بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah’tır |
|
3 | فَالِقُ | yaran |
|
4 | الْحَبِّ | daneyi |
|
5 | وَالنَّوَىٰ | ve çekirdeği |
|
6 | يُخْرِجُ | çıkarır |
|
7 | الْحَيَّ | diriyi |
|
8 | مِنَ | -den |
|
9 | الْمَيِّتِ | ölü- |
|
10 | وَمُخْرِجُ | ve çıkarır |
|
11 | الْمَيِّتِ | ölüyü |
|
12 | مِنَ | -den |
|
13 | الْحَيِّ | diri- |
|
14 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | فَأَنَّىٰ | o halde nasıl |
|
17 | تُؤْفَكُونَ | çevriliyorsunuz |
|
Bu ve müteakip âyetlerde, her biri başlı başına birer mûcize olan, fakat her zaman tekrarlandığı için insanların önemini kavramaktan gafil olduğu başlıca yaratılış olaylarına ve ilâhî kudretin işaretlerine dikkat çekilmiştir.
Tohumun ve çekirdeğin patlayarak filiz vermesi ve bu suretle tabiatın canlanması, bitkilerle bezenmesi, nimetlerle dolup taşması o yüce kudretin muhteşem eserleridir. Böylece O, ölüden diriyi, diriden ölüyü, tohumdan ve çekirdekten bitkileri, bitkiden tohum ve çekirdekleri çıkarmaktadır. Âyette, kesintisiz tekrar eden bu açık seçik tecellilere rağmen insanoğlunun nasıl olup da gerçeğe sırtını dönebildiği, O’nu yaratıcı olarak tanıyıp kulluk etmekten geri durabildiği sorulmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 444
Neveye نوي :
نَوَى fiili niyet etmek, karar vermek, yapmaya niyetlenmek anlamındadır. (Dağarcık)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri niyet etmek ve nüvedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. فَالِقُ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْحَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. النَّوٰى atıf harfi وَ ’la الْحَبِّ ’ye matuf olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالِقُ kelimesi sülâsî mücerredi فلق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ
Fiil cümlesidir. يُخْرِجُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْحَيَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْمَيِّتِ car mecruru يُخْرِجُ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْرِجُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. الْمَيِّتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنَ الْحَيّ car mecruru مُخْرِجُ ’ye mütealliktir.
يُخْرِجُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُخْرِجُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
İsim cümlesidir. İsaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup damme ile merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن بدا لكم بيان قدرة الله فأنى تؤفكون وتصرفون عن الإيمان (Eğer size Allah’ın kudreti tecelli ediyor gibi geliyorsa o halde nasıl imandan dönersiniz?) şeklindedir.
اَنّٰى istifham ismi كَيْفَ manasındadır. Amili تُؤْفَكُونَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.
تُؤْفَكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned veciz ifade kastına matuf izafet terkibi ile gelmiştir.
فَالِقُ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Tezayüf nedeniyle birbirine atfedilen الْحَبِّ - النَّوٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümlesi gelmesi; bu vasfın sabit ve devamlı olduğuna delalet eder. Çünkü bu vasıf Allah Teâlâ’nın zati sıfatıdır. Bu fiili vasıftır veya kudret vasfıdır ki fiil sıfatı verilemeyen durumlarla alakalı ıstılah olarak kullanılır. Burada maksat; Allah’ın ölülerden diri çıkarmak kudretine delil getirirken tohumun ve çekirdeğin yarılmasını zikretmekle yetinmektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الْحَبِّ (tane), ot tohumlarına; النَّوٰى (çekirdek), ağaç tohumlarına delalet eder. Bununla beraber ot ve ağaç ikisi de bitkisel olduğundan النَّوٰى kelimesini tanenin içindeki bitkisel maya gibi düşünmek mana bakımından daha uygun olacaktır ki bir tanenin içindeki öz, maya, bir hurma veya üzüm tanesinin içindeki çekirdek gibidir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى [(O), taneleri ve çekirdekleri yaratandır.] vasfı ile ilgili iki görüş vardır:
1- Bu, İbni Abbas’tan (r.a.) rivayet edilen ve Dahhâk ile Mukâtil’in de tercih ettiği görüş olup “O taneleri ve çekirdekleri yaratandır.” manasına gelir. Vahidî şöyle der: “Bunlar, فَالِقُ (yarıp çıkaran) kelimesini, فاطر (yaratan) kelimesi yerine koymuşlardır. Ben derim ki: فَالِقُ, yarmak manasındadır. فاطر kelimesi de aynı manadadır. Binaenaleyh bir şey varlık alemine girmezden önce serâpâ yokluk ve olumsuzluktur. Akıl o yokluk hakkında kendisinde bir aralanma bir açılma olmayan devamlı ve koyu bir karanlık tasavvur eder. Yaratıcı, mevcut olmayan o şeyi yokluktan varlığa çıkarınca insanın hayal ve tasavvuruna göre sanki yokluğu yarıp içinden daha önce mevcud olmayan o varlığı meydana getirmiş olur. İşte bu izaha göre فَالِقُ (yarıp çıkaran) kelimesini, ‘icad eden, yaratan ve yoktan var eden’ manalarına hamletmek uzak bir ihtimal sayılmaz.”
2- Alimlerin ekserisinin görüşüne göre فَالِقُ kelimesi, “yarmak” manasınadır. الْحَبِّ tıpkı buğday, arpa ve benzeri şeylerin tanesi gibi bizzat “tane” manasınadır. النَّوٰى ise şeftali, hurma ve benzeri şeylerin çekirdeği gibi meyvenin içinde bulunan “çekirdek” manasındadır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Bu cümleye tezat nedeniyle atfedilen وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. مُخْرِجُ takdiri هو olan mahzuf mübteda için haberdir.
Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Bunun sebebi tefennün (değişik sıygalar kullanarak muhatap için sözü monotonluktan kurtarmak) de olabilir. Diğer yandan hayat ve ölüm birbirini tamamlayan bir devir daim içindedir. Ölüm her canlının tadacağı kaçınılmaz bir netice olması sebebiyle hayattan daha açık daha görülür bir gerçektir. Bu yüzden diriden ölüyü çıkarmak isim cümlesiyle ölüden diriyi çıkarmak ise fiil cümlesiyle ifade edilmiştir.
مُخْرِجُ - يُخْرِجُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْحَيِّۜ - الْمَيِّتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ cümlesi ile مُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اللّٰهُ - مِنَ - الْحَيِّۜ - الْمَيِّتِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ ifadesinde fiillerin müteallıkları arasında akis gerçekleşmiştir. Aks (tebdîl) çaprazlama demektir. Beyitte veya cümlede kelimelerin sırasını değiştirerek tekrarlama sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu konuda iki görüş vardır: Birinci bahis: الْحَيَّ [diri], canlılıkla nitelendirilen her şeyin adıdır. الْمَيِّتِ ise kendisinde hayat sıfatı bulunmayan şeyin adıdır. Bu takdire göre bitkiler [الْحَيَّ] değildir. Bu konuda da iki görüş vardır:
Birinci görüş: Bu iki lafzı, hakikî manaya hamletmektir. İbni Abbas şöyle der: “Cenab-ı Hakk, nutfeden canlı bir beşer, canlı beşerden de ölü bir nutfe çıkarır. Yine aynı şekilde yumurtadan canlı civcivi, tavuktan da ölü yumurtayı çıkarır. Bundan maksat, canlı ile ölünün birbirlerinin zıttı olup birbirlerini nefyettiklerini ifade etmektir. Binaenaleyh benzer bir şeyin benzer bir şeyden meydana gelmesi, bunun tabiat ve hassalar icabı olduğu zannını uyandırabilir. Ama zıddın zıddan meydana gelmesine gelince, bunun tabiat ve o şeylere ait özellikler sebebiyle olması imkânsızdır. Bilakis bunun, hakîm olan bir yaratıcının takdiri ve Alîm olan bir müdebbirin yönetmesiyle meydana gelmesi gerekir.
İkinci görüş: الْحَيَّ ve الْمَيِّتِ kelimelerinin, bizim zikrettiğimiz manalar ile yine bazı mecazî manalara hamledilmesidir. Bu hususta da şu izah şekilleri bulunmaktadır:
a- Zeccâc şöyle demiştir: “Cenab-ı Hakk yeni, taze yeşil bitkiyi, kuru taneden; kuruyu da canlı ve büyüyen bitkiden çıkarır.”
b-İbni Abbas şöyle demiştir: “Hz. İbrahim’de olduğu gibi mümini kâfirden; Hz. Nûh’da (a.s.) olduğu gibi kâfiri (Nuh’un oğlunu) müminden; isyan edeni itaat edenden; itaat edeni isyan edenden çıkarır.”
c-Kesin olarak zararlı olduğuna hükmedilen bazı şeyler, büyük faydalara vesile olabilir. Bunun aksi de söz konusudur.
يُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَيِّتِ [O, ölüden diriyi çıkarır.] daha sonra da [وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَیِّ ] buyurmuş. Halbuki isim cümlesinin fiil cümlesine atfı güzel değildir. Böyle ifade etmesinin sebebi; وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَیِّ buyruğu, O’nun فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى taneleri ve çekirdekleri yaratandır.” sözüne atfedilmiştir. Zira bu, o sözün adeta bir beyanı ve tefsiri gibidir. Çünkü bitki ve büyüyen ağacı bitirmek için taneyi ve çekirdeği çatlatmak ölüden canlı çıkarma cinsindendir. Çünkü “büyüyen”, canlı hükmündedir.
Birincide Fiil, İkincide İsim Cümlesi Kullanmanın Sebebi:
Fiil cümlesi, o failin o fiile her an ve her zaman itina gösterdiğine delalet eder. Ama isim cümlesine gelince bu, her zaman yenilenmeyi ve itina göstermeyi ifade etmez.
Canlı cansızdan daha kıymetlidir; diriyi ölüden çıkarma hususunda gösterilen itinanın, ölüyü diriden çıkarmaya gösterilen itinadan daha fazla olması gerekir. İşte bu manadan dolayı diriyi ölüden yaratmaya gösterilen ihtimam ve dikkatin ölüyü diriden yaratmaya gösterilen itinadan daha fazla ve daha mükemmel olduğuna dikkat çekmek için birincisi fiil, ikincisi de isim cümlesiyle getirilmiştir. Allah, muradını en iyi bilendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Cümle, itiraziyye olarak gelmiştir. ذٰلِكُمُ , müşrik muhatapların gafletlerindeki derinliği tarîz ve temyizi artırmak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir Suresi 64, c. 1, s. 318)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için, izmardan izhara dönülerek Allah lafzının açık isim olarak getirilmesi iltifat sanatıdır. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذَلِكُمُ اللَّهُ cümlesi müstenef bir cümledir. Maksat, konunun önemidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkipte فَ , mahzuf şartın cevabı için rabıta harfidir.
Cevap cümlesi olan فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ cümlesi, inkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama, inkâr ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâmı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (Avnullah Enes Ateş, İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması)
Takdiri, إن بدا لكم بيان قدرة الله (Eğer size Allah’ın kudreti tecelli ediyor gibi geliyorsa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُؤْفَكُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Bu ayette فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ifadesinde bulunan istifham inkârî olup nefy/olumsuzlama anlamındadır. Yani apaçık deliller kaim olduktan sonra imandan yüz çevirmenize hiçbir yol yok demektir. İbn Âşûr da bu istifhamın taaccübî ve inkarî olduğunu, mananın “Sizi Allah’ı birlemekten/tevhidden çevirecek herhangi bir şey bulunmamaktadır.” şeklinde olduğunu ifade etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
“Allah Teâlâ’nın ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkardığını müşahede ettiğiniz, sonra canlı bedeni, bir seferde ölü nutfeden (meniden) çıkardığını müşahede ettiğiniz halde daha nasıl olur da çürümüş ölünün toprağından yeniden canlı bedeni çıkarabileceğini uzak ihtimal görürsünüz?” Bundan maksad, o insanların haşr ve neşri yalanlamalarını reddir. Hem sonra bu iki zıt şey nispet hususunda birbirine denktir. Binaenaleyh iki zıddan birinden diğerine geçiş nasıl imkansız ise diğerinden birinciye geçiş de aynı şekilde imkânsız olmalı. Hayat varken ölümün bulunması nasıl imkânsız ise aynı şekilde (bir bedende) ölüm varken de hayatın bulunması imkânsız olur. Her iki takdirde de öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğu neticesi çıkar. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَالِقُ | karanlığı yarıp |
|
2 | الْإِصْبَاحِ | sabahı ortaya çıkarmış |
|
3 | وَجَعَلَ | ve kılmıştır |
|
4 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
5 | سَكَنًا | dinlenme zamanı |
|
6 | وَالشَّمْسَ | ve güneşi |
|
7 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
8 | حُسْبَانًا | hesap (ölçüsü) yapmıştır |
|
9 | ذَٰلِكَ | bu |
|
10 | تَقْدِيرُ | takdiridir |
|
11 | الْعَزِيزِ | o üstün |
|
12 | الْعَلِيمِ | bilen(Allah)ın |
|
Sabahın aydınlanması, gecenin sükûnet ve âsûdeliği, ay ve güneşin şaşmaz bir matematiksel nisbetle, insanların zamanı ve daha başka astronomik ve coğrafî ölçüleri bulmalarına imkân verecek düzenlilikle işlevlerini sürdürmeleri de o azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir, düzenlemesidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 444
Feleqa فلق :
فَلَقٌ bir şeyi yarmak ve bir bölümünü diğer bölümünden ayırmaktır.
إنْفَلَقَ fiili onu yardı ve parçaları birbirinden ayrıldı demektir.
Felâk sûresi birinci ayette geçen فَلَقٌ sözcüğü ufkun güneşin ilk ışıklarıyla kızardığı tan vakti olan sabahın başları anlamındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri falaka ve infilâktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ
İsim cümlesidir. فَالِقُ mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. الْاِصْبَاحِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَكَناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الَّيْلَ ‘ye matuftur. حُسْبَاناً kelimesi سَكَناً ‘e matuf olup fetha ile mansubdur. Veya mahzuf fiilin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, جعل şeklindedir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالِقُ kelimesi sülâsî mücerredi فلق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
تَقْد۪يرُ mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَز۪يزِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْعَل۪يمِ kelimesi الْعَز۪يزِ ’den bedel olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَالِقُ kelimesi takdiri هو olan mübtedanın haberidir.
Haber, az sözle çok anlam ifade etmek amacıyla izafet terkibi olarak gelmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناً cümlesi atıf harfi وَ ‘ la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
İkinci mef’ul olan سَكَناً ve ona tezayüf nedeniyle atfedilen حُسْبَاناًۜ kelimelerindeki nekrelik, tazim ve nev ifade eder.
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ , mef’ûl olan الَّيْلَ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camia temasüldür.
الْاِصْبَاحِۚ - الَّيْلَ - الشَّمْس -الْقَمَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاِصْبَاحِۚ - الَّيْلَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَلْقُ الإصْباحِ tabiri gecenin karanlığı arasında ışığın ortaya çıkması için bir istiaredir. Sabah; ışıkla gecenin karanlığının yarılmasına benzetilmiştir. Aynı mana için hayvanın derisinin soyulması manasındaki السَّلْخُ kelimesi de kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu ayet, yaratıcının varlığının, ilminin kudretinin ve hikmetinin delillerinden bir çeşittir. Binaenaleyh önceki ayette zikredilen çeşit, bitkilerin ve canlıların hallerinin bu hususlara delil oluşundan alınmıştı. Bu ayetteki çeşit ise feleklerin (gökteki cisimlerin) hallerinden çıkarılmış delillerdir. Çünkü gecenin karanlığının, sabahın aydınlığı ile yarılıp bölünmesi, bitki ve ağacın kendisinden çıkışı için tanenin ve çekirdeğin yarılıp bölünmesinden daha fazla kudret-i ilâhiyenin mükemmelliğine delalet eder. Bir de gökteki cisimlerin hallerinin kalp üzerindeki tesirlerinin, yeryüzü hallerinin tesirinden daha fazla olduğu açıkça bilinen hususlardandır.
Karanlık, ademe (yokluğa) benzer. Hatta kesin aklî deliller, karanlığın “yokluğu” ifade eden bir mefhum, nurun (ışığın, aydınlığın) da tamamen var oluşu ifade eden bir mefhum olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكَ mübteda, تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ , haberdir.
Müsnedün ileyhin uzaklık ifade eden işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek, derecesinin yüksekliğini, fazilet mertebesinin yüceliğini göstermek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tecessüm ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile Allah'ın kudretine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)
تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ izafeti muzâfun ve müsnedün ileyhin şanı içindir.
Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzâf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait, muzâfun ileyh konumundaki iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
الْعَز۪يزِ ,الْعَل۪يمِ kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbındadır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
[Bu] yani Güneş ve Ay’ın belli bir hesaba göre yaratılmaları… Güneş ve Ay için geçerli olan bu belirli ölçüye göre hareket etme durumu, bunları emri altına alan [mutlak izzet sahibinin] ve bunları idare etmeyi ve döndürmeyi en iyi bilen [mutlak ilim sahibinin takdiridir.] (Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
Azîz olması; hükmünün galip olduğunu, yenilemez olduğunu, Alîm olması da bunların yaratılışını ve sebeplerini bilen tek zatın o olduğunu vurgular.
Bu ifadede bulunan الْعَز۪يزِ vasfı O’nun kudretinin; الْعَل۪يمِ kelimesi de O’nun ilminin mükemmel olduğuna bir işaret olup bunun manası şudur: “Feleklerin kütlelerinin, hızlılık ya da yavaşlık bakımından muayyen ve hususi miktarlarla ve hususi sıfatlar ve muayyen durum ve hareketlerle takdir edilmiş olması, bütün mümkinata taalluk eden kâmil bir kudret; malumatın bütün külliyat ve cüziyatında geçerli olan bir ilim ile ancak elde edilebilir. Bu, bu hallerin ve sıfatların, o maddelerin tabiat ve özellikleri sebebiyle değil, ancak bir Fail-i Muhtar’ın (Allah) bunu onlara tahsis etmesiyle olabileceğinin bir açıklanmasıdır. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | kimse |
|
3 | جَعَلَ | yaratan |
|
4 | لَكُمُ | sizin için |
|
5 | النُّجُومَ | yıldızları |
|
6 | لِتَهْتَدُوا | yol bulasınız diye |
|
7 | بِهَا | onlarla |
|
8 | فِي |
|
|
9 | ظُلُمَاتِ | karanlıklarında |
|
10 | الْبَرِّ | karanın |
|
11 | وَالْبَحْرِ | ve denizin |
|
12 | قَدْ | gerçekten |
|
13 | فَصَّلْنَا | biz genişçe açıkladık |
|
14 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
15 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
16 | يَعْلَمُونَ | bilen |
|
İnsanlar çok eski dönemlerden beri yolculuk ederken yön tayininde bazı yıldızların ve yıldız kümelerinin konumundan yararlanırlar. Özellikle henüz pusulanın icat edilmediği çağlarda büyük önem taşıyan bu durum, bugün de modern imkânların bulunmadığı şartlarda önemini korumaktadır. Yıldızların konumlarından yararlanılsın veya yararlanılmasın, onların kozmik düzeni –Allah bu düzeni devam ettirdiği sürece– ilâhî kudretin işareti olma özelliğini koruyacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 444-445
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. لَكُمُ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. النُّجُومَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi, تَهْتَدُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle جَعَلَ fiiline mütealliktir.
تَهْتَدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِهَا car mecruru تَهْتَدُوا fiiline mütealliktir.
ف۪ي ظُلُمَاتِ car mecruru تَهْتَدُوا ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, سائرين أو كائنين في ظلمات البر (yeryüzünün karanlıklarında bulunan veye yürüyen) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. الْبَرِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْبَحْرِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَهْتَدُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik içindir, yani tekid ifade eder. فَصَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. لِقَوْمٍ car mecruru فَصَّلْنَا fiiline mütealliktir. يَعْلَمُونَ cümlesi قَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَصَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede her iki rüknun de marife olması kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ maksûr/mevsûf, الَّـذ۪ٓي sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Yani o sizin yaradanınızdır, başkası değil.
Bu haberden ilk maksat; Allah Teâlâ’nın ilâhlıktaki birliğine delil getirmektir. Bunun için iki taraf da marife olarak gelerek kasr üslubu kullanılmıştır. Muhataplar yıldızları Allah’ın yarattığını ve insanların bu yıldızlarla yolunu bulmasının Allah sayesinde olduğunu kabul ediyorlardı ama bunun gereği olarak ibadeti Allah’a tahsis etmiyorlardı. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak, tazim ve gelen habere dikkat çekmek içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمُ ,ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ cümlesi, masdar tevilinde olup harf-i cerle جَعَلَ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ي ظُلُمَاتِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ظُلُمَاتِ içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ظُلُمَاتِ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Tezat nedeniyle birbirine atfedilen الْبَرِّ - الْبَحْرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ظُلُمَاتِ kelimesinin, karaya ve denize izafe edilmesi, aralarındaki ilgi sebebiyledir. Çünkü yıldızlarla yolu bulma ihtiyacı, ancak o zaman belirmektedir ya da karanın ve denizin karanlıklarından maksat, bilinmeyen yollardır; bu yollar, mecazî olarak karanlıklar diye ifade edilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
ظُلُماتِ kelimesinin البَرِّ والبَحْرِ kelimelerine izafe edilmesi في manasındadır. Çünkü karanlık bu mekanlarda vaki olur. Yani karanlıkta bu mekânlarda yürürken yolu bulmak için demektir. İzafette bu في harfinin manasını uygun görmeyenler de لِ manasında kabul edebilir.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t -Tenvîr)
Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.
Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmac sanatıdır.
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İstînâfiyye ve itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Ayetin başındaki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine geçişte, iltifat sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْلَمُونَ cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. لِقَوْمٍ ‘in nekreliği tazim içindir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Müstenef bir cümledir. Tescil, tebliğ ve iman etmeyenlere mazeret kalmaması için gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayetlerin tafsilatlı olarak açıklaması bütün insanlara müteveccih iken bunun bilen bir topluma tahsis edilmesi onların bu ayetlerden daha fazla yarar sağlamaları sebebiyledir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayette bahsedilen ilim akıl manasında olabilir. Binaenaleyh [Biz ayetleri, bilen kimseler için gerçekten açıkça beyan ettik…] ifadesi, Bakara Suresinde geçen, [Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında aklı ile düşünen kimseler için nice ayetler vardır] ayetiyle, [Hakikat, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde hâlis akıl sahipleri için elbet ibret verici deliller vardır. (Âl-i imran Suresi, 190)] ayetinin benzeridir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | kimse |
|
3 | أَنْشَأَكُمْ | sizi inşa eden |
|
4 | مِنْ | -ten |
|
5 | نَفْسٍ | nefis- |
|
6 | وَاحِدَةٍ | bir tek |
|
7 | فَمُسْتَقَرٌّ | (sizin için) bir karar |
|
8 | وَمُسْتَوْدَعٌ | ve emanet yeri vardır |
|
9 | قَدْ | gerçekten |
|
10 | فَصَّلْنَا | biz genişçe açıkladık |
|
11 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
12 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
13 | يَفْقَهُونَ | anlayan |
|
Kur’an mûcizesinin gerçekleştiği âlem içinde yaratılış hadisesinin en muhteşem sonucu hiç şüphesiz insandır. Bu âyette yüce Allah bu büyük mûcizeyi de kudretinin nişanesi olarak zikretmektedir. Tefsirlerde genellikle âyet-i kerîmedeki nefs kelimesinden Hz. Âdem’in kastedildiği belirtilmiş; müstakar kelimesine “yeryüzü veya ana rahmi”, müstevda‘ kelimesine de “kabir veya babanın sulbü” gibi mânalar verilmiştir (geniş bilgi için bk. Elmalılı, III, 1990-1995; İbn Âşûr, VII, 396-397). Süleyman Ateş klasik tefsirlerin aksine, nefsi “Hz. Âdem’den ve evrimleşerek ikili cinsel üreme düzeyine ulaşmadan önceki insanlığın eşeysiz ilk kökeni veya genel olarak baba”, müstakar kelimesini “babaların belleri”, müstevda‘ kelimesini de “annelerin rahimleri” olarak açıklamıştır (III, 206-208).
Bazı eski ve yeni tefsirlerde belirtildiği gibi (meselâ bk. Taberî, VII, 286-291; İbn Atıyye, II, 326-327; İbn Âşûr, VII, 397) bu iki kavramı, insanın birbirini takip eden iki muayyen konumuyla sınırlamak yerine, bunların ilk yaratılıştan insanın varlığının devamı süresince içinde bulunduğu ve intikal etmeye hazır olduğu bütün konumlarına işaret ettiğini düşünmek daha isabetli olur. Buna göre insanoğlu başlangıcından itibaren varlığının her konumunda hem bir karar hem de intikale aday olma, emanet halinde bulunma durumlarını birlikte yaşar. Böylece o, cennet veya cehenneme varıncaya kadar, sırasıyla ilk nefsin özünde yani insanı saklayan ilk cevherde, babanın sulbünde, annenin rahminde, toprağın üzerinde, yerin altında ve haşir yerinde hem bir karar halini hem de gelecek intikale namzet emanet halini birlikte yaşar. Müstakâr bu hallerin ilkine, müstevda‘ da ikincisine işaret etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 445
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْشَاَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ نَفْسٍ car mecruru اَنْشَاَكُمْ fiiline mütealliktir. وَاحِدَةٍ kelimesi نَفْسٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَقَرٌّ mukaddem mahzuf haberin mübtedası olup damme ile merfûdur. Takdiri, لكم مستقر şeklindedir. مُسْتَوْدَعٌ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْشَاَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسْتَقَرٌّ - مُسْتَوْدَعٌ kelimeleri sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik ifade eder. Tekid ifade eder. فَصَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
لِقَوْمٍ car mecruru فَصَّلْنَا fiiline mütealliktir. يَفْقَـهُونَ cümlesi, قَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يَفْقَـهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَصَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede her iki rüknun de marife olması müşriklere tariz için kasr ifade etmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ maksûr/mevsûf, الَّـذ۪ٓي sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Yani o sizi tek nefisten yaradanınızdır, başkası değil.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak, tazim ve gelen habere dikkat çekmek içindir.
نَفْسٍ ’deki nekrelik, cins ve tazim ifade eder.
وَاحِدَةٍ kelimesi نَفْسٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَ ile sılaya atfedilen, مُسْتَقَرٌّ mahzuf mukaddem haberin mübtedasıdır. Cümlenin takdiri, لكم مستقر [Sizin için yerleşmek vardır.] şeklindedir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَمُسْتَوْدَعٌ kelimesi فَمُسْتَقَرٌّ kelimesine matuftur. Cihet-i camia, temasüldür.
O ki sizi tek bir nefisten ilk defa yaratandır cümlesi Nisa/1. ayette de geçmiştir. Ancak orada خَلَقَ fiili, burada ise اَنْشَاَ fiili kullanılmıştır. O ayeti hatırlattığı için iktibas sanatı vardır.
مُسْتَقَرٌّ ve مُسْتَوْدَعٌ, istikrar (yerleşme) ve istida (emanet bırakma) manasına mimli masdar veya yerleşme yeri veya emanet yeri manasına yer ismi olur. Yani hepiniz bir nefisten meydana gelmiş olduğunuz halde her birinizin bir istikrar haliniz bir istida haliniz var. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ ifadesindeki وَ harfi taksim için değil bu iki kelimenin birlikteliği güzel olduğu içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.
Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmac sanatıdır.
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
İstînâfiyye ve itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Ayetin başındaki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine geçişte, iltifat sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَفْقَـهُونَ cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. لِقَوْمٍ ‘in nekreliği tazim içindir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetlerin tafsilatlı olarak açıklaması bütün insanlara müteveccih iken bunun düşünen bir topluma tahsis edilmesi onların bu ayetlerden daha fazla yarar sağlamaları sebebiyledir.
Önceki ayetin son cümlesiyle, çok benzer yapıda gelen bu cümle arasında tefennün, ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümleler arasında mukabele sanatı vardır.
Beşerin yaratılışını tafsilatlı olarak beyan eden bu ayetlerle benzerlerini, zekâlarını kullanarak derin düşünerek, muğlak incelikleri değerlendirmesini bilen bir toplum için ayrıntıları ile açıkladık, manasındadır. Ademoğlunun yaratılışının çeşitli aşamalarındaki incelikler, en üstün akıllıları bile hayrette bırakan ilâhi bir sanattır. Burada daha önce yıldızlar için kullanılan عْلَم fiilinin değil, فْقَـه fiilinin tercih edilmesindeki hikmet de budur. Zira fıkh, ince ve derin bilgiler için kullanılır.
Burada يَعْلَمُونَ değil, يَفْقَهُونَ fiili gelmiştir. Çünkü bu aşamalar üzerine inşa ettikleri istikrar ve dayanıklılık işareti ve bu ikisindeki hikmet, ele alınması, üzerinde düşünülmesi gereken kesin bir işarettir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Biz bu ayetleri fıkıh ehli (anlayışlı) olan, nefsinde ince ve derin bir anlayışı bulunan hikmet sahibi kimseler için açıkladık. Yani açıklamadan istifade edebilmek için sadece ilim ehli olmak yeterli değil, kendini bilmiş olmak da şarttır. “Fıkıh” asıl olarak lügatta bir şeyi sebep ve hikmetiyle anlamak, ince anlayış ile anlamak manasınadır ki bunda “nefsi bilmek” manası da yer almıştır. Bununla şuna işaret edilmiştir ki bundan önceki ayetlerin ilmi açıklamasının şartlarından biri de insanların kendilerini ve nefislerinin hallerini tanımalarıdır. Normal ilim ehli olanlar kendilerini bilmeyi hesaba katmadan her şeyi anlayıverdiklerini sanırlar. Halbuki objektif deliller, subjektif delillerle bilinir ve doğru karar ikisinin uyuşmasıyla verilir. Şu halde insani gelişme ve subjektif hayat anlaşılıp fark edilmedikçe objektif gelişme hakkındaki ilim sağlam olmaz. İnsana has gelişme ise bitkisel ve hayvansal gelişmeden daha derli toplu olduğu için kendini bilmek daha zor ve kendini unutmamak şartıyla objektif mütalaa zor olduğundan ve فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ [karar yeri ve emanet yeri]’nin analizi bu açıklamayı da içine aldığından birincisinde لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ [bilen bir kavim için] ifadesiyle yetinildiği halde burada لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ [derin anlayışlı bir kavim için] buyrularak daha çok tahsis edilmiştir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
لِقَوْمٍ ifadesindeki lâm harfi, “lâm-ı âkibe”dir. Veyahut da bu ifade, bir fiili herhangi bir maksat için yapan kimsenin haline benzetme manasına hamledilmiş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
Cenab-ı Hakk, kendisiyle yıldızların durumlarından istidlale dair ayetini, يَعْلَمُونَ ifadesiyle bu ayetini ise يَفْقَهُونَ [iyi ve ince anlarlar] lafzıyla bitirmiştir. Buradaki fark şudur: İnsanları tek bir candan yaratıp onları farklı farklı haller arasında döndürüp dolaştırmak, sanat ve tedbir bakımından çok hoş ve çok ince bir durumdur. “Fıkh...” kelimesi, iyice anlamayı, kuvvetli zekâ ve anlayışı ifade ettiği için, Cenab-ı Hakk burada bu kökten olan يَفْقَهُونَ kelimesini kullanmıştır. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | kimse |
|
3 | أَنْزَلَ | indiren |
|
4 | مِنَ | -ten |
|
5 | السَّمَاءِ | gök- |
|
6 | مَاءً | suyu |
|
7 | فَأَخْرَجْنَا | çıkardık |
|
8 | بِهِ | onunla |
|
9 | نَبَاتَ | bitkiyi |
|
10 | كُلِّ | her |
|
11 | شَيْءٍ | çeşit |
|
12 | فَأَخْرَجْنَا | ve çıkardık |
|
13 | مِنْهُ | o (bitki)den |
|
14 | خَضِرًا | bir filiz |
|
15 | نُخْرِجُ | çıkarıyoruz |
|
16 | مِنْهُ | ondan da |
|
17 | حَبًّا | daneler |
|
18 | مُتَرَاكِبًا | birbiri üzerine binmiş |
|
19 | وَمِنَ |
|
|
20 | النَّخْلِ | hurmanın |
|
21 | مِنْ | -ndan |
|
22 | طَلْعِهَا | tomurcuğu- |
|
23 | قِنْوَانٌ | sarkan |
|
24 | دَانِيَةٌ | salkımlar |
|
25 | وَجَنَّاتٍ | ve bahçeleri |
|
26 | مِنْ |
|
|
27 | أَعْنَابٍ | üzüm |
|
28 | وَالزَّيْتُونَ | ve zeytin |
|
29 | وَالرُّمَّانَ | ve nar |
|
30 | مُشْتَبِهًا | (kimi) birbirine benzer |
|
31 | وَغَيْرَ |
|
|
32 | مُتَشَابِهٍ | (kimi) benzemez |
|
33 | انْظُرُوا | bakın |
|
34 | إِلَىٰ |
|
|
35 | ثَمَرِهِ | meyvesine |
|
36 | إِذَا | zaman |
|
37 | أَثْمَرَ | meyve verirken |
|
38 | وَيَنْعِهِ | ve olgunlaştığı |
|
39 | إِنَّ | şüphesiz |
|
40 | فِي |
|
|
41 | ذَٰلِكُمْ | bunda |
|
42 | لَايَاتٍ | çok ibret vardır |
|
43 | لِقَوْمٍ | toplumu için |
|
44 | يُؤْمِنُونَ | inananlar |
|
Aynı yağmurla sulandığı halde sayılamayacak kadar çok çeşitli cinslerde bitkiler veren yeryüzündeki tabiat hârikalarından bir demet sunulmakta ve bunların, şuursuz tabiatın, kör tesadüfün sonucu olmayıp yine o ulu kudretin eserleri olduğu bildirilmekte; bunların her birinde inanan insanlar için âyetler, yaratıcısına delâlet eden tecelliler bulunduğuna dikkat çekilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 445
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir. مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْرَجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اَخْرَجْنَا fiiline mütealliktir. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. نَبَاتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اَخْرَجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُ car mecruru اَخْرَجْنَا fiiline mütealliktir. خَضِراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. نُخْرِجُ مِنْهُ cümlesi, خَضِراً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
نُخْرِجُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. مِنْهُ car mecruru نُخْرِجُ fiiline mütealliktir. حَباًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُتَرَاكِباً kelimesi, حَباًّ ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْرَجْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dir.
مُتَرَاكِباً sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفاعَلَ babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مِنَ النَّخْلِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ طَلْعِهَا car mecruru مِنَ النَّخْلِ ’den bedeldir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قِنْوَانٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
دَانِيَةٌ kelimesi قِنْوَانٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur. جَنَّاتٍ atıf harfi وَ ’la نَبَاتَ ’ye matuftur. مِنْ اَعْنَابٍ car mecruru جَنَّاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la نَبَاتَ ‘ye matuftur. مُشْتَبِهاً kelimesi الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur. غَيْرَ atıf harfi وَ ’la مُشْتَبِهاً ‘e matuftur. مُتَشَابِهٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَانِيَةٌ kelimesi sülâsî mücerredi دنو olan fiilin ism-i failidir.
مُشْتَبِهاً sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
مُتَشَابِهٍ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفاعَلَ babının ism-i failidir.
اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. اُنْظُـرُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ car mecruru اُنْظُـرُٓوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَثْمَرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَثْمَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. يَنْعِه۪ atıf harfi وَ ’la ثَمَرِه۪ٓ ’ye matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَثْمَرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ثمر ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ف۪ي ذٰلِكُمْ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. يُؤْمِنُونَ cümlesi قَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 97. ayetteki وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede her iki rüknun de marife olması kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ maksûr/mevsûf, الَّـذ۪ٓي sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Yani o sizin yaradanınızdır, başkası değil.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak, tazim ve gelen habere dikkat çekmek içindir.
مَٓاءً ’ deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ
Cümle, atıf harfi فَ ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan نَبَاتَ ‘ye takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ cümlesi atıf harfi فَ ile sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اَخْرَجْنَا fiilinin tekrarı konunun önemine binaen yapılmış ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetteki, اَنْزَلَ [indirdi] tabirinden sonra اَخْرَجْنَا [Biz çıkardık!] ifadesinin kullanılışına, fesahat üsluplarından kabul edilen “iltifat” üslubu denilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْهُ , ihtimam için mef’ûl olan خَضِراً ‘e takdim edilmiştir.
نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ cümlesi خَضِراً için sıfattır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm özelliğiyle hidayetin yenilenerek devam ettiğini ifade etmiştir. Tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْهُ , ihtimam için mef’ûl olan حَباًّ ‘e takdim edilmiştir.
مُتَرَاكِباً kelimesi حَباًّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayetin başındaki gaib zamirden, bu cümlede azamet zamirine iltifat edilmiştir.
نُخْرِجُ ve اَخْرَجْنَا fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ [Onunla çıkarttık] Burada üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı, فَاَخْرَجَ بِهِ [Onunla çıkarttı.] şeklindedir. Bundaki nükte ise çıkaranın şanına itina göstermek ve nimetinin büyüklüğüne işaret etmektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Burada “biz” kipinin kullanılması, indirilen şeye çok önem verildiğini göstermek içindir.
Su bir tek maddedir. Oysa kemiyet ve keyfiyet, özellik ve sonuçları bakımından bitkiler, ağaçlar son derece çeşitlidir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
ب harfi mülâbese içindir. Allah Teâlâ suyu, bitkinin yetişmesi için sebep kılmıştır. Bu harfle birlikte gelen zamir suya aittir. فَأخْرَجْنا بِهِ نَباتَ كُلِّ شَيْءٍ ifadesindeki فَ harfi tefri’ içindir. فَأخْرَجْنا مِنهُ خَضِرًا cümlesi فَأخْرَجْنا بِهِ نَباتَ كُلِّ شَيْءٍ cümlesinin ifade ettiği manayı detaylandırır, bunun için tafsil manasındadır. مِن harfi, ibtida veya teb'iz içindir, zamir ise nebat kelimesine aittir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Sıla cümlesi içinde itiraziyye olan وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنَ النَّخْلِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. قِنْوَانٌ , muahhar mübtedadır.
مِنْ طَلْعِهَا car-mecruru مِنَ النَّخْلِ ‘den bedeldir.
دَانِيَةٌ kelimesi قِنْوَانٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مِنْ اَعْنَابٍ car mecruru, نَبَاتَ ‘e atfedilmiş olan جَنَّاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Birbirine atfedilmiş الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ kelimeleri, atıf harfi وَ ’la نَبَاتَ ‘ye matuftur.
مُشْتَبِهاً kelimesi, الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ ‘ nin halidir. وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ tezat nedeniyle hal olan مُشْتَبِهاً ‘a atfedilmiştir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
قِنْوَانٌ ’ deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ [Zeytini ve narı…] Değerlerinin fazlalığına binaen hususi olanın umumi olan üzerine atfı kabilindendir. Çünkü bunlar en büyük nimetlerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
نَبَاتَ - خَضِراً - حَباًّ - النَّخْلِ - اَعْنَابٍ - الرُّمَّانَ - الزَّيْتُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَخْرَجْنَا - نُخْرِجُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مُشْتَبِهاً - غَيْرَ مُتَشَابِهٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede “Birbirinden farklı ya da birbirine uyumlu şeylerin kelamda cem edilmesidir.” şeklinde tarif edilen cem’u-l mu’telif ve-l muhtelif sanatı vardır.
Önceki ayet gibi başladığı için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Birbirine hem benzeyen hem de benzemeyen. (Bu benzeyiş ve benzemeyiş kaydı, yukarda istikrar (yerleşme) ve istida (emanet bırakma) ile ifade olunan birbirini takip etme ve zıtlaşma düsturunun mantık nokta-i nazarından daha açık bir ifadesidir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Suyun inmesi, bitkilerin, çimin çıkartılması, انزل [indirdi] اَخْرَجْنَا [çıkardık] diye geçmiş zaman kipiyle (mazi sıygasiyle) ifade edilmiş olduğu halde حَبّاً مُتَرَاكِباً [birbirine binmiş taneler] kısmı نُخْرِجُ kelimesini gelecek zaman kipiyle ve خَضِراً [yeşillik] kelimesinin sıfatı olarak bir potansiyel halinde gösterilmesi ve tomurcuğun, salkımların bu minval üzere bunlara atfedilmesi dikkate şayandır. Bununla Mekke’de bu ayetin indiği sırada İslam dininin henüz o çim, o tomurcuk misalinde olduğuna, Kur’an’ın gökden inen bir rahmet bulunduğuna müminlerin gelecekleri o cennetler ve olgunlaşmış meyveler gibi olacağına da işaret edilmiştir.(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Leys, Allah’ın kitabında geçen خَضِر (yeşil) kelimelerinin, “ekin” manasına geldiğini ve “her bitki yeşildir” denildiğini söylemiştir. Ben derim ki: “Allah Teâlâ, önceki ayette [Allah taneleri ve çekirdekleri yaratandır. (Enam Suresi, 95)] buyurarak bitkileri iki kısma ayırmıştır. Binaenaleyh taneden bitenler “ekin”; çekirdekten bitenler de “ağaç”tır. Bu sebeple Allah Teâlâ, bu taksimi burada da nazar-ı dikkate alıp [İçlerinden taze ve yeşil (bitkiler) meydana getirdik.] diyerek önce ekini zikretmiştir.
Zeccâc ise şöyle demiştir: “Allah Teâlâ ayette uzak salkımları zikretmemiştir. Uzak ve yakın salkımlardan birinin zikredilmesi diğerine de delalet eder. Çünkü birbirinin zıttı iki şeyden birinin zikredilmesi, diğerine de delâlet eder. Bu ayette de böyledir. Şöyle de denilmiştir: İnsana yakın olan nimet, daha mükemmel ve daha çok sayıldığı için Allah yakın olanı zikretmiş, uzak olanı zikretmemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Keşşâf sahibi şöyle der : قنوان kelimesi, mübteda olarak merfû; مِنَ النَّخْلِ kelimesi ise onun haberidir. مِنْ طَلْعِهَا kısmı ise مِنَ النَّخْلِ ifadesinden bedeldir. Buna göre sanki “Hurmadan yani onun tomurcuğundan olan salkımlar vardır.” denilmek istenmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ferrâ, “Hakk Teâlâ zeytun ve nar kelimeleriyle zeytin ile nar meyvelerini değil, zeytin ve nar ağaçlarını kastetmiştir.” demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Yüce Allah burada dört çeşit ağaçtan bahsetmiştir. Bunlar hurma, üzüm, zeytin ve nardır. Cenab-ı Hakk ekini, (hububatı) ağaçlardan önce zikretmiştir. Çünkü hububat gıdadır, ağaçların mahsulleri ise meyvedir. Gıda ise meyveden önce gelir. Allah hurmayı da diğer meyvelerden önce zikretmiştir. Çünkü hurma, Araplara göre gıda yerine geçer. Bir de hukemâ, hurma ile hayvanlar arasında diğer bitki çeşitlerinde bulunmayacak bir biçimde pek çok özellik bakımından benzerlikler bulunduğunu söylemişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ car-mecruru ve cümleye muzaf olan zaman zarfı اِذَا kelimesi اُنْظُـرُٓوا fiiline mütealliktir.
اِذَٓا ‘nın muzâfun ileyh cümlesi اَثْمَرَ ,müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيَنْعِه۪ cümlesi, اَثْمَرَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
ثَمَرِه۪ٓ - اَثْمَرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Ayetin son cümlesi, beyanî istînâf veya ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Ayetin başında söylenen hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek, muhatabın zihnine iyice yerleştirmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile Allah’ın insanlara bahşettiği nimetlere işaret edilmiştir.
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
لِقَوْمٍ car mecruru لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. اٰيَاتٍ ‘in nekre gelişi, nev, kesret ve tazim, قَوْمٍ ‘deki nekrelik ise muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يُؤْمِنُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari sıygada gelen cümle teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176)
Üç ayetin sonu; bilen, akleden, iman eden kavim şeklinde gelmiştir. Önce bilmek sonra akletmek ve iman gelmiştir.
Burada da, ذَلِكم işaret isminin kullanılması, işaret edilen hususun derecesinin yüksekliğin belirtmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
إنَّ في ذَلِكم لَآياتٍ cümlesi “düşün” emrinin illetidir. Buradaki إنَّ ta’lîl lam’ı manasındadır. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلُوا | ve yaptılar |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
3 | شُرَكَاءَ | ortak |
|
4 | الْجِنَّ | cinleri |
|
5 | وَخَلَقَهُمْ | halbuki onları O yaratmıştır |
|
6 | وَخَرَقُوا | ve icadettiler |
|
7 | لَهُ | O’na |
|
8 | بَنِينَ | oğullar |
|
9 | وَبَنَاتٍ | ve kızlar |
|
10 | بِغَيْرِ |
|
|
11 | عِلْمٍ | bilmeden |
|
12 | سُبْحَانَهُ | O münezzehtir |
|
13 | وَتَعَالَىٰ | ve yücedir |
|
14 | عَمَّا |
|
|
15 | يَصِفُونَ | onların nitelemelerinden |
|
Cin kelimesi ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri olan varlıkları ifade eder (bilgi için bk. Cin 72/1-3).Tefsirlerde cin kelimesinin “örtülü, kapalı, duyularla algılanamayan” şeklindeki sözlük anlamı dikkate alınarak âyetteki cin kavramının, belirtilen terim anlamı yanında, melekleri ve şeytanları da kapsadığı yönünde açıklamalar yapılmıştır. Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, zararlarından korunmak için tedbirler alır, hoşnutluklarını kazanmaya çalışır, bunun için cinler adına kurban keserlerdi. Ayrıca onlar, cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine, şeytanların da şairlere ilham verdiğine inanır; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı (İbn Âşûr, VII, 405). Nitekim başka âyetlerde de müşriklerin cinlere ve meleklere taptıkları (Sebe’ 34/41; Zuhruf 43/20), Allah ile görünmez varlıklar arasında nesep bağı kurdukları (Sâffât 37/158), melekleri Allah’ın kızları olarak düşündükleri (Nahl 16/57; Sâffât37/149; Zuhruf 43/16; Tûr 58/39) bildirilmektedir. İbn Âşûr’un kaydettiğine göre Câhiliye Arapları’nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah’ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı. Özellikle bu son inançta Mazdeizm’in iki tanrılı inancının etkisi olduğu düşünülmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre âyette, bu âlem ve orada olup bitenlerin iki ayrı tanrıya bağlı bulunduğunu, bunlardan birinin iyilik tanrısı, diğerinin kötülük tanrısı olduğunu ileri süren inanca işaret edilmiştir (XIII, 112-113). Nitekim İbn Abbas’a isnat edilen bir rivayette âyetin, Allah ve İblîs’in “iki kardeş” olduğuna, Allah’ın iyileri ve iyilikleri, İblîs’in de kötüleri ve kötülükleri yaratıp yönettiğine inanan “Zenâdıka” hakkında indiği belirtilmiştir (Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 165). İslâmî kaynaklarda, Mecûsîliğin Zend (Zend Avesta) isimli kutsal kitabına inananlara “Zendî” denildiği, Arapça’daki zındık (çoğulu zenâdıka) kelimesinin buradan geldiği belirtilir. Ayrıca, eski kaynaklarda bu tür düalist dinlere Sineviyye de (Seneviyye) denilmektedir. Sonuç olarak âyette bu şekilde Allah’tan başka gözle görülmeyen bazı varlıkların da ulûhiyyetine inananlar; özellikle putperestlik yanında Sâbiîlik, şeytanperestlik, Mecûsîlik ve kısmen Yahudilik’le Hıristiyanlığın tevhide aykırı inançlarından etkilenmiş olan Araplar’ın bâtıl itikatları eleştirilmiştir.
“Oysa onları da (görünmez varlıkları) Allah yaratmıştır” meâlindeki cümle, müfessirlerce “Halbuki bu varlıkları Allah’a ortak koşanların kendileri de onları Allah’ın yarattığını biliyorlardı” şeklinde anlaşılmıştır. Buna göre âyette müşriklerin, mahlûk olduğunu kabul ettikleri varlıkları hâlika ortak koşmalarının, böylece onlara ulûhiyyet tanımalarının bir çelişki olduğu ifade edilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 446-44
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. جَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru شُرَكَٓاءَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. شُرَكَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْجِنَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ haliyyedir. خَلَقَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَرَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru خَرَقُوا fiiline mütealliktir. بَن۪ينَ mef’ûlun bih olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir.
بَنَاتٍ atıf harfi وَ ’la بَن۪ينَ ’ye matuf olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. بِغَيْرِ car mecruru خَرَقُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. Takdiri, خرقوا له بنين وبنات جاهلين (Cahil kızlar ve erkekler onu uydurdular.) şeklindedir. عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
سُبْحَانَهُ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَعَالٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مَا müşterek ism-i mevsûl عَنْ harf-i ceriyle تَعَالٰى fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَصِفُونَ۟ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَصِفُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
لِلّٰهِ car-mecruru, mef’ûle takdim edilmiştir. Takdim, maksadın ona ait olduğunu belirtmek içindir. Çünkü inkâr; Allah’a ortak kılmaya yöneliktir. Genel olarak ortak kılmaya yönelik değildir.
Zikredilen hale taaccûb ve tebkît [azarlama, kınama] için de takdim yapılır. َوَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ [Allah’a cinleri şerik [ortak] koştular] ibaresinin aslı الْجِنَّ شُرَكَٓاءَ olmalıydı. Maksat azarlama olduğu için bu manayı daha iyi ifade etmek maksadıyla takdim yapıldı. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Aynı üsluptaki وَخَلَقَهُمْ cümlesi, قَدْ takdiriyle haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstînâfa matuf olan وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍ cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , durumun onunla ilgil olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Tezet nedeniyle birbirine atfedilen بَن۪ينَ - بَنَاتٍ şeklindeki iki mef'ûl arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
خَرَقُوا fiilinin failinden mahzuf hale müteallik بِغَيْرِ ‘nın muzâfun ileyhi olan عِلْمٍ ‘deki nekrelik kıllet, بَن۪ينَ - بَنَاتٍ kelimelerindeki nekrelik ise tahkir ifade eder.
Tefsircilerin beyanına göre buradaki “cin”, melekleri ve şeytanları da içine alan genel bir manada kullanılmıştır. İbni Abbas demiştir ki: “Cin kelimesi, istitardan (gizlenme, örtünme) türemiştir. Melekler ve bütün ruhaniler de gözle görünmezler ve sanki gözlerden gizli gibidirler. Bu yorum iledir ki İblis de cinden sayılır. Meleklere ve ruhanilere de cin denilmiştir.” Yukarda putlar ve yıldızlar gibi hissedilen ve fiziki şeylerden ortak kabul edenlerin, puta tapanların, yıldızlara ve heykellere tapanların sapıklıkları beyan olunduktan sonra burada da bunların felsefi kaynağı olan ruha tapanların sapıklıkları yani melekler, şeytan, akıl, nefis, madde, kuvvet, tabiat gibi gizli ve fizik ötesi sebeplere bağlananların ve bunları “üç tanrı” ve “aracı” sayanların sapıklıkları beyan olunmuştur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Ayette, لِلّٰهِ lâfza-i celâlinin شُرَكَٓاءَ kelimesinden önce getirilmesinin hikmeti: Arapların, en mühim hususu (cümle içinde) öne almalarıdır. Bundan dolayı bu önce getirmenin faidesi, ister melek ister cin ister insan ve isterse bunların dışında herhangi bir şey olsun, Allah’a herhangi bir ortağın koşulmasının, olmayacak bir iş olduğunu göstermektir.
Ben derim ki Yüce Allah (önce), İblis’i Allah’a şerik koşan bir kavimden, sonra da Allah’ın kızları ve oğulları olduğunu söyleyen diğer başka kavimlerden bahsetmiştir. Allah’ın oğulları olduğunu söyleyenler, Hristiyanlar ile bir grup Yahudidir. Allah’ın kızları olduğunu söyleyenler ise “Melekler, Allah’ın kızlarıdır.” diyen Araplardır. Hakk Teâlâ’nın, “bilmeden” ifadesi, bu görüşün bozukluğu ve yanlışlığı konusunda kesin delil olacak şeye adeta dikkat çekmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu cümlenin öncekilere atfı; kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. لِلَّهِ شُرَكاءَ ifadesine car-mecrurun mef’ûle takdimi önemi sebebiyle ve akıllarının yaptığı hataya şaşma manası içindir. Çünkü Allah’a ortak kıldıkları şeyler O’nun mahlukatıdır. Müşrikler cinleri Allah’ın yarattığını itiraf ediyorlardı. Bu takdim, muktezâ-i zâhire aykırıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
بِغَيْرِ عِلْمٍ tabirindeki ilimden maksat sahih ilimdir. Zorunluluk veya kanıta dayalı gerçekliğe uyan zihni bir yargıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. سُبْحَانَهُ ifadesi, takdiri نسبّح (Tesbih ederiz) olan fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
سُبْحَانَهُ itiraz cümlesidir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte تَعَالٰى fiiline mütealliktir. Sılası olan يَصِفُونَ۟ , hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sılanın muzari fiil sıygasında gelmesi şirk koşmanın bir defaya mahsus olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
تَعَالٰى ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında ألعلْوٌ istiare olmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fî Sûreti Meryem, s. 212)
سُبْحَانَهُ - تَعَالٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سُبْحَانَهُ cümle-i mûteriza olup zalimlerin iddialarının batıl olduğunu açıklar. Ebüssuûd şöyle der: سُبْحَانَ kelimesinin سبح ’dan türemiş, تفعيل kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyledir: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim.” (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Rum/40)
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَدِيعُ | yoktan var edendir |
|
2 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
3 | وَالْأَرْضِ | ve yeri |
|
4 | أَنَّىٰ | nasıl? |
|
5 | يَكُونُ | olabilir |
|
6 | لَهُ | O’nun |
|
7 | وَلَدٌ | çocuğu |
|
8 | وَلَمْ |
|
|
9 | تَكُنْ | yoktur |
|
10 | لَهُ | kendisinin |
|
11 | صَاحِبَةٌ | bir eşi |
|
12 | وَخَلَقَ | ve O yaratmıştır |
|
13 | كُلَّ | her |
|
14 | شَيْءٍ | şeyi |
|
15 | وَهُوَ | ve O |
|
16 | بِكُلِّ | her |
|
17 | شَيْءٍ | şeyi |
|
18 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Bedî‘ kelimesi Allah’ın ismi olarak kullanıldığında “Bir şeyi herhangi bir alete, temel maddeye, daha önce var olan örneğe, zaman ve mekâna ihtiyaç duymadan, yoktan ve eşsiz bir mükemmellikte yaratan” anlamına gelir ve sadece Allah için kullanılır. Bir önceki âyette müşriklerin, yüce Allah’ın birliğine ve kemaline aykırı düşen bâtıl inançları reddedilip, O’nun bu tür yakıştırmalardan münezzeh bulunduğu ifade buyurulduktan sonra bu âyette de tenzihin gerekçesi açıklanmıştır. Buna göre müşriklerin iddialarının aksine, gerek onların ulûhiyyet isnat ettikleri varlıkları gerekse bütün görünür ve görünmez mevcudatı, gökleri ve yeri kısaca bütünüyle evreni benzersiz bir şekilde yapıp yaratan Allah’tır. Bu durumda herhangi bir varlığı O’na ortak koşmak son derece anlamsızdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 448
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. بَد۪يعُ mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
بَد۪يعُ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ
اَنّٰى istifham ismidir. يَكُونُ fiilinin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
يَكُونُ nakıs, damme ile merfû muzari fiildir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi يَكُونُ ’nun muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
وَ haliyyedir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. Veya tam fiildir. لَهُ car mecruru تَكُنْ ’un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. صَاحِبَةٌ kelimesi تَكُنْ ’un muahhar ismi veya fail olup damme ile merfûdur.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
صَاحِبَةٌۜ kelimesi, sülâsi mücerredi صحب olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ haber olup damme ile merfûdur.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ izafeti takdiri هو olan mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur. الْاَرْضِ , muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezattır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
بَد۪يعُ kelimesi Kur’an’da 2 kere gelmiş ikisinde de göklerin ve yerin yaratılışı için kullanılmıştır.
Kurtubî der ki: O, gökleri ve yeri eşsiz yaratandır demek, tarifsiz ve örneksiz olarak gökleri ve yeri icat eden, yaratan, inşa eden ve güzel yapan demektir. Örneği olmaksızın bir şey inşa eden kimseye mübdi' denir. "Ehl-i bid'at" tabiri de bu köktendir. Bid’atı söyleyen kimse onu, herhangi bir İmamın söz veya fiili olmaksızın icat ettiği için bid'at ismi verilmiştir. Buhârî'de bulunan ‘’Bu (Ramazan orucunu tutmak), ne güzel bid’attır" hadisindeki bid'at kelimesi bu manada kullanılmıştır.
Kurtubi sonra şöyle devam eder: ‘’Yaratıklardan meydana gelen her bid'atın şeriatta aslı ya vardır veya yoktur. Eğer onun şeriatte aslı varsa, o övgüye layık bir bid'attır. Eğer bid’atın şeriatte aslı yoksa, o da kınanır ve inkâr edilir. Aşağıdaki hadis-i şerif bunu açıklamıştır:
Kim İslâm'da güzel bir çığır açarsa, ona, yaptığının mükâfatı ve o yolda gidenlerin mükâfatı kadar mükâfat verilir. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa ona, yaptığının günahı ve o yoldan gidenlerin günahı kadar günah yüklenir. (Müslim, zekat 69, Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 2/87 - Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda geldiği halde kınama ve taaccüb ifade eden cümle soru manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Sadaret hakkı nedeniyle takdim edilmiş zaman zarfı ve soru ismi اَنّٰى ’nın müteallakı olan كاَن ‘nin haberi mahzuftur. وَلَدٌ , nakıs fiil كاَن ’nin muahhar ismidir.
Veya يَكُونُ tam fiildir. Mübteda olan soru isminin haberi olmuştur. Bu durumda وَلَدٌ kelimesi يَكُونُ fiilinin faili olur. Car mecrurun faile takdimi söz konusudur.
أَنَّىٰ kelimesi كَيْفَ [nasıl] manasında zarfiyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَدٌ ’deki nekrelik herhangi bir manasında kıllet ve tahkir içindir.
Hal cümlesi olan وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌ menfi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ car mecruru nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. صَاحِبَةٌ , muahhar mübtedadır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
يَكُونُ - لَمْ تَكُنْ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ cümlesiyle لَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌ cümlesi arasında, mukabele sanatı vardır.
وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ cümlesi atıf harfi وَ ‘la hal cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)
شَيْءٍ ’deki nekrelik, kesret, nev ve tazim ifade eder.
صَاحِبَةٌ ‘deki nekrelik, herhangi bir manasında nev ve kıllet ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
خَلَقَ - بَد۪يعُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Hal cümlesi menfi muzari veya mazî fiil olduğu zaman وَ ’ın zikri de hazfı de caizdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ‘la hal cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
هُوَ mübteda, عَل۪يمٌ haberdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِكُلِّ شَيْءٍ ,umum ve şümul için, amili olan عَل۪يمٌ ‘a takdim edilmiştir. Bu takdim, O’nun ilminin her şeyi kapsadığını ifade eder. Yani O, her şeyi bilir, bilmediği hiçbir şey yoktur.
شَيْء ’deki nekrelik, kesret ve nev ifade eder.
عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
بِكُلِّ شَيْءٍ ibaresinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Bu tezyîl cümlesi, önceki manayı pekiştirmek için gelmiş ıtnâb sanatıdır.
Bu cümle; muhataba Allah Teâlâ’nın bazı sabit kemal sıfatlarını öğretmek için gelmiş bir tezyîl cümlesidir. İfade ettiği sıfat dolayısıyla وخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ cümlesine matuftur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
Ayette teşâbüh-i-etrâf sanatı vardır. Burada ilk bakışta ayetin وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ [O, herşeye kâdirdir] şeklinde bitmesi uygunmuş gibi düşünülebilir. Ama biraz dikkat edilince siyakta zikredilen arzın ve semanın yaratılışı, ulvî ve suflî âlemlerdeki tasarrufu, ölüleri diriltmesi sonra öldürüp tekrar diriltmesi, bütün bunların her şeyi kuşatan kâmil bir ilmi gerektirmesi dolayısıyla ayetin kudret değil ilimle bitmesinin daha münasip olduğu anlaşılır.
Ebu Hayyân şöyle der; Yüce Allah kendini عَلَّام , عَلِيم , عَالِم vasıflarıyla vasıflandırdı. Bu son iki vasıf mübalağa ifade eder. Araplar, aşırılığı pekiştirmek için عَلَّام kelimesinin sonuna ة ilave ederek عَلَّامة derler. Kelimenin bu şekliyle Allah için kullanılması caiz değildir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Allah’ın nimetleri, kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara hatırlatılmaktadır. Ayet, Allah’ın sonsuz kudretinin eşsiz olduğu, yoktan var etmenin sadece onun elinde olduğu anlamlarını da içererek tevhide ve ibrete delil teşkil etmektedir. Bütün bu anlamlara ilaveten ayetin, insanın hesaba çekileceği gerçeğine de işaret etmesi, “bir mana için gelen kelâmın içine başka bir mana daha sokmak” şeklinde tarif edilen idmâc sanatıdır.
Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin fasılalarındaki و- نَ , ي - م harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir.
Herkesin günlük hayatta kullanmayı sevmediği kelimeleri vardır. Benim için o kelimelerden biri “tesadüf”dür. Yaşanılan hiçbir şeyin tesadüf olduğuna inanmıyorum. İnsan yaşadığı her şeyin arkasındaki sebebi dillendirmek istediği için sebebini anlamadığı kesişen olay ve vakitler birliğine, tesadüf deyip geçmeyi tercih eder. Bir nevi kolaya kaçmak, tam açıklanamadığı için tıkanmışlıkları açmak için söylenen basit bir kelime. O yüzden de en sevdiğim kelimelerden biri “tevafuk”tur. Yaşanılan her anın arasındaki uyumu hatırlatan o güzel kelime.
Yoldayken karşılaştığımız tanıdıklar, hiçbir sebep yokken aklımıza gelenler, kurduğumuz hayaller, hüzünlendiren veya sevindiren anıları hatırladığımız vakitler, gönlümüzden geçirdiğimiz ufak istekler, görünmeyen sebepler yüzünden hissettiklerimiz, bir gün bir yerde sadece on dakikalığına da olsa ömürlük dost gibi sohbet edip bir daha görmediklerimiz, sadece ihtiyaç anımızda bize yardım etmek için hayatımıza girenler, şu an yanımızda olmayan ama bir zamanlar sevdiklerimiz, aldığımız kararlar, hayatımızı değiştiren imtihanlar ve bir anda imtihanına ortak olup, imtihanı imtihanımız olanlar.
Bazen yaşadıklarımızın arkasında gizlenen sebepler yıllar sonra ortaya çıkarken bazen de o sebebin ortaya çıkması için ömür yetmez. Bazen sebep ortadayken bize görmek nasip olmaz, bazen de kanıtlayamasakta sebebi gönlümüze doğar. Bunaldığında kalbini Rabbine yaklaştırıp “Allahuekber! Rabbim her şeyden haberdar” demek bile yeter o sıkıntıları boşluğa süpürmeye.
Allahım gönlümüzü imanınla ve sevginle güçlendir. Öyle ki yaşadıklarımız kalbimize tesir edip, kirletmesin düşünce ve duygularımızı. Bugünlerimizi aratma. Her anımızda, mutluluğumuzda ve hüznümüzde, ilk Senin kapına koşmamızı nasip et. Ettiğimiz ilk teşekkür Sana, çaresizlikle çağırdığımız ilk yardım Sen ol. Sev bizi ya Rab. Sevdiklerine sevdir. İki cihanda da sevindir bizi.
Amin.
***
Allah’ın kudretiyle alemde her şey belli bir düzen ve uyum içinde akıp gitmektedir. Bu düzenin korunması için de devamlı bir değişimin olması şarttır. Gözle görülür değişimler olduğu gibi gözle görülmeyenleri de vardır.
Canlı ve cansız her varlığın özelliklerinde bazı kutuplar bulunmaktadır. Bir kutuptan diğerine geçerken çeşitli değişimler gerçekleşir. Gözle görülen değişimler dikkate alınmadığı zaman, göz önünde gerçekleşmeyen adımlarla birden son gelir.
Buna; atılan tohumun filizlenmesi, kurumuş ağacın çiçeklenmesi, toplanan bulutların çakması, korunmamış yiyeceğin küflenmesi, beklenen bebeğin doğması, hastalıkların açığa çıkması ve son nefesin verilmesi gibi birçok örnek verilebilir.
Son değişimlerle beraber aniden ulaşılan her kutup, insana ibrettir. Dünya hayatının geçiciliğini ve farkedilir değişimlerin önemini hatırlatır. Önemsenmeyen değişimlerin arkası kesilmeyecek hissinin bir yanılgıdan ibaret olduğu ispatlar.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Son ana kadar bekleme hatasına düşerek; dünya hayatında kendi eliyle zorlanmaktan veya diriliş günü pişman olmaktan muhafaza buyur. Bizi yeryüzünde gördüklerimizden ve kendi yaşantılarımızdan ibret alanlardan ve düşünmesini bilenlerden eyle. Gözle görülür değişimleri ciddiye alarak elinden geldiğince hazırlananlardan ve iki cihanda da kazanan kullarından eyle.
Amin.