Seferberlik Gruplarına katılmak için TIKLAYIN !

Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz. Devamını Oku...


Seferberlikte Bugün     10 Şubat 2025
Ra'd Sûresi 19-28 (251. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ra'd Sûresi 19. Ayet

اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ  ...


Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ olur mu?
2 يَعْلَمُ bilen ع ل م
3 أَنَّمَا
4 أُنْزِلَ indirilenin ن ز ل
5 إِلَيْكَ sana
6 مِنْ -den
7 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
8 الْحَقُّ hak olduğunu ح ق ق
9 كَمَنْ kimse gibi
10 هُوَ o (kendisi)
11 أَعْمَىٰ kör (olan) ع م ي
12 إِنَّمَا ancak
13 يَتَذَكَّرُ öğüt alır ذ ك ر
14 أُولُو sahipleri ا و ل
15 الْأَلْبَابِ sağduyu ل ب ب
Allah Teâlâ 19. âyette Kur’an’ın hak olduğuna inanmayanı köre benzetmekte, inananların bu körle eşit olmayacağını, bunu ancak akıl ve sağ duyu sahiplerinin kavrayabileceklerini bildirmiştir. Akıl sahiplerinin nitelikleri ise müteakip âyetlerde şöyle sıralanmaktadır: Bunlar Allah’a vermiş oldukları sözden dönmezler; dinî, ahlâkî, hukukî ve toplumsal bütün yükümlülüklerini yerine getirirler; Allah’ın, gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler, yani insanlık, akrabalık, komşuluk, din kardeşliği ve benzeri insanlar arası ilişkilerden doğan haklara riayet ederler; rablerine karşı kulluk görevlerinde kusur etmemeye çalışırlar; Allah huzurunda hesaplarının kolay olmasını dilerler; Allah’ın rızâsını kazanmak için uğrunda karşılaştıkları her türlü sıkıntılara sabrederler; namazlarını vaktinde dosdoğru kılarlar; Allah’ın kendilerine vermiş olduğu nimetlerden gizli açık Allah yolunda harcarlar; kötülüğü iyilikle savarlar yani haksızlığa karşı adaletle, yalancılığa karşı doğrulukla, rezilliğe karşı da erdemle mücadele ederler. İşte dünya yurdunun güzel sonu yani cennetler bunlarındır. Bu güzel sonun ne olduğu bundan sonraki (23-24.) âyetlerde açıklanmıştır.

Kaynak :
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 284-285

اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ 

 

İsim cümlesidir. Hemze istifham harfidir. فَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَعْلَمُ  ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir هو ’dir.

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَنَّـمَٓا  ve masdar-ı müevvel  يَعْلَمُ  fiilinin mefûlü yerinde olup mahallen mansubdur. Kâffe ve mekfufe olmasıda caizdir. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  أَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. اِلَيْكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir. مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَقُّ  kelimesi,  أَنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf-i ceriyle öncesindeki  مَنْ ’in mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası  هُوَ اَعْمٰى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْمٰى  haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir.

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (  ى  ) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (  ى  ) ile biter. Fakat çok az olarak (  ا  ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ

 

Fiil cümlesidir.  اِنَّمَا : kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

يَتَذَكَّرُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اُو۬لُوا  fail olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti  و ’dır. Aynı zamanda muzaftır. الْاَلْبَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org

يَتَذَكَّرُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ

 

فَ  istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve tevbih amacı taşıdığından, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve onları yaptıkları davranışları düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَنْ  mübteda, haber mahzuftur.  كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ  car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.

Mübteda konumundaki ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ  cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ‘nin dahil olduğu  اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ  cümlesi, masdar teviliyle  يَعْلَمُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

 اُنْزِلَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde Rab isminin Hz. Peygambere aid zamire muzaf olmasıyla  Hz. Peygambere, şan ve şeref kazanmıştır. Bu izafet Allah’ın ona lütuf ve ihsanla muamele ettiğine işarettir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْحَقُّ  kelimesi  اَنَّ ‘nın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl  كَمَنْ , mübteda olan  مَنْ ’in mahzuf haberine mütealliktir. Sılası olan  هُوَ اَعْمٰى  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَعْمٰى ‘dan murad kâfirdir. Allah Teâlâ burada istiare-i tebeiyye yoluyla cahil ve küfreden kimseyi âmaya benzetiyor. Bu harika bir teşbihtir. Âma kişi, kılavuz olmadan yürüdüğünde birçok tehlikeye maruz kalır. Yoluna çıkabilecek şeylerden zarar görür. Gören ise bu tip tehlikelerden kendisini koruyabilir. ”Âma” sözü ile kâfirin temsili, benzersiz bir sanattır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Ayetteki teşbihte “sana rabbinden indirilen hakkı bilen kimse” müşebbeh; âma olan kimse müşebbehu bihtir. Aslında teşbih iki tarafta ortak olan bir özellik üzerine kurulur. Fakat bu ayetteki teşbihte müşebbehte bulunan sıfatın zıttı müşebbehe bihte bulunur. Buna tenzil tarîki denir. Yani iki zıt sıfat benzer menziline konur. Bu tip teşbihlerde alay ve tehekküm kastedilir.

Yegâne hak olan Kur’an'ı bilen kimse, dağın tepesinde yanan ateşi göremeyen, en büyük ve yüksek mertebede bulunan bu Kitabı takdir etmeyen ve bu yüzden de cehalet karanlıklarında ve dalalet çukurlarında şaşkın kalan kör kimse gibi olur mu hiç! Yahut kör kimseden murad, verilen misalleri anlamayan kimse demektir. Kör olarak ifade edilmesi, ziyadesiyle takbih içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İki tekit hükmündeki kasr, fiil ve fail arasındadır.  يَتَذَكَّرُ  maksur/sıfat,  اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani fiil, bu faile hasredilmiştir. اِنَّمَا  kasr edatıdır. Düşünmenin akıl sahiplerine has olduğu, kasr üslubu yoluyla bildirilmiştir. Tezekkür akıl sahiplerine kasredilmiştir. 

نَّـمَٓا  ile yapılan bu kasr, izafîdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

Ayetin mefhumu muhalifinden, âmaya benzetilen kimselerin akıl sahibi olmadıkları anlaşılmaktadır. 

اِنَّـمَٓا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  [Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.] ayetinde, düşünüp ibret almayanlar akılsız varlıklar seviyesine indirilerek tariz yapılmıştır. (Kazvînî, el-Îzâh, 104)

Bu ayette zikredilen  اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  [Sadece akıl sahipleri ibret alır.]  bölümü, haber vermek için gelmemiştir. Kâfirleri kınamak, azarlamak için gelmiştir. Tariz olarak onların son derece inatçı oldukları, hevalarının onları ele geçirdiği ifade edilmiş, onlardan düşünmeleri ve ibret almaları istendiğinde bundan yüzçevirdikleri, çünkü akılsız oldukları anlatılmıştır. Bu ayette tariz Peygamber Efendimizedir. O, kavminin imanı konusunda çok hırslıydı. Ama bu; dilsiz hayvanların tezekkür etmesini beklemek gibidir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetin akıl sahiplerine yapılan vurgu ile bitirilmesi, istifham yoluyla akıllarını kullanmadıklarını tariż etmekte ve yergi amacı taşımaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dilbilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Ra'd Sûresi 20. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ  ...


Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 يُوفُونَ yerine getirirler و ف ي
3 بِعَهْدِ ahdini ع ه د
4 اللَّهِ Allah’ın
5 وَلَا ve
6 يَنْقُضُونَ bozmazlar ن ق ض
7 الْمِيثَاقَ andlaşmayı و ث ق

اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ

 

اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayetteki  اُو۬لُوا ‘nun sıfatı veya ondan bedel olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُوفُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُوفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِعَهْدِ  car mecruru  يُوفُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْقُضُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْم۪يثَاقَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

يُوفُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  وفي ’dir.   

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ

 

ٱلَّذِینَ , önceki ayetteki  اُو۬لُوا  için sıfat konumundadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle bildirilmesi, onlara tazim ifade eder. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûlün sıla cümlesi  يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ , müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. 

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

بِعَهْدِ اللّٰهِ  izafetinde,  بِعَهْدِ  kelimesinin Allah lafzına muzâf olması, onun tazimine işaret eder.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَ cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ve mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır. Önceki cümleyle, tekit mahiyetindeki bu cümle arasında tefennün sanatı vardır. Tekrardan kaçınılarak farklı kelimelerle aynı mana ifade edilmiştir. ‘’Ahde vefa gösterirler dedikten sonra gelen misakı bozmazlar’’ cümlesi övgü ve mananın pekiştirilmesi amacı güden ıtnâbtır.

Bu ayet, 19. ayetteki cümlenin devamıdır. Sonraki ayetlerle birlikte cem' ma’at-taksim sanatı ihtiva etmektedir. Tezekkür etmede cem’ edilenler çeşitli özellikleriyle sayılmıştır.

Burada bir istiare vardır.  نقض  aslında ipi çözmek, ahid de anlaşma demektir. Anlaşmalar bağlanmış, düğümlenmiş bir ipe benzetilmiş. Sonra onu çözmüşler.

يُوفُونَ - عَهْدِ - الْم۪يثَاق  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr,  يُوفُونَ - يَنْقُضُونَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır

الْم۪يثَاقَ  kelimesindeki tarif, cins içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Buradaki ahid bir cins ismidir, Allah’ın bütün ahidlerini yerine getirirler, demektir. Bunlar da Allah’ın kullarına vasiyet ettiği emir ve yasaklarıdır. Bu lafızların kapsamına bütün farzlara bağlılık, masiyeti gerektirici herşeyden de uzak durmak girer. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l - Kur’ân)

لَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ  "Verilen sözü bozmayanlar" ifadesi, tahsisten sonra tamim kabilindendir. Ayrıca süreklilik manasını da tekid etmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

الْم۪يثَاقَۙ "Mîsâk", mükellefin uhdesine almış olduğu şeydir: Cenab-ı Hakk'ın, "Allah'a olan ahidlerini yerine getirirler" ifadesi, başlangıçta, Allah'ın, kulları mükellef kıldığı şeylere; "misaklarını bozmazlar" ifadesi de, kulun kendi ihtiyarı ile tâatları ve hayırları yerine getirmek gibi iltizâm edip üstlenmiş olduğu çeşitli tâatlara işarettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ra'd Sûresi 21. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ  ...


Onlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 يَصِلُونَ bitiştirirler و ص ل
3 مَا şeyi
4 أَمَرَ istediği ا م ر
5 اللَّهُ Allah’ın
6 بِهِ kendisiyle
7 أَنْ
8 يُوصَلَ bitiştirilmesini و ص ل
9 وَيَخْشَوْنَ ve saygılı olur خ ش ي
10 رَبَّهُمْ Rablerine karşı ر ب ب
11 وَيَخَافُونَ ve korkarlar خ و ف
12 سُوءَ en kötü س و ا
13 الْحِسَابِ hesaptan ح س ب

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle matuf olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَصِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَصِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.  بِه۪ٓ  car mecruru  اَمَرَ  fiiline mütealliktir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  بِه۪ٓ ‘deki zamirden bedel olarak mahallen mecrurdur.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يُوصَلَ  fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَخْشَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَخَافُونَ  fiili, atıf harfi  وَ  ile  يَخْشَوْنَ  fiiline matuftur.

يَخَافُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. سُٓوءَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْحِسَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle atfedilmiştir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ ’nin sıla cümlesi olan  يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ , müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

يَصِلُونَ  fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sıla cümlesi olan  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin lafza-i celalle marife olması ve zamir makamında ism-i celilin zahir olarak tekrar zikredilmesi, itaati ve muhabbeti artırmak, zihne yerleştirmek, telezzüz ve teberrük içindir. Bu tekrarda tecrîd, ıtnâb, iltifat ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُوصَلَ  cümlesi, masdar tevilinde,  بِه۪ٓ ‘deki zamirden bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ  ve  وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِ  cümleleri atıf harfi وَ ‘la  masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade kastına matuf  رَبَّهُمْ  izafetinde Rab isminin haşyet duyanlara ait zamire muzâf olmasıyla onlar şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Aralarında mürâât-ı nazîr bulunan Allah ve Rab isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır.

سُٓوءَ الْحِسَابِ  izafetinde, سُٓوءَ  sıfat olmasına rağmen  الْحِسَابِ ‘nin önüne geçmiş ve mevsufuna muzâf olmuştur. ‘Kötü hesap, yerine [hesabın kötüsü] buyrulmuştur. Bu ifadede mübalağa vardır. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)

Onların özelliklerinin, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırmak, Rablerinden korkmak ve kötü hesaptan endişe etmek şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

Rablerinden korkarlar ifadesinden sonra kötü hesaptan korkarlar ifadesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

يَخْشَوْنَ - يَخَافُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَصِلُونَ - يُوصَلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  يَخَافُونَ - يَخْشَوْنَ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sarih masdar yerine masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi, açık masdarın bu olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa bahsi geçenlerin bu özelliklerinin bir kere gerçekleştiği manası murad edilmemiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)

Onlar Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler” ayeti sıla-i rahim hakkında zahir (açık bir delil)dir. Bu Katâde ve müfessirlerin çoğunun görüşüdür. Bununla birlikte bütün itaatleri de kapsamına alır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

"Onlar ki, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler" ifadesinde şöyle bir soru bulunmaktadır: Ahde vefa göstermek ve misakı bozmamak, emrolunan bütün şeyleri yapmanın, nehyedilen bütün şeylerden de kaçınmanın vâcip olduğu hükmünü kapsamaktadır. O halde, bu iki ifadeden sonra bu kayıtların zikredilmesinin yararı nedir? Bundan murad, kullara farz olan bütün hak ve hukuka riayet etmektir. Bu sebeple buna, sıla-i rahim ve, Cenab-ı Hakk'ın, "Müminler ancak kardeştirler" (Hucurat/10) şeklinde de buyurduğu gibi iman kardeşliği vesilesiyle sabit olan yakınları ziyaret dahil olduğu gibi, bu "sıla"ya, imkân nisbetinde onlara iyilikler yapıp sıkıntılarını gidermek suretiyle yardımda bulunmak; hasta ziyaretinde bulunmak, cenaze merasimlerinde hazır olmak, insanlara selam verip selamı yaymak, onlara tebessüm etmek, onlara eziyet ve sıkıntı vermemek; yine aynı şekilde bütün canlılara, hatta kedi ve tavuğa dahi iyi davranmak dahildir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Haşyet aslında tazimle birlikte korkmak demektir. Haşyet kötülüğün bulunduğu yerle alakalıdır. Mesela cehennemden korkmak gibi. Haşyet Kur’an’da 48 kere geçmiştir. Saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Ayrıca korkulan şeyin varlığıyla ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denilebilir, fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle bu ayeti kerimede Rablerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler, buyurulmaktadır.

خَوف ; kişi ile yani mütekellim ile alakalıdır. Fareden korkuyorum (خَوف) denir, çünkü o benim zayıflığımdır. Havfın zıddı emin olmak, emniyette olmaktır. Vukû bulma ihtimali olan bir şey için duyulan korkudur. Başka bir deyişle; gelecekte olması beklenen bir zarar sebebiyle etkilenmek, tedirgin olmak demektir. (et-Tahkîk).

خشوع  muhatabın azameti karşısında duyulan korkudur. Haşyet kötülüğün bulunduğu yerle alakalıdır. Mesela cehennemden korkmak. Bir de havf vardır. O kişi ile yani mütekellim ile alakalıdır. Haşyet iki çeşittir:

a) İbadet ve tâatlarında, ibadetin fesadına veya onun sevabının azalmasına sebebiyet verecek bir biçimde bir fazlalığın, veya bir eksikliğin yahut da bir bozukluk ve bir halelin meydana gelmesinden korkmak.

b) Allah'ın celâl ve azametinden korkmak. Çünkü insan, kudretli ve heybetli bir hükümdarın huzurunda bulunduğu zaman, o tam tâat içinde bulunuyor olsa dahi, ancak ne var ki onun kalbinden o celâlin, yüceliğin ve azametin heybeti gitmez. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ra'd Sûresi 22. Ayet

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ  ...


Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 صَبَرُوا sabrederler ص ب ر
3 ابْتِغَاءَ arzu ederek ب غ ي
4 وَجْهِ yüzünü (rızasını) و ج ه
5 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
6 وَأَقَامُوا ve kılarlar ق و م
7 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
8 وَأَنْفَقُوا ve harcarlar ن ف ق
9 مِمَّا şeyden
10 رَزَقْنَاهُمْ rızıklandırdığımız ر ز ق
11 سِرًّا gizlice س ر ر
12 وَعَلَانِيَةً ve alenen ع ل ن
13 وَيَدْرَءُونَ ve savarlar د ر ا
14 بِالْحَسَنَةِ iyilikle ح س ن
15 السَّيِّئَةَ kötülüğü س و ا
16 أُولَٰئِكَ işte
17 لَهُمْ onlarındır
18 عُقْبَى sonu ع ق ب
19 الدَّارِ şu yurdun د و ر
علن Alene: عَلانِيَةٌ gizlilik ve mahremiyet anlamlarına gelen سِرٌّ kelimesinin zıddıdır. Bu sözcük maddi konularda değil daha çok manevi konularda kullanılır. Kuran-ı Kerim’de de geçen if’al formundaki أعْلَنَ kullanımı aşikar kılmak, açığa çıkarmak ve ilan etmek anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri aleni ve ilandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle matuf olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  صَبَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ابْتِغَٓاءَ  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. وَجْهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı

1) Harfi cersiz kullanımı: Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir. d) Fiilin faili ile mef’ulün faili aynı olmalıdır. e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ulün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً 

 

Fiil cümlesidir. Atıf harfi  وَ ‘la sılaya matuftur. اَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  الصَّلٰوةَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. اَنْفَقُوا  atıf harfi  وَ  ile  اَقَامُوا  fiiline matuftur.

اَنْفَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle  اَنْفَقُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası  رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

رَزَقْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. سِراًّ  hal olup fetha ile mansubdur.  عَلَانِيَةً  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَقَامُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir. 

اَنْفَقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ‘dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْرَؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْحَسَنَةِ  car mecruru  يَدْرَؤُ۫نَ  fiiline mütealliktir.  السَّيِّئَةَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

  اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عُقْبَى  muahhar mübteda olup, mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Maksur isimdir. الدَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la 20. ayetteki ism-i mevsûle atfedilmiştir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi olan  صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Veciz ifade kastına matuf  ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ  izafetinde  ابْتِغَٓاءَ , mef’ûlün lieclihtir.

Bu izafette Rab ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ  zamiri sebebiyle onlar, yine Rab ismine muzâf olması  sebebiyle de  وَجْهِ  şan  ve şeref kazanmıştır.

وَجْهِ رَبِّهِمْ  ibaresi, Rabbin rızası anlamında istiaredir. Yüz bir şeyin zatı ve kendisi demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Cenab-ı Hakk'ın, "Rablerinin rızasını isteyerek" buyruğu, bu mecazi manaya hamledilir. Yani aşık olan kimse, sevgilisinin yüzüne bakmakla duyacağı hazdan dolayı, onun dövüşüne de razı olduğu gibi, kul da Hakkın nurunun marifetine gark olduğu için O'nun bela ve sıkıntılarına katlanır, sabreder ve ona razı olur. Bu çok güzel bir inceliktir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ  [Rabbinin vechini isteyerek sabrederler.] cümlesinde ihtiras itnabı vardır. (https://tafsir.app/iraab-aldarweesh/13/21 ) “Söz söyleyenin kelamında bir eksiklik sezmesi veya amacının dışına çıktığını düşünmesi üzerine, bu eksikliği giderecek bir ifade getirmesidir.”(Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları) 

Buradaki;  وَالَّذ۪ينَ  [Onlar] nin yeni bir cümle olduğu söylenmiştir. Çünkü;  صَبَرُوا  fiili mazi olup;  يَصِلُونَ  [Bitiştirirler] şeklindeki muzari fiile atfedilemez. Bunun, önce sözü edilenlerin sıfatlarından olduğu da söylenmiştir. Sıfat ise kimi zaman mazi lafzı ile kimi zaman müstakbel (muzari) lafzı ile yapılabilir. Çünkü ayet: ‘’kim bunu yaparsa, ona şu vardır’’ anlamındadır. "Onlar" anlamındaki kelime aynı zamanda şart manasını da ihtiva ettiğinden ve şart cümlesinde de mazi tıpkı müstakbel (muzari) gibi olduğundan da bu şekilde fiilin gelmesi mümkün olmuştur. Bundan dolayı önce "onlar... yerine getirirler" diye (muzari fiil ile) buyurulduktan sonra (mazi fiil ile): "onlar... sabrederler" diye buyurulmakta, daha sonra da ona  وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ  [kötülüğü iyilikle Savarlar] diyerek (yine muzari fiil kullanılarak) atıf yapılmaktadır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)


 وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte,  اَنْفَقُوا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiiller temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mazi fiil sıygasından muzari fiil sıygasına iltifat sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki ayetteki Allah ve Rab isimlerinden sonra bu ayette  رَزَقْنَاهُمْ ‘daki azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Namaz ve zekât, her ne kadar ilk cümlenin muhtevasına dahil olsalar da namazın diğer ibadetlerden daha kıymetli olduğuna dikkat çekmek için Cenab-ı Hak onu müstakil olarak zikretmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً  ifadesi hakkında Hasan el-Basri şöyle demiştir; "Bu ifadeyle farz olan zekât kastedilmiştir. Binaenaleyh, o kimse "zekâtını vermiyor" diye töhmet altında tutulmayacaksa, evlâ olan onun zekâtını gizlice vermesidir. Yok eğer, böyle bir töhmet altına alınacaksa, evlâ olanı onu açıktan açığa vermesidir."

Şu da ileri sürülmüştür: "Gizli, kişinin kendisinin verdiği; aşikâr ise onun imama (zekât âmiline) verdiğidir."

Başkaları da şöyle demiştir: Aksine bu ifadeyle, hem farz olan zekât; hem de nafile olarak (fazladan) verilen sadaka kastedilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk'ın, "gizli olarak" şeklindeki "kaydı" nafileyle; "aşikâr olarak" şeklindeki kaydı ise, farz olan zekâtla alakalı olmuş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ

 

Cümle, beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itiisâldir. Bu cümlenin, …الذين يوفون  cümlesindeki mevsûlün haberi olduğu da söylenmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عُقْبَى الدَّارِ , muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyh işaret edilenlere tazim ve teşvik için işaret ismiyle marife olmuştur.

Az sözle çok anlam ifade etmek üzere izafetle gelen  عُقْبَى الدَّارِ  muahhar mübtedadır.

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Sabretmek, namazı dosdoğru kılmak, rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcamak ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldırmak özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır. Sayılan özellikler  لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ  ifadesinde cem’ edilmiştir.

صَبَرُوا - الصَّلٰوةَ - اَنْفَقُوا - الْحَسَنَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

سِراًّ - عَلَانِيَةً  ve  الْحَسَنَةِ - السَّيِّئَةَ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab,  ابْتِغَٓاءَ - يَدْرَؤُ۫نَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.

عُقْبَى الدَّارِ , cennetten kinayedir. 

[İşte yurdun] yani ahiretin [akıbeti bunlaradır.] Bu da cehennem yerine cennettir. Yurt demek olan  الدَّارِۙ  ahirette iki tanedir. İtaat edenlere cennet, isyan edenlere de cehennemdir. Yüce Allah, burada itaatkârları söz konusu ettiğine göre, onların da yurdu elbetteki kaçınılmaz olarak cennettir. Buradak yurt  ile dünyanın kastedildiği de söylenmiştir. İşledikleri itaatlerin karşılığı, dünya yurdunda da onlara verilecektir, demek olur. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Demişler ki bu ayetlerde sıralanan sekiz hayırlı amel, sekiz cennetin kapısına işarettir.

Bunlar, yani bu sekiz haslete sahip olan akıllı müminler yok mu bu yurdun akıbeti onlar içindir. Dünya yurdunun mutlu sonucu, en sonunda varacağı ahiret saadeti onlara mahsustur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

 
Ra'd Sûresi 23. Ayet

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ  ...


Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler):

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 جَنَّاتُ cennetlerine ج ن ن
2 عَدْنٍ Adn
3 يَدْخُلُونَهَا girerler د خ ل
4 وَمَنْ ve kimseler
5 صَلَحَ iyi olan ص ل ح
6 مِنْ -ndan
7 ابَائِهِمْ babaları- ا ب و
8 وَأَزْوَاجِهِمْ ve eşlerinden ز و ج
9 وَذُرِّيَّاتِهِمْ ve çocuklarından ذ ر ر
10 وَالْمَلَائِكَةُ ve melekler de م ل ك
11 يَدْخُلُونَ girerler د خ ل
12 عَلَيْهِمْ yanlarına
13 مِنْ
14 كُلِّ her ك ل ل
15 بَابٍ kapıdan ب و ب
Sözlükte “devamlı ikamet edilen yer, bir şeyin merkezi ve ortası, bir cevher veya madenin aslı, yatağı” mânalarına gelen adn kelimesi Kur’an’da cennet kelimesi ile birlikte zikredilerek insanın aslının (Âdem) yaratıldığı ve âhirette müminlerin sonsuza kadar kalacağı çeşitli cennetleri tasvir etmek üzere kullanılır. Kur’an’da on bir yerde söz konusu edilen adn cennetleri, “içinde güzel meskenlerin, tahtların, altın ve incilerle süslenmiş ince ipekten yeşil elbiselerin, sabah akşam ikram edilen türlü yiyeceklerin, eşlerine bağlı hûrilerin ve çeşitli ırmakların bulunduğu ebedî bir yurt” olarak tasvir edilmektedir (krş. Tevbe 9/72; Nahl 16/31; Meryem 19/61; Fâtır 35/33). Hadislerde ise eşyaları altın ve gümüşten olan değişik adn cennetlerinin bulunduğu, burada bulunanların her an Allah’ı görebilecek kadar yüksek bir mevki sahibi olacakları bildirilmiştir (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 55/1-2; Müslim, “Îmân”, 296). 
 Tefsirlerde adn cennetinin arşın altında, diğer cennetlerin ortasında bulunan, mukarrebûn (peygamberler, şehidler, sıddîklar ve âlimler) zümresine tahsis edilmiş bir şehir veya saray olduğu (İbn Kesîr, IV, 373), burada altından yapılmış, inci ve yâkutlarla süslenmiş, yiyecekler ve hûrilerle donatılmış sarayların bulunduğu, içinde tesnîm ve selsebîl pınarlarının aktığı, arşın altından misk kokulu rüzgârların estiği, yani “hiçbir insan gözünün görmediği, hayalinin canlandıramadığı nimetlerle dolu olduğu” zikredilir (Râzî, XVI, 132-133).
 20-22. âyetlerde özellikleri anlatılan müminlerin bu cennetlere gireceği vaad edilmektedir. İnsanoğlu bu dünyadaki şuur ve duygularına göre cennette bile mutlu olabilmek için yakınlarının da orada olmasını ister. Bu arzu 23. âyette müsbet karşılanmakla beraber bir şarta bağlanıyor: İman, ahlâk ve iyiliklerle buna lâyık olmak. Aksi halde yalnızca cennetlik kimselerin yakını, sevgilisi olmak kişiye oraya girme hakkı vermeyecektir (bu konuda ayrıca bk. Tûr 52/21; adn cennetleri hakkında bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Adn”, DİA, I, 390-391).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 285-286

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ 

 

جَنَّاتُ  kelimesi  عُقْبَى ‘den bedel olup damme ile merfûdur. Veya mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri,  هي  şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَدْخُلُونَهَا  cümlesi, جَنَّاتُ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يَدْخُلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi  وَ  ile  يَدْخُلُونَهَا  ‘deki faile matuf olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

صَلَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ  car mecruru  صَلَحَ  ‘daki aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَزْوَاجِهِمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  ذُرِّيَّاتِهِمْ  atıf harfi  وَ ‘la  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ ‘e matuftur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَلٰٓئِكَةُ  mübteda olup damme ile merfûdur. يَدْخُلُونَ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.

يَدْخُلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ  car mecruru  يَدْخُلُونَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  يَدْخُلُونَ  fiiline mütealliktir.  بَابٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.   

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ 

 

جَنَّاتُ عَدْنٍ , önceki ayetteki  عُقْبَى الدَّارِ  ibaresinden bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ  cümlesi  جَنَّاتُ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَدْخُلُونَهَا ’daki fail zamire matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sıla cümlesi olan  صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Adn Cennetine gireceklerin sayılması taksim sanatıdır.

اٰبَٓائِهِمْ - اَزْوَاجِهِمْ - ذُرِّيَّاتِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette salâh kaydının zikredilmesi, sadece nesep bağına sarılanların boş umutlarını kesmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

جَنَّاتُ عَدْنٍ ‘nin hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olması da mümkündür. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Burdaki ayetten maksat, itaatkâr olan insana, onun sevincini ve neşesini artıran her bir şeyi hatırlatmaktır. Binaenaleyh Allah mükellefe, o cennete girdiği zaman babalarının, hanımlarının ve çocuklarının onunla birlikte bulunacağını müjdelendiğinde hiç şüphe yok ki bundan dolayı mükellefin sevinci büyür, neşesi de artar. Hatta, cennetliklerin sevincini sağlayan en büyük şeylerden birisinin, onların orada bir araya gelip, dünyadaki hal ve hatıralarından bahsetmeleri, sonra da bunlardan kurtardığı ve cennete ulaştırdığı için Allah'a şükretmeleri olduğu söylenmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ  cümlesi, haberdir.

Müsned muzari fiil sıygasında gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. 

بَابٍ ’deki nekrelik, kesret, nev ve tazim ifade eder.

مِنْ - مَنْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs, يَدْخُلُونَهَا - مِنْ   kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ra'd Sûresi 24. Ayet

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ  ...


“Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَلَامٌ selam س ل م
2 عَلَيْكُمْ size
3 بِمَا karşılık
4 صَبَرْتُمْ sabretmenize ص ب ر
5 فَنِعْمَ ne güzel ن ع م
6 عُقْبَى sonu ع ق ب
7 الدَّارِ yurdun د و ر

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ

 

Mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقولون: سلام عليكم. şeklindedir. Bu mukadder söz hal olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir. سَلَامٌ  mübteda olup damme ile merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  سَلَامٌ ‘e mütealliktir.  

صَبَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نِعْمَ  camid fiil olup medih fiillerindendir. عُقْبَى  kelimesi  نِعْمَ ’ nin faili olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  الجنّة  şeklindedir. Aynı zamanda muzaftır. الدَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ

 

Ayet, takdiri  يقولون (Derler) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mahzuf  يقولون  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَلَامٌ عَلَيْكُمْ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle haber üslubunda geldiği halde dua manası taşıdığı için, muktezayı zahirin hilafına olması sebebiyle mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْكُمْ  mahzuf habere mütealliktir. 

Dua manasına işaret ettiğinde cümleye, nekre ile başlamak caizdir. (https://tafsir.app/mujtaba-mushkil-iraab/13/24)

Müsnedün ileyh olan  سَلَامٌ  ’un nekre gelmesi teksir ve tazim ifade eder. 

سَلَامٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  صَبَرْتُمْ  cümlesi, masdar tevilinde, başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf habere mütealliktir.

Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ  cümlesi  atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Önceki cümlenin dua manası taşıması bu cümlenin atfını mümkün kılmıştır. Haberî üsluptan inşâî üsluba geçişte iltifat sanatı vardır.

Gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Medh fiili  نِعْمَ  ’nin faili olan  عُقْبَى الدَّارِ , izafet terkibiyle gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. نِعْمَ  ‘nin, takdiri   الجنّة (Cennet) olan mahsusu, mahzuftur.

22. ayet de bu ayet gibi  عُقْبَى الدَّارِۜ  lafzıyla bitmişti. Bu fasılada, lüzum ma la yelzem ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

بِمَا صَبَرْتُمْ  ifadesinde icaz-ı hazif vardır. Takdiri;  هَذَا بِمَا صَبَرْتُمْ  şeklindedir. Yani  هَذَا بِسَبَبِ صَبْرَكُمْ  (Bu sizin sabrınız sebebiyledir). (https://tafsir.app/mujtaba-mushkil-iraab/13/24 )

Zikredilen faziletlerin içinden burada yalnız sabrın zikre tahsis edilmesi, daha önce zikredildiği gibi, onların hepsinde sabrın katkısının olmasıdır ve ilave bir meziyeti de vardır ki onların hepsinde işin direğidir ve Allah (cc) rızası için sabır olmadıkça hiçbirine itibar edilmez. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ra'd Sûresi 25. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ  ...


Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 يَنْقُضُونَ bozan(lar) ن ق ض
3 عَهْدَ verdikleri sözü ع ه د
4 اللَّهِ Allah’a
5 مِنْ
6 بَعْدِ sonra ب ع د
7 مِيثَاقِهِ iyice pekiştirdikten و ث ق
8 وَيَقْطَعُونَ ve kesenler ق ط ع
9 مَا şeyi
10 أَمَرَ istediği ا م ر
11 اللَّهُ Allah’ın
12 بِهِ onunla
13 أَنْ
14 يُوصَلَ bitiştirilmesini و ص ل
15 وَيُفْسِدُونَ ve bozgunculuk yapanlar ف س د
16 فِي
17 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
18 أُولَٰئِكَ işte
19 لَهُمُ onlaradır
20 اللَّعْنَةُ la’net ل ع ن
21 وَلَهُمْ ve onlaradır
22 سُوءُ kötü (sonucu) س و ا
23 الدَّارِ yurdun د و ر
Gerek Allah’a gerekse kullara verdikleri sözden dönen, yaptıkları anlaşmaları bozan, akraba, konu komşu ve diğer insanlarla ilişkilerini kesen, fakir fukarayı gözetmeyen, yeryüzünde fesat çıkarıp insanların arasını bozan kimseler bu kötü fiillerden dolayı dünyada Allah’ın, meleklerin ve insanların lânetine uğrarlar; âhirette ise cehenneme gireceklerdir (Allah’a verilen söz ve onu bozanlar hakkında bilgi için bk. Bakara 2/27).
 İslâm’ın ilk dönemlerinde Hz. Peygamber’e genellikle maddî bakımdan zayıf kimseler inanmıştı. Mekke’nin varlıklı müşrikleri bunları gördüklerinde, “Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu kimseler de bunlar mı!” (En‘âm 7/53) diyerek müminleri küçümsüyor, “Onlar Allah’ın sevdiği kimseler olsa, Allah onları böyle sıkıntılar içinde bırakmaz” diyorlardı. Kanaatlerine göre Allah’ın kendilerine zenginliği lâyık görmesi onları sevdiğinin bir alâmetiydi. Oysa Allah Teâlâ hikmeti gereği kullarından dilediğinin rızkını bol, dilediğininkini de kıt verir. Allah’ın bir kimseye bol rızık vermesi onun Allah katında değerli olduğunu göstermediği gibi, herhangi birinin rızkını daraltması da onun Allah katında sevilmeyen biri olduğunu göstermez. Dünya varlığı, insanlar katında bir değer olmakla birlikte Allah’ın rızâsına uygun olarak kullanılmadığı takdirde Allah katında bir değer ifade etmez; fâni dünyanın nimet ve zîneti cennette olanlarla karşılaştırıldığı takdirde dünyadaki çok sönük, renksiz ve tatsız kalır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 286

وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَنْقُضُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَنْقُضُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَهْدَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يَنْقُضُونَ  fiiline mütealliktir.  م۪يثَاقِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.    

 

 

 وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقْطَعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.  بِه۪ٓ  car mecruru  اَمَرَ  fiiline mütealliktir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  بِه۪ٓ ‘deki zamirden bedel olarak mahallen mecrurdur.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يُوصَلَ  fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  يُفْسِدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يُفْسِدُونَ  fiiline mütealliktir.

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُفْسِدُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.   

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمُ اللَّعْنَةُ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اللَّعْنَةُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  سُٓوءُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الدَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ

وَ , istînâfiyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda konumundadır. Bahsi geçenleri tahkir ve sonraki habere dikkat çeker. Sılası olan  يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. عَهْدَ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

م۪يثَاقِه۪  izafetindeki zamir, عَهْدَ ’e işaret eder; mana ise, “onlar Allah’ın ahdini kabul edip kendilerini ilzam edecek şekilde yüklendikten sonra” şeklindedir. Buradaki م۪يثَاق kelimesinin “tevsik” (güvence vermek) anlamında olması da mümkündür

عَهْدَ - م۪يثَاقِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ  cümlesinde istiare sanatı vardır. Çünkü  يَنْقُضُونَ  aslında ipi çözmek, عَهْدَ  de anlaşma demektir. Anlaşma, bağlanmış, düğümlenmiş, sonra da çözülmüş bir ipe benzetilmiştir. Mübalağa ifade eden bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

Bu cümlede istiare-i mekniyye sanatı vardır. Zira  عَهْدَ (söz), حبل (ip)’e benzetilmiş, müşebbehün bih olan  حبل  lafzı hazfedilmiş ve onun gereklerinden (mülayiminden) olan çözmek manasındaki  نقض  tabiri ile ona işaret edilmiştir.

Bu cümlede istiare-i mekniyye sanatı vardır. Zira  عَهْدَ (söz), حبل (ip)’e benzetilmiş, müşebbehün bih olan  حبل  lafzı hazfedilmiş ve onun gereklerinden (mülayiminden) olan çözmek manasındaki  نقض  tabiri ile ona işaret edilmiştir.

Beyzâvî buradaki istiarenin inceliklerini son derece önemli bilgiler vererek ve örnekler sunarak şu şekilde açıklar: ayette geçen نقض  ifadesi, bozmak ve terkibi çözmek manasınadır. Aslında ipin katlarını çözmede kullanılır. Sözü bozmada kullanılması ise istiare yoluyladır. Çünkü onda da sözleşen iki kişiden birinin diğerine bağlanması söz konusudur. Bozma  نقض , ip  حبل  lafzı ile kullanılırsa mecazın terşihi olur, eğer söz manasındaki  عهد  lafzıyla birlikte zikredilirse, onun gereklerinden (levazımından) birine remz (işaret) olur. Şöyle ki, söz ahitleşenler arasında bağlantıyı sağlayan iptir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Bakara /27)

Aynı üslupta gelen  وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ  cümlesi atıf harfi وَ ‘ la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

يَقْطَعُونَ  fiilinin mef’ûlü konumunda olan müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin lafza-i celalle marife olması ve zamir makamında ism-i celilin zahir olarak tekrar zikredilmesi, mehabeti artırarak bahsi geçenleri tahkirde mübalağa içindir. Bu tekrarda tecrîd, ıtnâb, iltifat ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُوصَلَ  cümlesi, masdar teviliyle  بِهِ ’deki zamirden bedel olarak mahallen mecrurdur. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sarih masdar yerine masdar-ı müevvel tercih edilmesi, durumun bir kereye mahsus olmadığına işaret eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)

Aynı üsluptaki  وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiiller, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فِي الْاَرْضِ  ifadesinde istiare sanatı vardır. Zarfiye olan  ف۪ٓي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü hakiki manada içine girilmeye müsait değildir. Dünya, burada zarfa benzetilmiştir. Yeryüzü ile dünyada bulunan şeyler arasındaki ilişki, zarfla mazruf arasındaki irtibata benzetilmiştir. Câmi, her iki durumdaki mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

يَقْطَعُونَ - يُوصَلَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, يَقْطَعُونَ - يَنْقُضُونَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu fesat Allah'ın dininden başka bir şeye davet etmek manasındadır. Bu bazan, mala ve cana zulmetmek, bazan da beldeleri harab etmek suretiyle olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘ nin haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh işaret edilenlere tahkir ve teşvik için işaret ismiyle marife olmuştur.

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  لَهُمُ اللَّعْنَةُ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اللَّعْنَةُ , muahhar mübtedadır.

Aynı üslupta gelen  وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  لَهُمُ اللَّعْنَةُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuf  سُٓوءُ الدَّارِ  izafetinde, سُٓوءُ  sıfat olmasına rağmen  الدَّارِ ‘nin önüne geçmiş ve mevsufuna muzâf olmuştur. ‘Kötü yurt, yerine [yurdun kötüsü] buyrulmuştur. Bu ifadede mübalağa vardır. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سُٓوءُ - اللَّعْنَةُ - يُفْسِدُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu ayet 20 ve 21. ayetlerle mukabele teşkil eder. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah Teâlâ, saîdlerin sıfatlarını ve onlara düşen yüce ve şerefli halleri zikredince, bunun peşi sıra, şakilerin halini ve onlara düşen hoş olmayan ve hor kılıcı halleri zikretmiş, böylece, izah tam olsun diye vaadin peşine vaîdi, sevabın peşinden ikâbı getirmiş ve "Allah'a verdikleri ahdi, kuvvetli teminat ile de destekledikten sonra bozanlar" buyurmuştur. Ahdi bozmaktan murad, insanın delillere kesinlikle bakmamasıdır. İşte o zaman, insanın bu delillerin gereği ile ameli mümkün olmaz veya bu ahdi bozmaktan murad insanın o delillere bakıp, doğru olduğunu anladıktan sonra, inat ederek, onlarla amel etmemesi veya şüpheli olan şeye itibar ederek, hak olanın aksine itikat etmesi, inanmasıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Cenab-ı Hak "Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi koparanlar" buyurmuştur. Bu ifade, daha önceki ayette geçen, "Onlar ki Allah'ın, ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar" (Râd,21) ifadesinin mukabilidir. Binaenaleyh, vasletmenin zıddı olan sıla-i rahmi kesme işinin, bu kimselerin sıfatı olduğu belirtilmiştir. Bu ifadeden murad, Allah'ın, ulaştırılmasını, bitiştirilmesini vâcip kıldığı her bir şeyi kesmektir. Bu ifadenin içine, dostluk ve yardım ile Peygambere yakınlaşma, onunla irtibat içinde olma; müminlerle birleşme, akrabaları ziyaret etme ve üzerinde hakkı olan herkes ile irtibat içinde olma da girer.  (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

"Allah'ın ahdini bozanlar..." Mukatil'den nakledilmiş olduğuna göre, bu ayet ehl-i kitap hakkında nazil olmuştur. Çünkü Hz Mûsa'ya verdikleri mîsaktan sonra ahdi bozanlar onlardır. Bununla beraber nüzul sebebinin özel olması, ayetin hükmünün genel olmasına engel değildir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Ra'd Sûresi 26. Ayet

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟  ...


Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 يَبْسُطُ bollaştırır ب س ط
3 الرِّزْقَ rızkı ر ز ق
4 لِمَنْ kimse için
5 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
6 وَيَقْدِرُ ve kısar ق د ر
7 وَفَرِحُوا ve sevindiler ف ر ح
8 بِالْحَيَاةِ hayatıyle ح ي ي
9 الدُّنْيَا dünya د ن و
10 وَمَا oysa
11 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
12 الدُّنْيَا dünya د ن و
13 فِي
14 الْاخِرَةِ ahiretin yanında ا خ ر
15 إِلَّا ancak
16 مَتَاعٌ bir geçimdir م ت ع

Riyazus Salihin, 464 Nolu Hadis
Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.”
(Müslim, Cennet 55)

Riyazus Salihin, 463 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh hayat yaşayan bir kişi kıyamet gününde getirilip cehenneme bir kere daldırılır. Sonra:
– Ey âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir nimete nâil oldun mu? denilir. O kişi:
– Hayır, vallahi Rabbim! Öyle bir şey görmedim, der. Cennetliklerden olup, dünyada insanların en yoksul olanı getirilir cennete bir kere daldırılır. Ona da:
– Ey âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi? denilir. O kişi de:
– Hayır, vallahi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim, der.”
(Müslim, Münâfikîn 55 )

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ 

 

İsim cümlesidir.  للّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur.  يَبْسُطُ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.

يَبْسُطُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرِّزْقَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  يَبْسُطُ   fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îradan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. يَقْدِرُ  fiili, atıf harfi  وَ ‘la  يَبْسُطُ  fiiline matuftur. 

يَقْدِرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.


 وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  فَرِحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

بِالْحَيٰوةِ  car mecruru  فَرِحُوا  fiiline mütealliktir.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الدُّنْيَا ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الْحَيٰوةُ  mübteda olup damme ile merfûdur.  الدُّنْيَٓا  kelimesi  الْحَيٰوةُ  ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Takdiri;  مقيسة في جنب الآخرة (Ahiret tarafından mukayese edildiğinde) şeklindedir. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَتَاعُ  mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.  

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Lafza-i celâl mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi haberdir. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  يَبْسُطُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَيَقْدِرُ  cümlesi, ... يَبْسُطُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen, lafzen mutabakat ve tezat ilişkisi mevcuttur.

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ  ifadesinde istiare vardır.  يَبْسُطُ  kelimesi devam ve kesret için müsteardır.  يَقْدِرُ  ise kılletten kinayedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

يَبْسُطُ - يَقْدِرُ   kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.

للّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesiyle, وَيَقْدِرُ  cümlesi arasında mukabele ve ihtibak sanatı vardır. Birinci cümledeki  الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  ibaresi ikinci cümleden düşürülmüş وَيَقْدِرُ  sözüyle yetinilmiştir.

İhtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, II, 831) 

Vahidi şöyle demiştir:  قْدِرُ  "Kadr Arapça'da, bir şeyi fazla ve noksan olmaksızın eşit parçalara bölmek anlamındadır." Müfessirler ise "ayetteki  يَقْدِرُ   fiili için, daraltmak anlamında olduğunu söylemiştir. Bunun bir benzeri de, ["Kimin de rızkı daraltılırsa" (Talak/7) ayetidir"] demişlerdir. Buna göre ayetin manası, "Allah Teâlâ dilediğine yetecek kadar rızık verir, bundan geriye birşey kalmaz, artmaz" şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Anlamadıkları bol rızık sebebini beyan için müstenefe cümlesi gelmiştir.

Dünya hayatı ile sevinmek ifadesi dünya hayatının nimeti ile sevinmek anlamında hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 


وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟

 

وَ , haliyye, مَا  hasr için gelen nefiy harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا  mübteda, مَتَاعٌ۟  haberdir.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةُ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

فِي الْاٰخِرَةِ  car-mecruru, mahzuf hale mütealliktir. Takdiri;  مقيسة في جنب الآخرة (Ahiret mukayese edildiğinde) şeklindedir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Nefiy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan iki tekit hükmündeki kasır cümleyi tekid etmiştir. Kasır, mübteda ve haber arasındadır.   الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا  maksur/mevsûf,   مَتَاعٌ۟ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ales’s-sıfattır.

Dünya hayatının bir aldanış vasıtasından başka birşey olmadığı, kasr üslubuyla etkili bir şekilde ifade edilmiştir.

الْحَيٰوةُ - الدُّنْيَا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  الدُّنْيَا - الْحَيٰوةُ - الرِّزْقَ - فَرِحُوا - مَتَاعٌ۟   kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Dünya hayatının  مَتَاعٌ۟ ‘a isnadı istiare sanatıdır. Hayat ticaretle, kazançla elde edilen mala benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi;  müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu,Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِلَّا مَتَاعٌ۟  [Ancak bir metadır], yani, insanın, geçici ihtiyaçları için kendisinden faydalandığı bir eşya gibidir. Burada teşbih edatı ile vech-i şebeh hazf edildiği için teşbih-i beliğ sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Ra'd Sûresi 27. Ayet

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ  ...


İnkâr edenler diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُ ve diyorlar ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 لَوْلَا değil miydi?
5 أُنْزِلَ indirilmeli ن ز ل
6 عَلَيْهِ ona
7 ايَةٌ bir ayet ا ي ي
8 مِنْ -nden
9 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
10 قُلْ de ki ق و ل
11 إِنَّ şüphesiz
12 اللَّهَ Allah
13 يُضِلُّ saptırır ض ل ل
14 مَنْ kimseyi
15 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
16 وَيَهْدِي ve iletir ه د ي
17 إِلَيْهِ kendisine
18 مَنْ kimseyi
19 أَنَابَ yönelen ن و ب
Bir uyarıcı ve bir müjdeleyici olarak peygamberin görevi mûcize göstermek değil, insanları uyarmak; onlara hakkı, adaleti, güzeli ve doğruyu göstermek; haksızlık, adaletsizlik ve sapkınlıktan sakındırmaktır. Allah Teâlâ bir lutuf olarak gönderdiği peygamberleri mûcizelerle de desteklemiştir; ancak inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği mûcizeleri yeterli bulmuyor, herkesin kabule mecbur kalacağı bir mûcize istiyorlardı. Böyle bir mûcize ise imtihan amacını ortadan kaldıracağı için ilâhî hikmete uygun değildi. Gerçek şu ki, burada eksik olan mûcize değil, doğruyu bulma arzusudur, onlarda doğruyu bulma arzusu olmadığı için peygamberin getirdiği mûcizelere rağmen inatla inkârcılıklarını sürdürmüşlerdir. Allah Teâlâ tercihini bu yönde kullanan kimseleri zorla doğru yola iletmez. Bilâkis onları kendi iradeleri ve tercihleriyle baş başa bırakır, sapkınlıkları içerisinde bocalar dururlar; inkârcılık ruhlarına yerleştikten sonra inanma güçleri zayıflamış olacağı için iman da edemezler. İşte Allah’ın dilediğini saptırmasından maksat budur. Nitekim yüce Allah 27. âyetin son cümlesinde doğruyu arayıp ona yönelenleri yani tercihlerini bu yönde kullananları hidayete erdireceğini haber vermekte, 28. âyette ise doğru yolu arayanların vasıflarını bildirmektedir. Âyetin bağlamı dikkate alındığı takdirde Allah’ı zikretmekten maksadın Kur’an olduğu düşünülebilir. Zira bir önceki âyette inkârcıların kabul etmedikleri şey Kur’an’dı; buna karşılık müminlerin gönüllerini huzura kavuşturan zikir de yine Kur’an’dır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde zikr kelimesi Kur’an’ın adı olarak geçmektedir (meselâ bk. Hicr 15/9; Nahl16/44; Enbiyâ 21/50; Fussılet 41/41 vd.). Bununla birlikte zikr masdar olarak “anmak” mânasına gelir; âyette bu mânanın yani dil veya kalp ile Allah’ın anılmasının kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Allah’ın hidayete erdirdiği kimseler Allah’a ve Kur’an’a gönülden ve samimi olarak inanan, Kur’ân-ı Kerîm’i okumakla ve Allah’ın adını anmakla kalpleri huzur, ruhları sükûnet bulan kimselerdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 288-289
ب Nevebe : نَوْبٌ bir nesnenin sık sık, tekrar tekrar geri dönmesidir. Sürekli gidip tekrar yuvasına döndüğünden bal arısına da نُوبٌ adı verilmiştir. الإنابَةُ إلَى اللّهِ tövbeyle ve hâlisâne ameller işleyerek Yüce Allah’a geri dönmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nâib, nöbet, Münib, münavebe (nöbetleşme) ve niyabettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ ’dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir.  اٰيَةٌ  naib-i fail olup damme ile merfûdur.  مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَوْلاَ  “meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ  ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ٱللَّهَ  lafza-i celâl  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. يُضِلُّ  cümlesi,  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يُضِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ   mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  يَهْد۪ٓي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. اِلَيْهِ  car mecruru  يَهْد۪ٓي  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَنَابَ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَنَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

يُضِلُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  ضلل ‘dir. 

اَنَابَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نوب ‘dir.

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Fail konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin ismi mevsûlle marife kılınması bahsi geçenleri tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan   لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleye dahil olan şart harfi  لَوْلَٓا , bu cümlede tahdid (تحضيض ) ifade eder. هلا  manasındadır.  ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ anlamına gelir.

Şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen mütekellimin tevbih ve alay amacına işaret eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Bu tahdid (bir şeyin yapılmasını sertçe istemek) manasındadır. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.

لَوْلاَ  ‘meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya’  manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak ‘teşvik’ anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.’ Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

لَوْلَٓا , burada ‘’değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde bu manaya gelmez. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اُنْزِلَ  fiiline müteallik olan  عَلَيْهِ car-mecruru konudaki önemine binaen, faile takdim edilmiştir

Naib-i fail olan  اٰيَةٌ ’deki nekrelik, kesret ve nev ifade eder.  اٰيَةٌ , bu cümlede mucize manasındadır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّه۪  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim ve şeref kazandırmış, mütekellimin inkârını ortaya koymuştur.

اُنْزِلَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Bu kâfirlerden murad, Mekke halkıdır. Onların böyle kâfir olarak ifade edilmeleri, onları zemmetmek ve bu söyledikleriyle küfürlerini tescil etmek içindir. Zira onların bu söyledikleri, kibir ve inadın en son mertebesidir.

Onlara göre sanki Peygamberimize (sav) indirilmiş olan o muazzam ve gayet açık mucizeler mucize değilmiş de, onlar, İlâhî hikmetin gerektirmediği ve gerçekleşmesinden sonra hiç kimsenin kabul etmeyecek gücü kalmayacak bir takım fizik mucizeleri talep ettiler. 

İşte bundan dolayı onlara şöyle cevap verilmesi emredilmiştir:

" De ki: Şüphesiz Allah dilediğini, saptırır; Kendisine yöneleni de hidayete erdirir."

Yani ey Mekke kâfirleri! Kibir, inat, serkeşlik ve fesada batmak sıfatlarında sizin gibi olanlara bütün mucizeler gelse de, hidayete ermeleri mümkün değildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. 

Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve onun yüceliğine dikkat çekmek içindir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ile tekid edilen isim cümleleri muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olması zamana dikkat çeker, hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Medih makamında oluşu istimrar manasını vurgular. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

يُضِلُّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la … يُضِلُّ  cümlesine atfedilmiştir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat, ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.

يُضِلُّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  اَنَابَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَهْد۪ٓي  fiiline müteallik olan  اِلَيْهِ car-mecruru konudaki önemine binaen, mef’ûle takdim edilmiştir

يُضِلُّ - يَهْد۪ٓي , kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  كَفَرُوا - اَنَابَ  tıbâk-ı hafî,  يَقُولُ - قُلْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ ‘in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr,  مَنْ  ve  مِنْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesiyle,  وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَنَابَ : Hakk'a teslimiyetle yönelmek ve Hakk'ın ayetlerini derinden derine düşünerek O'na dönmek ve tövbe etmektir ki asıl anlamı "hayır nöbetine girmek" demektir. Binaenaleyh hidayetin şartı nefsin istek ve iradesinden çıkıp, Hak Teâlâ'nın iradesine yönelmek, O'na teslim olmak ve bağlanmak demek olan cüz'î iradedir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Ra'd Sûresi 28. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ  ...


Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar
2 امَنُوا inananlardır ا م ن
3 وَتَطْمَئِنُّ ve tatmin olanlardır ط م ن
4 قُلُوبُهُمْ gönülleri ق ل ب
5 بِذِكْرِ anmakla ذ ك ر
6 اللَّهِ Allah’ı
7 أَلَا iyi bilin ki ancak
8 بِذِكْرِ anmakla ذ ك ر
9 اللَّهِ Allah’ı
10 تَطْمَئِنُّ huzur bulur ط م ن
11 الْقُلُوبُ gönüller ق ل ب

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ 

 

اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayetteki  مَنْ ‘den bedel veya atf-ı beyân olarak mahallen mansubdur. Veya mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هُمْ  şeklindedir. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. تَطْمَئِنُّ  fiili atıf harfi  وَ  ile makabline mauftur.

تَطْمَئِنُّ  damme ile merfû muzari fiildir. قُلُوبُهُمْ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِذِكْرِ  car mecruru  تَطْمَئِنُّ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

تَطْمَئِنُّ  fiili rubâî mücerrede iki harf ilave edilerek fiilin başına bir elif, sonuna da lâme’l-fiili cinsinden bir harf ilavesiyle yapılan  افْعَلَلَّ  babındandır.


اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

 

اَلَا  tenbih edatıdır. بِذِكْرِ  car mecruru  تَطْمَئِنُّ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تَطْمَئِنُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْقُلُوبُ  fail olup damme ile merfûdur.

اَلَا  ; konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ 

 

Ayet, istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. اَلَّذ۪ينَ , önceki ayetteki ikinci ism-i mevsûl  مَنْ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Veya ism-i mevsûl mahzuf mübtedanın haberidir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ ’ nin sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la  sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fazi fiil sıygasından muzari fiil sıygasına iltifat sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  بِذِكْرِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  ذِكْرِ  için tazim ifade eder. 

Ayette muzari fiil olan  تَطْمَئِنُّ , mazi fiil olan  اٰمَنُوا ‘ye atfedilmiştir. Mazi fiile atfedilen muzari fiilin delalet ettiği zaman, üç zamanı da kapsayan sürekliliktir. Ayette  تَطْمَئِنُّ muzari fiilinden belli bir zaman kastedilmemiş, Allah’ı zikir ile kalplerin sürekli ve devamlı bir şekilde huzur bulduğuna vurgu için muzari fiil getirilmiştir. 

اٰمَنُوا  mazi olduğu halde muzari fiil olan  تَطْمَئِنُّ  ona atfedildi. Bu fiilin muzari olması Allah’ın zikrini devamlı yaptıklarının göstergesidir. Çünkü muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade eder. Bunun yanında  اٰمَنُوا  mazi fiilinin geçmiş zamana,  تَطْمَئِنُّ  muzari fiilinin hal ve istikbale delalet etmesi mümkündür. O zaman anlam: “Geçmişte iman edip, bugün ve gelecekte Allah’ı zikir ile kalpleri huzur bulanlar” şeklinde olmaktadır. (Hasan Duran, Kur’ân-ı Kerîm’de Teceddüt Ve Sübût Manası İçin Yapılan ‘udûl Çeşitleri)


اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

 

Ta’lil hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِذِكْرِ اللّٰهِ  car-mecruru, ihtimam için amili olan  تَطْمَئِنُّ ’ye takdim edilmiştir. Cümleyi tenbih harfi  اَلَا  tekid etmiştir.

Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet ve muhabbet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak tekrar zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek, muhabbeti artırarak zihne yerleştirmek içindir. Bu tekrarda tecrîd, ıtnâb, iltifat ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

بِذِكْرِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması ذِكْرِ  için tazim ifade eder. 

تَطْمَئِنُّ  , الْقُلُوبُ , بِذِكْرِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِ [Kalpleri Allah’ın zikri ile huzur bulur.]  O zikre alıştığı, ona itimat ettiği ve ona ümit bağladığı için ya da korkusundan paniğe kapıldıktan sonra rahmetini anmakla tatmin olur veya varlık ve birliğini gösteren delilleri zikretmekle ya da kelamı ile yani mucizelerin en güçlüsü olan Kur’an ile demektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Kalp ne zaman cisimler âlemini araştırmaya ve müşahede etmeye (seyre) yönelirse, o esnada bir daralma ve çarpıntı ile o cisimler âlemini ele geçirip, onda tasarrufta bulunma konusunda şiddetli bir temayül meydana getir. Ama kalb, Hz Allah'ın azametini araştırmaya ve müşahedeye yöneldiği zaman ise, kalpte samedanî nurlar ve ilahî ışıklar hasıl olur. İşte kalp o zaman sükuna erer. Bundan dolayı Hak Teâlâ ["Haberiniz olsun ki kalpler ancak zikrullah ile mutmain olur"] buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 
Günün Mesajı
22. ayeti kerimedeki ''kötülüğü iyilikle savmak'' şu şekillerde açıklanmıştır: * Yaptıkları her kötülük ve/veya işledikleri her günahı hemen tevbe ile temizler ve silerler. * Ne zaman bir kötülük yapsalar, hemen arkasından bir iyilik yaparak onu gidermeye bakarlar. * Kendilerine kötülük yapanlara iyilikle mukabelede bulunurlar. * Kendilerine vermeyene verir, gelmeyene gider ve zulme uğradıklarında affederler.
Sayfadan Gönüle Düşenler

‘İnsan güzeli sever. Huzuru güzel olanda arar ama çoğu, güzelliği yanlış yerlerde arar. Geçici güzellikler nefsine dokunurken, kalıcı olanları kalbine dokunur. Ve insan, çoğunlukla oyunu nefsinden yana kullanır. İnsan nefsi ya bu, günü gelince; ya o güzellikten sıkılır, yenisini arar ya da zamanla beraber güzelliği yitip gideni beğenmez olur. İşte sen!’ dedi göğsüne dokunarak. ‘Rabbinin sınırlarına riayet ederek yaşa. O’nun helal kıldığı güzelliklerin hepsine hamd et. Ama daima kalıcı güzellikleri arayanlardan ol ki, halin akıl sahiplerine benzesin. Böylece gördüklerine nefsinin gözleriyle değil de kalbininkilerle bakarsın. İşittiklerini de, kalbinin kulaklarıyla dinlersin. Ve en önemlisi; sevdiklerini nefsinle değil, kalbinle seversin.’

Ya tanıyamazsam korkusuyla: ‘Akıl sahipleri kimdir?’ diye sordu babasına.

‘Onlar; dualarımızda istediğimiz hayırlara sahip olanlardır.

Allahım! Beni ve ailemi; Sana verdikleri sözü tutanlardan, Sana itaatte kusurdan kaçınanlardan, Toplum karşısındaki sorumluluklarını bilip yerine getirenlerden, İnsan ilişkilerinde emrine uygun şekilde davrananlardan, Senin rızan için sabredenlerden, Namazı dosdoğru kılanlardan, Senin yolunda harcayanlardan, Her türlü kötülüğe karşı iyiliklerle mücadele edenlerden, Haksızlığa karşı adaleti, yalancılığa karşı dürüstlüğü, rezilliğe karşı fazileti seçenlerden, Senin lanet ettiğin hallere sahiplerden; kalben ve bedenen uzak duranlardan, Ahiret nimetlerine meleklerin selam ve dualarıyla kavuşanlardan ve Seni kalbiyle zikredenlerden ve zikrinle, gönlü huzurla dolanlardan eyle.

Allahım! Rızan üzere yaşayan akıl sahiplerini, gözümüze ve gönlümüze güzel göster. Onları bize, bizi onlara sevdir.’

Amin.

***

Denir ki; helal kılınanlara bakıldığında Allah’ın kullarına haram kıldıkları oldukça azdır. Ancak insan evladı, ‘haramdan uzak durun’ ve ‘salih amellerle meşgul olun’ uyarılarını hafife alır. Halbuki bu uyarıları dikkate alıp almamak; kişinin kalbinin mi yoksa nefsinin mi güçleneceğini belirler. Hangisinin daha güçlü olduğuna göre de işittiklerine, gördüklerine ve yaşadıklarına verdiği tepkileri şekillenir. 

Yeryüzünde sürdürülen hayatın kısa oluşu ve ölümün kendisini her an yakalayabileceği düşünceleriyle; nefsi de, kalbi de teşvik etmek mümkündür. Kimi yaşamak adı altında, sönüp gidecek mutluluk hayalleriyle, dünyalıklardan sonuna kadar faydalanmak ister. Kimi ise nefsinin asla doymayacağı ve kalbinin geçicilere kanmayacağı bilinciyle kalıcı olanı arzuladığını daha net hisseder. 

Bununla şu anlaşılır: bir uçtan, diğer bir uca taşınma kapasitesine sahip olan insan için imtihan dünyasına kalbinin mi yoksa nefsinin mi penceresinden baktığı önemlidir. Ancak Allah’ın sünnetine göre yaşayan, batıl ile hakikati ayırt eder ve doğru pencereden yaşananları değerlendirerek hayata dahil olur. Böylelikle güçlenen kalbiyle beraber Allah’ın rahmetine layık kullardan biri olur.

Rabbim! Bizi; Senin sünnetine sıkıca sarılarak yaşayanlardan, Senin rızanı gözeterek elindekileri değerlendirenlerden ve rahmetini umarak yaşadıkları karşısında doğru tepki verenlerden eyle. Nefsini değil, kalbini güçlendirenlerden; günahlarını değil, sevaplarını arttıranlardan; harama değil, helale yaklaşanlardan; nankörlüğü değil, şükrü sevenlerden; batılı değil, hakikati seçenlerden ve gazabına değil, rahmetine layıklardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji