بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | kimseleri |
|
2 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
3 | وَعَمِلُوا | ve yapanları |
|
4 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
5 | سَنُدْخِلُهُمْ | sokacağız |
|
6 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
7 | تَجْرِي | akan |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
10 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
11 | خَالِدِينَ | kalacaklardır |
|
12 | فِيهَا | orada |
|
13 | أَبَدًا | ebedi |
|
14 | وَعْدَ | bu va’didir |
|
15 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
16 | حَقًّا | gerçek |
|
17 | وَمَنْ | kim olabilir? |
|
18 | أَصْدَقُ | daha doğru |
|
19 | مِنَ | -tan |
|
20 | اللَّهِ | Allah- |
|
21 | قِيلًا | sözlü |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
سَنُدْخِلُهُمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَنُدْخِلُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
تَجْر۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru, تَجْرِي fiiline mütealliktir. الْاَنْهَارُ fail olup damme ile merfûdur.
خَالِد۪ينَ hal olup, nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. اَبَدًا zaman zarfı, خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَنُدْخِلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ’dir.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dur.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
خَالِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi خلد fiilin ism-i failidir.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerredi صلح fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً
Fiil cümlesidir. وَعْدَ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, وعدهم الله وعدا (Allah onlara bir vaad vermiştir) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَقًّا kelimesi, mahzuf حق fiilinin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْدَقُ haber olup damme ile merfûdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَصْدَقُ ‘ya mütealliktir. ق۪يلًا temyiz olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْدَقُ ism-i tafdil kalıbındadır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu müsnedün ileyh, سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi müsneddir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mübteda olan has ismi mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.
Akabindeki aynı formda gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Buradaki عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَمِلُوا fiilinin mef’ûlun bihi olan “ameller” kelimesi hazfolmuş, bu kelimenin sıfatı olan الصَّالِحَاتِ kelimesi kalmıştır. Bu da amellerin salih olma özelliğinin ne kadar kuvvetli olduğunu ifade eder. Genel olarak bu mana Kur’an’da hep böyle ifade edilmiştir. Fussilet Suresi 33. ayette Muhammed Ebu Musa bu grup insanlar için özetle şunları söylemiştir: “Bu ayette bahsedilenler hem salih olan hem de başkalarını salih hale getirenlerdir. Bunların başka bir meşguliyetleri yoktur. Kendilerini Allah’ın gazabından kurtardıkları gibi bütün güçlerini başkalarını da Allah’ın azabından kurtarmaya harcarlar. İtaat ve davetle Allah’a yaklaşırlar. Bunlar itaati tatmışlardır ve bütün güçlerini başkalarının da bu lezzeti tatmaları için harcamaktadırlar.”
Haber olan …سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي cümlesi; fiilin başına dahil olan istikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًا cümlesi جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.
Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s. 239)
Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
خَالِد۪ينَ kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خَالِد۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, ف۪يهَا car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır.
اَبَداً zaman zarfı خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir.
اٰمَنُوا - عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
Allah Teâlâ’nın vaadini ifade eden ayetlerin çoğunda ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ [İçlerinde ebedi kalıcı olarak] tabirine yer vermiştir. Eğer خَلِوَد۪, ebedi ve devamlı kalma manasında olsaydı, bu ifade de gereksiz bir tekrar olmuş olurdu. Halbuki tekrar aslın hilafıdır, yani asıl olan tekrar yapılmamasıdır. Böylece biz, خَلِوَد۪ ’un devamlı kalma manasına değil, uzun bir süre kalma manasına geldiğini anlarız. Fakat Allah Teâlâ, vaîd ile ilgili ayetlerinde خَلِوَد۪ ’u zikretmiş, ebedî kalışı ise sadece kâfirler hakkında kullanmıştır. İşte bu da günahkâr müminlerin cezasının sona ereceğine bir delildir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Kâfirlere yönelik vaîdin hemen ardından müminler için mükâfat ve vaadin gelmesi, müminlerin sevincini kâfirlerin ise üzüntüsünü arttırmak içindir. Dolayısıyla beliğ bir şekilde öncesindeki manayı tekid eder.
وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَعْدَ , mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, وعدهم الله وعدا [Allah onlara bir vaad vermiştir.]’dir.
حَقاًّ da aynı şekilde takdiri حقّ [Gerçek oldu] olan mahzuf fiilin, önceki manayı tekid eden mef’ûlu mutlakıdır. Mef’ûlu mutlakların amillerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
وَعْدَ kelimesinin Allah lafzına izafesi, tazim içindir. Lafza-i celâle izafe, bu vaadin gerçek, mutlak ve mükemmel olduğunun delilidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّا [Allah’ın gerçek bir vaadi olarak…] ifadesinde, birincisi وَعْدَ اللّٰهِ kendi anlamını, ikincisi حَقًّاۜ kendinden başka bir anlamı pekiştirmektedir. [Kim Allah’tan daha doğru sözlü olabilir?] ifadesi de etkili üçüncü bir pekiştirmedir. Bu kadar vurgu üstüne vurgunun faydası, şeytanın yandaşlarına yönelik o yalan vaatlerinin ve verdiği asılsız kuruntuların karşısına Allah’ın, velîlerine yönelik doğru vaadini göstermektir. Böylece, sonunda şeytanın sözünden dönmesinin vereceği acıları yudumlamak yerine Allah’ın kullarına vaadini gerçekleştirmesini sağlayacak [taat nev‘inden] şeyleri tercihe sevk etmektedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s - Selîm)
مَنْ اَصْدَقُ cümlesinde وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundadır.
İstifham ismi مَنْ , mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
Müsned olan اَصْدَقُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
ق۪يلًا kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
ق۪يلًا ismi; فِعْلٍ vezninde hayır ve şer hakkında gelen masdar isimdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
سَنُدْخِلُهُمْ fiilindeki cemi mütekellim zamirinden sonra bu cümlede gaib zamire dönüş, iltifat sanatıdır.
Burada inkârî bir soru vardır. Söz ve vaat bakımından Allah’tan daha doğru hiçbir kimse yoktur. Allah, her söz söyleyenden daha doğru söz söyler. O’nun vaadi, kabul edilmeye en layık olandır. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân, Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | (İş) olmaz |
|
2 | بِأَمَانِيِّكُمْ | sizin kuruntularınızla |
|
3 | وَلَا | ve olmaz |
|
4 | أَمَانِيِّ | kuruntularıyla |
|
5 | أَهْلِ | ehlinin |
|
6 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
7 | مَنْ | kimse |
|
8 | يَعْمَلْ | yapan |
|
9 | سُوءًا | kötülük |
|
10 | يُجْزَ | cezalandırılır |
|
11 | بِهِ | onunla |
|
12 | وَلَا |
|
|
13 | يَجِدْ | ve bulamaz |
|
14 | لَهُ | kendisine |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | دُونِ | başka |
|
17 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
18 | وَلِيًّا | (ne) bir dost |
|
19 | وَلَا | ne de |
|
20 | نَصِيرًا | bir yardımcı |
|
Bir önceki âyetten itibaren 126. âyete kadar iman yolunu seçen, şeytana değil, Rahmâna kulak veren, imanını ibadetlerle, iyi ve güzel işlerle güçlendiren kimselerin dünyada ve âhirette elde edecekleri meyvelerden, güzel sonuçlardan söz edilmekte, bunların başında gelen cennet ve ebedî saadet vaadinin Allah’a ait bulunduğu ve hiçbir kimsenin sözüne O’nun kadar sadık olamayacağı vurgulanmaktadır.
Bazı Ehl-i kitap gruplarıyla bir kısım müslümanlar veya müşrik Araplar, boş kuruntulara, delilsiz, dayanaksız kanaatlere kapılarak Allah’ın kendilerine farklı muamele edeceğini, günah işleseler bile âhirette cezalandırmayacağını iddia etmişlerdir. Âyetler bu gibi boş sözleri ve kuruntuları reddettikten sonra şu evrensel kanunu ilân etmektedir: Dünya hayatında sa‘y (emek, çaba, eser) kanunu geçerlidir. Kötülük eden cezasını görür, hakça bir düzende kimse onu koruyamaz. Mümin olup iyi işler yapan, güzel davranışlarda bulunanlar da, cinsiyetleri ne olursa olsun cennete girerler, kendi seçimleri ve eserleri olmayan farklılıklardan dolayı zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 149-150
Riyazus Salihin, 147 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallanu anh’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanınız.” Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28
Buhârî’nin bir başka rivayeti şöyledir:
“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.”
Buhârî, Rikâk 18
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ
İsim cümlesidir. لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref, haberini nasb eder.
لَيْسَ ’nin ismi mahzuftur. Takdiri, الأمر veya المآل (Durum veya hal) şeklindedir. بِاَمَانِيِّ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَمَانِيِّ atıf harfi وَ ile birinci اَمَانِيِّكُمْ ’e matuftur. Aynı zamanda muzâftır. اَهْلِ muzâfun ileyh kesra ile mecrurdur. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’ nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. سُٓوءًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُجْزَ بِه۪ cümlesi şartın cevabıdır.
يُجْزَ illet harfinin hazfıyla meczum meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِه۪ car mecruru يُجْزَ fiiline mütealliktir.
وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَجِدْ sükun ile meczum muzari fiildir. لَهُ car mecruru وَلِيًّا ’in mahzuf haline mütealliktir.
مِنْ دُونِ car mecruru وَلِيًّا ’in mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَلِيًّا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يرًا atıf harfi وَ ile وَلِيًّا ‘e matuftur.
وَلِيًّا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ
Ayet, istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. لَيْسَ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِاَمَانِيِّكُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin الأمر veya الحال şeklinde takdir edilen mahzuf isminin, mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, ليس الأمر متعلقا بأمانيكم [Durum sizin kuruntularınızla alakalı değildir.]’dir.
Veya بِ harfi, zaiddir. بِاَمَانِيِّكُمْ lafzen mecrur, mahallen mansub olarak لَيْسَ ‘ nin haberidir.
بِاَمَانِيِّكُمْ kelimesindeki بِ harf-i ceri zaid değil, mülabese içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Nefy harfi لَا ’ nın tekrarı, olumsuzluğu tekid etmek için yapılan ıtnâbtır.
لَٓا اَمَانِيِّ - اَمَانِيِّكُمْ kelimeleri arasında reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ehl-i Kitabın bilinen kuruntularının yanında Müslümanların kuruntularının da zikredilmesi, her halükârda Müslümanların dahi kuruntularının hiç yarar sağlamayacağını bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Şart üslubunda gelen terkipte مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا cümlesi, şarttır. مَنْ şart ismi mübteda, يَعْمَلْ cümlesi, mübtedanın haberidir.
Müsnedin, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam şeklinde gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
ف karinesi olmadan gelen يُجْزَ بِه۪ şeklindeki cevap cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
سُٓوءًا ’deki tenvin “herhangi bir kötülük” manasındadır.
يُجْزَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s.127)
مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ [Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür.] cümlesindeki “kötülük” ten kasıt, şirktir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
Cumhur şöyle demektedir: Ayetin lafzı umumidir. Kâfir de mümin de kötü amelinin karşılığını görür. Kâfirin cezası cehennemdir. Çünkü küfrü kendisini helak etmiştir. Mümin ise dünyada çektiği sıkıntılarla cezasını görür. Nitekim, Müslim Sahih’inde Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür.” ayeti nazil olunca Müslümanlar üzerinde büyük bir etki yaptı. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “İtidali kaybetmeyin, doğruluktan ayrılmayın. Şunu bilin ki Müslümanın karşı karşıya kaldığı her bir musibette küçük sıkıntıları ve ayağına batan bir diken de dâhil olmak üzere günahlarına bir keffaret vardır.” (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Cümle وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfi olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır. Car-mecrurun mef’ûle takdimi söz konusudur.
وَلِيًّا - نَص۪يرًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin nev ve kıllet ifade eder. “Hiçbir” anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.
دُونِ اللّٰهِ izafeti gayrının tahkiri içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
دُونِه۪ tabirinin, ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah’la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve her kim |
|
2 | يَعْمَلْ | yaparsa |
|
3 | مِنَ |
|
|
4 | الصَّالِحَاتِ | güzel işler |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | ذَكَرٍ | erkekten |
|
7 | أَوْ | veya |
|
8 | أُنْثَىٰ | kadından |
|
9 | وَهُوَ | ve onlar |
|
10 | مُؤْمِنٌ | inanarak |
|
11 | فَأُولَٰئِكَ | işte öyle kimseler |
|
12 | يَدْخُلُونَ | girerler |
|
13 | الْجَنَّةَ | cennete |
|
14 | وَلَا |
|
|
15 | يُظْلَمُونَ | ve haksızlığa uğratılmazlar |
|
16 | نَقِيرًا | zerre kadar |
|
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ الصَّالِحَاتِ car mecruru mahzuf mef’ûlun bihinin sıfatına mütealliktir. Takdiri, شيئا من الصالحات şeklinde veya يَعْمَلْ fiiline mütealliktir.
مِنْ ذَكَرٍ car mecruru يَعْمَلْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اُنْثٰى atıf harfi اَوْ ile ذَكَرٍ ’e matuf olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِنٌ haber olup damme ile merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَدْخُلُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَدْخُلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْجَنَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا cümlesi, atıf harfi وَ ’la يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ cümlesine matuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
نَق۪يرًا masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, لا يظلمون ظلما قدر نقير (Nekir kadar bir zulme uğramazlar.) şeklindedir.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُؤْمِنٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
الصَّالِحَاتِ kelimesi, sülâsi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنْثٰى ve ذَكَرٍ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen terkipte مَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ cümlesi, şarttır. مَنْ şart ismi mübteda, يَعْمَلْ cümlesi, mübtedanın haberidir.
Müsnedin, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam şeklinde gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
مِنْ ذَكَرٍ ve ona matuf olan اُنْثٰى , failin mahzuf haline mütealliktir. ذَكَرٍ ve اُنْثٰى kelimelerindeki tenvin cins ifade eder. Salih amel yapan kimseler dedikten sonra kadın ve erkek olarak açıklanması, ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır.
وَهُوَ مُؤْمِن cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف karinesi olmadan gelen فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ şeklindeki cevap cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin, ism-i işaretle marife olması işaret edilenleri tazim amacına matuftur. اُو۬لٰٓئِك işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi ister. يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümleler şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا cümlesi يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يُظْلَمُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
نَق۪يرًا ‘ deki tenvin nev ve kıllet ifade eder.
مِنَ الصَّالِحَاتِ ifadesindeki مِنْ ba'diyet içindir, “Kim bazı yararlı işler yaparsa…” demektir. Çünkü durumlar farklı farklı olduğundan, herkesin tüm yararlı işleri yapması mümkün değildir. Bilakis ancak yükümlülüğü ve kapasitesi kapsamına girenleri yerine getirebilir. مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى ifadesindeki ikinci مِنْ ‘ de وَمَنْ يَعْمَلْ ‘ deki belirsizliği açıklamak içindir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Yine اُو۬لٰٓئِك (işte onlar) kelimesinin kullanılması, işaret edilenlerin, derecelerinin ve şeref mertebelerinin çok yüksek olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Önceki ayetteki مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ cümlesiyle وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ……لَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا
cümlesi arasında mukabele vardır.
ذَكَرٍ - اُنْثٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayetteki مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى ve وَهُوَ مُؤْمِنٌ ifadeleri tetmîm için gelmiştir. Birincisiyle cennete girme hükmüne hem erkek hem de kadınların, ikincisiyle de sadece mümin olanların dahil olduğu ifade edilerek مَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ [kim iyi işler yaparsa] hükmü daraltmıştır. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Önceki ayette “kötülük” kelimesi direkt nesne olmuştu. Burada ise الصَّالِحَاتِ ’nin başında مِنَ edatı kullanılmıştır. Bu da şu demektir: Az bir şey bile yapsak bu mükâfata nail oluruz. Küçük kötülüklerin affedildiğini umabiliriz. Salih amellerin hepsini yapamıyorum diye de ümitsizliğe düşmeye gerek yoktur. Bu manalar, tebyiz manasındaki مِنَ harfinden elde edilir.
نَق۪يرًا , hurma çekirdeğinin çukurundaki, hurmanın kendisinden çıkıp bittiği noktadır. Buna göre mana, [Onlar, çekirdeğin o noktası kadar bile amelleri hususunda haksızlığa uğratılmayacaklardır.] şeklinde olur. نَق۪يرًا ölçüler ve düşük miktarlardan kinayedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | أَحْسَنُ | daha güzeldir? |
|
3 | دِينًا | din yönünden |
|
4 | مِمَّنْ | kimseden |
|
5 | أَسْلَمَ | teslim eden |
|
6 | وَجْهَهُ | yüzünü |
|
7 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
8 | وَهُوَ | o |
|
9 | مُحْسِنٌ | iyilik edici olarak |
|
10 | وَاتَّبَعَ | ve tabi olan |
|
11 | مِلَّةَ | dinine |
|
12 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
13 | حَنِيفًا | dosdoğru |
|
14 | وَاتَّخَذَ | edinmişti |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’i |
|
17 | خَلِيلًا | dost |
|
Her dinin, her ideolojinin mensubu kendine ait olanın diğerinden üstün ve güzel olduğunu iddia eder. Özellikle din konusunda en doğruyu, en güzeli tesbit edebilmek için dinin mahiyet ve amacı bakımından objektif sayılabilecek ölçülere ihtiyaç vardır. Kur’ân’ın öngördüğü ölçü dinin iman, İslâm ve ihsan’ı ihtiva etmesidir. İmandan maksat tevhid inancıdır, Allah’ı bir bilmek ve yalnızca O’na ibadet etmektir. Nitekim Hz. İbrâhim’in tebliğ ettiği din de bu anlamda “hanîf” olarak isimlendirilmiştir. Bu sebeple Allah onu kendisine dost kılmış, ona Allah’a dost olma şerefini bahşetmiştir. İslâm’dan maksat kul olarak bütün bağlantılardan sıyrılmak, kulluk şuuruyla yalnız Allah’a yönelmek, kendini O’na teslim etmektir. İhsandan maksat ise bir yönüyle ihlâstır; kulluğa başka bir beklentiyi karıştırmamaktır, bir yanıyla da hayırdır, güzelliktir, kişinin her yaptığını güzel ve mükemmel yapma iradesidir. Bu üç unsuru ihtiva eden din hak dindir, güzel dindir, ondan daha üstünü olamaz. Çünkü hak birdir, en güzel de bir tanedir.
“Dost” diye çevirilen halîl kelimesi Arapça’da, “kişinin devamlı beraber olduğu, sırlarını paylaştığı, huyu huyuna, suyu suyuna uyan samimi arkadaşı” demektir. 125. âyette açıklandığı üzere her şeyin sahibi olan ve her şeyi kuşatan Allah’ın kulları arasından birini, insanlar arasında olan ve bilinen mânada dost edinmesi düşünülemez. Şu halde burada dostluk özel bir mânada kullanılmıştır. Yapılan tanım ve yorumlardan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür: “Gönlünde Allah’tan başkasına yer vermeyecek kadar O’nu seven ve O’nun tarafından da sevilen, rızâsına mazhar olan, peygamberlik başta olmak üzere üstün hasletler, özellikler ve lutuflarla şereflendirilen kimse” Allah’ın dostudur. Biz insanlar, başkalarına karşı beslediğimiz duyguları ve aramızdaki ilişkinin mahiyet ve biçimini biliriz. Bu mânada bir kimseyi severiz; o, habîb (sevgili, sevilen) olur. Bir başkasını sevmenin ötesinde dost ediniriz, o da halîl olur. Allah Teâlâ bize bizim dilimizle, bizim tahayyül, tasavvur ve idrak kapasitemize uygun bir üslûpla hitap ettiği için kendinden bize yönelik ilgiyi de bu kelimelerle ifade buyurmuştur. O’nun zâtını bilemediğimiz gibi bu ilgi ve ilişkinin mahiyetini de (O’nun sevmesinin ve dost edinmesinin ne demek olduğunu da) bilemeyiz. Ancak insanlar arası ilişkiden yola çıkarak, bunu beşer planında bir örnek, kısmen de olsa anlama aracı kılarak Allah’a habîb ve halîl olmanın büyük bir mazhariyet olduğunu, keyfiyeti bilinemez bir yakınlık ifade ettiğini –her birimiz irfan derecemize göre– anlarız, bununla mutlu oluruz.
Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 150-151
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
- Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam:
- Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:
- Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gü-nüne inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.
Adam tekrar:
- Doğru söyledin, diye tasdik etti ve:
- Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu.
Adam yine:
- Doğru söyledin dedi, sonra da:
- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi.
Adam:
- O halde alâmetlerini söyle, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır ” buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
- Allah ve Resûlü bilir, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu. (Müslim, Îmân 1, 5. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9)
Henefe حنف : Şaşkınlıktan kurtulmak için istikamete meyletmektir. Zıddı olan جَنَف ise istikametten şaşkınlığa meyletmektir. حَنِيفٌ bu yönde bir eğilim gösteren kişidir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (Ebu) Hanife ve haniftir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haber olup damme ile merfûdur. د۪ينًا temyiz olup fetha ile mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harfi ceriyle اَحْسَنُ ’ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَسْلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. وَجْهَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلّٰهِ car mecruru اَسْلَمَ fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُحْسِنٌ haber olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِلَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. حَن۪يفًا kelimesi اِبْرٰه۪يمَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْلَمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اتَّبَعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُحْسِنٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَن۪يفًاۜ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اِبْرٰه۪يمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. خَل۪يلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayet, inkarî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde istifham harfi olan مَنْ mübteda, اَحْسَنُ haberdir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, meydan okuma ve takrir kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle soruda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Müsned olan اَحْسَنُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle اَحْسَنُ ‘ye mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
د۪ينًا ’ kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
Kelimedeki tenvin tazim içindir.
Hal وَ ’ıyla gelen وَهُوَ مُحْسِنٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan مُحْسِنٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًا cümlesi atıf harfi وَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Veciz ifade kastına matuf مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ izafetinde اِبْرٰه۪يمَ ismine muzâf olan مِلَّةَ , şan ve şeref kazanmıştır.
مِلَّةَ , din manasındadır.
Hal olan حَن۪يفًا , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu bu özelliğin mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Hal, cümlenin anlamını kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَسْلَمَ وَجْهَهُ [Yüzünü teslim etmek] ifadesi cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
Cenab-ı Hakk’ın, مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ [Kendisini Allah'a teslim eden…] sözü, “hasr” (sadece) manasını ifade eder. Buna göre “kendisini sadece Allah’a teslim eden, Allah’tan başkasına teslim etmeyen…” demektir. Bu durum mükemmel bir imanın, bütün işlerin yaratıcıya havale edilmesi ve insanın kendi gücü ile kuvvetinin bir rolü olmadığını bilmesi halinde tahakkuk edeceğine bir dikkat çekmedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
“Teslim olursa” yerine [teslim ederse] buyrulması dolayısıyla tecrîd söz konusudur.
Yüzünü teslim etmek, teveccüh etmek, kalben bağlanıp meyletmek anlamında istiare-i tebeiyyedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اَسْلَمَ وَجْهَهُ [Yüzünü teslim etmek] ifadesi, tam itaat ve kulluğu itiraftan kinayedir. Kinayelerin en güzelidir. Çünkü yüz azaların en şereflisidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t - Tenvîr)
İslam, iki şey üzerine kurulmuştur: İnanç ve amel. Bunlardan birincisine, “kendisini Allah’a teslim edip hakka yönelen” ifadesiyle diğerine ise “iyilik yaparak (muhsin)” ifadesiyle işaret edilmiştir.(İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
اَسْلَمَ - اتَّبَعَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَحْسَنُ - مُحْسِنٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِلَّةَ kelimesi Kur’an’da çoğunlukla “din” anlamında kullanılmıştır.
Cümledeki مَّنْ ’ler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah’a yüzünü teslim etmesi söylendikten sonra İbrahim’in milletine tabi olmanın zikredilmesi umumdan sora hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.
حَن۪يفًا , “meyleden, sapan” demektir. Buna göre mana, “(İslam’ın dışındaki) bütün dinlerden meyleden, sapan” şeklinde olur. Çünkü hak dinin dışında kalan, her din bâtıldır. Doğru olan bu kelimenin, zahir ve batın herşeyden dönen manasına olmasıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Allah Teâlâ, kurtuluşun ve cenneti elde etmenin gerçekleşmesini, insanın mümin olmasına bağlayınca imanı iyice izah etmiş ve onun şu iki bakımdan faziletini beyan buyurmuştur:
a) İman, Allah’a tam olarak ubudiyyeti, itaati ve inkıyadı ortaya koymayı ifade eden bir dindir.
b) İman, Hazreti İbrahim’in (a.s.) de üzerinde olduğu bir dindir. İşte bu iki faziletten her biri İslam dinine teşvik hususunda, başlı başına birer sebeptir. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ayette İbrahim’in (a.s.) adının ikinci kez geçişi; yani zamir makamında zahir (açık) olarak zikredilmesi, şanını tazim ve bu itirazî (bağlantısız) cümlenin istiklâlini tekid içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t - Te’vîl)
Ayetteki خَل۪يلًا kelimesi hakkında şunları söyleyebiliriz:
1- Halil kelimesinin masdarı olan خُلّة , hilal (karışmak) anlamındadır. Çünkü dostluk, nefse ve ruha karışan bir sevgidir.
2- Halil, “halel” anlamındadır. Zira iki dost, birbirinin halelini (eksiğini) tamamlar.
3- Halil, “hall” veya “kumdaki yol” demektir. Çünkü iki dost, aynı yolda, uyum içinde olurlar.
4- Halil, “hallet” yani haslet anlamındadır. Zira iki dostun hasletleri birbirine benzer.
Bu ârızî (bağlantısız) cümlenin büyük faydaları vardır. Şöyle ki: İbrahim’in (a.s.) dinine uymaya teşvik eder. Zira Allah Teala katında “Halil” olarak isimlendirilmeye hak kazanacak kadar O’na yakın olan bir kimsenin yoluna uymak, en büyük himmet ve gayretin hedefi ve gözlerin dikildiği en yüksek şeref olmaya layıktır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Demek ki Allah’ın bizi dost edinmesi için bunları yapmamız gerekmektedir. Kendimizi Allah’a teslim edeceğiz ve muhsin olacağız.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâl كَانَ ’nin ismi olup damme ile merfûdur. بِكُلِّ car mecruru مُح۪يطًا۟ ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُح۪يطًا۟ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
مُح۪يطًا۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.
Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl birinciye atfedilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et - Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuara/113)
السَّمٰوَاتِ - لْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’den sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
فِي السَّمٰوَاتِ ‘deki ف۪ٓي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfinde zarfiyyet anlamı vardır. السَّمٰوَاتِ lafzına dahil olduğunda bu özelliği nedeniyle istiare oluşmuştur. Sema içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. Gökyüzü ve zarfiyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır.
İki mevsûl arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları sanatları vardır.
مَا kelimesi, gökler ve yerdeki herkesi ve her şeyi içine alır. Yani yarattıklarının gizlediklerinden ve yaptıklarından hiçbir şey ona gizli kalmaz. Onun emirlerini tutanları, yasaklarından kaçınanları bilir. Bunlara uymayanlardan da haberdardır. Bu yüzden bu ayette, insanları önceki ayetlerde zikredilen emirlerle amel etmeye teşvik etmiştir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr,Bakara/284)
السَّمٰوَاتِ [Gökler] kelimesinde zımnen الْاَرْضِ [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşıyor. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakıyoruz. Onun için önce semavat söylenmiştir. Arzın tekil gelmesi, arzın tabakalarının hepsinin birbirine yapışık olması sebebiyledir. Ayrıca arzın çoğulu fesahata aykırı olduğu için Kur’an’da hiç geçmemiştir. أراضي kelimesi kulağı rahatsız eder. Talak/12 de çoğul olması gerekirken مِثۡلَهُنَّۖ denilerek bu durum önlenmiştir.
السَّمٰوَاتِ [Gökler] kelimesinde zımnen الْاَرْضِ [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor, diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşır. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakarız. Onun için önce sema zikredilmiştir.
Allah Teâlâ bu ayette, gökte olanları yerde olanlardan önce zikretmiştir. Çünkü gökte olan varlıkların halleri, yerde olanların durumlarının birer sebebidir. Böylece Cenab-ı Hakk sebebi, sonuçtan önce zikretmiştir. Bu da yerdekilerin bütün durumlarının, göktekilerin durumlarına istinat ettiğine delalet eder. Göktekilerin durumunun da Allah’ın yaratma ve tekvînine dayandığı hususunda herhangi bir şüphe yoktur.
[Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir.
لِلّٰهِ ’deki ل harf-i cerin anlamları:
1- Tahsis: Her şey Allah’a aittir, hiç kimse hiçbir şeyin sahibi değildir.
2- إلى anlamıyla dönüşlülük: Her şey Allah’a dönücüdür.
3- Temlik: Her şey Allah’ın mülkiyetindedir.
4- Hakiki istila: Allah gökleri ve yerdeki her şeyi istila etmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
فِي السَّمٰوَاتِ [Göktekiler] buyruğundan sonra فِي الْاَرْضِۜ [Yerdekiler]’in atfedilmesi tecrîddir, çünkü arz aslında semanın (gökler) içindedir.
وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
كَانَ ’nin dahil olduğu zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِكُلِّ شَيْءٍ amili olan مُح۪يطاً۟ ’e takdim edilmiştir.
كَانَ ’nin haberi olan مُح۪يطاً۟ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Cümlede car mecrurun amiline takdimi önemi sebebiyledir.
Allah isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/17)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu tezyil ihtiras itnabıdır. Allah teala ile İbrahim (a.s) arasındaki ‘’dostluk’’ ile dostluk manasının lazımı kastedilmiştir. Yoksa bu dostluk insanlar arasındaki dostluk gibi aralarında eşitlik veya üstünlük manası taşımaz.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t -Tenvîr)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Müsned olan مُح۪يطًا۟ kelimesinin nekre gelişi; tazim ve teksir bildirir.
Cümle “Allah her şeyi kuşatıcıdır.” şeklinde sadece mübteda-haber şeklinde gelse yine anlam aynı olurdu. Fakat nakıs fiil olan كَانَ ’nin ismi ve haberi şeklinde gelmesi, ıtnâbtan îgāldir. كَانَ fiilindeki ezeliyet anlamı için bu şekilde gelmiştir.
Gök ve yerdekilerin Allah’ın olması ifadesi, bütün her şeyi kuşatıcı olması manasının altında Allah’ın sonsuz kudretini belirtmek, vurgulamak anlamı vardır. Yani idmâc vardır.
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْتَفْتُونَكَ | senden fetva istiyorlar |
|
2 | فِي | hakkında |
|
3 | النِّسَاءِ | kadınlar |
|
4 | قُلِ | de ki |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | يُفْتِيكُمْ | size hükmünü açıklıyor |
|
7 | فِيهِنَّ | onlar hakkında |
|
8 | وَمَا | vardır |
|
9 | يُتْلَىٰ | okunan(ayet)ler |
|
10 | عَلَيْكُمْ | size |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْكِتَابِ | Kitapta |
|
13 | فِي | hakkında |
|
14 | يَتَامَى | öksüz |
|
15 | النِّسَاءِ | kadınlar |
|
16 | اللَّاتِي | onlar ki |
|
17 | لَا |
|
|
18 | تُؤْتُونَهُنَّ | onlara vermiyorsunuz |
|
19 | مَا | olanı |
|
20 | كُتِبَ | yazılmış |
|
21 | لَهُنَّ | kendilerine |
|
22 | وَتَرْغَبُونَ | ve istiyorsunuz |
|
23 | أَنْ |
|
|
24 | تَنْكِحُوهُنَّ | kendileriyle evlenmek |
|
25 | وَالْمُسْتَضْعَفِينَ | ve zavallı |
|
26 | مِنَ | hakkında |
|
27 | الْوِلْدَانِ | çocuklar |
|
28 | وَأَنْ | ve hakkında |
|
29 | تَقُومُوا | yerine getirmeniz |
|
30 | لِلْيَتَامَىٰ | öksüzlere karşı |
|
31 | بِالْقِسْطِ | adaleti |
|
32 | وَمَا |
|
|
33 | تَفْعَلُوا | yapacağınız |
|
34 | مِنْ | her |
|
35 | خَيْرٍ | hayrı |
|
36 | فَإِنَّ | muhakkak ki |
|
37 | اللَّهَ | Allah |
|
38 | كَانَ |
|
|
39 | بِهِ | onu |
|
40 | عَلِيمًا | bilir |
|
Rağibe رغب : رَغْبَة Bu kelimenin asıl anlamı, bir şeyin geniş olmasıdır. رَغْبٌ kelimesi في ve إلى edatlarıyla geldiğinde, bir şeyi arzulamak anlamına gelir. رَغِيبٌ çokça bağış ve lutuf anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rağbet, Regaib ve Ragıb'dır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يَسْتَفْتُونَكَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي النِّسَٓاءِ car mecruru يَسْتَفْتُونَكَ fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, شأن النساء (Kadınların durumu) şeklindedir.
يَسْتَفْتُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İstif’all babındadır. Sülâsîsi فتي ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavl اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. يُفْت۪يكُمْ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُفْت۪يكُمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪يهِنَّ car mecruru يُفْت۪يكُمْ fiiline mütealliktir.
يُفْت۪يكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi فتي ’dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ
Müşterek ism-i mevsul مَا, atıf harfi وَ ile lafza-i celâle matuf olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُتْلٰى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru يُتْلٰى fiiline mütealliktir.
فِي الْكِتَابِ car mecruru يُتْلٰى ’daki zamirin mahzuf haline veya يُتْلٰى fiiline mütealliktir. ف۪ي يَتَامَى car mecruru فِي الْكِتَابِ car mecrurunun müteallakının müteallıkı veya ondan bedel olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. النِّسَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الّٰت۪ي müfred müennes has ism-i mevsul يَتَامَى ’nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsulun sılası لَا تُؤْتُونَهُنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُؤْتُونَهُنَّ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كُتِبَ لَهُنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُتِبَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَهُنَّ car mecruru كُتِبَ fiiline mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
تُؤْتُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. تَرْغَبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf عَنْ harfi ceriyle تَرْغَبُونَ fiiline mütealliktir.
تَنْكِحُوهُنَّ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ atıf harfi وَ ’la يَتَامَى النِّسَٓاءِ ‘ye matuf olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. مِنَ الْوِلْدَانِ car mecruru الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ile mahzuf في harf-i ceriyle يَتَامَى النِّسَٓاءِ ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur. Takdiri, وفي أن تقوموا لليتامى şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَقُومُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
لِلْيَتَامٰى car mecruru تَقُومُوا fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. بِالْقِسْطِ car mecruru تَقُومُوا fiiline mütealliktir.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً
وَ istînâfiyyedir. مَا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَفۡعَلُوا۟ şart fiili olup, ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنۡ خَیۡرࣲ car mecruru mahzuf zamirin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, ما تفعلوه من خير (Hayır olarak yaptığınız şey) şeklindedir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِه۪ car mecruru عَل۪يمًا ’e mütealliktir. عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
عَل۪يمًا kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Vahidî (r.a) şöyle demiştir: اِستِفتَى, fetva istemek manasındadır. Mesela, Arapçada “Adamdan, mesele hakkında fetva sordum, o da bana tam olarak, fetva verdi.” denir. Bu fiilin masdarı اِفْتَى olup فَتْوَى ve فُتْيا kelimeleri de اِفْتَى manasına kullanılan iki isimdir. اِفْتَى kelimesi, müşkil olan bir şeyi açıklığa kavuşturmak manasındadır. Kelimenin aslı, kuvvetlenen ve kemale eren genç manasındaki فتى kelimesidir. Sanki bir kimsenin müşkilini (problem) halleden, onu dinç bir genç gibi kuvvetlendirmiş olur. Fetva, zor bir olayda doğru hükmü açıklamakla, amel edecek kimsenin kalbine bir kuvvet vermektir. مُفْتيِ (müftü) de bu kuvveti verebilmek için ehliyetine ve salahiyetine, ahlâk ve gücüne hakkıyla güvenilir bir zat olması gerekir ki bu da (Bakara Suresi, 112) ayetinin delaleti üzere islâm ve ihsan sahibi olmak ve (Nisa Suresi, 83) ayetinin delaleti üzere istinbata (dini delillerden sonuç çıkarmaya) gücü yeten alimlerden olmakla mümkün olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّ cümle, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lafza-i celâl müsnedün ileyh, يُفْت۪يكُمْ cümlesi müsneddir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَسْتَفْتُونَكَ - يُفْت۪يكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ
Müşterek ism-i mevsûl مَا , atıf harfi وَ ‘ la lafza-i celâle atfedilmiştir. Sılası olan يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يُتْلٰى ve كُتِبَ fiileri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
يَتَامَى için sıfat konumunda olan müfret müennes has ism-i mevsûl الّٰت۪ٓي ‘nin sılası olan لَا تُؤْتُونَهُنَّ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İkinci mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كُتِبَ لَهُنَّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Resulüm; senden kadınlar hakkındaki hükümleri soruyorlar. Onların sordukları özellikle kadınların mirastaki payları değildi. Peygambere kadınlarla ilgili birçok şey sormuşlardı. Sorulan konulardan bir çoğuna ilişkin hükümlerin beyanı, Kur’an’ın ilgili ayetlerine havale edilmiştir. Bazı hükümler de burada açıklanıyor.
وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ [Kitapta size okunan] ifadesi, bir arızi (ara) cümle olabilir. Buna göre Kitap’tan maksat, Levh-i Mahfûz’dur ve amaç okunan ayetlerin yüceliğini ortaya koymak, Kitab’ın tesis ettiği hukuka göre adaleti ve hakkaniyeti sağlamaktır. Bu tefsire göre مَا يُتْلٰى [okunanlar] kavramı hem daha önce geçen ayetlerde okunanları hem de bundan sonraki ayetlerde okunacakları kapsar.
مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَاب [Kitapta size okunan] cümlesi, yemin cümlesi de olabilir. Buna göre üzerine yemin edilenin şanını tazim için zikredilmiş olur. Yani “De ki: Ve Kitapta size okunanlara yemin ederim.” anlamına gelir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s - Selîm)
الْكِتَابِ Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.
يُتْلٰى [Okunan] tabirinde Kur’an’ın dinlenmesine işaret vardır.
Bahsedilen fetva verme şunlar hakkındadır: Kadın yetimler yahut yetim kızlar ve kadınlar hakkında ki siz onlara yazılmış farz olan miras, mehir ve diğerleri gibi haklarını vermezsiniz, bir de onları kendinize nikâh etmeyi arzu edersiniz veya kimseye nikâh etmek istemezsiniz ve her iki şekilde sefalete düşürürsünüz. Bunun nüzul sebebi (Nisa Suresi, 3) ayetinde Hazreti Âişe’den rivayet olarak nakledilmiştir.
Fetva verme, bir de baliğ olmayan (ergenlik çağına ermeyen) küçük çocuklar hakkındadır ki bunlara miras vermiyorlardı, (Nisa Suresi, 11) buyuruldu. Bir de bütün yetimler hakkında adaletli olmanız, işlerine adalet ile bakmanız hakkındadır. Ki (Nisa Suresi, 2) gibi ayetlerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la لَا تُؤْتُونَهُنَّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür. Müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ cümlesi, masdar teviliyle تَرْغَبُونَ fiilinin mef’ûlüdür.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ kelimesi tezayüf sebebiyle يَتَامَى النِّسَٓاءِ ‘ ye atfedilmiştir.
مِنَ الْوِلْدَانِ ‘deki مِنَ harfi ba'diyet ifade eder.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ kelimesi يَتَامَى النِّسَٓاءِ ‘ye atfedilmiştir. Tekmil ve idmâcdır. Çünkü hususi olarak kadınların durumu hakkındadır. وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ ’den murad, zayıf kadınlardır. Lakin müzekker sıygasıyla tağlîb olarak gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِ cümlesi, takdir edilen في harfi ile ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ ’ye matuftur. في harfinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazîf sanatıdır.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi temasüldür. Harf-i cerin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ - لْيَتَامٰى - الْوِلْدَانِۙ ve يُتْلٰى - الْكِتَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْكِتَابِ - اَنْ - مَا - لْيَتَامٰى - النِّسَٓاءِ - هُنَّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَرْغَبُونَ fiili hem istediğiniz hem de istemediğiniz manasında tezdaddandır, tevcih sanatı vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
الْقِسْطِ her şeye “hakkını” vermek demektir. Belki birisinin hakkı azdır, ona çok vermek adil olmaz. Bu kelimenin iki manası vardır: 1- Taksit taksit, 2- Payını vermek.
الْقِسْطِ ; güzel taksim etmek, hak sahibine malını vermek demektir.
عدل ise eşitlik demektir. Örneğin ceviz; herkese birer tane verilirse adalet olur ama daha çok ihtiyacı olana daha çok verilmesi kıst olur.
وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً
وَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart üslubunda gelen terkipte şart ismi olan مَا , mukaddem mef’ûldür. Müspet muzari fiil sıygasındaki تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ cümlesi, şarttır.
خَيْرٍ deki nekrelik, muayyen olmayan nev ifade etmiştir. مِنْ خَيْرٍ car mecruru مَا 'nın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً şeklindeki cevap cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِنّ ’nin haberi olan كَانَ بِه۪ عَل۪يماً , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
عَل۪يماً mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip faide-i haber inkârî kelamdır.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
[Hayırdan ne yaparsanız Allah bilir.] cümlesinde lâzım söylenmiş, melzûmu yani “karşılığını verir” manası kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
“Kadınlar, yetim kızlar, zayıf düşmüş çocuklar ve bunlara adaletle davranma meselesi (aynı ayette) geçince (Allah Teâlâ) hemen ardından zikrettiği kişiler sebebiyle kendisinin yapılan her türlü hayrı bildiğini ve ona göre sevap ve mükafatla karşılık vereceğini buyurdu.” Bu ayette yetim ve güçsüzler hakkında müminlere hem bir ikaz hem de sevap vesilesi olması mahiyetinde Allah Teâlâ tüm amelleri bildiğini buyurmuştur. (Keziban Dut,Ayet Sonlarındaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında)
İnsan, bazen sadece durmak ister. Hayat etrafında aksın gitsin. Kızgınlıklarını ve kırgınlıklarını da alıp götürsün ister. Susuz kalmış toprak üstünde, bulutsuz gökyüzünün güneşi altında bekler. Ne gelen vardır, ne de giden. Ne uçan vardır, ne de konan. Bir nevi, hayatın yaşanmadığı bir zaman dilimine hapsolmuştur. Hareketsiz kaldıkça, alışır uyuşukluğa. Haline teslim oldukça, mislinlik yerleşir kalbine. Bu durumdan kurtulma ihtimalini bile unutur. Başlangıçta, sadece biraz dinleneceğim sözleri artık bir hayale dönüşmüştür.
Bir gün yine nemden ağırlaşmış havasının içinde yüzerken. Arkasından bir davul sesinin yaklaştığını duyar. Şaşkınlıkla dönüp baktığında, gelen adamı görür. Ses ise attığı adımlarından gelmektedir. Dudaklarından ise en güzel davet dökülmektedir:
Rabbim Allah. Kitabım Kur’ân. Rasûlum Muhammed. Var mısın, Rabbinin halîli olan İbrahim’e benzemeye?
Zaman akmakta. Ömrün kısalmakta. Ecel yaklaşmakta. Var mısın, cennete koşanlardan olmaya?
Kalbin coşsun. Halin ferahlasın. Ruhun güzelleşsin. Var mısın, hanifler gibi yaşamaya ve ölmeye?
Var mı, Rabbe iman etmekten güzeli? Var mı, müslümanım demekten güzeli? Var mı, hanif dininden güzeli?
Elhamdulillah. Rabbim Allah dedirtene. İslam üzerine yaşamayı nasip edene. Bizi cennetine çağırana. Yaptığımız her ameli mükafatlandıracağını müjdeleyene.
Ey daveti işiten! Kararın nedir? İyi düşün. Hiçlik içinde, hiçliğe doğru bekleyecek misin? Ya da kurtuluş için, Rabbine ve cennetine, inananlarla beraber koşacak mısın?
Miskinlikten ve tembellikten uzak bir hayat yaşayanlardan. Gün içerisinde, Rabbinin her davetine icabet eden kullardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Hayatın her alanı, sosyal ilişkiler ve işler, nice beklentilerle doludur. Çoğu insanın, kimi tanıdığı ya da hiç tanımadığı başkalarından olan beklentisi, kendisinden olanınkinden daha fazladır.
Kişi, dünyalık heveslere yenik düştüğünde, kendisi ya da sevdikleri için daha kolay omuz silkebilir. Suç işlediğinde, cezayı hafiflettirici ya da cezadan kaçacak sebeplerin arayışına çıkabilir ve hatta ısrar ettiğinde her türlü yola başvurabilir.
İnsan evladı, genel itibariyle ayrımcılık ile beslenmeye meyillidir. Türlü sebeplerden dolayı; kendisini, cinsiyetini, ten rengini, ırkını, milletini, soyunu ya da yürüdüğü dünyevi bir yolu daha üstün ilan eder.
Kendisi dışında kalanları ve onların işlerini küçümsemeye başlar. Önemsemediği diğerlerinden olan beklentileri şöyle yükselir: onlar ayağını denk alarak üstün olanı kabul etmeli ve ortalama bir hayat için daha çok çaba göstermelidir.
İslam ise dünyalık temellere dayanarak biçilen değerlerin hepsini yıkmıştır. Hala doğru şekilde tartışılmayan hakları teslim etmiştir. Adalet, herkes için geçerlidir ve kişinin değeri niyet ve amellerine göredir.
Ey Allahım! Bizi, kendisini Sana teslim edenlerden ve Senin için yaşayanlardan eyle. Herhangi bir sebepten dolayı kendisini üstün gördüğü için kibirlenme ve başkalarını küçümseme gafletinden muhafaza buyur. Bizi, her an Senin huzurunda yaşadığı bilinciyle haddini bilenlerden, yeryüzünde tevazuyla yürüyenlerden ve Senin katındaki değerini yükseltmek için çabalayanlardan eyle. Başkalarını çekiştirmek ya da işlerini konuşmak yerine; yeryüzünde yürüdüğü her yolda rızana uygun hareket edenlerden, her işinde elinden geleni yapanlardan ve her ilişkisinde adil davrananlardan eyle.
Amin.