Seferberlik Gruplarına katılmak için
Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | dediler ki |
|
2 | هَٰذِهِ | bunlar |
|
3 | أَنْعَامٌ | hayvanlardır |
|
4 | وَحَرْثٌ | ve ekinlerdir |
|
5 | حِجْرٌ | dokunulmaz |
|
6 | لَا |
|
|
7 | يَطْعَمُهَا | yiyemez |
|
8 | إِلَّا | başkası |
|
9 | مَنْ | kimseden |
|
10 | نَشَاءُ | bizim dilediğimiz |
|
11 | بِزَعْمِهِمْ | zanlarınca |
|
12 | وَأَنْعَامٌ | ve hayvanlar |
|
13 | حُرِّمَتْ | yasaklanmış |
|
14 | ظُهُورُهَا | sırtı(na binilmesi) |
|
15 | وَأَنْعَامٌ | ve hayvanlar |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يَذْكُرُونَ | anılmayan |
|
18 | اسْمَ | adı |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | عَلَيْهَا | üzerlerine |
|
21 | افْتِرَاءً | iftira ederek |
|
22 | عَلَيْهِ | O’na (Allah’a) |
|
23 | سَيَجْزِيهِمْ | onları cezalandıracaktır |
|
24 | بِمَا | nedeniyle |
|
25 | كَانُوا |
|
|
26 | يَفْتَرُونَ | iftira etmeleri |
|
Burada Câhiliye Arapları’nın bazı hayvanlar ve ziraî ürünlerle ilgili geleneksel uygulamalarına işaret edilmektedir. Buna göre Araplar söz konusu varlıkları üç kısma ayırırlardı: Bunlardan tanrıları için adadıklarından sahipleri yiyemez; ancak put bakıcıları, kutsal mekânların hizmetçileri veya buraları ziyarete gelenler gibi mal sahiplerinin uygun gördüğü kimseler yararlanabilirdi. Bahîre, sâibe, vasîle ve hâm isimleriyle andıkları bir kısım hayvanlara binmeyi yasaklar (bk. Mâide 5/103), bir kısmını keserken de Allah’ın adını özellikle anmazlar, bir rivayete göre bunları putlarının adını anarak keserlerdi (Râzî, XIII, 207). Âyette dolaylı olarak bu tür uygulamalar şirk dininin kalıntıları sayılmakta ve ilga edilmekte; müşriklerin, icat ettikleri bu tür bâtıl uygulamalar yüzünden cezalandırılacakları bildirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 477
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذِه۪ٓ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنْعَامٌ haber olup damme ile merfûdur. حَرْثٌ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. حِجْرٌۘ kelimesi حَرْثٌ ’nun sıfatı olup damme ile merfûdur. لَا يَطْعَمُهَٓا cümlesi اَنْعَامٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَطْعَمُهَٓا damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
نَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. بِزَعْمِهِمْ car mecruru قَالُوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; متلبسين بزعمهم (iddialarına bürünmüş olarak) şeklindedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْعَامٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هي şeklindedir. حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا cümlesi اَنْعَامٌ ‘un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.
حُرِّمَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. ظُهُورُهَا naib-i fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِزَعْمِهِمْ ’deki بِ harf-i ceri عَنْ manasında veya mülâbeset içindir. Bunu batıl inançları sebebiyle söylüyorlar demektir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حُرِّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنْعَامٌ mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri; هي şeklindedir. لَا يَذْكُرُونَ cümlesi اَنْعَامٌ ‘nun üçüncü sıfatı olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَذْكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اسْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْهَا car mecruru يَذْكُرُونَ fiiline mütealliktir. افْتِرَٓاءً sebebiyet bildiren mefulün lieclih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْهِ car mecruru افْتِرَٓاءً ’e mütealliktir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir. İki tür kullanımı vardır: 1. Harfi cersiz kullanımı, 2. Harfi cerli kullanımı.
1. Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Fiil cümlesidir. سَيَجْز۪يهِمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fiilin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle سَيَجْز۪يهِمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَفْتَرُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَفْتَرُونَ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِ harfi عَنْ manasında veya bedeliye ve avz içindir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındandır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هٰذِه۪ٓ mübteda, اَنْعَامٌ haberdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حَرْثٌ atıf harfi وَ ’la اَنْعَامٌ ‘ e matuftur. Atıf sebebi temasüldür.
حِجْرٌۘ kelimesi حَرْثٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
حَرْثٌ kelimesi için ikinci sıfat olan لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr fiille fail arasındadır. يَطْعَمُهَٓا maksur-sıfat, مَنْ نَشَٓاءُ maksurun aleyh-mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
لَا يَطْعَمُهَٓا fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘ in sılası olan نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِزَعْمِهِمْ car-mecruru, يَطْعَمُهَٓا fiiline mütealliktir.
بِزَعْمِهِمْ ’deki بِ harf-i ceri عَنْ manasında veya mülâbeset içindir. Bunu batıl inançları sebebiyle söylüyorlar demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا cümlesi, وَ ’la هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنْعَامٌ takdiri هٰذِه۪ٓ olan mahzuf mübteda için haberdir.
Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا cümlesi اَنْعَامٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sebat, istikrar ve temekkün ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حُرِّمَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Sırtların haram olmasından maksat, hayvanlara binilmesinin veya yük vurulmasının yasak olmasıdır.
الْاَنْعَامِ - حَرْثٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِزَعْمِهِمْ sözü لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ ve اَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا sözü arasında mu’terize cümlesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Bu cümlede de îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنْعَامٌ kelimesi takdiri هٰذِه۪ٓ olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ cümlesi اَنْعَامٌ için sıfattır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf اسْمَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olması اسْمَ ‘ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
عَلَيْهِۜ car-mecrurunun müteallakı olan افْتِرَٓاءً mef’ûlü lieclihtir. Kelimedeki nekrelik, kesret, nev ve tahkir ifade eder. Ayetin sonunda müştakının zikredildiği bu kelimede irsâd sanatı vardır.
افْتِرَٓاءً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
اَنْعَامٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Ayet, istînâfi beyaniyye (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. سَ harfi vaid ve vaad siyakında tekid ifade eder. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.
س lafzı ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف lafzı ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَفْتَرُونَ cümlesi masdar tevilinde, harf-i cerle سَيُجْزَوْنَ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan يَقْتَرِفُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir.
Cümledeki muzari fiiller, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Cezanın ne olduğunun belirtilmeden müphem kalması, açıkça görüldüğü gibi bir dehşet ifadesidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
افْتِرَٓاءً - يَفْتَرُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ [O, bunları, yapmakta oldukları iftira yüzünden cezalandıracaktır.] buyurulmuştur ki bununla ilahî tehdit kastedilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
2 | مَا | olanlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | بُطُونِ | karınlarında |
|
5 | هَٰذِهِ | bu |
|
6 | الْأَنْعَامِ | hayvanların |
|
7 | خَالِصَةٌ | yalnız |
|
8 | لِذُكُورِنَا | erkeklerimize aittir |
|
9 | وَمُحَرَّمٌ | ve haramdır |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | أَزْوَاجِنَا | kadınlarımız |
|
12 | وَإِنْ | ve eğer |
|
13 | يَكُنْ | olursa |
|
14 | مَيْتَةً | ölü |
|
15 | فَهُمْ | o zaman hepsi |
|
16 | فِيهِ | onda |
|
17 | شُرَكَاءُ | ortaktır |
|
18 | سَيَجْزِيهِمْ | cezalarını verecektir |
|
19 | وَصْفَهُمْ | bu nitelendirmelerinin |
|
20 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
21 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
22 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Ayette câhiliye döneminde hayvanlarla ilgili hükümlerin dördüncüsüne işaret edilmektedir. Buna göre bahîre ve sâibe diye adlandırdıkları adak hayvanlarının sağ olarak doğan yavrularını sadece erkekler yiyebilir, ölü doğan veya doğum esnasında ölen yavruyu ise hem erkekler hem de kadınlar yiyebilirdi. Buradan, Câhiliye Arapları’nın kadınları bazı haklardan yoksun bıraktıkları, ayrıca ölü hayvanın etini yedikleri anlaşılmaktadır. İbn Âşûr, âyette ezvâc kelimesinin kullanılmış olmasını dikkate alarak, canlı yavrunun yenilmesinin sadece evli kadınlara yasaklanmış olduğunu belirtir. İbn Âşûr’a göre muhtemelen onlar, eğer eşleri bu yavruların etlerinden yerlerse kısırlık, aile geçimsizliği, boşanma gibi bazı uğursuz sonuçların doğacağına inanıyorlardı (başka yorumlarla birlikte bk. VIII, 110-111).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 477
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli, مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي بُطُونِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. İşaret ismi هٰذِه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْعَامِ ism-i işaretten bedel veya atf-ı beyandır. خَالِصَةٌ mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.
لِذُكُورِنَا car mecruru خَالِصَةٌ ’e mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُحَرَّمٌ atıf harfi وَ ’la خَالِصَةٌ ‘e matuftur. عَلٰٓى اَزْوَاجِنَا car mecruru مُحَرَّمٌ ‘e mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi,
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atfı beyan olarak gelmesi,
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi,
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler.Burda işaret isminden sonra gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِصَةٌ kelimesi sülâsî mücerredi خلص olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُحَرَّمٌ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. يَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَيْتَةً kelimesi يَكُنْ ’un haberi olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru شُرَكَٓاءُ ’ye mütealliktir. شُرَكَٓاءُ haber olup damme ile merfûdur.
سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. سَيَجْز۪يهِمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fiilin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَصْفَهُمْ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; جزاء وصفهم şeklindedir.
اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. حَك۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. عَل۪يمٌ ikinci haberi olup damme ile merfûdur.
حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ
Ayetin ilk cümlesi, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki …قَالُوا cümlesine atfedilmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ism-i mevsûl mübteda, خَالِصَةٌ haberdir.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası mahzuftur. ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ car mecruru bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
هٰذِهِ muzâfun ileyh, الْاَنْعَامِ ise bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.
مُحَرَّمٌ , haber olan خَالِصَةٌ ‘ e matuftur. Cihet-i camia, tezayüftür.
لِذُكُورِنَا car-mecruru خَالِصَةٌ ‘na, عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ car-mecruru ise مُحَرَّمٌ ‘a mütealliktir.
خَالِصَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Bu ayette de müşriklerin çeşitli küfürlerinden biri daha anlatılmıştır. Burada hayvanların karınlarındaki yavrulardan murad, bahire ve sâibe develerinin karınlarındaki yavrulardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
خَالِصَةٌ Kelimesinin İzahı: İbnu’l Enbarî, ayette geçen خَالِصَةٌ kelimesinin müennes olması hakkında üç görüş zikretmiştir ki bunlardan ikisi Ferrâ’ya, diğeri de Kisaî’ye aittir.
a. Bu kelimenin sonundaki, durulduğunda hâ okunan (tâ harfi), müenneslik için değildir. Bu, sıfatta mübalağa manası ifade eden tâ harfidir. Nitekim Araplar, raviye (çok anlatan, nakleden); allâme (çok bilen..); nessâbe (iyi neseb alimi, nesebci); dâhiye (müthiş bir belâ) ve tâğiye (azgın bir bela, musibet) dedikleri gibi yine onlar “Bu, hassaten bana özgedir. O bana aittir.” de derler. Bu, Kisaî'nin görüşüdür.
b. مَا ف۪ي بُطُونِ buyruğundaki مَا edatı”cenin” manasındadır. Bu lafız, müennes olan cenin manasından ibaret olunca bu, ayette de olduğu gibi manaya göre müennes, lafza göre de müzekker yapılması caizdir. Çünkü مَا ‘daki manadan dolayı haber olan خَالِصَةٌ kelimesi müennes; lafzından dolayı da مُحَرَّمٌ kelimesi müzekker getirilmiştir.
c. Bu kelimenin masdar olmasıdır. Buna göre ifadenin takdiri, ذو خالصة şeklindedir. Bu, Arapların, عطاؤك عافية [Senin bağışın, afiyetlidir.]; المطر رحمة [Yağmur, rahmetlidir.] ve الرخص نعمة [Ruhsat ve kolaylıklar, nimetli ve faydalıdır.] demeleri gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ
Mekulü’l-kavle matuf olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Şart cümlesi olan اِنْ يَكُنْ مَيْتَةً , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ , mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart manasından çıkarak faide-i haber ibtiaî kelam olan cümle, haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
خَالِصَةٌ - مُحَرَّمٌ ve لِذُكُورِنَا - اَزْوَاجِنَاۚ kelime grupları arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
ف۪يهِ ‘deki zamirin müzekker olması, ölünün erkeğe de dişiye şamil olmasındandır; o sebeple erkek galip sayılmıştır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. سَ harfi vaid ve vaad siyakında tekid ifade eder.
وَصْفَهُمْۜ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
س lafzı ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف lafzı ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)
اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı pekiştirmek ve kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Allah’ın عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının nekre gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eder. Çünkü bunlar mübalağa kalıplarındandır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Böyle birlikte ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَدْ | muhakkak |
|
2 | خَسِرَ | ziyana uğrarlar |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | قَتَلُوا | öldüren(ler) |
|
5 | أَوْلَادَهُمْ | çocuklarını |
|
6 | سَفَهًا | beyinsizce |
|
7 | بِغَيْرِ |
|
|
8 | عِلْمٍ | bilgisizlik yüzünden |
|
9 | وَحَرَّمُوا | ve haram kılanlar |
|
10 | مَا |
|
|
11 | رَزَقَهُمُ | kendilerine verdiği rızkı |
|
12 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
13 | افْتِرَاءً | iftira ederek |
|
14 | عَلَى | karşı |
|
15 | اللَّهِ | Allah’a |
|
16 | قَدْ | muhakkak |
|
17 | ضَلُّوا | sapmışlardır |
|
18 | وَمَا | ve değillerdir |
|
19 | كَانُوا | onlar |
|
20 | مُهْتَدِينَ | yola gelici |
|
Müşrik Araplar’ın, ailenin geçimi hususunda bir yük saydıkları veya ileride savaşlarda esir düşerek ailenin onurunun zedelenmesine sebep olacaklarından kaygılandıkları için kız çocuklarını öldürmeleri, Allah’ın rızık olarak verdiği ve helâl kıldığı hayvanların etlerinden yemeyi kendilerine yasaklamaları ve üstelik Allah’ın hükmünün böyle olduğunu ileri sürerek Allah hakkında hükümler uydurmaları kendilerini hüsrana ve sapkınlığa götüren bir beyinsizlik ve bilgisizlik şeklinde değerlendirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 477-478
سَفَهٌ Bedenen hafiflik demektir. سَفِهَ fiili, akıl noksanlığı sebebiyle kişinin hafifliği hakkında ve hem dünyevi hem uhrevi işlerle ilgili kullanılmıştır. Türkçede de aynı şekilde kullandığımız سَفِيهٌ kelimesinin çoğulu سُفَهاء (sefihler) şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sefih ve sefahattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَسِرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَتَلُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
قَتَلُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَوْلَادَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَفَهاً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur.
بِغَيْرِ car mecruru قَتَلُٓوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, جاهلين أن الله هو الرازق لهم ولأولادهم (Kendilerine ve çocuklarına rızık verenin Allah olduğunu bilmeyenler) şeklindedir.
بِ harf-i ceri mülabeset içindir.(Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَرَّمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقَهُمُ اللّٰهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, به şeklindedir.
رَزَقَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. افْتِرَٓاءً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتِرَٓاءً ’e mütealliktir.
“Mef’ûlün lieclihi” fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün min eclihi” ve “Mef’ûlun leh” de denir. Mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir. İki tür kullanımı vardır: 1. Harfi cersiz kullanımı, 2. Harfi cerli kullanımı.
1. Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَرَّمُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. مُهْتَد۪ينَ۟ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
مُهْتَد۪ينَ۟ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَدْ , sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Nahivciler bu harfin dört şekli olduğunu söylerler: Kesinlik ve yakınlık ifadesi için mâzî fiilin başına gelir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiilin قَدْ ile tekid edilmesi, hüsranlarının sabit bir durum olduğunu tenbih içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
خَسِرَ fiilinin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذٖينَ ’nin sıla cümlesi olan قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanı sıra sözü geçenleri tahkir amacına matuftur.
سَفَهاً sözü öldürmenin çeşidini açıklayan mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.(Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Mef’ûlü lieclih olan سَفَهاً ‘deki nekrelik kesret ve tahkir ifade eder.
بِغَيْرِ عِلْمٍ ‘deki بِ harf-i ceri mülabeset içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
بِغَيْرِ عِلْمٍ car mecruru قَتَلُٓوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, جاهلين أن الله هو الرازق لهم ولأولادهم (Kendilerine ve çocuklarına rızık verenin Allah olduğunu bilmeyenler) şeklindedir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِغَيْرِ için muzâfun ileyh olan عِلْمٍ ‘deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Menfi siyakta nekre, umuma işarettir.
Ayetteki بِغَيْرِ عِلْمٍ [ilimsizlik yüzünden] ifadesinden murad, bu sefahetin bilgisizlikten kaynaklandığını ve cehaletin en büyük kötülüklerden biri olduğunu ortaya koymaktır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
حَرَّمُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘ nın sılası olan رَزَقَهُمُ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عَلَى اللّٰهِ car-mecrurunun müteallakı olan افْتِرَٓاءً mef’ûlü lieclihtir. Kelimedeki nekrelik, kesret, nev ve tahkir ifade eder. Ayetin sonunda müştakının zikredildiği bu kelimede irsâd sanatı vardır.
افْتِرَٓاءً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Yaptıkları işin kötülüğünü ve sapkınlıklarının derinliğini bildirmek için, izmardan izhara dönülerek Allah lafzının açık isim olarak getirilmesi iltifat sanatıdır. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ziyana uğrayanların özelliklerinin sayıldığı ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Bu kişiler sefihce hareket edenler, çocuklarını öldürenler ve Allah’ın rızkını haram sayanlar olarak açıklanmış sapmış olmakta cem edilmişlerdir.
وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِ [Allah’a iftira ederek Allah’ın rızıklandırdığı şeyi haram kıldılar.] cümlesinde aşırı derecede dalalete düştüklerini ve haddi aştıklarını göstermek için zamir yerine Allah lafzı ve عَلَىهْ yerine عَلَى اللّٰهِ ibaresi gelmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Öncesi için tekit hükmündeki cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Sebata, temekkün ve istikrara işaret eden mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle, قَدْ tahkik harfiyle tekit edilmiştir.
مَا كَانُوا مُهْتَد۪ي cümlesi atıf harfi وَ ’ la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan مُهْتَد۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. ((Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)
Ayetin son iki cümlesi önceki cümleyi tekit etmek üzere, tezyîl yoluyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُهْتَد۪ينَ۟ - ضَلُّوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Çocuklarını öldürmekle düştükleri dalaleti açıklayarak önceki kelamın özeti olarak gelmiş tezyîl cümlesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟ cümlesinin قَدْ ضَلُّوا ‘ye atfedilmesi ضَلُّوا cümlesinin içeriğini tekid içindir. Çünkü bu cümlenin içeriği ilk cümlenin zıttını olumsuzlar. Böylece anlamını yerleştirir. Burada كانَ zaid hükmündedir. Çünkü mana olarak zaiddir. Eğer amil ise mana onların hidayette olmadıklarıdır. Burada كانَ ’nin ziyade edilmesi lam-ı cuhûd ile gelişinde olduğu gibi olumsuzluğu tekid içindir. Yani onların çocuklarını öldürmeden ve Allah’ın rızık olarak verdiklerini haram saymadan önce de hidayette olmadıklarını ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | أَنْشَأَ | yaratan |
|
4 | جَنَّاتٍ | bahçeleri |
|
5 | مَعْرُوشَاتٍ | çardaklı |
|
6 | وَغَيْرَ | ve |
|
7 | مَعْرُوشَاتٍ | çardaksız |
|
8 | وَالنَّخْلَ | hurma(ları) |
|
9 | وَالزَّرْعَ | ve ekin(ler)i |
|
10 | مُخْتَلِفًا | çeşit çeşit |
|
11 | أُكُلُهُ | ürünleri |
|
12 | وَالزَّيْتُونَ | ve zeytinleri |
|
13 | وَالرُّمَّانَ | ve narları |
|
14 | مُتَشَابِهًا | birbirine benzer |
|
15 | وَغَيْرَ |
|
|
16 | مُتَشَابِهٍ | ve benzemez |
|
17 | كُلُوا | yeyin |
|
18 | مِنْ | -ndan |
|
19 | ثَمَرِهِ | meyvası- |
|
20 | إِذَا | zaman |
|
21 | أَثْمَرَ | meyva verdiği |
|
22 | وَاتُوا | ve verin |
|
23 | حَقَّهُ | hakkını (sadakasını) |
|
24 | يَوْمَ | günü |
|
25 | حَصَادِهِ | hasat |
|
26 | وَلَا | ve asla |
|
27 | تُسْرِفُوا | israf etmeyin |
|
28 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
29 | لَا |
|
|
30 | يُحِبُّ | sevmez |
|
31 | الْمُسْرِفِينَ | israf edenleri |
|
Arapça’da cennet (çoğulu cennât) kelimesi “bahçe” anlamına gelirse de, âyetin devamındaki “ma‘rûşe” (çardak) kelimesi dikkate alındığında cennât kelimesini “bağlar” şeklinde tercüme etmek daha isabetli olur. Zemahşerî, “muhtelifen ükülühû” ifadesini “rengi, tadı, hacmi ve kokusu değişik” şeklinde açıklamıştır (II, 44). Yukarıdaki âyetlerde bazı Câhiliye uygulamalarının hükümsüz olduğu belirtildikten sonra burada tekrar sûrenin asıl konusu olan itikadî meselelere dönülerek yeryüzünü türlü nimetlerle bezeyen yüce Allah’ın kudretinin sınırsızlığına ve buna işaret eden delillerin zenginliğine dikkat çekilmesi yanında; müşriklerin, yukarıda değinilen telakkilerinin aksine, sahiplerinin bu tür meyve, ekin ve hayvanların ürünlerinden ve genel olarak Allah’ın insanlar için yarattığı rızıklardan istifade etmenin temelde mubah olduğu, bu sebeple onlardan öncelikle kendilerinin yemeleri veya kullanmalarında bir sakınca bulunmadığı; bunun yanında, başkalarının da bu ürünlerde zekât, sadaka, nafaka, komşu hakkı gibi hakları olduğu belirtilmekte ve bu hakkın ödenmesi emredilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 479
زيت: Zeytin ağaçları veya meyveleri anlamına gelen زَيْتُونٌ kelimesinin tekili زَيْتُونَةٌ şeklinde gelir. زَيْتٌ ise zeytinyağı demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zeytin, zeytinyağı ve zeytûnidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
حَصْدٌ sözcüğü aslen ekini kesip biçmek anlamına gelir. Yine kelimenin anlamından müstear olarak حَصَدَ fiili kökünü kazıma manasında da kullanılır. حَصِيدٌ ise biçilen demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli hasattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْشَاَ جَنَّاتٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْشَاَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. جَنَّاتٍ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. مَعْرُوشَاتٍ kelimesi جَنَّاتٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
غَيْرَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. مَعْرُوشَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. النَّخْلَ وَالزَّرْعَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la جَنَّاتٍ ’e matuftur. مُخْتَلِفاً kelimesi النَّخْلَ وَالزَّرْعَ ‘ nın hali olup fetha ile mansubdur.
اُكُلُهُ amili ism-i fail مُخْتَلِفاً ’in faili olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur. وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la جَنَّاتٍ ’e matuftur.
مُتَشَابِهاً kelimesi الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur. غَيْرَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. مُتَشَابِهٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Burada hal müfred olarak müştak şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْشَاَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُخْتَلِفاً kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir. مُتَشَابِهاً kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefâul babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعْرُوشَاتٍ kelimesi, sülâsi mücerredi عرش olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ
Fiil cümlesidir. كُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ ثَمَرِه۪ٓ car mecruru كُلُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَثْمَرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَثْمَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اٰتُوا fiili atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
اٰتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. حَقَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı, اٰتُوا fiiline mütealliktir. حَصَادِه۪ۘ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ۘ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُسْرِفُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إذا أثمر فكلوا من ثمره (Meyvelenirse meyvelerinden yiyin!) şeklindedir. (إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَثْمَرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ثمر ’dir.
اٰتُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ‘dır.
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَا يُحِبُّ cümlesi, إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْمُسْرِف۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin tarifi ihtisas ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Cümlede her iki rüknun de marife olması kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ maksûr/mevsûf, الَّـذ۪ٓي sıfat/ maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Yani her türlü nimeti barındıran cenneti yaratan odur, başkası değil.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve tazim içindir.
جَنَّاتٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
مَعْرُوشَاتٍ ve tezat nedeniyle ona atfedilen غَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ , mef’ûl olan جَنَّاتٍ için sıfattır.
النخل ، الزرع ، الزيتون ، الرمان isimleri, جَنَّاتٍ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i camia temasüldür. Birbirine matuf bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُشْتَبِهاً kelimesi, الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ ‘ nin halidir. وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ tezat nedeniyle hal olan مُشْتَبِهاً ‘a atfedilmiştir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
مُشْتَبِهاً - غَيْرَ مُتَشَابِهٍ ve مَعْرُوشَاتٍ - غَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ [Zeytini ve narı…] Değerlerinin fazlalığına binaen hususi olanın umumi olan üzerine atfı kabilindendir. Çünkü bunlar en büyük nimetlerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Enam/99)
كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ
Cümle, beyanî istînaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مِنْ ثَمَرِه۪ٓ car-mecruru كُلُوا fiiline mütealliktir. Cümle emir üslubunda geldiği halde ibaha manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
Şart üslubunda gelen اِذَٓا اَثْمَرَ terkibinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri فكلوا من ثمره (Onların meyvelerinden yiyin.) olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
Bu takdire göre, mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart manalı müstakbel zaman zarfı اِذَٓا ‘nın muzafun ileyh cümlesi olan اَثْمَرَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ثَمَرِه۪ٓ - اَثْمَرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la كُلُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
حَصَادِه۪ۘ bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Yine talebî inşaî isnad olan nehiy üslubundaki وَلَا تُسْرِفُوا cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan nehiy üslubuna geçişte, iltifat sanatı vardır.
Ayetin sonunda müştakı zikredilen تُسْرِفُوا fiilinde irsad sanatı vardır.
وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ [Hasat edildiği gün de hakkını verin…] Bu ayet Mekkî’dir, zekât ise ancak Medine’de farz kılınmıştır. Dolayısıyla burada bahsedilen hak ile mahsullerin hasat edildiği günde fakir ve miskinlere tasadduk edilen kısım murat edilmiştir. Yerine göre öşrün ve yerine göre de öşrün yarısının farz kılınmasıyla neshedilinceye kadar bu hakkı ödemek mükelleflere vaciptir. Bu ayetin Medenî, haktan muradın da farz olan zekât olduğu da söylenmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
حَقَّ kelimesine müzekker zamirin izafe edilmesi mülabesetin yakınlığı içindir. Yani, الحَقُّ الكائِنُ فِيهِ (Hak, onda vardır) demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1)
Menfi muzari fiil sıygasındaki لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ cümlesi, müsneddir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا تُسْرِفُو - الْمُسْرِف۪ينَۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنَ | -dan |
|
2 | الْأَنْعَامِ | hayvanlar- |
|
3 | حَمُولَةً | (kimi) yük taşır |
|
4 | وَفَرْشًا | (kiminin) tüyünden sergi yapılır |
|
5 | كُلُوا | yeyin |
|
6 | مِمَّا |
|
|
7 | رَزَقَكُمُ | size verdiği rızıktan |
|
8 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | تَتَّبِعُوا | izlemeyin |
|
11 | خُطُوَاتِ | adımlarını |
|
12 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
13 | إِنَّهُ | zira o |
|
14 | لَكُمْ | sizin için |
|
15 | عَدُوٌّ | bir düşmandır |
|
16 | مُبِينٌ | apaçık |
|
فَرْشٌ elbiseleri yaymak, döşemektir. Yayılıp döşenen şeye de فَرْشٌ ve فِراشٌ denir. فِراشٌ sözcüğünün çoğulu فُرُشٌ şeklinde gelir. فَراشٌ ise kelebek demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri faraş ve mefrûşattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ الْاَنْعَامِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أنشأ (yarattı) şeklindedir. حَمُولَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فَرْشاً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ
Fiil cümlesidir. كُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle كُلُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقَكُمُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
رَزَقَكُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
خُطُوَ ٰتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Aynı zamanda muzâftır. ٱلشَّیۡطَـٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَتَّبِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil İiftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ه muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَكُمۡ car mecruru عَدُوٌّ ‘e mütealliktir.
عَدُوٌّ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. مُب۪ينٌ kelimesi عَدُوٌّ ‘nin sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki اَنْشَاَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْاَنْعَامِ car mecruru takdiri اَنْشَاَ (yarattı) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
مِنَ الْاَنْعَامِ sözündeki مِنَ ibtidaiyyedir. Çünkü فَرْشاً ve حَمُولَةً için ibtidaiyye manası daha uygundur. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mef’ûl olan حَمُولَةً ve فَرْشاً kelimelerindeki nekrelik, nev ifade eder. Bu kelimeler arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır. Atıf sebebi temasüldür.
حَمُولَةً ; yük taşımaya elverişli büyük hayvanlar; فَرْشاً ; yere yakın küçük hayvanlardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bu ayette, hayvanların insanlara faydaları vurgulanıyor ve müşriklerin, bazı hayvanlara ilişkin haram veya helal telâkkileri çürütülüyor. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا başındaki harf-i cerle كُلُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan رَزَقَكُمُ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve emre itaati teşvik içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la كُلُوا cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâi isnad olma bakımından ittifak vardır.
Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubundan nehiy üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ izafeti az sözle çok anlam ifade etmenin yanında خُطُوَاتِ için tahkir ifade eder.
لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ ifadesinde istiare sanatı vardır. Tabi olmak fiilinin mef’ûlü yapılarak şeytanın ayak izi, bir şahsa benzetilmiştir. Arkasından gidilecek bir şahıs gibi şeytanın adımlarını takip etmek, şeytanın vesvesesiyle hareket etmeyi mübalağalı bir üslupla ifade etmiştir. Bu ifadede tecessüm sanatı da vardır.
خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ [Şeytanın izleri] terkibi şeytana uyma ve onun izlerine tabi olmaktan istiaredir. Telhîsü'l-beyân yazarı şöyle der: Bu ifade şeytanın emirlerine itaatten ve birşey yapmaya davet ettiği sözünü kabul etmekten sakındırma konusunda en beliğ ifadedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir,Bakara Suresi/168)
Vesvesesine ve süslemelerine aldanmadan onun emrettiğini terk etmelidir.(Âdil Ahmed Sâbir er- Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru; 1265)
خُطُوَاتِ [Adımlar] kelimesi, خُ 'nin dammesi ve طُ 'nin sükunu ile خُطْوَاتِ şeklinde de okunur. خُطْوَاتِ , ilk harfinin üstün okunmasıyla خطوة kelimesinin çoğulu olup “Adam yürüdü, adım attı.” demektir. Binaenaleyh bunun müfredini söylemek istediğinde, ilk harfi meftun olarak خطوة (adım); cemisini söylemek istediğinde, ya ilk harfi meftun olarak خَطَوَاتِ ya da ilk harfi mazmûm olarak, خُطُوَاتِ dersin ki bununla hal, harekat ve gidişat kastedilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Nur/21)
اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , ihtimam için amili olan عَدُوٌّ ’e takdim edilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَدُوٌّ için sıfat olan مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
مُب۪ينٌ kelimesi أبانَ fiilinden ism-i fail kalıbındadır ve بانَ fiilinin manasını mübalağalı olarak ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Yasin/60)
Ayetin bu bölümü, yasaklama nedenini açıklamaktadır. Yani şeytanın adımlarına tabi olmamanın sebebi onun apaçık bir düşman olmasıdır.
الشَّيْطَانِ - عَدُوٌّ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Çünkü o, sizin için (Rabbinizden ayıran) bir düşmandır. Bu cümle yasağın sebebidir. Şeytana ibadet ve itaat edilmez, ondan uzak durulur. مُب۪ينٌ kelimesi, bu düşmanlığın açık olduğunu ifade eder. Çünkü أبان fiili, açığa çıktı ve açığa çıkardı demektir. أبان الرجل , durumunu açıkladı, ortaya koydu demektir. Muhakkak ki şeytan düşmanlığı destekler ve ortaya koyar. İnsan ona nasıl kulluk edebilir?
Düşmanlar iki çeşittir: Düşmanlığını açıklayan ve düşmanlığını gizleyen.
Düşmanlık da iki çeşittir: Sahibi gizlemek istese bile açık olan düşmanlık ve gizli düşmanlık. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 285)
İbn Âşûr burada إِنَّ ‘nin yalnız haberin ihtimamı için kullanıldığını; çünkü şeytanla insan arasındaki düşmanlık, müşrik ve müminler tarafından kesin olarak bilinmektedir demiş veya إِنَّ harfinin tekit için kullanıldığını zikretmiştir. Bu harf aynı şekilde inkâr veya şüpheyi ret için değil de durumun enteresanlığını ifade için de kullanılır. İbn Âşûr’ûn إِنَّ için zikrettiği anlamlardan birisi, onun ta’lîl ve rapt manasını ifade eder. Bakara 32. ve Âli İmran 96. ayetleri buna örnektir. Cümlede ihtimam için kullanıldığında إِنَّ ‘nin özelliklerinden birisi fâ-i tefrî’aya (teferrutlandırma) ihtiyaç duymaması, ta’lîl ve rapt ifade etmesidir. (İbn Âşûr’ûn Et-tahrîr Ve’t-tenvîr Adlı Eserinde Sarf Ve Nahiv Merkezli Tercihleri / Aboubacar Mohamadou)
Anlatılmak istenen şeytanın “bize” olan düşmanlığı olduğu için لَكُمۡ takdim edilmiştir.
مُّبِینٌ [apaçık] hiç gizlisi saklısı olmayacak şekilde düşmanlığı açık olan demektir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Rabbim! Cehaletinden doğan güvenle konuşanların ve hareket edenlerin, sözlerinden ve fiillerinden, Sana sığınırız. Halimizi; cahillere, israf edenlere, haksızlık yapanlara ve nankörlere benzemekten koru. Bizi; kendini geliştirmeye çalışanlardan, eli açıklardan, adil olanlardan, bilmediği zaman bilmediğini itiraf edenlerden, hatasını farkedince af dileyenlerden, ilmin peşinden koşanlardan, ibadetleri huşuyla gerçekleştirenlerden, sahip olduğu her nimet için şükredenlerden ve her anını değerlendirmeye çalışanlardan eyle.
Amin.
***
İnsanın, kaliteli yaşamaya devam etmek için belli bir düzene ve bir kural sistemine ihtiyacı vardır. Bu yüzden de kuralsız yaşanabildiğini iddia edenlerin bile uymayı tercih ettikleri belli kuralları vardır.
Allah’ın sınırlarından uzaklaşanların uydurdukları düzenler, çeşitli çelişkilerle ve haksızlıklarla doludur. Zira kendisinin daha üstün olduğunu iddia edenlerin kuralları, her zaman zayıfları ezmektedir.
Nice çarpık sistemler, adeta toplumların zihniyetlerine ve genlerine işlemiştir. Irkçılık ve kadınları aşağılama gibi hastalıklı fikirlerle mücadele devam etmektedir. Köklerini ise ancak Allah’a itaat kurutur.
Zira insanın nefsani hevesleriyle doğurduğu haksız kuralların, yine insanın uydurduğu kurallarla çözülmesi mümkün değildir. Kendi başına, bu düşüncelerle yola çıkan toplulukların hepsi amacından sapmıştır.
Bu sebeplerden de dolayı, Allah’ın dinini tebliğ eden peygamberlerin çağrısına, başlarda genellikle toplumun zayıfları icabet etmiştir. Allah’a teslim olan her kul bilir ki; insanın fıtratını ve haklarını hakiki manada koruyan Allah’ın sınırlarıdır.
Ey Allahım! Kibrinden ve cehaletinden dolayı, yolundan sapanlardan ve onların yollarından uzaklaştır. Bizi cahillikten ve kibirden arındır. Senin kudretine, ilmine ve rahmetine; şeksiz ve şüphesiz bir şekilde iman edenlerden ve Sana tam bir teslimiyet ile güvenenlerden eyle. Anladığımız veya anlamadığımız; keyfimize uyan veya uymayan her emrine - birbirinden ayırmadan veya nefsimize göre bazısına üstünlükler biçmeden - itaat edenlerden ve yaşadığı her anında en güzel şekilde uygulayanlardan eyle. Gönüllerimize Sana itaati, sınırlarına uymayı, emrettiğin ibadetleri ve salih kullarını sevdir. Bizi de takva sahibi salih kulların arasına kat ve canımızı müslüman olarak al.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji