11 Temmuz 2024
Nisâ Sûresi 135-140 (99. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 135. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  ...


Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 كُونُوا olun ك و ن
5 قَوَّامِينَ ayakta tutarak ق و م
6 بِالْقِسْطِ adaleti ق س ط
7 شُهَدَاءَ şahidler ش ه د
8 لِلَّهِ Allah için
9 وَلَوْ bile olsa
10 عَلَىٰ aleyhinde
11 أَنْفُسِكُمْ kendinizin ن ف س
12 أَوِ veya
13 الْوَالِدَيْنِ ana babanızın و ل د
14 وَالْأَقْرَبِينَ ve yakınlarınızın ق ر ب
15 إِنْ eğer
16 يَكُنْ olsalar ك و ن
17 غَنِيًّا zengin غ ن ي
18 أَوْ veya
19 فَقِيرًا fakir de ف ق ر
20 فَاللَّهُ çünkü Allah ا ل ه
21 أَوْلَىٰ daha yakındır و ل ي
22 بِهِمَا ikisine de
23 فَلَا öyle ise sapmayın
24 تَتَّبِعُوا uyarak ت ب ع
25 الْهَوَىٰ keyfinize ه و ي
26 أَنْ
27 تَعْدِلُوا adaletten ع د ل
28 وَإِنْ ve eğer
29 تَلْوُوا eğip bükerseniz ل و ي
30 أَوْ ya da
31 تُعْرِضُوا doğruyu söylemezseniz ع ر ض
32 فَإِنَّ muhakkak ki
33 اللَّهَ Allah
34 كَانَ olandır ك و ن
35 بِمَا -dan
36 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız- ع م ل
37 خَبِيرًا haberdar خ ب ر

İnsan topluluklarının korunmaya, düzene ve adalete ihtiyaçları vardır; devlet de bu ihtiyaçlardan doğmuştur. Adaletin gerçekleşmesinde bağlayıcı hukuk kuralları kadar onları uygulayan yönetici ve hâkimlerle hakkın veya suçun ispatı için gerekli bulunan şahitler önemli rol oynamaktadırlar. Adalet görevlilerinin doğruluktan sapmalarına sebep olan âmilleri iki gruba ayırmak mümkündür: Maddî menfaat, mânevî eğilim ve değerler. Âyetin gerek “Kendiniz, ana-babanız veya akrabanız aleyhinede olsa” kısmı, gerekse “zengin olsunlar, yoksul olsunlar” kısmı bunları bir genel anlatım üslûbu içinde ihtiva etmektedir. Hâkim ve şahitler elde edecekleri veya elden kaçırmak istemedikleri şahsî menfaatleri veya yakınlarının menfaatleri sebebiyle adaletten sapabilmektedirler. Ayrıca davacı ve davalının sosyal, ekonomik ve siyasî durumu da şahit ve hâkimleri etkileyebilmektedir. Meselâ bir maddî menfaati dava eden kimsenin yoksul, davalının ise zengin olması durumunda, hak zenginin olduğu halde yoksul lehine şahitlik edildiği veya hüküm verildiği görülmektedir. Halbuki zengin de yoksul da Allah’ın kullarıdır, onları içinde bulundukları duruma göre değerlendirecek, haklarında hayırlı olanı lutfedecek, sorumluluklarını belirleyecek ve hikmetinin bir sonucu olarak dilediğinde özel lutuflarda bulunacak olan da Allah’tır. İnsanların O’nun yerine geçmeye, adaleti saptırma pahasına bazı kimseleri kayırmaya hakları yoktur. Bu sebeplerle gerek hâkimlerin ve gerekse şahitlerin haksız tarafa meyletmeleri veya hakkın ortaya çıkmasını, adaletin gerçekleşmesini engellemek için hükümden ve şahitlikten geri durmaları, mahkemeyi oyalayan davranışlar içine girmeleri de yalancı şahitlik ve hukuka aykırı hüküm kadar adalete aykırı bulunduğundan âyet bunları da yasaklamış, bazı şeyleri halktan gizlemek mümkün olsa bile Allah’tan gizlemenin imkânsız olduğunu vurgulamıştır.

 Âyetten açıkça anlaşılan hüküm, yakın akrabanın birbiri lehine ve aleyhine yapacakları şahitliklerin muteber ve geçerli olduğudur. Kurtubî’nin verdiği bilgiye göre (V, 411), İslâm’ın ilk nesillerinde Allah korkusu hâkim ve güzel ahlâk yaygın bulunduğundan –bu âyete de dayanarak– yakınların birbirleri için şahitlikleri kabul ediliyordu, bu konuda hiçbir kimseden peşinen şüphe edilmiyordu. İslâm topluluğu sosyal ve kültürel değişmeler geçirdikçe yakınların birbirleri hakkında yapacakları şahitliklerin geçerliği tartışılmaya başlandı, birçok müctehid, “yakınlığın ve menfaatin saptırma ihtimali güçlü bulunduğu durumlarda” şahitliği geçerli saymadı.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 159-160

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Size şahitlerin en hayırlısını haber vereyim mi? O kendisine sorulmadan şahitlik görevini yerine getiren kimsedir.”

( Müslüm , Akdiye 19, Ebu Davud , Aldiye 13; Tirmizi ,Şehadat 1)

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

Leva لوي :  İpi sarmak veya eğirmektir. لِوَاء ise sancak demektir, rüzgâr ile bükülerek dalgalandığından bu adı almıştır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli livâ (sancağı)dır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı  كُونُوا قَوَّام۪ينَ ’dir.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُونُوا  nakıs,  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  كُونُوا ‘nun ismi olarak mahallen merfûdur. قَوَّام۪ينَ  kelimesi  كُونُوا ‘nun haberi olup, nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.

بِالْقِسْطِ  car mecruru  قَوَّام۪ينَ ’ye mütealliktir.  شُهَدَٓاءَ  kelimesi  كُونُوا ’nun ikinci haberi olup fetha ile mansubdur. Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.  لِلّٰهِ  car mecruru  شُهَدَٓاءَ ‘ye mütealliktir. 

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde   اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

قَوَّام۪ينَ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شُهَدَٓاءَ  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ

 

Cümle, atıf harfi وَ  ile nidanın cevabına matuftur. لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لوجبت عليكم الشهادة  (Şahitlik yapmak gerekir.) şeklindedir.  

عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  car mecruru mahzuf fiil  كان ‘nin haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  كان ‘nin ismi  لَوْ ’den sonrasıdır. Takdiri, ولو كانت الشهادة مستقرة على أنفسكم (Bu şahitlik sizin zararınıza olsa bile) şeklindedir. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. الْوَالِدَيْنِ  atıf harfi  اَوِ  ile  اَنْفُسِكُمْ  matuf olup, müsenna olduğu için cer alameti  يْ ‘dir.  

الْاَقْرَب۪ينَ  atıf harfi  وَ ’la  الْوَالِدَيْنِ ’ye matuf olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ


اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

يَكُنْ  şart fiili olup, nakıs sükun ile meczum muzari fiildir. يَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. غَنِيًّا  kelimesi  يَكُنْ ’un haberi olup fetha ile mansubdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. فَق۪يرًا  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri فلا تمتنعوا من الشهادة طلبا لرضا الغني أو ترحما على الفقير (Şahitlik etmekten, zenginin rızasını kazanmak ve fakire merhamet etmek için sakınmayın) şeklindedir.

فَ  ta’liliyyedir. Şartın cevabının başına gelen rabıta harfi de olması da caizdir.  

اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur.  اَوْلٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir. بِهِمَا  car mecruru  اَوْلٰى ‘ya mütealliktir.

فَ  istînâfiyyedir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعُوا۟  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

الْهَوٰٓى  mef’ûlun bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf harfi cer ile  تَتَّبِعُوا  fiiline mütealliktir.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

تَعْدِلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَتَّبِعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَوْلٰى  kelimesi ism-i tafdildir.İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَلْوُٓ۫ا  şart fiili olup,  ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. تُعْرِضُوا  atıf harfi  اَوْ  ile  تَلْوُٓ۫ا ‘ye matuftur. 

تُعْرِضُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  

ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harfi ceriyle  خَب۪يرًا ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  خَب۪يرًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

تُعْرِضُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عرض ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

خَب۪يرًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

Nidanın cevap cümlesi olan  كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

قَوَّام۪  mübalağalı ism-i faildir. Bu kelime Kur’an’da 3 kez geçmiştir. (Nisa/34-135 ve Maide/8). Son ikisi aynı konudadır. Yönetici, bir işi üstlenen manasındadır.

قَوّامِينَ  kelimesi sıygası itibarıyla çokluğa delalet eder. Bundan murad da lâzımıdır. Yani hiçbir durumda bu görevi aksatmamasıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Adalet emrinin şahitlikten önce verilmesi:

a) İnsanların pek çoğunun âdeti, başkalarına ma’rûfu emretmektir. Ama iş kendilerine varıp dayandığında, ma’rûfu kendilerine de emretmeyi bırakırlar. Hatta kendilerinden en çirkin bir şey südur etmiş olsa dahi müsamaha görüp çok güzel bir şeymiş gibi kabul görür. Ama aynı fiil başkalarından südur ettiğinde bu, münakaşa mevzusu olur. Binaenaleyh Allah Teâlâ bu ayette, bu yolun kötü olduğuna dikkat çekmiştir. Zira Cenab-ı Hakk, insanlara ilk önce adaleti yerine getirmelerini emretmiş ve güzel yolun, insanın kendisini sıkıştırıp muaheze etmesinin, başkalarını sıkıştırıp muaheze etmesinden daha üstün olması olduğuna dikkat çekmek için, ikinci kez başkalarının aleyhine şehadette bulunmayı emretmiştir.

b) Adaleti bihakkın yerine getirmek, başkalarından, yani üzerinde hak bulunan kimselerden zararı gidermekten ibarettir. Halbuki kişinin kendi nefsinden zararı defetmesi, başkasından defetmesinden önce gelir.

c) Adaleti bihakkın yerine getirmek bir fiildir. Şehadet ise sözdür. Halbuki fiil, sözden daha kuvvetlidir.

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَالْمَلٰئِكَةُ وَاُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ  [Allah şu hakikati, kendinden başka hiçbir tanrı olmadığını, adaleti ayakta tutarak açıkladı. (Âl-i İmran Suresi, 18)] buyurmuş, böylece bu ayette şehadeti, adaleti yerine getirmekten önce zikretmiştir. Halbuki tefsirini yapmakta olduğumuz bu ayette ise adaleti yerine getirmeyi daha önce zikretmiştir. Binaenaleyh aralarındaki fark nedir? denirse biz deriz ki:

Allah’ın şehadeti, kendisinin mahlûkatın yaratıcısı olmasından; O’nun adaleti yerine getirmesi ise o mahlûkat hakkında adaleti ifa edenleri görüp gözetmesinden ibarettir. (Âl-i İmran Suresi,18) Şehadetin, adaleti ifa etmeden önce zikredilmiş olması gerekir. Ama kullar hakkında kullanılan, “adaleti bihakkın yerine getirmek” buyruğu ise kulun adaleti görüp gözetmesi ve zulme karşı koymasından ibarettir. İnsanın, böyle olmaması halinde başkası hakkındaki şehadetinin makbul olmayacağı malumdur. Âl,i İmran Suresi, 18. ayetteki ifadesinde vacip olan, şehadetin adaleti yerine getirmekten önce zikredilmiş olması; burada vacip olanın ise şehadetin, adaleti bihakkın yerine getirmekten sonra olması olduğu sabit olmuş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ

 

Hal  وَ ’ı ile gelen cümle şart üslubunda inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  takdir edilen  كان  fiilinin mahzuf haberine müteallıktır. Bu şart cümlesinin cevabı da mahzuftur. 

الْوَالِدَيْنِ  ve  الْاَقْرَب۪ينَۚ  tezayüf sebebiyle  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ’e atfedilmiştir.

الْوَالِدَيْن - الْاَقْرَب۪ينَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümle, atıf harfi  وَ ’ la nidanın cevabına atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ car mecruru, takdir edilen  كان  fiilinin takdir edilen mahzuf haberine mütealliktir. 

Şartın cevabının hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri;  لوجبت عليكم الشهادة  (Size şahitlik vacib oldu) şeklindedir.

Bu takdire göre mezkur şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.

Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. 

Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim ’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

الْوَالِدَيْنِ  ve  الْاَقْرَب۪ينَ  tezayüf sebebiyle  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ ’e atfedilmiştir.

الْوَالِدَيْن - الْاَقْرَب۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  يَكُنْ غَنِياًّ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.

Öncesinin delaletiyle takdiri  فلا تمتنعوا من الشهادة طلبا لرضا الغني أو ترحما على الفقير  (Zenginlerin rızasını veya fakirlere merhamet ederek şahitlikten kaçınmayın) olan cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنْ  şart edatı, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali bulunan fiillerde, başka bir deyişle, bir olay veya eylem, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimallerini eşit derecede taşıyorsa kullanılır. Eylemin gerçekleşeceği kesin bilindiğinde ise  اِذَا  edatı kullanılır. (Cürcânî, Delâilu’l-İʻcâz, s. 83)

فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا  cümlesinde  فَ  ta’liliyyedir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

غَنِيًّا - فَق۪يرًا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

الغني  kelimesindeki asıl anlam fakirin mukabili (zıddı) olmasıdır. Yani ihtiyaçsızlık halidir. Allah'tan başkasına izafe edildiğinde  عن  harfi ile kullanılırken Allah Teâlâ’ya nispet edildiğinde harf olmaksızın kullanılır. Allah Teâlâ’nın zenginleştirmesi bir hususiyete, hadde (sınır) ve kayda ihtiyacı olmayan bir durumdur. O neyi nasıl dilerse öyle yapan mutlak kudret sahibidir. Allah’tan gayrı herhangi bir şey için söz konusu olduğunda kullanımına gelince; o şey ancak hususi (spesifik) bir cihetten ihtiyacı giderebilir. Ameli, tesiri ve kudreti sınırlıdır.  ّالغني  Kur’an-ı Kerim’de 4 sıfatla vasıflanmıştır:

2/267  كَر۪يمٌ  6/133  - وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ  2/263 -  وَٱللَّهُ غَنِىٌّ حَلِيمٌ  27/40 -  وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ    وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَة  (Mustafavi, Tahkik)


 فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ


فَ  istînâfiyyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَعْدِلُوا  cümlesi, masdar tevili ile takdir edilen mahzuf  ل  harfiyle birlikte لَا تَتَّبِعُوا  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِالْقِسْطِ - تَعْدِلُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Furuk’da  الْهَوٰٓى  ve şehvetin farkı hususunda şunlar söylenmiştir: “Hevâ nefsin kendisini ilgilendirmeyen bir şeye meylederek uygun olmayacak bir biçimde yaklaşmasıdır. Bu nedenle genellikle hevâ bir yergi nitelemesi olarak kabul edilir. İnsan yemeğe karşı şehvet (aşırı arzu)  duyabilir, ancak yemeğe karşı hevâ (za’f) göstermez.”

Kur’an-ı Kerim’de bir defa geçmiş ve cehennem isimlerinden olan “Hâviye” kelimesi de bu kökten gelir.

 

وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

Cümle, atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî isnad olmak bakımından mutabakat vardır.  وَ ‘ın  istînâfiyye olduğu da söylenmiştir.

Şart üslubunda gelen terkipte  تَلْـوُٓ۫ا  cümlesi, şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  تُعْرِضُوا  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

فَ  karînesiyle gelen  فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  şeklindeki cevap cümlesi, 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır. 

اِنَّ ’nin haberi olan  كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  بِمَا , konudaki önemine binaen amili olan  خَب۪يراً  ’e takdim edilmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle  خَب۪يراً ’e mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ , tecessüm ve teceddüt ifade eder.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberi olan  خَب۪يراً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. Faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil tertip faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümle “Allah Teâlâ yaptıklarınızı bilir” anlamının yanında “bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lazım zikredilmiş, melzum kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani  Allah ezelde  عَل۪يماً  ve  حَك۪يماًۙ  olduğu gibi gelecekte de Alîm ve Hakîm’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

يَكُنْ - كُونُوا - كَانَ  arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

تَلْوُٓ۫ا  kelimesi burada yalan söylemek manasında istiare olarak gelmiştir.

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا  sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Burada zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

فَإنَّ اللَّهَ كانَ بِما تَعْمَلُونَ خَبِيرًا  cümlesi vaîdden kinayedir. Çünkü o kötülük yapanı bilir ve ona azap etmeye kādirdir ama azap etmez. Bu yüzden cümle  إنَّ  ve  كانَ  ile tekid edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Nisâ Sûresi 136. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً  ...


Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 امِنُوا inanın ا م ن
5 بِاللَّهِ Allah’a
6 وَرَسُولِهِ ve Elçisine ر س ل
7 وَالْكِتَابِ ve Kitaba ك ت ب
8 الَّذِي o ki
9 نَزَّلَ indirdi ن ز ل
10 عَلَىٰ
11 رَسُولِهِ Elçisine ر س ل
12 وَالْكِتَابِ ve Kitaba (inanın) ك ت ب
13 الَّذِي o ki
14 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
15 مِنْ
16 قَبْلُ daha öncekilere ق ب ل
17 وَمَنْ ve kim
18 يَكْفُرْ inkar ederse ك ف ر
19 بِاللَّهِ Allah’ı
20 وَمَلَائِكَتِهِ ve meleklerini م ل ك
21 وَكُتُبِهِ ve Kitaplarını ك ت ب
22 وَرُسُلِهِ ve elçilerini ر س ل
23 وَالْيَوْمِ ve gününü ي و م
24 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
25 فَقَدْ muhakkak
26 ضَلَّ sapıtmıştır ض ل ل
27 ضَلَالًا sapıklıkla ض ل ل
28 بَعِيدًا uzak bir ب ع د

“Ey iman edenler!... iman edin” cümlesi, ilk bakışta iman edenleri yeniden iman etmeye çağırmaktadır. Burada bir çelişki bulunmadığını göstermek için tefsirciler tarafından “Maksat dışa karşı inanmış gibi görünen münafıklardır”, “İkinci iman çağrısı, imana devam çağrısıdır”, “İnananlar kâmil mânada imana çağırılmaktadır” gibi çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Biz âyeti şöyle anlıyoruz: Hak, bâtıl bütün dinlerde bir inanç şekli ve konusu vardır. Dinsizlik ve tanrıtanımazlık da bir çeşit inançtır. İnancın şeklini ve konusunu doğru olarak belirleyebilmek için –akla aykırı– olmamakla beraber aklı aşan bir bilgi kaynağına ihtiyaç bulunduğu da ortadadır. Bu bilgi kaynağı (Allah’tan gelen vahiy) muteber bir imanın nitelik ve niceliğini açıklamakta; inanmak isteyen, imana meyleden, kendisine ait bilgilenme ve bir kanaate ulaşma kapasitesini kullandıktan sonra imana karar veren kimselerin, bu mânada iman edenlerin nelere, nasıl inanmaları gerektiğini bildirmektedir, bu anlamda “iman edin” demektedir.

Âyete göre Kur’ân-ı Kerîm geldikten sonra yeryüzünde yaşayan ve iman etmek isteyen kimseler Allah’a, meleklere, Kur’ân-ı Kerîm’e ve ondan önce gönderilen kitaplara (halen geldikleri gibi korunmamış olsalar bile daha önce de kitapların indirilmiş bulunduğuna), son peygamber Muhammed Mustafa’ya ve ondan önce gönderilen peygamberlere ve âhiret gününe iman etmek durumundadırlar. Bunlardan birine bile inanmayan kimselerin imanı muteber değildir, bunlardan birini bile inkâr eden kimseler “doğru, hak, geçerli, kurtarıcı” imana kavuşamamış, hak dinden sapmış sayılırlar.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 160-161

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمِنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı  اٰمِنُوا بِاللّٰهِ  وَرَسُولِه۪ ‘dir.  

اٰمِنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمِنُوا  fiiline mütealliktir.  رَسُولِه۪  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْكِتَابِ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.  الَّذ۪ي  müfred has ism-i mevsul  الْكِتَابِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  عَلٰى رَسُولِه۪  car mecruru  نَزَّلَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْكِتَابِ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.  الَّذ۪ي  müfred has ism-i mevsul  الْكِتَابِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallik olup cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

اَنْزَلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نزل dir.  

اٰمِنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

نَزَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 


وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. 

Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَكْفُرْ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِاللّٰهِ  car mecruru  يَكْفُرْ  fiiline mütealliktir.

مَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  اللّٰهِ  lafza-i celâline matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدِ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. ضَلَالًا  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.  بَع۪يدًا  kelimesi  ضَلَالًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بَع۪يدًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Iman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

Nidanın cevap cümlesi olan  اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ ; emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ  temasül nedeniyle makabline atfedilmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması resul için şan ve şereftir. 

الْكِتَابِ  için sıfat konumundaki müfret has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İkinci  الْكِتَابِ  için sıfat konumundaki müfred has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Bu inşa cümleleri  irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. 

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

اٰمَنُٓوا - اٰمِنُوا  ve  نَزَّلَ -  اَنْزَلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu inşa cümleleri irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. 

اٰمِنُو  - اللّٰهِ  - رَسُولِه۪ - الْكِتَابِ - مَلٰٓئِكَتِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا  [İman edenler, iman edin.] cümlesi dikkat çekicidir. Önceki ayetle aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu cümle 5 şekilde yorumlanmıştır. Bunlardan biri de o fiil üzere devamlı olmak manasıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

“İman etmeye devam edin ve ömrünüzün sonuna kadar iman üzere olun.” demektir. Demek ki imanı korumak ve ibadetleri yerine getirmek lazımdır. Taklidi bile olsa farzlardan kaçınmayacağız. Zira taklit insanı zamanla tahkike götürür.

Kur’an-ı Kerim’de  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  hitabından sonra gelen konular genellikle imanı iyice yerleştirmeye yönelik meselelerdir. Çünkü “iman” kelimesi fiil olarak gelmiş, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir, bu da o iman henüz tam olarak yerleşmemiş demektir. Mümin kelimesinden sonra gelen konular ise böyle değildir. Mümin isim olduğu için o iman yerleşmiş demektir. (Taberi Tefsiri,Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l- Kur’ân)

Daha önceki kitaplar tek seferde indirilmiş, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de  اَنْزَلَ  fiiliyle ifade edilmiştir. Peygamber Efendimize (s.a.v) indirilen kitap ise 23 yılda kısım kısım indirilmiştir. Buna delalet etmek üzere de burada  نَزَّلَ  fiiliyle ifade edilmiştir.

وَالْكِتَابِ الَّذٖى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ  ifadesindeki “kitap” sözü, müfret bir lafızdır. Binaenaleyh bundan hangi kitaplar kastedilmiştir?

Cevap: Bu lafız, ism-i cinstir. Dolayısıyla genel olarak bütün fertlere şamil olabilir. Umumi manaya da uygundur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً


Cümle, atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir.  

Şart üslubundaki terkipte şart ismi  مَنْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَكْفُرْ بِاللّٰهِ  cümlesi haberdir. 

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً , tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cevap cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek olayın vukuunun kesinliğine işaret etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Mef’ûl olan  ضَلَالاً  ’deki tenvin tahkir, nev ve kesret ifade eder.

بَع۪يداً  kelimesi  ضَلَالاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ضَلَّ - ضَلَالًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Az sözle çok anlam ifade eden  مَلٰٓئِكَتِه۪ - كُتُبِه۪ - رُسُلِه۪  izafetleri, lafza-i celâle muzâf olan meleklere, kitaplara ve resullere şan ve şeref kazandırmıştır 

اٰضَلَّ - ضَلَالًا  ile  رَسُولِه۪ - رُسُلِه۪  ve  الْكِتَابِ - كُتُبِه۪  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمِنُوا - يَكْفُرْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الْكِتَابِ - رَسُولِه۪ - الَّذ۪ٓي  kelimelerinin ayette tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Dalaletin  بَع۪يدًا  [uzak] kelimesiyle vasıflanması masdara isnad kabilindendir. Failin hidayetten uzaklaşması “sapkınlık” masdarına isnad edilmiştir. Aslında dalalet değil, dalalete düşen uzak kalır. Bu ifade aynı zamanda istiaredir. İman eden kişi fıtrata yaklaşmış, doğru yola yakınlaşmıştır. İnkâr eden ise fıtratından, hidayetten, Allah’tan, resulden uzaklaşmıştır. Uzaktaki kişi ile irtibat kurulamaz. Ne fikir, ne duygu, ne maddi alış-veriş yapılır. Bazen iletişim bile kurulamaz. Bağlar kopar. İnkâr eden de Allah ile arasındaki iman bağını koparmış, kulluk halkasından çıkmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Rivayet edildiğine göre Yahudi hahamlarından bir topluluk, Resulullah’a gelmişler: “Ey Allah’ın Resulü, biz, Sana, kitabına, Musa’ya, Tevrat’a ve Uzeyr’e iman ediyoruz ve bunlardan başka kitapları ve peygamberleri tanımıyoruz.” demişlerdi. Peygamberimiz de: “Hayır, Allah’a, bütün peygamberlerine, Muhammed’e ve kitabı Kur’an’a ve ondan önceki her kitaba iman ediniz.” buyurdu. “Yapmayız.” dediler. Bu ayet nazil oldu ve hepsi iman ettiler. Dikkate şayandır ki iman fıkrasında “Allah’a, Resulüne, Resulüne indirilen kitaba, ondan önce indirilmiş olan kitaba” diye dört şeye iman belirtilmiştir. Bu da “Allah’a iman, Peygambere iman, kitaplara iman” diye üç mertebede özetlenebilir. Halbuki küfür fıkrasında, “Allah’ı inkâr, meleklerini inkâr, kitaplarını inkâr, peygamberlerini inkâr, ahiret gününü inkâr” diye melekler ve ahiret günü de eklenerek beş şey açıklanmış, hem de Resul’e diğer resuller de eklenerek cemi  رُسُلِه۪  şeklinde buyurulmuştur. Bununla Allah ve Peygambere, bütün kitaplara imanın, herhalde bütün peygamberlere, meleklere ve ahiret gününe imanı içine aldığı gösterilmiş ve bir insanın Allah’a, Peygambere ve kitaplara iman iddia edip de peygamberlerden birini, melekleri veya ahireti inkâra kalkışması ve bu hususta gelmiş olan ayetleri tevile çalışması ihtimali bulunduğundan, bunları inkâr edenlerin Allah’ı da inkâr etmiş oldukları bilhassa açıklanmıştır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Bil ki Allah Teâlâ, bu ayette dört şeye iman etmeyi emretmiştir. Birincisi, Allah’a; ikincisi, peygamberine; üçüncüsü, bu peygamberine indirdiği kitaba; dördüncüsü de daha önce indirilmiş olan kitaplara imandır.

Hakk Teâlâ beş çeşit de küfür zikretmiştir. Birincisi, Allah’ı inkâr; ikincisi, meleklerini inkâr; üçüncüsü, kitaplarını; dördüncüsü, peygamberlerini; beşincisi de ahireti inkâr. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

İmanın mertebelerinde niçin peygamber kitaptan önce zikredilmiş, küfür hususunda da tersi olarak kitap peygamberlerden önce gelmiş?

Cevap: Çünkü Yaratıcının bilgisinden, mutlaka nüzul mertebesinde kitap, peygamberden öncedir; mahlûkattan yaratıcıya yükselme mertebesinde ise peygamber kitaptan önce gelir.

Bunların birini inkâr eden bir kimse artık bir daha yolunu bulamayacak kadar hedeften sapmıştır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Nisâ Sûresi 137. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ  ...


İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah, onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ o kimseler
3 امَنُوا inandılar ا م ن
4 ثُمَّ sonra
5 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
6 ثُمَّ sonra
7 امَنُوا inandılar ا م ن
8 ثُمَّ yine
9 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
10 ثُمَّ sonra
11 ازْدَادُوا arttı ز ي د
12 كُفْرًا inkarları ك ف ر
13 لَمْ
14 يَكُنِ değildir ك و ن
15 اللَّهُ Allah
16 لِيَغْفِرَ bağışlayacak غ ف ر
17 لَهُمْ onları
18 وَلَا
19 لِيَهْدِيَهُمْ iletmeyecektir ه د ي
20 سَبِيلًا (doğru) yola س ب ل

İslâm tarihinin ilk döneminde iman ile inkâr arasında gidip gelenler, bunu kötü maksatla yapanlar veya iman henüz yeterince kafalarına ve gönüllerine yerleşmemiş bulunduğu için böyle hareket edenler olduğu gibi tarihin başka devirlerinde de benzeri durumlara rastlanmıştır. Önemli ve muteber olan son durumdur; insanlar sonunda imana karar verir, bunda sebat ederlerse kurtulurlar, daha önceki inkârları da bağışlanır. Çünkü “İman, kendisinden önceki sayfayı siler, inanç bakımından sabıka kaydını ortadan kaldırır” (Müsned, IV, 199, 204; İbn Mâce, “Zühd”, 30). Sonu inkâr olan ve bu halde ölenler (inkârlarını arttıranlar) bağışlanmazlar, inkârcıların doğru yolda oldukları da iddia edilemez. İnkâr ile –iman bakımından– doğru yolda olmak çelişkilidir, ikisi bir arada bulunamaz.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 161

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  آمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا  cümleleri atıf harfi  ثُمَّ  ile sıla cümlesine matuftur.  

ازْدَادُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كُفْرًا  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

يَكُنْ  nakıs, sükun üzere meczum muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl  يَكُنِ ‘un ismi olup damme ile merfûdur.

لِيَغْفِرَ  fiiline dâhil olan  لِ , lâm-ı cuhudtur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir. أن  ve masdar-ı müevvelلِ  harfi ceriyle  يَكُنِ ‘un mahzuf haberine müteallıktır.  

يَغْفِرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  لَهُمْ  car mecruru  يَغْفِرَ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْدِيَهُم  fiiline dâhil olan لِ , lâm-ı cuhudtur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir. أن  ve masdar-ı müevvel, لِ  harfi ceriyle birinci masdar-ı müevvele matuftur. 

يَهْدِيَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُم  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  سَب۪يلًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

(ثُمَّ) : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir. 

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

ازْدَادُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi زيد ’dir. İftial babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan   اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  كَفَرُوا  cümlesi   ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir.

ثُمَّ اٰمَنُوا  cümlesi  ثُمَّ  ile  ثُمَّ كَفَرُوا  cümlesine atfedilmiştir.

Yine  ازْدَادُوا كُفْرًا  cümlesi  ثُمَّ  ile ikinci  ثُمَّ كَفَرُوا  atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

كُفْرًا  temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha etkili olur.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

اِنَّ ’nin haberi olan  لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ  cümlesi, menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, dolayısıyla faide-i haber inkârî kelamdır. Lâm-ı cuhud olumsuz  كَانَ ‘nin olumsuzluğunu tekid eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

مَا كَان ’li olumsuz sîgalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Âl-i İmrân, 3/79) 

Sebep bildiren lam-ı cuhudun gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَغْفِرَ لَهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümledeki ikinci lâm-ı cuhûd nedeniyle masdar tevilinde olan  لِيَهْدِيَهُمْ  cümlesi önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.

Burada ayetin  لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلً  kısmındaki fiillerin başına getirilmiş olan  لِ  mübalağa ifade etmektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)

Allah’ın onları affetmemesinin ve hidayete ermemelerinin sürekli ve ebedi oluşunu belirtmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca zem makamı olduğu için istimrar ifade eder. 

لِيَغْفِرَ - لِيَهْدِيَهُمْ - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır 

اٰمِنُوا -  كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اٰمَنُوا - ثُمَّ - كَفَرُوا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كَفَرُوا - كُفْرًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلاَ لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاً  [Hiçbir şekilde Allah’ın bunları affetmesine ve doğru yola sevk etmesine ihtimal yoktur.] Yani iman ederlerse kabul etmez değil, fakat çoğunlukla bunlar kalpleri mühürlü olduklarından can çekişme zamanına gelmedikçe iman etmezler ve belki de o zaman bile etmezler. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Bu ayette bahsedilenler, iman ettikten sonra tekrar tekrar ve defalarca kâfir olanlardır. Bu durum bu gibi insanların kalplerinde imanın yer etmemiş olduğunu gösterir. Çünkü eğer onların kalplerinde imanın bir ağırlığı, kıymeti olsaydı, onu en ufacık bir sebeple bırakmazlardı. İmanında böyle bir ağırlık bulunmayan herkesin zahiri hali, Allah’a geçerli ve sahih bir şekilde iman etmemiş olduğunu gösterir ki işte Cenab-ı Hakk’ın, “Allah onlara mağfiret edecek değildir.” sözünden murad budur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ayet, küfrün artıp eksilebileceğine delalet etmektedir. Binaenaleyh imanın da aynı şekilde artıp eksilebilmesi gerekir. Çünkü bu ikisi, birbirinin zıddıdır. 

اَلَّذٖينَ  lafzını istiğraka (umum mana ifade etmeye) değil, aksine daha önce geçmiş olan malum kimselere hamlederiz. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

لِيَغْفِرَ لَهُمْ  ifadesindeki lâm, tekid için getirilmiş bir lâmdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ve rivayet olunduğuna göre bunun asıl iniş sebebi Yahudilerdir. Çünkü Yahudiler, önce Hz. Musa’ya iman ettiler, sonra buzağıya taptıkları zaman küfrettiler, sonra Hz. Musa dönünce yine iman ettiler, sonra Hz. İsa’yı inkâr ettiler, sonra da Hz. Muhammed’e (s.a.v) küfretmekle inkârlarını artırdılar ki ayet bunların bu hallerini tasvir edip böyle olanları da bunlara katmış. Münafıklar da bunlara benzediği ve bunlara dost oldukları için بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ “Münafıklara müjde et!” diye inzar yerinde tebşir (müjdeleme) ile tehekküme tabi tutulmuşlardır.

Demek oluyor ki bu gibi döneklik ve kararsızlıklar sadece fertler hakkında değil, toplumlar hakkında da felaket sebebidir. Çünkü Yahudilerin ayette tasvir olunan bu durumları fertlerinin değil, toplum ve milletlerinin durumudur. Çünkü Hz. İsa’ya ve Hz. Muhammed’e küfreden fertler ile buzağıya tapan ve ondan önce iman eden fertlerin aynı olmadığı malumdur. Fakat bu değişim ve kararsızlık, o milletin genel bir karakteri olmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)

Nisâ Sûresi 138. Ayet

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ  ...


Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَشِّرِ müjdele ب ش ر
2 الْمُنَافِقِينَ Münafıklara ن ف ق
3 بِأَنَّ şüphesiz
4 لَهُمْ kendilerinin olacağını
5 عَذَابًا bir azabın ع ذ ب
6 أَلِيمًا acıklı ا ل م

Daha önce iman ve küfür kavramları üzerinde durulmuş, muteber bir imanın şartları açıklanmıştı. Buradaki on âyette ise açık ve gizli kâfirlere karşı Allah’ın muamelesiyle müminlerin karşılıklı ilişkilerde uyacakları ilkeler ve kurallar ortaya konmaktadır.

Münafığın “ikiyüzlü, inananların arasında onlardan gözüken kimse” mânasına geldiği bilinmektedir. Âyette münafıkların acı âkıbeti haber verildikten sonra iki özelliklerinden daha söz ediliyor: Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmek, güçlü ve şerefli olabilmek için onların himayesine sığınmak, beraberliklerini tercih etmek. Bu iki niteliğin özellikle zikredilmesinde müminler için bir işaret sezinlememek mümkün değildir. Müminlerin asıl güvenecekleri, dayanacakları, kader birliği yapacakları kimseler iman kardeşleridir. Başka din ve ideoloji mensuplarına bu ölçüde güvenmek doğru değildir. Eşyanın tabiatına göre onlara bel bağlamak risklidir. Bunun da ötesinde “mümini bırakıp kâfiri dost ve veli edinen” kimsenin imanında, müminlerle ilişkilerinde bir ârıza bulunması, imanının nifaka yakın olması ihtimali vardır.

 Aynı şekilde güçlü ve saygın olmak için müminleri bırakıp kâfirlere sarılan, onların himayelerine sığınan kimselerde de aşağılık duygusu, özgüven eksikliği ve iman zayıflığı bulunması ihtimali kuvvetlidir. Mutlak güç ve üstünlük Allah’a aittir. Başka hiçbir kimse Allah’a dayanan ve güvenen mümin kadar güçlü ve şerefli olamaz. Müminler de Allah’a güvendikleri, O’na sığındıkları, şerefi ve saygınlığı O’na kul olmakta aradıkları ve buldukları için mânevî bakımdan güçlü ve şereflidirler. Maddî bakımdan da güçlü olmamaları için bir sebep yoktur. Buna rağmen onları bırakıp kâfirlerle beraber olmakta şeref ve güç arayanların imanlarında zaaf, kendilerinde münafıklıktan bir iz bulunduğu anlaşılmaktadır.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 164-165

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ


Fiil cümlesidir. بَشِّرِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الْمُنَافِق۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dâhil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle بَشِّرِ  fiiline müteallik olup, mahallen mecrurdur. لَهُمْ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  عَذَابًا  kelimesi  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  اَل۪يمًا  kelimesi  عَذَابًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَشِّرِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بشر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الْمُنَافِق۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَل۪يمًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâi isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen uyarı ve korkutma manasındadır. Bu nedenle cümle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve akabindeki  لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا  cümlesi, masdar tevilinde بَشِّرِ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim - tehir ve icazı hazif vardır.  لَهُمْ  car mecruru,  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallktır.  عَذَابًا  kelimesi,  اَنَّ ’nin muahhar ismidir. 

اَنَّ ’nin muahhar ismi olan  عَذَابًا ’deki tenkir, tahayyül edilemeyecek derecede korkunç ve çok olduğunu ifade eder.

عَذَاباً ‘in sıfatı olan  اَل۪يماً  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “azabun muhin”, “azabun azim”, “azabun elim”, “azabun şedid” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “El cezâu min cins'il amel / Ceza amelin cinsindendir”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır. 

Azim azab; kişinin ölmesine müsaade etmeksizin tattırılabilecek en büyük azabı ifade eder. Bunu ancak Allah yapabilir.

Azim azab ifadesi 14 kere geçerken elim azap ifadesi 46 kere geçmiştir.

E-li-me kökünden gelen "elem" acı, ağrı; "elim" ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada "elîm" acı duyan anlamına alınırsa, bu azabın değil, fakat azap edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı te'kid) vardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Bakara/10)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Uyarmak, ikaz etmek; müjdelemeye benzetilmiştir. Tehekküm ve alay maksadıyla bu istiare yapılmıştır. Câmi’; her ikisinde de surûra kavuşmak olmasıdır. İnzâr masdarı tebşîr masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan İlmi, Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

[Azap müjdelemek] tabirinde tehekkümî istiare veya kinaye vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

عَذَابًا - اَل۪يمًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ  [Münafıkları müjdele!] Onlarla alay etmek için “haber ver” yerine [müjdele] buyurulmuştur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ  [Onu, elem verici bir azapla müjdele!] cümlesinde alay üslubu vardır. Çünkü müjde, sadece hayırda olur. Müjdenin şerde kul­lanılması alay ve istihza ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Azapla müjdelemek ifadesinde istiare vardır. Uyarmak, ikaz etmek; müjdelemeye benzetilmiş, tehekküm ve alay maksadıyla bu istiare yapılmıştır. Câmi’; her ikisinde de sürura kavuşmak olmasıdır. İnzar masdarı tebşir masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayrıca ayette tehekküm sanatı vardır.

Tehekküm, “kibirli kimselere karşı hakaret anlamında yüceltme, korkutma/uyarma anlamında müjde, tehdit anlamında vaad, alay anlamında övgü lafzı getirmek suretiyle onlarla alay etmedir. (Dr.Mustafa Aydın Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

عَذَاب’ın lügat manası bir şeyin haline uygun durumdur. (Tahkik)

بَشِّرِ  tabiri, tehekküm içindir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

بَشِّرِ  fiili  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı en belirgin anlam, kesrettir.

Nisâ Sûresi 139. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ  ...


Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar
2 يَتَّخِذُونَ tutuyorlar ا خ ذ
3 الْكَافِرِينَ kafirleri ك ف ر
4 أَوْلِيَاءَ dost و ل ي
5 مِنْ
6 دُونِ bırakıp د و ن
7 الْمُؤْمِنِينَ mü’minleri ا م ن
8 أَيَبْتَغُونَ mi arıyorlar? ب غ ي
9 عِنْدَهُمُ onların yanında ع ن د
10 الْعِزَّةَ şeref ع ز ز
11 فَإِنَّ şüphesiz
12 الْعِزَّةَ şeref ع ز ز
13 لِلَّهِ Allaha aittir
14 جَمِيعًا tamamen ج م ع

اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ


Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, önceki ayetteki  الْمُنَافِق۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَتَّخِذُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْكَافِر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. 

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. مِنْ دُونِ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

يَتَّخِذُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

الْمُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  يَبْتَغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

عِنْدَهُمُ  mekân zarfı  يَبْتَغُونَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْعِزَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  ta’liliyyedir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

الْعِزَّةَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  لِلّٰهِ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. جَم۪يعًا  hali müekkede olup fetha ile mansubdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَبْتَغُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ



ٱلَّذِینَ  önceki ayetteki  الْمُنَافِق۪ينَ  için sıfat konumundadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ ‘nin sılası olan  يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak, tahkir ve gelen habere dikkat çekmek içindir. 

الْكَافِر۪ينَ - الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

[Onlar ki…] ism-i mevsulü ya  اريد الذين  (o kimseleri kastediyorum ki) takdirinde zemme konu olarak mahallen mansub ya da  هم الذين (onlar o kimselerdir ki) takdirinde haber olarak mahallen merfûdur. Bunlar kâfirlerle yardımlaşıyor, onları velî ediniyorlardı. Birbirlerine de “Muhammed’in işinden bir şey çıkmaz! Yahudileri velî edinmeye bakın!” diyorlardı. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl) 

 


اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ 


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru, tahkir ve taaccüb manası taşıdığı için vaz edildiği anlamdan çıkmıştır. Bu  nedenle terkip mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 


 فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ


فَ  istînâfiyye, istifhama cevap sadedindeki cümle ta’lîliyyedir.Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

جَم۪يعًا  manevi tekid olarak gelmiştir, haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

الْعِزَّةَ  zamir makamında zahir isim gelerek zihne yerleştirilmek istenmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Vahidî şöyle der: “Arapçada ‘izzet’, şiddet ve güç demektir. Münafıklar, Yahudilerle birleşmek suretiyle güç ve kuvvet arıyorlardı. Kâmil ve mükemmel kudret, Allah’a aittir. O’nun dışında kalan herkes ise O’nun kudret vermesiyle kadir, O’nun aziz kılmasıyla aziz, izzet sahibi olurlar. Binaenaleyh gerek peygamber gerekse müminler için söz konusu olan izzet, ancak Allah’ın vermesiyle olmuştur. Bu sebeple durum iyice incelendiğinde, bütün izzetin, kudretin Allah’a ait olduğu ortaya çıkmış olur.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu cümle, inkârî istifhamın ifade ettiği görüşün bâtıl  ve o görüşte olanların sonlarının hüsran olduğunun sebebini vuzuha kavuşturur. Çünkü bütün kuvvet, kudret ve galibiyet Allah Teâlâ’ya münhasırdır.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Bir diğer görüşe göre ise bu cümle, mahzuf bir şart cümlesinin cevabıdır. Yani eğer onların yanında kuvvet arıyorlarsa bilsinler ki bütün kuvvet Allah’ındır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

 

Nisâ Sûresi 140. Ayet

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ  ...


Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَدْ muhakkak
2 نَزَّلَ indirmiştir ن ز ل
3 عَلَيْكُمْ size
4 فِي
5 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
6 أَنْ diye
7 إِذَا zaman
8 سَمِعْتُمْ işittiğiniz س م ع
9 ايَاتِ ayetlerinin ا ي ي
10 اللَّهِ Allah’ın
11 يُكْفَرُ inkar edildiğini ك ف ر
12 بِهَا onların
13 وَيُسْتَهْزَأُ ve alay edildiğini ه ز ا
14 بِهَا onlarla
15 فَلَا
16 تَقْعُدُوا oturmayın ق ع د
17 مَعَهُمْ onlarla beraber
18 حَتَّىٰ kadar
19 يَخُوضُوا onlar dalıncaya خ و ض
20 فِي
21 حَدِيثٍ bir söze ح د ث
22 غَيْرِهِ başka غ ي ر
23 إِنَّكُمْ siz de
24 إِذًا o zaman
25 مِثْلُهُمْ onlar gibi olursunuz م ث ل
26 إِنَّ şüphesiz
27 اللَّهَ Allah
28 جَامِعُ bütün ج م ع
29 الْمُنَافِقِينَ iki yüzlüleri ن ف ق
30 وَالْكَافِرِينَ ve kafirleri ك ف ر
31 فِي
32 جَهَنَّمَ cehennemde
33 جَمِيعًا toplayacaktır ج م ع

İslâm’ı kabul etmemiş bulunan kimselerin bir kısmı bunu açıkça ifade ederken diğer kısmı –menfaatleri böyle gerektirdiği için– durumlarını gizler, müminlerin arasında yaşar, sinsice onlara maddî ve mânevî zarar vermeye çalışırlar. Kâfirlerin müminlere verdikleri zararlardan biri de dini inkâr etmek, aleyhinde konuşmak, dinin kurallarını ve dindarları alaya almaktır. Bu inkâr, hakaret ve alay, açık veya kapalı bir şekilde devam ettiği sürece müminlerin vazifesi sükût etmemek, buna rızâ göstermemek, evrensel mânada ahlâkî olmayan bu davranışı engellemektir. Eğer müminlerin gücü böyle bir tepki göstermeye yetmiyorsa bulunduğu meclisi ve beraberliği terketme vazifesi vardır. Dinin inkâr edildiği, aleyhinde bulunulduğu ve alaya alındığı yerde –bunu engellemeye gücü yetmeyen mümin– oturmayacak, bunları yapanlarla beraberliğini sürdürmeyecek, o yeri ve o kimseleri terkedecek, onlardan uzaklaşacaktır.

 Çünkü beraberliğin devamında üç önemli zarar vardır:

 a) Bunu yapanların cüret ve cesaretlerinin artması.

b) Böyle bir davranış karşısında tepkisiz kalan müminlerin giderek buna alışmaları, hatta etkilenmeleri; kutsal değerlerine yönelik hassasiyetlerinin zaafa uğraması.

c) Güçlerinin yettiği ölçüde tepki göstermedikleri, bu mânada olup bitene razı oldukları için günahkâr olmaları.

Nitekim âyette geçen “Aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz” şeklindeki ağır suçlama ve uyarı bir yandan müminlerin bu zararlı sonuçtan kurtulmalarını hedeflerken diğer yandan zâhirde olanı tasvir etmektedir. Çünkü bir mecliste dine hakaret edildiği, mukaddeslerle alay edildiği halde hiçbir kimse tepki göstermiyorsa “orada olanların tamamının kâfir olduğuna” hükmedilebilir, yani burada hiçbir müminin bulunmadığı zannı hâsıl olabilir.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 165

Havd خوض : Suya girmek ve sudan geçmektir. İstiare yoluyla pek çok şey için kullanılır. Kur’ân-ı Kerim'de kullanıldığı yerlerin çoğunda, başlanması yerilen şeyleri anlatmak manasında kullanılmıştır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli havuzdur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْكُمْ  car mecruru  نَزَّلَ  fiiline mütealliktir.  فِي الْكِتَابِ  car mecruru  نَزَّلَ  fiiline mütealliktir.

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi mahzuf şan zamiridir. Şart fiili ve cevabı اَنْ ’nin haberi olup mahallen merfûdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  نَزَّلَ  fiilinin mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.

اِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. سَمِعْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَمِعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  اٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يُكْفَرُ بِهَا  cümlesi,  اٰيَاتِ اللّٰهِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.  

يُكْفَرُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  بِهَا  car mecruru naib-i fail olup mahallen merfûdur. يُسْتَهْزَاُ  fiili atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur.

يُسْتَهْزَاُ   damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  بِهَا  car mecruru naib-i fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْعُدُوا   fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ  mekân zarfı,  تَقْعُدُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir   هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَخُوضُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  تَقْعُدُوا  fiiline müteallik olup mahallen mecrurdur.  

يَخُوضُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي حَد۪يثٍ  car mecruru  يَخُوضُوا  fiiline mütealliktir.  غَيْرِه۪  kelimesi  حَد۪يثٍ  ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Tahir b. Âşûr’ûn  حَتّٰى ’nın atıf harf-i olarak gelişine  فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ [Başka bir söze geçmedikleri müddetçe onlarla oturmayın.]  (Nisa, 4/140) ayetini delil gösterir. Bu ayette حَتّٰى  gaye bildiren atıf harfidir. Dolayısıyla onlarla beraber oturmanın men edilmesinin gayesi, onların ayetleri inkârlarına veya alaylarına mani olmaktır. (Aboubacar Mohamadou /İbn Âşûr’ûn Et-Tahrîr Ve’t - Tenvîr Adlı Eserinde Sarf Ve Nahiv Merkezli Tercihleri) 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَزَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

يُسْتَهْزَاُ   fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هزأ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ


İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

كُمْ muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِذًا  cevap harfidir.  مِثْلُهُمْ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâl  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. جَامِعُ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْمُنَافِق۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

الْكَافِر۪ينَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  ف۪ي جَهَنَّمَ  car mecruru  جَامِعُ ‘ya müteallik olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. جَم۪يعًا  kelimesi  الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ  kelimelerinin hali olup fetha ile mansubdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir. 

جَامِعُ  kelimesi, sülâsi mücerredi جمع  olan fiilin ism-i failidir.

الْمُنَافِق۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ


وَ  istînâfiyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

اَنْ  harfi, اَنَّ ‘den muhaffefedir. Şan zamirinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Akabindeki  اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ  cümlesi, şart üslubunda olup masdar tevilindedir.  نَزَّلَ  fiilinin mef’ulü konumundaki cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir.  اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi  سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.  

يُكْفَرُ بِهَا  cümlesi  اٰيَاتِ اللّٰهِ  ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُكْفَرُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)   

وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la hal cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يُسْتَهْزَاُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. 

فَ  karinesiyle gelen cevap olan  فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın, gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪   cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup,  حَتّٰى  ile birlikte   لَا تَقْعُدُوا  fiiline mütealliktir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Kâfir ve münafıklar hakkında gaib zamirle bahsedilirken bu ayette tevbihin şiddetini artırmak için muhatap zamirine iltifat edilmiştir.

ف۪ي حَد۪يثٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla hadîs yani konuşma içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  حَد۪يثٍ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin başka bir konuda konuşmaya başlamalarını etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.

لَا تَقْعُدُوا  [Oturmayın] nehyi ikaz, irşad, tedip ve tehdit içindir. Sebep; oturmayın, müsebbep; ortamı terk edin, demektir. لَا تَقْعُدُوا [Oturmayın] cüz olup bu kelimeyle kül olan tüm beraberlikler kastedilmiştir. “Oturmayın ama ayakta durabilirsiniz.” manası alınamaz. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ  [Başka bir söze dalıncaya kadar] ibaresinde istiare vardır. Boş sözler; derinliği olan, dalanı içine çeken bir mekâna benzetilmiştir. Câmi’; çokluk, sonunun bulunmayışı, bulanık-belirsiz oluşudur. Söyleşiye dalan kişi, suyun durgunluğunu harekete geçiren, derinliğini yoklayan kişiye benzetilmiştir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

İlim erbabı şöyle demiştir: Bu, küfre razı olan kimsenin kâfir olacağına ve yine dinî yönden hoş olmayan bir münkeri görüp de ona razı olan ve o münkeratı yapanların arasına karışan, bilfiil o münkeri yapmasa bile günah bakımından yapanlardan bir farkı olmadığına delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

أنْ إذا سَمِعْتُمْ  cümlesi tefsiriyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


 اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ 

 

İstînâfa ta’lîl olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِذاً , ‘öyleyse, o takdirde’ manasında cevap harfidir. 

Müsnedin izafetle gelişi tahkir amacına matuftur.

مِثْلُ  kelimesini zikretmiş olması, oturan kimsenin orada oturmaya razı olması halinde böyledir. Ama onların sözlerine (içten) kızıp da korkarak ve takiyye yaparak oturması halinde ise durum böyle değildir. İşte bu incelikten dolayı biz diyoruz ki Yahudilerle oturup kalkan ve Kur’an’ı ve Resulullah’ı ta’n edip eleştiren o münafıklar da tıpkı o Yahudiler gibi kâfirdirler. Ama Medine’de bulunup da daha önce Mekke’de iken Kur’an’ı ta’n eden kâfirlerle oturup kalkmış olan Müslümanlar ise imanları üzere devam etmişlerdir. Bu iki mesele arasındaki fark şudur: Münafıklar Yahudilerle kendi irade ve arzularıyla oturup kalkıyorlardı. Ama Müslümanlar ise zarurete binaen kâfirlerle birlikte bulunuyor, oturup kalkıyorlardı. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu cümle istinâfî olup indirilen şeye dahil değildir; nehyin illetini belirtir. Yani o lafların konuşulduğu sırada onlarla beraber oturmayın; eğer bunu yaparsanız küfürde ve azaba istihkakta onlar gibi olursunuz. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi,  …جَامِعُ الْمُنَافِق۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. 

Allah Teâlâ’nın münafık ve kâfirleri zikrettikten sonra onları cehennemde toplayacağını belirtmesi cem’ ma’at-taksim sanatıdır.

جَم۪يعًا  manevi tekid olarak gelmiştir, haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

جَهَنَّمَ - الْكَافِر۪ينَ - الْمُنَافِق۪ينَ - يُكْفَرُ - يُسْتَهْزَاُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki  يُكْفَرُ - الْكَافِر۪ينَ  ve  جَم۪يعًاۙ -  جَامِعُ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bursevî cehennem maddesiyle ilgili “Cehennem'in lügatte aslı  جِهانَم ’dir. Cihânem ise derin kuyu demektir.” demiştir. Tahkik’te ise kelimeyle ilgili şu cümleler geçmiştir: “Cehennem mefhumunun cennet mefhumunun mukabili olduğu ortadadır. Nûn’un ziyadesi ve şeddeli oluşu sertlik ve çatık kaşlılığın şidddetine delalet eder.”

جَهَنَّمَ  kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 77 defa geçmektedir.

Münafıkların kâfirlerden önce zikredilmesi, muhataplara olan ceza vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Günün Mesajı
Allah'ın müminlere yönelerek "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara bir iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا [İman edenler, iman edin] cümlesi dikkat çekicidir. İman edin emrinden maksat iman etmeye devam etmek manasıdır. 'İman etmeye devam edin ve ömrünüzün sonuna kadar iman üzere olun' demektir. Demek ki imanı korumak ve ibadetleri yerine getirmek lazımdır. Taklidi bile olsa farzlardan kaçınmayacağız. Zira taklid insanı zamanla tahkike götürür. Kur’ân-ı Kerim'de bu hitaptan sonra gelen konular genellikle imanı iyice yerleştirmeye yönelik meselelerdir. Çünkü 'iman' kelimesi fiil olarak gelmiş, hudus ve teceddüd ifade etmiştir, bu da o iman henüz tam olarak yerleşmemiş demektir. Mümin kelimesinden sonra gelen konular ise böyle değildir. Mümin isim olduğu için, o iman yerleşmiş demektir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Yanan odunun çıtırtısı, ninemin sallandığı sandalyesinin gıcırtısı ve yatağında yatan dedemin dudaklarının kıpırtısı. Okuldan bir arkadaşım: ‘Ölüm gelmeden önce sessizliğini gönderirmiş.’ demişti. Odanın içi farklı seslerle ve fısıltıyla edilen sohbetlerle dolu olsa da. Tuhaf bir sessizlik de hakimdi çünkü asıl söylenmek istenenler, dile getirilmiyordu. Dedem, nineme elini salladı. Mesaj alınmıştı. Dedemin sevdiği adalet hikayesini anlatmaya başladı:

Bizim memleketin bir kadısı vardı. Gelen her davayı uygun kararlarla kapatırdı. Bir gün, önüne, hanımının dahil olduğu bir dava geldi. Adamın hanımına olan sevgisi dillere destandı. Kadıya arkadaşları dediler ki: ‘Gel çekil bu davadan. Kurtar kendini, haksızlığa bulaşmadan.’ Kadı dinlemedi. ‘Yaparım.’ dedi. Gururuna yediremedi ve inat etti. Verilen seçim hakkını, elinin tersiyle itti. Halbuki biraz düşünseydi, o uyarılar, hep Allah katındandı.

Kanıtlar, hanımının suçlu olduğunu gösteriyordu. İşlenen suç ise ne affedilir, ne de anlatılacak cinstendi. Davanın son günü, mahkemenin önü doluydu. Kadı kararını açıkladı. İnsanlar şaşkınlıktan ne diyeceklerini bilemedi. Karar, hanımının lehineydi.

Eskiler dermiş ki: ‘Adaletsizliğin olduğu yerde, intikam yangını çıkar. Yakınında duran masumu da, beraberinde yutar.’ Öyle de oldu. Kadıyla hanımının ölüm haberi bomba gibi düştü memlekete. Kısa bir süre içerisinde, delikanlılık çağındaki tek evlatları da çekip gitti. Kendisini tanıyanların arasında, annesiyle babasının yükünü taşımaktan yorulmuş olacaktı.

Giderken, bir dua bıraktı, memleketinin dağlarına. Rivayet edilir ki; oraya gidenler, hala o duanın yankılarını duyarmış:

‘Ey adaletine iman ettiğim Rabbim! İnsanlardan ve yaptıklarından Sana sığınırım. Haksızlığın açtığı yaraların acısını ancak Sen dindirirsin. Halimi tek Sen bilir, tek Sen anlarsın. İman edip inkar edenlere, elindeki gücü yanlış kullanıp zulmedenlere benzemekten ve nefsimin beslediği duygu ve düşüncelerimden Sana sığınırım, Senden sakınırım. Derdimi bilen Sensin, Sana teslim oldum. Her hakkı, ya dünyanda, ya da ahiretinde sahibine geri vereceksin bilirim. Her gelenin gideceği bir dünyadayım. Nefes alan her varlığın ve her türlü imtihanın bir sonu var bilirim. Senden yardımını ve merhametini dilerim. Yürüdüğüm bu yolu kolaylaştırmanı, varacağım yeri ise hayırlı kılmanı isterim. Adil bir hayat yaşamamı, adil bir şekilde ölmemi nasip et. Ömrümün kalanında, her türlü adaletsizlikten, beni ve sevdiklerimi koru.

Ninem ‘amin’ diyerek susunca, dedem aniden dönüp, bizlere bakarak, son öğüdünü verdi:

‘Allah’a itaatten ayrılmayın. Adil olun. Adaletsizlikten sakının. Adil olamayacağınızı bildiğiniz her halden, koşarak kaçın. Çünkü insan bir haksızlık yaptığında, o adaletsizlik illa ki sayısı belirsiz çocuklarını da getirir beraberinde.’

Yıllardır dedeme sormaktan çekindiğim soruyu, sormak için başka bir fırsatımın olmayacağı hissiyle doldum. Tam ağzımı açtım ki babam, artık çocukların gitmesi gerektiğini söyleyerek, beni kapıya doğru iteledi. Dedemin çocukları yatağa yaklaşırken, torunları dışarı çıkarıldı. Soracağım sorunun cevabı, halbuki çok kısaydı. ‘Dede, o delikanlı sen miydin?’

***

Yaşananlara ve yapılanlara bakıldığı zaman şöyle bir gerçek anlaşılır. Belki de, gelişme potansiyeline sahip olduğu kadar sığlaşma kapasitesi olan insandan başka bir varlık yoktur. Kabiliyetleriyle beraber kendisini fazlasıyla yücelten, özünde kafasını yordukları kadardır. Dünyaya gömülen nefse, dünyevi ve uhrevi hakikat bilgilerinin kapılarını, onu düşünmeye teşvik ederek açan İslam dinidir.

Allah’a teslim olmayan ve O’nun rızası için yaşamayan ya da İslam dinini doğru düzgün öğrenmeyen ve uygulamayan her kul ve savunduğu fikirleri, sığ kalmaya mahkumdur. Bunun sebebi gayet açıktır: dünya için yaşayan her insanın maddi ve manevi kalıbı, yalnız kendisine hizmet edecek kadar genişler. Zira, onun için sahip olduklarından ya da olmak istediklerinden başkasının kıymeti yoktur.

Tuhaftır ki, herkesin en sığ anlamda bile olsa bir adalet anlayışı ve pis işlerle meşgul olanların bile konuşulmayan kuralları vardır. En basitinden, aldatan aldatılmak ve kandıran kandırılmak istemez. Hatta sahtekar, kurduğu adaletsiz düzen tarafından yutulmamak ve ihanete uğramamak için zamanla şiddetlenen adaletsiz önlemlerle kendisini korumaya çalışır.

Allah’tan ve O’nun sınırlarından uzaklaşan kul, adaleti ve izzeti yanlış yerlerde arar çünkü her seferinde kendi çıkarını da hesaba katar. Görünürde elde ettiğini sandığı menfaatleri, eninde sonunda kaybettiği zaman ise sığlığı ile başbaşa kalır. Tükenen gücü ve ömrüyle beraber, dünyada çıktığı herhangi üstünlük makamlarına başkalarının oturduğuna şahit olur.

Ey Allahım! Bizi ve sevdiklerimizi, Seni ve Senin sevdiklerini dost edinenlerden eyle. Hayatının her alanında (evinde, okulunda ve işinde) adil kullarından eyle ve adaletsizliğin bilinir bilinmez şerlerinden koru. Maddi ve manevi kapasitesini, Senin rızan için geliştirenlerden ve sığlıktan uzaklaşanlardan eyle. Senin yolunda sağlam adımlarla ilerlemek için doğru ilimleri, doğru şekilde öğrenenlerden ve öğrendikleriyle amel edenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji