5 Nisan 2024
Bakara Sûresi 197-202 (30. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 197. Ayet

اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ  ...


Hac (ayları), bilinen aylardır.Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْحَجُّ Hac ح ج ج
2 أَشْهُرٌ aylardadır ش ه ر
3 مَعْلُومَاتٌ bilinen ع ل م
4 فَمَنْ kim
5 فَرَضَ farz ederse (kendisine) ف ر ض
6 فِيهِنَّ onda (o aylarda)
7 الْحَجَّ haccı ح ج ج
8 فَلَا yoktur
9 رَفَثَ kadına yaklaşmak ر ف ث
10 وَلَا ve yoktur
11 فُسُوقَ günaha sapmak ف س ق
12 وَلَا yoktur
13 جِدَالَ kavga etmek ج د ل
14 فِي
15 الْحَجِّ hacda ح ج ج
16 وَمَا ne varsa
17 تَفْعَلُوا yaptığınız ف ع ل
18 مِنْ
19 خَيْرٍ iyilikten خ ي ر
20 يَعْلَمْهُ onu bilir ع ل م
21 اللَّهُ Allah
22 وَتَزَوَّدُوا ve yanınıza azık alın ز و د
23 فَإِنَّ şüphesiz
24 خَيْرَ en hayırlısı خ ي ر
25 الزَّادِ azığın ز و د
26 التَّقْوَىٰ takvadır و ق ي
27 وَاتَّقُونِ ve benden sakının و ق ي
28 يَا أُولِي sahipleri ا و ل
29 الْأَلْبَابِ akıl ل ب ب

Hac ayları Şevval, Zilkâde, Zilhicce aylarıdır. Hac günleri ise Zilhicce’nin 8’i ile 13’ü arasıdır. 

İslam'da cidal yoktur, münazara vardır. Kendi üstünlüğünü değil, hakkın üstünlüğünü ortaya koyma çabası vardır. TDV İslam Ansiklopedisi'nden CİDAL maddesi okunabilir. (YUSUF ŞEVKİ YAVUZ, "CEDEL", TDV İslâm Ansiklopedisi,   (04.11.2019).)

https://islamansiklopedisi.org.tr/cedel

Bu yasaklar hep nefisle alakalı şeylerdir. Cinsel ilişki; fısk Allah’a isyan; cidal de, karşındaki insana “hayır ben haklıyım” demek, insana isyan. İhramlıyken bunları yapmamak gerek. Hac ve umre bir anlamda nefis terbiyesidir.

Azık kelimesi Kur’ân’da sadece burada iki kere geçmiştir. Hacca ve umreye giderken azık olarak yiyecek, içecek hazırlamak lazım ama azığın en hayırlısı takvadır, yani önce nefsi hazırlamak gerekir. Bunlardan vaz geçebilmelisin.

اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ

 

İsim cümlesidir.  اَلْحَجُّ  mübteda olup damme ile merfûdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, أشهر الحجّ (Hac ayı) şeklindedir. اَشْهُرٌ  haber olup damme ile merfûdur. مَعْلُومَاتٌ  kelimesi اَشْهُرٌ ’ un sıfatı olup damme ile merfûdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَن  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

فَرَضَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mahallen meczumdur. فِیهِنَّ  car mecruru  فَرَضَ  fiiline mütealliktir.  الْحَجَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ  gibi ismini nasb, haberini ref eder.

رَفَثَ  kelimesi  لَا nın ismi olup fetha üzere mebni, mahallen mansubdur. لَا فُسُوقَ  ve  لَا جِدَالَ  kelimeleri atıf harfi  وَ  ile  رَفَثَ ‘ ye matuftur.  فِی ٱلۡحَجِّ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَعْلُومَاتٌ  , sülâsi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ 

 

وَ  atıf  harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, amili  تَفۡعَلُوا۟ ‘ nun mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَفۡعَلُوا۟  şart fiili olup,  نَ ‘ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ  beyaniyyedir. مِنْ خَيْرٍ  car mecruru  مَا ’ nın mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَعْلَمْهُ اللّٰهُ  cümlesi şartın cevabıdır.

یَعۡلَمۡهُ  sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ٱللَّهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. 

 

وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  تَزَوَّدُوا۟  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, ما يبلّغكم لسفركم (sizi sefere ulaştıracak) şeklindedir.

فَ  ta’liliyyedir. İsim cümlesidir. إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

خَیۡرَ  kelimesi  إِنَّ ‘ nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. ٱلزَّادِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ٱلتَّقۡوَىٰ  kelimesi  إِنَّ ‘ nin haberi olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. ٱلتَّقۡوَىٰ  Maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَزَوَّدُوا۟  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındandır. Sülâsîsi  زود ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. اتَّقُونِ  fiili  نَ ’ un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نَ  vikayedir. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَٓا  nida harfidir. أُو۟لِی  münada olup, cemi müzekker salime kelimelere mülhak olduğundan nasb alameti  ی ’ dir. Sonundaki  ن  izafet nedeniyle düşmüştür. ٱلۡأَلۡبَـٰبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقُونِ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır.İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي  iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت ' ye dönüşmüş إتّقي olmuştur. 

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 


اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi;  müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَعْلُومَاتٌ  kelimesi haber olan  اَشْهُرٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ [Hac bilinen aylardır.] ifadesinde zamana isnad alakasıyla mecazî isnad sanatı vardır. Çünkü hac değil, haccın vakti belirli aylardır.

Aklî mecaz isnadda olur. Aslında aklî mecazda lafız, hakiki lügat manasında kullanılır. Ancak fiil, hakiki failine veya mef‘ûlüne isnad edilmez. Onun için buna mecazî isnad denir. 

Çünkü hac bir fiildir. Fiiller bizatihi aylardan ibaret olamazlar. Öyleyse zaruret icabı burada, o ayların vaktinin kastedildiği anlaşılmış olur. Meselâ “Sana öğlen namazı gelirim.” denilir. Öğle namazı vakti kastedilir. Hz. Peygamber (s.a.v) “Namaz nerede bana ulaşırsa teyemmüm alıp namaz kılarım.” buyurmuş ve namaz vaktinin girmesini kastetmiştir. Burada kastedilen aylar Şevval, Zilkade ve Zilhiccenin ilk on günüdür. Bu ayette ayların isimleri zikredilmemiştir. Çünkü geçmişten aldıkları bilgilerle bu ayların tarihlerini zaten biliyorlardı. Ancak onlar ertelemeye (nesî) kalkışıyorlardı. Bunun üzerine hac aylarının bilinen aylar olduğu konusunda uyarıldılar. İki aydan biraz fazla zaman için aylar ifadesi kullanılmıştır. Çünkü bu onların yukarıda tamamlanabileceği en büyük miktardır. Bir şeyin adının kendinden fazlasına kullanılması dilde var olan bir olgudur. Mesel: birisi daha üçüncü günün içinde olduğu halde “Falancayı üç gündür göremiyorum ” diyebilir. Bu ayların Şevval, Zilkade ve Zilhicce’nin dokuz günü olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü hac kurbanın ikinci gününün fecri ile biter. Bu da onuncu gündür. On diyenler, on geceyi kast etmişlerdir. Çünkü kurban gecesinde de Arafat’ta vakfe yapmak sahihtir ve haccı idrak etmiş sayılır. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ 

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

Şart üslubunda gelen cümlede  مَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ  cümlesi, şarttır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet mazi fiil sıygasındaki حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ  cümlesi mübtedanın haberidir. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

فَ  karinesiyle gelen  فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجّ  şeklindeki cevap cümlesi, cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  رَفَثَ kelimesi  لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  فِی ٱلۡحَجِّ ’ nin müteallakı olan  لَا ’nın haberi mahzuftur.

فُسُوقَ  ve  جِدَالَ  kelimeleri masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

ف۪يهِنَّ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  هِنَّ  zamirinin aid olduğu hac zamanı, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü hac ayları, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. فِی ٱلۡحَجِّ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde de istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla bir eylem olan hac, içine girilebilen bir şeye benzetilmiş,  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü hac, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Haccın önemini mübalağalı olarak ifade için bu üslup kullanılmıştır.

لَا فُسُوقَ  ve  لَا جِدَالَ  ifadeleri atıf harfi  وَ  ile  رَفَثَ ‘ ye matuftur. Atfedilen kelimeler arasındaki cihet-i camia tezayüftür. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Arapça'da  فَ  harfiyle başlayan fiillerde ayrılma, çıkma, kopma anlamları vardır.

Nefy harfi  لَا ’ nın tekrarı, olumsuzluğu tekid etmek için yapılan ıtnâbtır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

ٱلۡحَجَّ  ayette siyaktaki önemine binaen üç kez tekrarlanmıştır. Bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede  ٱلۡحَجَّ  kelimesinin zamir yerine zahir isimle tekrarlanması, hac ibadetinin kurallarına, hükmünün şanına gösterilmesi gereken itinanın kemâli için izmar makamında izhar olarak gelmiştir.(https://tafsir.app/aljadwal/2/197)

Arap dilinde  فسقَ , “çirkin bir çıkış” anlamına gelir. Buradan hareketle, deliğinden fesat yapmak üzere çıktığı için fareye, فُوَيسِقَ  diye isim verilmiştir. Hurma, kabuğundan dışarı çıktığında, فسقت الرطبة [taze hurma kabuğundan çıktı] denmiştir. Çünkü bu durum, hurmaların fesada uğradığını [bozulduğunu] gösterir. Bu tanımdan hareketle, büyük bir günah işleyerek Allah'a itaatten çıkmaya, فسقَ  ismi verilmiştir. (Ebû Hilâl el-Askeri, El-Furûg fi’l-Luğa)

فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ  cümlesinde, işin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için zamir yerine Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir. Bu ayette yasaklar olumsuz cümle şeklinde ifade edilmiştir. Bu üslup daha vurguludur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

Hac vakti, bu bilinen ve kararlaştırılmış olan aylar olunca [Her kim bu aylarda haccı farz kılar;] yani ihram, telbiye veya kurbanlık göndermekle kendine gerekli kılarsa, [artık hac günlerinde ne cinsel ilişki veya cinsel ilişki ile ilgili sözler, ne yasak şeyleri işlemekle şer'î sınırlardan çıkmak, ne de hizmetçileri veya arkadaşları ile mücadele ve tartışma] hiçbiri yoktur. Sadece aslında yasak ve çirkin olan şeylerden başka normal durumlarda mübah olan şeylerin bir kısmı da hacda yasaktır. Hac böyle tam bir temizlik, tam bir bağlılık ve eşitlik üzere bir uyum ve düzen içinde yapılmalıdır. Burada haccın ahlakî gereklerine kapsamlı bir tenbih vardır ki geniş açıklaması, fıkıh ve hac ibadeti ile ilgili kitaplarda aranmalıdır. Böylece hacda namaz, oruç ve zekatta bile bulunmayan ferdî (bireysel) ve sosyal bir nefis terbiyesi, bir ahlakî alıştırma hikmetleri bulunduğu unutulmamalıdır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

İbnü’l Arabî ayet-i kerimedeki ( فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِی ٱلۡحَجِّ ) ibaresiyle ilgili şu ifadelere yer verir: Bu ibare, cinselliği nefy değildir, ayet onun meşruiyetini nefyeder. Allah’ın haberlerinin de gerçeğe aykırı olması caiz değildir. Buradaki nefy, cinselliğin duygusal /hissî olarak değil, şer‘î olarak yasaklanmasıdır. Alimler bu inceliğe dikkat etmeyerek şöyle demişlerdir: “Haber nehiy anlamındadır.” Böyle bir şey kesinlikle yoktur, olması da doğru değildir. Çünkü ikisi hakikaten farklı şeylerdir ve nitelik olarak birbirlerinden ayrılırlar.” 

İbnü’l-Arabî, düşüncesini örneklendirmek için şu ayet-i kerimeyi delil olarak sunmaktadır: وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ [Boşanmış kadınlar kendileri için üç hayız / temizlik süresi beklerler.] (Bakara 2/228) Ona göre boşanan kadınların evlenmeden önce üç hayız / temizlik süresi beklemeleri şer‘î bir gereklilik olup hissi değildir. Çünkü vakıada bazı kadınlar hissi olarak sabredememektedirler. Bu durum da boşanan kadınların iddet süresince evlenmemelerinin hissi anlamda değil şer‘î anlamda bir gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır.

İbnü’l-Arabî, cinselliğin insanda hissî olarak bulunabileceğini, ayet-i kerimenin ise bunun fiili olarak yapılmasını yasakladığını ifade ederek, haber cümlesinin nehiy ifade eden inşâî anlamında kullanıldığını reddeder.

Meydânî ise İbnü’l-Arabî’ye şu ifadeleriyle itiraz eder: “İbnü’l-Arabî’nin söylediği kabul edilmesi mümkün bir görüştür. Ancak nefyin nehiy anlamında kullanılması insanlar arasında yaygın bir durumdur. Bu duruma birçok belâgî gerekçe kapı aralamaktadır. Bunlardan bir tanesi de muhataba yumuşak davranmaktır.Mesela ev sahibi misafirlerine: “Kanepelerin üzerinde uyunmaz, yemek odasının dışında yemek yenmez ve odalara ayakkabıyla girilmez” der. Ev sahibi misafirlerine yumuşak davranarak haber üslubuyla nehyetmektedir.”

Konuyla ilgili bazı alimlerin fikirlerine bakıldığında Meydânî’nin, onların düşüncesine yakın bir tutum sergilediği görülmektedir. Zemahşerî’ye göre nefy sıygasının kullanılmasından kasıt, ayette sayılan şeylerden kaçınma zaruretine işaret etmektir. Ayrıca İbn Kesîr (ö. 774/1373) ve Ebû Amr (ö. 154/771) ayette ilk iki olumsuzluğu cinsini nefyeden  لا  değil  لَيْسَ  ‘ye benzeyen  لا  olarak merfû okumuşlardır. Ebû Amr’dan rivayet edildiğine göre kendisi, bu ibareyi, لَا يَكُونُ رَفَثٌ وَ لَا فُسُوقٌ  olarak takdir etmiştir. Kelam burada bitmiş ve yeni bir cümleye başlanarak bu kez cinsini nefyeden  لا  ile  وَلَا جِدَالَ denmiştir. Dolayısıyla haberin her iki kıraate göre de nehiy ifade ettiği belirtilmiştir. Çağdaş müfessirlerden Sâbûnî’ye göre de ayet-i kerime nefy sıygasıyla gelmiş olsa bile nehiy ifade etmektedir. Nefy formundaki nehiy, bir kimseyi açık lafızlarla nehyetmekten daha belîğdir. (İbrahim Kara, Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Belâgat İlmine Katkıları)

وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı ol duğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen terkipte şart ismi olan  مَا , mukaddem mef’ûldür. Müspet muzari fiil sıygasındaki  تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ  cümlesi, şarttır. 

خَيْرٍ  deki nekrelik, muayyen olmayan nev ifade etmiştir. مِنْ  beyaniyyedir. مِنْ خَيْرٍ  car mecruru  مَا ’ nın mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  يَعْلَمْهُ اللّٰهُ  , meczum muzari sıygada gelmiş hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir. 

Cümlelerde fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

تَفْعَلُوا - يَعْلَمْهُ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Fiilin mef’ûlü mahzuftur. 

فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ  cümlesine dahil olan  فَ  ta’liliyedir. Tezyil hükmündeki cümle  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ’nin ismi olan  خَيْرَ الزَّادِ  izafeti, sözü kısaltmış ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Bu izafet sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir. Bu üslup, mübalağa içerir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

Müsnedün ileyh olan  خَيْرَ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238) 

إِنَّ ’nin haberi olan  التَّقْوٰىۘ ‘nın  ٱل  takısıyla marife gelmesi bu özelliğin kemal derecede olduğuna işaret eder. Ayrıca masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

تَزَوَّدُوا۟ - ٱلزَّادِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ [En hayırlı azık takvadır.] ifadesinde istiare vardır. Takva, insanın olmazsa olmaz ihtiyacı olan azığa benzetilmiştir. Câmi’ her ikisine olan mutlak ihtiyaçtır. Azık dünya için, takva ahiret için gerekli olandır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette geçen  الزاد  kelimesi yiyecek, içecek, giyecek, binecek ve diğer ihtiyaçlara harcanacak mal demektir ki dilimizde "levazım" denir. Bunun azık diye tercümesi de bilinmektedir. Gerçi azık, daha çok yiyecek ve içeceğe denmektedir. Fakat  الزاد  da bu şekilde kullanılmaktadır. Çünkü bunlar en zorunlu olanlarıdır. Deniyor ki; Yemenliler hacca azıksız olarak gelirler ve "Biz Allah'a tevekkül ediyoruz, O'na güveniyoruz." derler, neticede halka yük olurlardı. Bu bölüm onlar hakkında inmiş, dilencilikten ve halka yük olmaktan korunup sakınmaları için azık edinme emri verilmiştir. Bu şekilde bu ayet-i celile gösteriyor ki takva, istenilen şeylerin en özelidir. Her fenalıktan korunup takva mertebesine ermek için de azığını ve gerekli şeylerini hazırlamak lazımdır. Bunu hazırlamayan ve hazırlamak için çalışmayanlar, ihtiyacın sevki ile kötülüğe düşebilirler. Aynı zamanda insanların diğer azıkları ne kadar bol olsa, takva hisleri bulunmadıkça yine mutlu olamazlar, kötülükten korunamazlar, helak edici şehvetlere bir ihtiyaç gibi atılırlar.(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

ٱلزَّادِ [Azık kelimesi] Kur’an’da sadece burada iki kere geçmiştir. Hacca ve umreye giderken azık olarak yiyecek, içecek hazırlamak lazım ama azığın en hayırlısı takvadır, yani önce nefsi hazırlamak gerekir. 


 وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ

وَ , atıf harfidir. Cümle atıf harfi  وَ ‘la   وَتَزَوَّدُوا۟  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Fiilin sonundaki mef’ûl mütekellim zamiri, tahfif için hazfedilmiştir. Vikaye nunundaki esre, bu zamirden ivazdır. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Lafz-ı celâlden mütekellim zamirine iltifat sanatı vardır.

İstînâfiyye olarak gelen  يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ   cümlesi nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.  يَٓا  nida,  اُو۬لِي الْاَلْبَابِۚۛ  münadadır. Müzekkerin müennesi de kapsadığı bu nidada tağlib sanatı vardır.

ٱتَّقُونِ - ٱلتَّقۡوَىٰۖ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ  [Ey saf akıl sahipleri, benden korkun] çünkü aklın hükmü Allah'tan korkmak ve ondan çekinmektir. Onları takvaya özendirdi, sonra da bundan maksadın Allah’u Teâlâ olmasını emretti ki, ondan başka her şeyden el çeksinler. Nefsî arzulardan arınmış saf aklın gereği de budur. Bunun içindir ki, özellikle akıl sahiplerine böyle hitap etmiştir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ  [Benden sakının ey akıl sahipleri.] Yani; ‘’Benden korkun, hesabımdan sakının, ey kendilerine mahlûkatta yarattığım en üstün nimeti yani aklı verdiğim kullarım!’’ Bir şeyin özü onun en has noktasıdır. ‘’Size doğruyu yanlıştan ayırt etmeye yarayan, tedbirin madeni olan aklı verdim.’’ Akıl sayesinde takva ve tefekkür de kolay hale gelir. Bu yorumun doğruluğuna dair delil şudur: Azık hazırlama ifadesi mutlak olarak verilse de “Azıklanın, en hayırlı azık takvadır.” ifadesi ona atfedilmiştir. فَ  harfi ikinci cümleyi birinciye bağlamakta ve birbirleriyle irtibatlı olduklarını göstermektedir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bakara Sûresi 198. Ayet

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْۜ فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ  ...


(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin.Onu, size gösterdiği gibi zikredin. Doğrusu siz onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ yoktur ل ي س
2 عَلَيْكُمْ sizin için
3 جُنَاحٌ bir günah ج ن ح
4 أَنْ
5 تَبْتَغُوا aramanızda ب غ ي
6 فَضْلًا lutfunu ف ض ل
7 مِنْ
8 رَبِّكُمْ Rabbinizin ر ب ب
9 فَإِذَا zaman
10 أَفَضْتُمْ ayrılıp akın ettiğiniz ف ي ض
11 مِنْ -tan
12 عَرَفَاتٍ Arafat-
13 فَاذْكُرُوا anın (hatırlayın) ذ ك ر
14 اللَّهَ Allah’ı
15 عِنْدَ yanında ع ن د
16 الْمَشْعَرِ Meş’ar-i ش ع ر
17 الْحَرَامِ Haram ح ر م
18 وَاذْكُرُوهُ O’nu anın ذ ك ر
19 كَمَا gibi
20 هَدَاكُمْ sizi hidayet ettiği ه د ي
21 وَإِنْ ve
22 كُنْتُمْ siz idiniz ك و ن
23 مِنْ
24 قَبْلِهِ O’ndan önce ق ب ل
25 لَمِنَ
26 الضَّالِّينَ sapıklardan ض ل ل

Ticaretten kazancın “Rabbinizden bir ihsan“ olarak nitelendirilmesi özellikle “kazandığınız her kuruşu size Rabbinizden bir iyilik olduğu için kazanıyorsunuz” fikrini sağlamlaştırmak içindir.

Arafat kelimesi, arefe fiilinden gelir. 

Meş’ari’l Haram; Mina ve Müzdelife bölgeleridir. Meş’ar, şuur kelimesinin türevidir. Meş’ari’l Haram, şuurlu olduğumuz vakitler, yer demektir.

Hacca Allah’a ibadet için gitmiş olsanız da, orada ticaret yapmanızda sizin için bir günah yoktur.

Leyese ليس :

  Değil/yok/mevcut olmamak anlamındaki لَيْسَ , muzari ve emir sigası bulunmayan yani câmid fiildir. İsim cümlesinden önce de fiil cümlesinden önce de gelebilir. لَيْسَ'nin olumsuzluğu şimdiki zaman içindir. (Arap Dilinde Edatlar-Dağarcık)

  Kuran’ı Kerim’de fiil formunda 89 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

Meş’ari’l Haram; Mina ve Müzdelife bölgeleridir. Meş’ar, şuur kelimesinin türevidir. Meş’ari’l Haram, şuurlu olduğumuz vakitler, yer demektir.

Sözlükte “bilmek, hissetmek” anlamındaki şuûr kökünden ism-i mekân olan meş‘ar (çoğulu meşâir) kelimesi, aynı kökten türeyen ve Allah’a kulluğun açık alâmet ve işaretleri olan “şeâirin, ibadetlerin eda edildiği yer” mânasına gelir. Meş‘ar, yine “bilmek” mânasındaki ilm kökünden türemiş ma‘lem (çoğulu meâlim) ile eş anlamlı olup her ikisi aynı zamanda “bir şeyin kendisiyle bilindiği işaret” karşılığında da kullanılır. Meş‘ar-i Haram terkibindeki harâm kelimesi, buranın Harem bölgesi içinde bulunduğunu veya hürmet gösterilmesi gereken bir yer olduğunu belirtir (https://islamansiklopedisi.org.tr/mesar-i-haram). 

Efadtum kelimesinin kökü feyz olup suyun akıp taşması demektir. Feyyaz çok cömert demektir (çokça vermesi suyun akıp taşmasına benzetilmiştir). Ayette Arafat’tan inmek için efadtum denmiş, kalabalığın akın halinde inmesi suyun akışına benzetilmiştir.

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْۜ


İsim cümlesidir. لَیۡسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref, haberini nasb eder. 

عَلَيْكُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جُنَاحٌ  kelimesi  لَيْسَ ’ nin muahhar ismi olup, damme ile merfûdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mukadder  في  harf-i ceriyle   جُنَاحٌ ‘ un mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

تَبْتَغُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فَضْلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  تَبْتَغُوا   fiiline veya  فَضْلاً ’ in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَبْتَغُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ 


فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

إِذَاۤ  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup, cevabı  اذْكُرُوا  olan fiile mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَفَضْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَفَضْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ عَرَفَاتٍ  car mecruru  اَفَضْتُمْ  fiiline mütealliktir. 

فَ  harfi  اِذَٓا ‘ nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

اذْكُرُوا  fiili  نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  عِنْدَ  mekân zarfı  اذْكُرُوا  fiiline mütealliktir. الْمَشْعَرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْحَرَامِ   kelimesi  الْمَشْعَرِ ’ nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَضْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  فيض ’ dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اذْكُرُوهُ  fiili  نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. ما  ve masdar-ı müevvel, كَ  harfi ceriyle  ٱذۡكُرُو  fiiline mütealliktir. Takdiri, لأجل هدايته إيّاكم (Size hidayet etmesi için )şeklindedir. 

هَدٰي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. Muttasıl zamir  كُمۡ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’ dir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamir  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِّن قَبۡلِهِ  car mecruru ٱلضَّاۤلِّینَ ‘e veya ona delalet eden lafza mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.

مِنَ ٱلضَّاۤلِّینَ  car mecruru  كَانَ ’ nin mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti  ى ‘ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Bir görüşe göre ayetin anlamı şöyledir: Sizi Hak dine hidayet ettiği için O’nu şükürle zikredin. Önceden bu hidayetin yolunu bilmiyordunuz. إِن  edatı burada  قَدْ  anlamında kesinlik ifade etmektedir. لَ  da pekiştirmek için gelmiştir. Bir görüşe göre buradaki  إِن nefiy, لَ  ise istisnadır. Bundan önce yolu şaşırmıştınız. اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا [Rabbimizin vaadi ancak gerçekleşecektir.] [İsrâ 17/108] Ayetinde de olduğu gibi. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

لَ  harfi, اِنَّ ’den hafifletilen  اِنْ ’in diğer  اِنْ ’ lerden ayırt edilmesi için, haberinin başına getirilen farika (ayırt edici) lamdır.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ٱلضَّاۤلِّینَ , sülâsi mücerredi  ضلل  olan fiilin ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil  لَيْسَ ’ nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جُنَاحٌ  muahhar ismidir. 

جُنَاحٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْ   cümlesi, masdar tevili ile takdir edilen  في  harf-i ceriyle  جُنَاحٌ ‘ un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın ve harf-i cerin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  تَبْتَغُوا  fiiline veya  فَضْلاً ’ in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

تَبْتَغُوا  fiilinin mef’ûlü olan  فَضْلاً ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. 

رَبِّكُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâf olan  كُمْ  zamiri dolayısıyla muhataplar, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet, Allah Teâlâ’nın onları rububiyet vasfıyla desteklediğinin işaretidir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde, رَّبّ  isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Böyle takva hissi ile ihtiyaçlarınızı iyi hazırlamak ilâhî emir ve tam akıl gereği olduğu için, Rabbinizin herhangi bir lütuf ve ihsanını istemenizde size hiçbir vebal ve günah yoktur. Yani hac aylarında bile kazanç ve ticaretle rızıklarınızı, ihtiyaçlarınızı kazanmaktan yasaklanmış değilsiniz. Geçen emirlere uymak şartıyla hac ticarete, kazanca engel değildir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 


فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ


فَ , istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir.  اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi  اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap olan  فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْحَرَامِ  kelimesi  الْمَشْعَرِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ  ifadesinde istiare sanatı vardır.  اَفَضْتُمْ , aslında suyun sel gibi akması manasındadır. Ayette, kalabalık manasında müstear olmuştur.

Arafat, vakfeye durulan yerin adıdır. Kelime çoğul gibiyse de çoğul değildir. Bu, sırf anlamındaki manayı fazlalaştırmak için harfleri arttırılan kelimelerdendir. Bu ifade Arafat'ta vakfenin vacip olduğunu gösterir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ [Meş'ar-i Harâm'da Allah'ı zikredin…] yani; Meş'ar-i Harâm'da dua ve telbiye getirmek suretiyle Allah'ı anın, demektir. Meş'ar-i Harâm'a "Cem’’ ismi de verilir. Çünkü orada akşam ve yatsı namazları birlikte (cem' ile) kılınır. Bu açıklamayı Katâde yapmıştır. Bir görüşe göre de Âdem, Havva ile birlikte orada bir araya geldiğinden Cem' adını aldığı, orada ona yaklaştığından (izdilâf) dolayı da Müzdelife ismini almıştır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)


وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ


Ayetin son cümlesi atıf harfi  وَ ’ la  فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki  مَا  masdar harfi ve sılası masdar tevilinde,  اذْكُرُوهُ  fiiline mütealliktir. Takdiri, لأجل هدايته إيّاكم (Size hidayet etmesi için) şeklindedir. 

Masdar-ı müevvel olan  هَدٰيكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede temsilî teşbih sanatı vardır.  ٱذۡكُرُوهُ  müşebbeh, هَدَىٰكُمۡ  müşebbehu bihdir.

اذْكُرُوا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ


 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)  

اِنْ  harfi,  اِنَّ ’den hafifletilmiş olup amel etmemiştir. كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ , nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ car-mecrurunun müteallakı olan كَانَ ‘nin haberi mahzuftur. 

لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ ‘daki lam,  اِنْ ‘in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikadır.

قَبْلِه۪  car-mecruru mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

الضَّٓالّ۪ينَ - هَدٰيكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

الضَّٓالّ۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

[Sonra, Arafat'tan akıp gittiğinizde] yani arefe günü [Arafat dağında cemaatle birlikte vakfeden boşanıp aktığınızda, Meş'ar-i Harâm yanında] yani Müzdelife'de [Allah'ı zikredin] ki bu gece, akşam ve yatsı namazlarının burada birlikte kılınması bu zikir emrinin yerine getirilmesidir. Çünkü namaz en büyük zikirdir. Bundan başka ve Allah size böyle güzel hidayetler bahşettiği gibi, siz de orada vakfe yapıp telbiye, tehlil ve dualarla, bilebildiğiniz güzel güzel zikirlerle O'nu anın. Bilirsiniz ya siz bundan önce sapkınlıklar içindeydiniz. iman ve ibadetten haberiniz yok, ne yaptığını bilmez şaşkınlar topluluğundandınız. Arafat: Arefe günü hacıların vakfeye durdukları dağın adıdır ki Mekke'ye on iki mil mesafededir ve oradaki dağların en yükseğidir. Zilhiccenin sekizinci gününe "terviye günü" dendiği gibi, dokuzuncu gününe de "arefe günü" denir ve bu gün Arafat'ta vakfeye çıkılır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)  

وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ  [O’nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.] Yani onu size öğrettiği şekilde dillerinizle zikredin. Önceden bu konuda doğru yolda değildiniz. Bir görüşe göre ayetin anlamı şöyledir: ‘’Sizi Hak dine hidayet ettiği için O’nu şükürle zikredin. Önceden bu hidayetin yolunu bilmiyordunuz.’’ إِن  edatı burada  قد  anlamında kesinlik ifade etmektedir. لَ  da pekiştirmek için gelmiştir. Bir görüşe göre buradaki  إِن  nefy, لَ  ise istisnadır. [Bundan önce yolu şaşırmıştınız.] Önceden, yani hidayet edilmeden önce bu haldeydiniz. Bu durum [Sizi hidayet ettiği gibi] ifadesinin delaletiyle sabittir. Zikir ifadesini lisana hamledenler tekrarın tekit için olduğunu söylerler. Birincisi genel bir zikretme emri, ikincisi ise onu gerektiren sebebi ve nasıl olacağını da açıklayarak daha tafsilatlı bir zikretme emridir. Çünkü bu, zikri nimetlerin sürekli olması sebebiyle devamlı şükre bağlayan bir emirdir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bakara Sûresi 199. Ayet

ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَفِيضُوا siz de akın edin ف ي ض
3 مِنْ
4 حَيْثُ yerden ح ي ث
5 أَفَاضَ akın ettiği ف ي ض
6 النَّاسُ insanların ن و س
7 وَاسْتَغْفِرُوا ve mağfiret dileyin غ ف ر
8 اللَّهَ Allah’tan
9 إِنَّ şüphesiz
10 اللَّهَ Allah
11 غَفُورٌ Gafurdur غ ف ر
12 رَحِيمٌ Rahimdir ر ح م

Kureyş Arafat’a çıkmazmış. Biz Allah’ın has kullarıyız derlermiş. Tıpkı Yahudiler gibi. Mina’ya gidip oradan dönerlermiş. Bu ayet onunla ilgilidir. Hacca gelenler kendi kıyafetleriyle tavaf etmek istemezlermiş. Günah işledikleri elbiselerle tavaf etmemiş olmak için. Ya çıplak tavaf ediyorlar, ya da Mekkelilerin kıyafetlerini kiralıyorlar. Mekkeliler sürekli orada oldukları için daha ayrıcalıklı!

Bu ayette cemaat ruhunun öneminden bahsedilmiş oluyor.

ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ

 

Ayet, atıf harfi  ثُمَّ  ile  اذْكُرُوهُ  cümlesine matuftur.

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  اَف۪يضُوا  fiili  نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ حَيْثُ  car mecruru  اَف۪يضُوا  fiiline mütealliktir. اَفَاضَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

أَفَاضَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱلنَّاسُ  fail olup damme ile merfûdur.  اسْتَغْفِرُوا اللّٰهَ  cümlesi, atıf harfi وَ ’ la  أَفِیضُوا۟ ’ ya matuftur. 

اسْتَغْفِرُوا  fiili  نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. ٱللَّهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

ثُمَّ ; Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı, yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ) 

أَفَاضَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  فيض ’ dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اسْتَغْفِرُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsisi, غفر ‘dır. 

Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.


اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ٱللَّهَ  lafza-i celâl  إِنَّ ’ nin ismi olup damme ile merfûdur.  غَفُورٌ  kelimesi  إِنَّ ’ nin haberi olup damme ile merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup damme ile merfûdur.  

غَفُورٌ  -  رَح۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ

 

Ayet,  ثُمَّ  atıf harfiyle önceki ayetteki  وَاذْكُرُوهُ  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

مِنْ حَيْثُ  car-mecruru  اَف۪يضُوا  fiiline mütealliktir.

حَیۡثُ  mekân zarfı  أَفَاضَ ٱلنَّاس  cümlesine muzâf olmuştur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu izafet, az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Aynı üsluptaki  وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَ  cümlesi … اَف۪يضُوا مِنْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَف۪يضُوا  kelimesinde istiare sanatı vardır. اَف۪يضُوا , aslında suyun sel gibi akması manasındadır. Ayette, kalabalık manasında müstear olmuştur.

أَفِیضُوا۟ -  أَفَاضَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ [Diğer insanlar gibi siz de Arafat’tan dönün.] Bu aslında Arafat’ta vakfe yapma konusunda bir emirdir. “Sonra” anlamına gelen  ثُمَّ  kelimesi burada sıralama anlamı taşımaz. Çünkü Arafat’taki vakfe Müzdelife’den sonra değildir. Burada  ثُمَّ  kelimesi “birlikte” anlamındadır ve sadece iki cümleyi birbirine bağlamak için kullanılmıştır.(Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

[Sonra, siz de insanların dağıldıkları yerden dağılın] ; dağılmanız Müzdelife ’den değil; insanların dağıldığı yerden olsun! Bu emrin sebebi, dindar hamaset erbabının yani Kureyş kabilesi ile aşağı boylarının, insanlara üstünlük ve büyüklük taslamaları, vakfe mahallinde insanlarla aynı seviyede olmayı gururlarına yedirememeleri ve; “Biz Allah adamlarıyız ve O’nun Harem’inin yerlileriyiz. Dolayısıyla oradan çıkmayız!” demeleri ve diğer insanlar Arafat ’da vakfe yaparken onların her yerde vakfe yapmalarıydı. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu cümle 182. ayetteki tezyîl cümlesinin tekrarıdır. İki ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle başka surelerde de tekrarlanmıştır. Böyle ifadeler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)

Şüphe yok ki Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Siz bağışlanma dilerseniz, rahmetiyle O günahlarınızı bağışlar da muhaliflere mahsus olan azabından korur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)

Bakara Sûresi 200. Ayet

فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ  ...


Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 قَضَيْتُمْ bitirince ق ض ي
3 مَنَاسِكَكُمْ ibadetlerinizi ن س ك
4 فَاذْكُرُوا anın ذ ك ر
5 اللَّهَ Allah’ı
6 كَذِكْرِكُمْ andığınız gibi ذ ك ر
7 ابَاءَكُمْ atalarınızı ا ب و
8 أَوْ veya
9 أَشَدَّ daha kuvvetli ش د د
10 ذِكْرًا bir anışla ذ ك ر
11 فَمِنَ
12 النَّاسِ insanlardan ن و س
13 مَنْ kimi
14 يَقُولُ der ki ق و ل
15 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
16 اتِنَا bize ver ا ت ي
17 فِي
18 الدُّنْيَا dünyada د ن و
19 وَمَا ve yoktur
20 لَهُ onun
21 فِي
22 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
23 مِنْ hiçbir
24 خَلَاقٍ nasibi خ ل ق

“Babalarınızı andığınız gibi”

Arafata çıkmayan Kureyşliler Mina’da oturur ataları hakkında şiirler okur ve adeta film seyreder gibi, o zamanın en gözde konusu olan ataları, babaları hakkında hikayeler anlatırlardı birbirlerine. Çok sevdiğiniz birşey hakkında sohbet ederken saatlerin nasıl geçtiğini anlamazsınız. Şimdi bizim için “اٰبَاءَ” moda, çocuklar, spor, haberler, teknoloji vs. Oldu. Bunlar hakkında konuşurken heyecanla, istekle konuşuyoruz. Ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. İşte beni de böyle heyecanla, şevkle, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan saatlerce anın diyor Allah..


فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ


فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

إِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup  اذْكُرُوا  fiiline mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir.  قَضَيْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَضَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  مَنَاسِكَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اذْكُرُو  fiili  نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

كَذِكْرِ  car mecruru mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri, ذكرا كذكركم  şeklindedir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اٰبَٓاءَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اَشَدَّ  atıf harfi  اَوْ  ile ذِكْرِ ‘ ye matuf olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. ذِكْراً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

اَوْ اَشَدَّ ذِكْراً  ibaresi, كَذِكْرِكُمْ  ibaresinde anmanın izafe edildiği şeye [mecrûr olan  كُمْ  zamirine ] atfedilmek üzere mahallen mecrûrdur. Bu senin; كَذِكْرِ قُرَيْشٍ ءَابَاۤءَهُمْ اَوْ قَوْمٍ اَشَدَّ مِنْهُمْ ذِكْرًا  [Kureyş ’in, kendi atalarını anması veya onlardan daha kuvvetli anan bir kavmin anması gibi] demene benzer. Yahut  ءَابَاۤءَكُمۡ  üzerine atfedilerek nasb mahallinde değerlendirilir ki, ذِكۡرࣰا  mastarının ‘anılan’ın fiili olmasına binaen mana; “babalarınızın anılmasından daha kuvvetli bir anışla...” şeklindedir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ

 

İsim cümlesidir. فَ  istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَقُولُ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl رَبَّنَاۤ ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا ‘ dir. يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâf olup, fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا ‘ dır. 

ءَاتِنَا  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’ dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فِی ٱلدُّنۡیَا  car mecruru mahzuf mef’ûllerin mahzuf haline mütealliktir.Takdiri, آتنا نصيبنا حاصلا في الدنيا (dünyada hasıl olan nasibimizi bize ver) şeklindedir. Cümle, atıf harfi  وَ  ile müste’nef cümlesine matuftur. Takdiri,  فيعطى وما له.. من خلاق  şeklindedir.  

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُۥ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  خَلَاقٍ  ‘ın mahzuf haline mütealliktir. 

مِنْ  harfi zaiddir. خَلَاقٍ۠  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

مِنْ harfi, nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )

اٰتِنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتى ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ


فَ , istînâfiyye, اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Şart üslubundaki terkipte,  قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi aynı zamanda  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhidir. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

فَ  karînesiyle gelen  فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ  cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

فَاذْكُرُوا  lafzında irsâd sanatı vardır.

كَذِكْرِكُمْ  car-mecruru,  اذْكُرُوا ‘daki failden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  كَذِكْرِكُمْ  car-mecruru ihtimam için, mef’ûl olan  اٰبَٓاءَكُمْ ‘a takdim edilmiştir

Cümlede mücmel temsili teşbih vardır. Çünkü teşbih edatı zikredilmiştir ve vech-i şebeh mürekkebdir.  كَذِكۡرِكُمۡ ءَابَاۤءَكُمۡ  müşebbehün bih,  فَاذْكُرُوا اللّٰهَ  müşebbehdir.

اَشَدَّ , atıf harfi  اَوْ ‘le  كَذِكْرِكُمْ ‘a atfedilmiştir. Cihet-i camia temasüldür.

ذِكْراًۜ  kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

فَٱذۡكُرُ - كَذِكۡرِكُمۡ - ذِكْراًۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada  إِنْ  değil, اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  إِنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Burada  إنْ  değil,  اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

117. ayette  قَضَی  fiili Allah Teâlâ için kullanılmıştı. Bu ayette insanlar için kullanılmış, tamamlama manası ifade etmiştir. ‘’Hac ibadetlerinizi tamamladığınız zaman’’ demektir.

مَّنـسك  ve  مَّنَـٰسِكَ  kelimelerinin kökü olan  نسك , düzenlemek ve sıra oluşturmak demektir. Burada hac ile ilgili ibadetler için kullanılmıştır. Çünkü onların belli bir sırayla yapılması gerekir. 

Sonra hacla ilgili ibadetlerinizi bitirdiğinizde, önceden atalarınızı anıp zikrettiğiniz gibi şimdi de öyle ve hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı zikrediniz. Bu zikir emri de haccın arkasından Mina günlerine işarettir. İslam'dan önce Araplar, âdetleri üzerine hac ibadetlerini bitirdikten sonra Mina'da mescid ile dağ arasındaki yerde dururlar, atalarının övgülerini ve özel günlerini anıp hatırlarlardı. Bunun yerine şimdi Mina'da Allah'ın zikri ile meşgul olmak emredilerek o adetin kaldırılmasına ve bundan başka hacdan alınan kutsal uyanışın devamının gerektiğine işaret buyuruluyor ki şeytan taşlamak ve tekbirler almak, bunun son ve seçkin bir hatırasıdır. Bu şekilde kelime-i tevhiddeki şirki kaldırma manası, bütün amelî gerekleriyle yapılarak gösterilmiş olmaktadır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)  

أَوْ أَشَدَّ ذِكْراً  ifadesinde aklî mecaz vardır. Yani,  ذِكْراً  kelimesi ism-i fail olan  ذاكر  anlamında kullanılmıştır. (https://tafsir.app/aljadwal/2/200

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Bu ayetin manası şudur: Çocuğun babasının adını söylemesi gibi siz de benim adımı söyleyin. Bebek ilk konuşmaya başlayınca önce babasının adını söyler ve “Baba! Baba!” der. Müslümanın da daima “Ya Rab! Ya Rab!” demesi gerekir.(Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

 

مِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا

 

فَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنَ النَّاسِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Münada konumundaki  رَبَّنَٓا  izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, mütekellim zamirinin aid olduğu kişilerin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.

Nidanın cevabı olan  اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فِي الدُّنْيَا  car mecruru mahzuf mef’ûllerin mahzuf haline mütealliktir.Takdiri, آتنا نصيبنا حاصلا في الدنيا (dünyada hasıl olan nasibimizi bize ver) şeklindedir. Halin hazf îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua maksadıyla söylenmiş olması hasebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

فِي الدُّنْيَا  ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  فِي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Dünya içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat dünyadaki yaşamı mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  على  yerine kullanılmıştır. Dünyada olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.

 

وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ

 

Ayetin son cümlesine dahil olan  وَ , haliyedir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  خَلَاقٍ۠ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنْ zaid harftir.  خَلَاقٍ۠ , lafzen mecrur, mahallen merfû, muahhar mübtedadır.

خَلَاقٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime “hiçbir” anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şumûle işaret eder.

فِي الْاٰخِرَةِ  ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  فِي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Ahiret hayatı içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat ahiretteki durumu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  على  yerine kullanılmıştır. Ahirette  olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.

الدُّنْيَا  - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

[Öyle insanlar var ki; Bize dünyada ver,] yani bize vereceğini tamamen dünyaya tahsis et der; [onların ahirette nasibi yoktur.] Yani hiçbir nasip talepleri yoktur. Yahut şu [dünyalık için] isteyip duranın ahirette hiçbir nasibi yoktur. Çünkü onun amacı dünyaya münhasırdır.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)   

وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ  [Bunların ahirette nasibi yoktur.] Burada geçen  خَلَاقٍ   kelimesi nasip ve pay anlamındadır. Bu kimselerin kim olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazıları şöyle demişlerdir: Bu kişiler kâfirlerdir. Onlar Kâbe’yi tazim eder, oraya gelip hac yaparlar, bu sırada ahiret için değil dünyalıklar için dua ederlerdi. Çünkü ölümden sonra dirilmeyi inkâr ediyorlardı. Bunun üzerine Allah onların ahirette müminlerin erişeceği cennet ve diğer nimetlerden hiçbir paylarının bulunmadığını haber vermiştir. Bazılarına göre burada kastedilenler ahiret için hiçbir şey istemeyip sadece dünyalık isteyen müminlerdir. Böyle bir şey aslında günahtır. Çünkü kutsal mekânlarda Allah’tan sadece geçici dünyalık istemişler, ahiret nimetinden gafil kalmışlardır. “Onların ahirette hiçbir nasibi yoktur.” ifadesinden “(bu yaptıklarına) tövbe edenler dışında” veya bir görüşe göre “Allah’ın affetmesi dışında” şeklinde bir istisna yapılmıştır. Ayrıca ayet “Allah’tan ahireti dileyenler gibi bir nasipleri yoktur.” şeklinde de tefsir edilmiştir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

خَلَاقٍ  hisse manasındadır. Yaratmak fiilinden türemiş bir kelimedir. Başka yerlerde bu manada  نصيب , حظ  kelimeleri geçmiştir. Burada sanki bizim dünyada yaptığımız şeyin karşılığı olduğunu vurgulamak için  خَلَاقٍ  kelimesi kullanılmıştır. Yani biz dünyadaki davranışımızla ahiretteki nasibimizi yaratıyoruz.  خَلَاقٍ ’ ın burada kullanılması, ahireti unutup da dünyaya çalıştığımız için ahirette de karşılığında birşey oluşmadığını ifade etmiştir. 202. ayette ise نَصِیب  kelimesi gelmiştir. İkisini birden isteyen kişi için ahirette hisse vardır.

Bakara Sûresi 201. Ayet

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ  ...


Onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْهُمْ ve onlardan
2 مَنْ kimi de
3 يَقُولُ derki ق و ل
4 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
5 اتِنَا bize ver ا ت ي
6 فِي
7 الدُّنْيَا dünyada da د ن و
8 حَسَنَةً güzellik ح س ن
9 وَفِي
10 الْاخِرَةِ ahirette de ا خ ر
11 حَسَنَةً güzellik ح س ن
12 وَقِنَا ve bizi koru و ق ي
13 عَذَابَ azabından ع ذ ب
14 النَّارِ ateş ن و ر

Cemal dış güzelliktir.

Hüsn, hem iç hem dış güzelliği ifade eder ..Yani bana hem dünyamı hem ahiretimi inşa edecek, ahiretimi güzelleştirecek şeyleri ver anlamındadır buradaki dua. En kısa ve kapsamlı dua ayetidir.

Önceki ayetle arasında mukabele vardır. Hasene, nekre gelmiş, burada çokluk ifade etmiş olabilir.

  Cemal dış güzelliktir. Hüsn, hem iç hem dış güzelliği ifade eder. Dolayısıyla ayetteki dua 'Bana hem dünyamı hem ahiretimi inşa edecek, ahiretimi güzelleştirecek şeyleri ver' anlamındadır.

  Qınâ kelimesi kı (قِ) ve nâ (نَا) kelimelerinden oluşmuş olup قِ ‘koru’, نَا 'bizi' demektir. قِ kelimesinin kökü veqâ (وقى) dır. Mastarı olan viqâye, bir şeyi, onu rahatsız edecek ve ona zarar verecek şeylerden korumak demektir. Takva da insanın kendi canını korkulan şeylerden sakındırmasıdır. Gerçek anlamı budur.

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ


Ayet, atıf harfi  وَ  ile önceki ayete matuftur. İsim cümlesidir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   يَقُولُ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَقُولُ  damme ile merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً ‘dir. يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâf olup, fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا  ‘ dır. 

اٰتِنَا  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’ dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الدُّنْيَا  car mecruru mahzuf mef’ûllerin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, آتنا نصيبنا حاصلا في الدنيا (dünyada hasıl olan nasibimizi bize ver) şeklindedir.

حَسَنَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً  car mecruru  فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً  ‘ya matuftur. وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ cümlesi atıf harfi  وَ ’ la   اٰتِنَا ’ ya atfedilmiştir. 

قِ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’ dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. ٱلنَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰتِنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتى ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ


Ayet, önceki ayete tezat nedeniyle atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنْهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Münada konumundaki  رَبَّنَٓا  izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, mütekellim zamirinin aid olduğu kişilerin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.

Nidanın cevabı olan  اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua maksadıyla söylenmiş olması hasebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

فِي الدُّنْيَا  ve ona matuf olan  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecrurları,  اٰتِنَا ‘daki mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir. Halin hazf îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mef’ûl olan  حَسَنَةً  kelimesinin önemine binaen tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Kelimedeki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

الدُّنْيَا  الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فِي الْاٰخِرَةِ  ve  فِي الدُّنْيَا  ibarelerinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  فِي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Ahiret ve dünya hayatı içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat ahiret ve dünyadaki durumu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  على  yerine kullanılmıştır. Ahirette ve dünyada olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.

Ayette, inananların Rablerinden istediklerini dünyada ve ahirette olmak üzere açıklamaları taksim sanatıdır.

Son cümle olan  وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ  , atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Cümleler arasında inşâî olma bakımından ittifak vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Dua maksadıyla söylenmiş olması hasebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

Önceki ayetteki  فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا  cümlesi ile  وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً cümlesi arasında latif bir mukabele sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ  [Bizi ateşin azabından koru.] Yani ‘’bizi cehennem azabından koru.’’ Burada geçen  وقي (koruma) fiili iki mef‘ûl alır. عَذَابَ  kelimesi ikinci mef‘ûlüdür. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bakara Sûresi 202. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ  ...


İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte
2 لَهُمْ onlara vardır
3 نَصِيبٌ bir pay ن ص ب
4 مِمَّا
5 كَسَبُوا kazandıklarından ك س ب
6 وَاللَّهُ Allah
7 سَرِيعُ çabuk görendir س ر ع
8 الْحِسَابِ hesabı ح س ب

Yukardaki ayette “bize dünya da ver” diyenlere “ahirette nasip yoktur“ demişti Allah teala.

Burada hem dünya, hem ahiret için iyilik isteyenlere “kazandıkları şeyden nasip vardır” diyor. Yani istedik ve bitmedi. Gayret edip çalışacağız ve kazandığımız amellerimizden nasipleneceğiz inşallah. Ayetler hac ile ilgiliydi ve hac kıyamet gününün bir simulasyonudur. Bütün insanlar bir arada Allahtan af ve bağışlanma dilerler. Ayetin de ”Allah hesabı pek çabuk görendir“ şeklinde bitiyor olması hesabı ve ahireti hatırlatmak içindir.

Kesb, faydası ve zararıyla failine ait bir fiildir. Kesb “amile, feale” gibi değil, sanki daha planlı bir şekilde yapma manası taşır. Burada; yapılan dualar manasında kullanılmıştır.


اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ


İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ نَص۪يبٌ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  نَص۪يبٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  نَص۪يبٌ  ‘ nun mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبُوا ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. سَر۪يعُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْحِسَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

سَر۪يعُ  ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi;  müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu,Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ ; mübteda,  لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ  cümlesi haberdir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması ahirete inananların şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek içindir. 

Tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir. 

Haber olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  نَص۪يبٌ, muahhar mübtedadır.

Muahhar mübteda olan  نَص۪يبٌ ‘ un nekre gelmesi onlara Allah tarafından olan nasibin tarifi mümkün olmayan vasıflarda olduğuna işaret eder.

Mecrur mahaldeki müşterek has ism-i mevsûl, başındaki  مِنْ  harf-i ceriyle  نَص۪يبٌ  ‘ nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan  كَسَبُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

اُو۬لٰٓئِكَ  [İşte] iki güzelliği isteyen bu kimselerin  مِمَّا كَسَبُوا  [kazandıkları şeylerden] güzel menfaatler demek olan sevap anlamındaki güzel amellerle ilgili kazandıkları şeylerin cinsinden لَهُمۡ نَص۪يبٌ  [nasipleri vardır]. Yahut “ kazandıklarından ötürü...” demektir ki, bunun örneği  مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا [Kendi yanlışları yüzünden suda boğuldular…] (Nuh 71/25) ayetidir. Yahut ‘’İstediklerinin bir kısmından nasipleri vardır ki, biz o istediklerinden dünyada maslahatları, ahirette de hak ettikleri ölçüsünde kazandıklarını kendilerine veririz’’ demektir. Burada duadan “ kazanç / كَسَبُ ‘’ diye bahsedilmesi, duanın amellerden sayılması sebebiyledir. Ameller de “kazanç” ile sıfatlanır ki, bunun delili وَمَٓا  اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ [Başınıza her ne musibet gelirse] kendi kesb ettikleriniz [yaptıklarınız] yüzündendir] (Şûra 42/30) ayetidir. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ [İşte bunlar] işaret zamirinin her iki fırkaya birden ait olması ve her fırka için kazandıklarının cinsinden nasiplerinin olması da caizdir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Müsned  سَر۪يعُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الْحِسَابِ , her türlü cinse şamil olan masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu cümle ile ayetin içeriği arasındaki mükemmel uyum teşâbüh-i etrâf sanatının güzel bir örneğidir.

Bir görüşe göre  وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ  [Hesabı pek çabuk görendir] ifadesi “Allah Teâlâ’nın kullarını hesaba çekmesi mutlaka gerçekleşecektir, hatta bunun olması çok yakındır.” anlamına gelir. Başka bir yorum şöyledir: ‘’Allah Teâlâ hesabı çabucak görendir. Çünkü hiçbir şey O’nu oyalamaz. Herkesi bir anda hesaba çekiverir.’’ Ayetin bir başka tefsiri de şöyledir: ‘’Allah hesabı hızlıca görecektir. Çünkü o gün kendisine hiçbir itiraz söz konusu olmayacaktır. Herkes amel defterini elinde getirecek, herkesin karşılığı belli olacaktır ve hak ettiği şekilde hesabı görülecektir.’’ (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Günün Mesajı
197. ayetteki yasaklar hep nefisle alakalı şeylerdir. Refese, cinsel ilişki; fısk Allah’a isyan; cidal de karşındaki insana “hayır ben haklıyım” demek, yani insana isyandır. İhramlıyken bunları yapmamak gerekir. Hac ve umre bir anlamda nefis terbiyesidir. İslam'da cidal yoktur, münazara vardır. Kendi üstünlüğünü değil, hakkın üstünlüğünü ortaya koyma çabası vardır. (TDV İslam Ansiklopedisi'nden Yusuf Şevki Yavuz, "Cedel", TDV İslâm Ansiklopedisi) https://islamansiklopedisi.org.tr/cedel 201. ayetteki ''Rabbenâ âtina fid dünya haseneten ve fil âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr'' sözü en kısa ve en kapsamlı dua ayetidir. Cemal dış güzelliktir. Hasen, hem iç hem dış güzelliği ifade eder. Yani bu dua bana hem dünyamı hem ahiretimi inşa edecek, ahiretimi güzelleştirecek şeyleri ver anlamındadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hac, dünyadaki hiçbir şeye benzemez. Yalnız, Allah’ın emrettiği şekilde, Allah’a ibadet edersin. Aynı anda, aynı amaç uğruna, aynı hedefe doğru hareket edersin.

Vazifelerini tek tek sabırla yerine getirirsin. Zorlu bir yolculuktur ama beraberinde olan ve geçmiş cemaatler teşvik eder seni. Yaşlı amca ve teyzeleri gördükçe dinçleşirsin. Çocukları gördükçe neşelenirsin.

Hz. İbrahim (as) ve oğlu hz. İsmail’i ve hz. Hacer’i hatırlarsın. Hz. İbrahim’in güzel dualarına ortak olabilmek umuduyla. Ve üçündeki tevekküle sahip olabilmek hayaliyle.

Peygamber Efendimiz (sav)’i ve ashabını düşünürsün. Yürüdüğün her yola bir başka gözle bakarsın. Gözlerin güzellikleri seçer sadece. Alışkın olmadığın tavır ve hallerde bile bir güzellik vardır. Çünkü oradasındır. Çünkü ölü köpeğin güzel dişlerini gören Peygamberin ümmetinden olmak ve mahşerde beraber huzura çıkmak duasındasındır.

Allahım! Haccı eda etmiş kullarının haclarını kabul buyur. Kabul ettiğin haccın bereketini, dünya ve ahirette karşılarına çıkar. Henüz gidememiş kullarına da, huzuruna gelmeyi nasip et.

Allahım! Gidipte değer bilmeyenlerden, görüpte anlamayanlardan ve yükü günahta ağır ama eli boş dönenlerden olmaktan koru.

Allahım! Bize dünyada da, ahirette de iyilik ver. Mahşer günü, huzuruna razı olduğun kulların olarak gelmemizi nasip et. Kitabı sağ eline verilenlerden, yüzü aydınlananlardan, sevdiklerine kavuşanlardan, Allah’a teslim olanlarla beraber akın akın cennetine koşanlardan olmamızı nasip et.

Sev bizi Rabbim. Cennetinle sevindir bizi. Meleklerine ve salih kullarına sevdir bizi.

 

***

 

Belki görmüşsündür. 50 senedir tekrarlanan bir deney vardır. Çocuğun önüne masaya bir şekerleme konulur ve yaklaşık 15 dakika tek başına bırakılır. Eğer şekerlemeyi yemeden gözetmeni beklerse, çocuğa bir şekerleme daha verilecek yani bir yerine iki tane yiyebilecek demektir. Bekleyenlerin, beklemeyenlere kıyasla erteleyebilme becerilerinden dolayı daha başarılı oldukları gözlemlenmiştir.

Belki de imtihan dünyasını bu kadar basit bir deneyle bile açıklamak mümkündür. Elinin uzandığına sahip olmaya çalışmak nefse hep tatlı gelir. Halbuki her gün yiyip içen herkes bilir ki doymak yani isteklerin sonu diye bir şey yoktur. Sadece dünyayı isteyenlerden olup masadaki şekerleme ile yetinmek mi? Ya da Allah’ın sınırlarına riayet ederek gördüklerini ve vaad edilenleri dilemek mi?

Masadaki şekerleme, nefse lezzetli gelen her nimeti temsil edebilir. Kalbe düşen belli bir işte çalışmak, şahısla evlenmek ya da herhangi bir yeniliğe sahip olmak gibi örnekler sayılabilir. Bir beklediği ya da hayal kırıklığı var iken yaşadığı anlar uzar ve insanın iç dünyası halden hale dönüşür. Halbuki yaşanan yıllara bakıldığında ve ölüm çat kapı geldiğinde koskoca ömür, şekerleme başında beklenen 15 dakika gibidir.

Görüntüsü ve kokusu hoş gelen şekerlemeyi acele ile ağzına atmadan önce biraz dur. Belki de şekerlemenin tadını beğenmeyeceksin ya da bozuk olduğunu anlayacaksın ve sindirilip vücudundan atılana dek onunla kalacaksın. Belki de daha kötüsü tadını sevecek ve hatta mutlu olacaksın ama ahiretteki huzurundan kaybedeceksin. Seni, Allah’tan uzaklaştıran bir nimetin güzel olması mümkün müdür?

Daralttığın ellerini ve zihninin pencerelerini aç. Yeter ki olsun diye düşünülen ve sadece dünya boyutuyla istenen nimeti, iki cihanda da kendine iyi gelecek şekilde iste. Seni, senden daha iyi bilen ve sahibin olan Allah’a güvenerek iste. İki cihanda da iyiliğini iste ki Allah’ın rahmeti ve izni ile daima Allah’a yakın olasın. Zira, O’ndan uzaklaştığında hiçbir şeyin kıymeti yoktur.

Ey Allahım! Dünyamızı ve ahiretimizi daraltacak herhangi bir şeyi istemekten Sana sığınırız. Anlık karanlıklarda kaybolmaktan ve acele ile yanlış adım atmaktan muhafaza buyur. İki cihanda da düşmekten ve rezil olmaktan koru. Rızanı gözeterek yaşayan ve rızana kavuşarak ölen izzet sahibi rahmetin ve muhabbetin ile yücelen kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji