صَرَفَ | çevirmiştir |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | قُلُوبَهُمْ | onların kalblerini |
|
18 | بِأَنَّهُمْ | oldukları için |
|
19 | قَوْمٌ | bir topluluk |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَفْقَهُونَ | anlamaz |
|
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. مَٓا اُنْزِلَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَٓا harf-i zaiddir. اُنْزِلَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. سُورَةٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı نَظَرَ بَعْضُهُمْ ’dur.
نَظَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بَعْضُهُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰى بَعْضٍ car mecruru نَظَرَ fiiline mütealliktir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنْزِلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ
Cümle, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقولون هل يراكم şeklindedir. Bu mukadder söz نَظَرَ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. هَلْ istifham harfidir. يَرٰيكُمْ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Bilmek anlamında kalp fiilidir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. اَحَدٍ lafzen mecrur, يَرٰيكُمْ ‘un faili olarak mahallen merfûdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. انْصَرَفُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Ayette zaid şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir.
Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْصَرَفُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi صرف ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Fiil cümlesidir. صَرَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. قُلُوبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. أَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle صَرَفَ fiiline müteallik mahallen mecrurdur. بِ harfi ceri sebebiyyedir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. قَوْمٌ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. لَا يَفْقَهُونَ cümlesi , قَوْمٌ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَفْقَهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Ayette sebep şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen terkipte اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. Cevap cümlesine müteallik olan اِذَا ’nın muzafun ileyhi olan مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasındaki gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Şart cümlesine dahil olan مَٓا , tekid ifade eden zaid harftir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اُنْزِلَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
سُورَةٌ ’deki nekrelik, muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْضٍ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, takdiri يقولون olan, mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim müşriklerdir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mütekellimin kastı, soruya cevap beklemek değil, istihza olduğu için cümle, mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
Fail olan اَحَدٍ ’deki nekrelik, nev ve kıllet ifade eder. Tekid ifade eden zaid مِنْ harfi de kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.
ثُمَّ انْصَرَفُوا cümlesi tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle نَظَرَ بَعْضُهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. muzar fiil sıygasından mazi fiil sıygasına iltifat sanatı vardır.
يَرٰيكُمْ - نَظَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ ifadesinde istiare sanatı vardır. Kalpler; döndürmeye, arkasını çevirmeye elverişli bir şeye benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
ثُمَّ انْصَرَفُواۜ cümlesiyle, صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ cümlesi arasında müşakele ve müzavece sanatları vardır. Her iki cümlede de zikredilen صَرَفَ fiili, müşakil lafızdır. İkinci cümledeki صَرَفَ (döndürme) müşakil lafzından maksat Allah’ın onların davranışlarına gereken karşılığı vermesidir. Allah hakiki manada onları çevirmez. Daha önce bu fiil geçtiği için döndürme lafzıyla ifade edilmiştir.
Farklı manalarda kullanılan صَرَفَ - انْصَرَفُوا kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle, masdar tevilinde sebep bildiren بِ harfi ile صَرَفَ fiiline mütealliktir.
لَا يَفْقَهُونَ cümlesi müsned olan قَوْمٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet 124. ayetin başı ile aynı gelmiştir. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Onlar, kötü anlayışları yahut düşüncesizlikleri sebebiyle anlama kudretinden yoksun bir topluluktur. Bu yüzden Allah kalplerini haktan çevirmiştir. Yahut bu cümle dua anlamındadır. Yani Allah, kalplerini haktan çevirsin! (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dilbilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | جَاءَكُمْ | size gelmiştir |
|
3 | رَسُولٌ | bir Elçi |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | أَنْفُسِكُمْ | içinizden |
|
6 | عَزِيزٌ | ağır gelen |
|
7 | عَلَيْهِ | ona |
|
8 | مَا |
|
|
9 | عَنِتُّمْ | sıkıntıya uğramanız |
|
10 | حَرِيصٌ | düşkün |
|
11 | عَلَيْكُمْ | size |
|
12 | بِالْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
13 | رَءُوفٌ | şefkatli |
|
14 | رَحِيمٌ | merhametlidir |
|
Hz. Muhammed bir insan olarak içimizden biridir; fakat Cenâb-ı Allah onu vahiy alma ve peygamberlerin sonuncusu olma mertebesiyle onurlandırmıştır. Başka bir âyette “bütün varlıklar için rahmet” olarak nitelenen (Enbiyâ 21/107) Resûl-i Ekrem’in müminlere karşı tutumuna ve hissiyatına ağırlık verilen 128. âyette o, Allah Teâlâ’nın iki güzel ismi ile, raûf ve rahîm olarak nitelenmiştir; raûf “çok şefkatli”, rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın hiçbir peygamberini kendi isimlerinden ikisiyle birlikte anmamış olduğu dikkate alınırsa onun rabbimizin katındaki derecesi ve bütün bu açıklamalara rağmen ondan yüz çevirenlerin ne büyük ziyanda oldukları daha iyi anlaşılır. İşte 129. âyette Hz. Peygamber’den bu gibi bahtsızların tutumlarından üzüntü duymaması, sadece Allah’a güvenip dayandığını hatırlaması ve onlara da bunu duyurması istenmektedir (Hz. Muhammed ve onun üstün özellikleri hakkında bk. Ahzâb, 33/40; Feth 48/29; tevekkül hakkında bk. Âl-i İmrân 3/159).
Sûre Allah ve resulünden bir bildirimle başladığı gibi, yine Cenâb-ı Hakk’ın resulü vasıtasıyla insanlığa yaptığı genel bir uyarı ile, büyük arşın sahibinin yegâne ilâh olan Allah olduğu vurgulanarak sona ermektedir (“arş” hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 78
Riyazus Salihin, 644 Nolu Hadis
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre bir gün Peygamber aleyhisselâm’a:Uhud Gazvesi’nin yapıldığı günden daha zor bir gün yaşadın mı? diye sordu.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:
“Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, onların bana Akabe günü yaptığıdır. Tâifli Abdükülâl’in oğlu İbni Abdüyâlîl’e sığınmak istemiştim de beni kabul etmemişti. Ben de geri dönmüş derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnüsseâlib’e varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâil aleyhisselâm’ı farkettim. Cebrâil bana seslenerek:
Allah Teâlâ kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl reddettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de sana Dağlar Meleği’ni göndermiştir, dedi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi. Sonra da:
Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Cenâb-ı Hak işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allah Teâlâ beni sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim, dedi. O zaman:
Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim, dedim.”
(Buhârî, Bed’ü’l-halk 7; Müslim, Cihâd 111)
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَٓاءَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَسُولٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنْ اَنْفُسِكُمْ car mecruru جَٓاءَكُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَز۪يزٌۘ kelimesi رَسُولٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru عَزٖيزٌ ’e mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel sıfat-ı müşebbehe olan عَزٖيزٌ ’nun faili olarak mahallen merfûdur.
عَنِتُّمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُّمْ fail olarak mahallen merfûdur. حَرٖيصٌ kelimesi رَسُولٌ ’un ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru حَرٖيصٌ ’e mütealliktir.
بِالْمُؤْمِنٖينَ car mecruru رَؤُ۫فٌ ’e müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. رَؤُ۫فٌ - رَحٖيمٌ kelimeleri رَسُولٌ ’un diğer sıfatları olup damme ile merfûdur.
Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِنٖينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَؤُ۫فٌ - رَحٖيمٌ -عَزٖيزٌ kelimeleri isimleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَرٖيصٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelen ayet kasem üslubundadır.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
جَٓاءَ fiili, mecazi olarak dine çağrı manasında kullanılır. Onun tebliği, beklemedikleri bir gelişe, başka bir yerden gelen birinin halkın yanına girmesine benzetilir. Kur’an’da yaygın bir kullanımdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مِنْ اَنْفُسِكُمْ car-mecruru, رَسُولٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Fail olan رَسُولٌ ’deki nekrelik, tazim içindir.
عَزٖيزٌ kelimesi رَسُولٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Masdar harfi مَا ve akabindeki عَنِتُّمْ cümlesi masdar teviliyle fiil gibi amel eden عَز۪يزٌۘ ’un faili konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَز۪يزٌۘ ’un sıfat-ı müşebbehe kalıbında olması, fail almasını mümkün kılmıştır.
عَنِتّ kırıldıktan sonra kaynayan kemiğin tekrar kırılması demektir. Belki de bu daha acı vericidir. Korku, helak, sıkıntı manalarında kullanılır.
عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ - رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri, رَسُولٌ için sıfattır. Sıfatların hepsi, Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَلَيْكُمْ car-mecruru حَر۪يصٌ ‘a mütealliktir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur بِالْمُؤْمِن۪ينَ , ihtimam ve durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan رَؤُ۫فٌ ‘a takdim edilmiştir.
عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.
عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ ve رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet surenin bitişine işaret sadedinde, berâat-i intehâ ayeti sayılabilir.
Son bölümde sözün bittiğine dair bir işaret bulunmasına denir.Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi)
نْفُسِ kelimesinde istiare vardır. Allahu alem, buradaki مِنْ اَنْفُسِكُمْ [kendi cinsinizden, kendi halkınızdan] demektedir ki “Bu suretle, kendisine daha çok ısınır, tebliğini kabule daha yakın olursunuz.” anlamını içerir. Yine مِنْ اَنْفُسِكُمْ ifadesinin, “sizin kabileniz ve aşiretinizden” demek olması muhtemeldir. Yine burada رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ ile kastedilenin, “kardeşlerinizden ve saygınlarınızdan” demek olması caiz olabilir. (Bu), birisinin sevdiği ve kalben yakın bulduğu kimse için انت من نفسي وانت من قلبي “Sen benim canımdan ve kalbimden bir parçasın.” demesi gibidir. Yüce Allah’ın, ayetin devamı olan عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ [Sıkıntıya uğramanız O’na ağır gelir. O size çok düşkündür, müminlere karşı çok merhametlidir.] sözü de bu tevili teyit etmektedir. Yani “Muhalefet edip uhrevi sevaptan mahrum kalmak ve azaba müstahak olmak suretiyle sıkıntıya düşmeniz size olan muhabbet ve meylinden dolayı O’na çok ağır gelir, size karşı çok merhametli ve pek şefkatli olduğundan sizin imanınıza çok düşkündür.” demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları)
Cenab-ı Allah bununla, “O da sizin gibi bir insandır.” manasını kastetmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Rahmet ve re’fet sıfatının tevcihinde müminlere ihtimam için car-mecrur بِالْمُؤْمِن۪ينَ , amili olan رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ’e takdim edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Burada hasr vardır. Bu, “Peygamberin sadece müminler için acıması ve merhameti olduğunu, kâfirlere gelince onlara karşı bir şefkat ve merhameti söz konusu olmadığını” bildirir. Bu, bu surede yer alan “katılık ve sertlik” miktarının bir tamamlayıcısı gibidir. Buna göre o sanki, “Ben, bu surede çetinlikte ve katılıkta ileri gittiysem de ancak ne var ki bu katılığım kâfir ve münafıklara karşıdır. Rahmet ve acımam ise sadece müminlere mahsustur.” demiştir. İşte bu incelikten dolayı bu tertip gözetilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Burada Resulullah'a (s.a.v) Allah'ın güzel isimlerinden Raûf ve Rahîm isimleri verilmiştir. Hasen İbn Fadl demiştir ki Allah Teâlâ, hiçbir peygambere, güzel isimlerinden iki isim birden vermedi, ancak bizim peygamberimiz hakkında Raûf ve Rahîm buyurdu. Kendi zat-ı sübhanisi hakkında da “Muhakkak ki Allah insanlara Raûf ve Rahîmdir.” (Bakara Suresi 143; Hac Suresi, 65) buyurdu. Gerçekten de Resulüne bu isimleri vermesi ve O’nu böyle vasıflandırması, O’nun hakkında büyük ikram ve tekrim demektir.(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
عَز۪يزٌۘ; “galip ve çetin olan” demektir. Bunun masdarı olan “izzet” de galip olmak ve şiddetli (çetin) olmak manasınadır. Binaenaleyh insanın başına bir sıkıntı geldiğinde, kendisinin onu savuşturmaktan aciz olduğunu anlar. Çünkü eğer kendisi onu def etmeye kadir olsaydı, bunu yapmakta kusur etmezdi. Onu başından def edemediğine göre kendisinin onu def etmekten aciz olduğunu ve onun kendisine galip geldiğini anlar. İşte bundan dolayı insana bir şey zor geldiğinde, “Bu bana galip geldi.” der. عَنِتُّمْ kelimesine gelince bir kimse, içinden çıkamayacağı bir darlığa ve sıkıntıya düştüğünde kullanılır. Hak Teâlâ'nın Nisa Suresi, 25 ve Bakara suresi, 220 ayetlerinde de bu mana vardır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette, رَؤُ۫فٌ [çok şefkatli] lafzının, رَح۪يمٌ [çok merhametli] lafzından önce yer almasının kelamı güzelleştirdiğine inanan Beyzâvî şunları kaydeder: “Merhametin daha şiddetlisi ve daha beliği olan رَؤُ۫فٌ ’un رَح۪يمٌ ’den önce zikredilmesi ayet sonlarının fasılası içindir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Allah Teâlâ bu surede, peygamberine çeşitli muvaffakiyet ve keremini nasip ettiği kimseler hariç, tahammülü güç, çetin ve zor mükellefiyetleri insanlara tebliğ etmesini emredince o mükellefiyetleri sırtlanmayı kolaylaştıracak hususları belirterek sureyi sona erdirmiştir. O hususlar da şunlardır: “Bu peygamber (s.a.v) siz (insanlar)dandır. Binaenaleyh onun için dünyada meydana gelecek olan her türlü izzet ve şeref sizedir. Hem sonra o, sizin zarara uğramanız, kendisine çok güç gelen, dünya ve ahiret hayırlarını size ulaştırmada son derece istekli olan bir kimsedir. Bundan dolayı da sizin için tıpkı şefkatli bir doktor ve merhametli bir baba gibidir. Şefkatli olan doktor, çoğu zaman dayanılması güç, çetin ilaçlara yönelir. Merhametli baba da çoğu kez insana zor ve ağır gelen eğitme usullerine başvurur. Fakat insan, doktorun bilgili, sahasının ehli ve babasının da müşfik olduğunu bilince o acı ilaçlara tahammül eder ve o güç terbiye usulleri de bir lütuf ve ihsan yerini tutar. İşte burada da böyledir. Siz onun Allah katından gönderilmiş hak peygamber olduğunu anladığınıza göre her türlü hayrı elde etmek için onun bu zor tekliflerini kabul ediniz.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | تَوَلَّوْا | yüz çevirirlerse |
|
3 | فَقُلْ | de ki |
|
4 | حَسْبِيَ | bana yeter |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | لَا | yoktur |
|
7 | إِلَٰهَ | ilah |
|
8 | إِلَّا | başka |
|
9 | هُوَ | O’ndan |
|
10 | عَلَيْهِ | O’na |
|
11 | تَوَكَّلْتُ | dayandım |
|
12 | وَهُوَ | ve O |
|
13 | رَبُّ | rabbidir |
|
14 | الْعَرْشِ | Arş’ın |
|
15 | الْعَظِيمِ | büyük |
|
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا şart fiili olup, نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. تَ ‘lerden biri hafiflik olması için hazfedilmiştir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, حَسْبِيَ اللّٰهُۘ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
حَسْبِيَ mübteda olup, ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup damme ile merfûdur. لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi mübteda ve haberin hali olarak mahallen mansubdur.
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Fiil cümlesidir. عَلَيْهِ car mecruru تَوَكَّلْتُ fiiline mütealliktir. تَوَكَّلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. رَبُّ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَرْشِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْعَظٖيمِ kelimesi الْعَرْشِ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَكَّلْتُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki mukadder kasem cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Önceki ayetteki muhatab zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat sanatı vardır.
Şart üslubunda gelen terkipte تَوَلَّوْا cümlesi, şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrar işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
تَوَلَّوْ fiili burada inat ve büyüklenme anlamında müstear olarak kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. حَسْبِيَ mukaddem haber, اللّٰهُ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin izafet terkibinde gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlden hal olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi, cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Kasrla tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
Munfasıl zamir هُوَ , cinsini nefyeden لَاۤ ’nın ismi olan اِلٰهَ ’nin mahallinden veya لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.
لَاۤ ’nın takdiri حق (gerçektir) veya موجود (vardır) olan haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَاۤ ve إِلَّا ile oluşan kasr, إِلَـٰهَ ile هُوَ arasındadır. هُوَۚ mevsûf/maksûrun aleyh, اِلٰهَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ
Mekulü’l-kavli tekid hükmünde olan bir istînâfiyye veya itiraziyyedir. Fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ, ihtimam ve kasr ifadesi için amili olan تَوَكَّلْتُ fiiline takdim edilmiştir.
Car-mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. İki tekit hükmündeki kasr, fiille mütealliki arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. عَلَيْهِ , maksurun aleyh/mevsûf, تَوَكَّلْتُ maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur
Ayetteki [Ben ancak O'na güvenip dayandım.] cümlesi hasr ifade etmekte olup, “Ben ancak ve ancak O'na güvenirim; O, büyük arşın Rabbidir.” anlamındadır.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Cümle, atıf harfi وَ ’la hal cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned رَبُّ الْعَرْشِ , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Rab isminin muzaf olmasıyla الْعَرْشِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
الْعَرْشِ için sıfat olan الْعَظ۪يمُ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette Rab ve Allah isimleri birlikte zikredilerek Allah’ın, hem ulûhiyet hem rububiyet sıfatlarına vurgu yapılmıştır.
اللّٰهُۘ - اِلٰهَ - رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada, özellikle arşın zikredilmiş olmasının sebebi şudur: Eserler ne kadar büyük ve ne kadar iyi, güzel olursa o zaman müessirin, bunları var edenin akıl ve kalplerdeki celâlinin ve ululuğunun zuhur etmesi de o nispette büyük ve azametli olur. Cisimlerin en büyüğü arş olunca özellikle onun zikredilmesinden maksat, Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın celâlini tazim etmek olur. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Burada Peygamberi (s.a.v) teselli için hitap ona tevcih edilmiştir. Şöyle ki: Ey Resulüm! Eğer onlar sana iman etmekten yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter.” (Çünkü O, gerçekten sana kâfidir ve seni onlara karşı muzaffer kılacaktır.) Ben sadece O'na tevekkül ettim; Ben ancak O'ndan dilerim ve O'ndan korkarım. O, yüce arşın sahibidir.
Büyük arş, pek muazzam hükümranlık demektir. Yahut bütün kâinatı kuşatmış olan muazzam bir cisimdir ki ilâhî hükümler, kaza ve kaderler, oradan nazil olur.
Rivayete göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kur’an'ın bütün bölümleri ayet ayet, harf harf inmiştir; yalnız Berâe (Tevbe) Suresi ile İhlas Suresi hariç. Çünkü bu iki sure, yetmiş bin saf melek refakatinde bana indirilmiştir.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Hasan el-Basrî şöyle demektedir: “Bu iki ayet (Tevbe Suresi, 128-129) Allah Teâlâ’nın en son indirdiği ayetlerdir ki bundan sonra Kur’an indirilmemiştir.” Ubeyy ibn Ka’b da şöyle demiştir: “Zaman bakımından Allah’ın en son indirdiği Kur’an ayeti bu iki ayettir.” Bu, aynı zamanda Said İbni Cübeyr’in de görüşüdür.
Sure Allah Teâlâ’dan bir bildiri ile başlayıp bir bildiri ile bitmiştir. Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Sayfadaki ayetlerin ve suredeki ayetlerin neredeyse tamamının fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)
Sevmek için tanımak ve tanımak için de çabalamak gerekir. Bilmediğine karşı duyduğun sevgi uçucudur. Hiçbir şeye etki edecek gücü yoktur. Fısıltılarını, belki sadece nefis duyar. Nefis, eğer işine gelmeyeni duyuyorsa, kalbe çaktırmadan işittiklerinden kalanları yok eder. Temelsiz sevginin zamanı dolunca, sanki kalbe hiç uğramamış gibi kaybolur gider. Asıl tehlike, gidişindeki yokluğun hissedilmeyecek kadar ufak oluşudur.
Ey bize Kur’an-ı Kerim’i indiren Allahım! Ey bize Nebi olarak Rasulullah (sav)’i gönderen Allahım! Bizi; Kitabının ve Rasulunun kıymetini bilenlerden, onlara muhabbetle bağlananlardan, onları tanıyanlardan, Rasulullah’ın İslam’ı yaşayışını, Kur’an ahlakını ve güzel huylarını örnek alanlardan ve
Kur’an-ı Kerim’i okudukça: Müjdeleriyle sevinçle dolanlardan, Şifasıyla maddi manevi hastalıklardan kurtulanlardan, İbretleriyle imanı pekişenlerden, Faziletiyle kalplerini arındıranlardan, Hikmetiyle yolu aydınlananlardan, Tehditleriyle Sana sığınanlardan, Uyarılarıyla hayatını düzene sokanlardan, Dualarıyla her adımını güzelleştirenlerden eyle.
Allahım! Şüphesiz, Sen bize yetersin. Yalnız Sana güvenip dayanırız. Bizi; Kitap olarak Kur’an’dan, Nebi olarak hz. Muhammed (sav)’den ve Rab olarak Allah’tan razıyız sözünün arkasında duranlardan, bu söze layık yaşayanlardan ve bu sözü tutmuş bir halde huzuruna gelenlerden eyle.
Allah’ın kitabında ve Rasulunun hayatında gizlenmiş nice hayırlardan faydalananlardan ve böylece dünya hayatında kendisini geliştirenlerden, Allah katında derecesini yükseltenlerden ve hem dünyada, hem de ahirette huzura kavuşanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji