27 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 75-79 (89. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 75. Ayet

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ  ٧٥


Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ne oldu?
2 لَكُمْ size
3 لَا
4 تُقَاتِلُونَ savaşmıyorsunuz ق ت ل
5 فِي
6 سَبِيلِ yolunda س ب ل
7 اللَّهِ Allah
8 وَالْمُسْتَضْعَفِينَ ve zayıf ض ع ف
9 مِنَ (uğrunda)
10 الرِّجَالِ erkekler ر ج ل
11 وَالنِّسَاءِ ve kadınlar ن س و
12 وَالْوِلْدَانِ ve çocuklar و ل د
13 الَّذِينَ kimseler
14 يَقُولُونَ diyorlar ق و ل
15 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
16 أَخْرِجْنَا bizi çıkar خ ر ج
17 مِنْ
18 هَٰذِهِ şu
19 الْقَرْيَةِ kentten ق ر ي
20 الظَّالِمِ zalim ظ ل م
21 أَهْلُهَا halkı ا ه ل
22 وَاجْعَلْ ve ver ج ع ل
23 لَنَا bize
24 مِنْ
25 لَدُنْكَ katından ل د ن
26 وَلِيًّا bir koruyucu و ل ي
27 وَاجْعَلْ ve ver ج ع ل
28 لَنَا bize
29 مِنْ
30 لَدُنْكَ katından ل د ن
31 نَصِيرًا bir yardımcı ن ص ر

Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra da Mekke müşrikleri onların peşini bırakmamış, bazan başka kabileler ve Medineli bir kısım yahudilerle iş birliği yaparak Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarını yapmış, yeni dinin sâliklerini hicret yurtlarında yok etmek istemişlerdi. Ancak bu amaçlarına ulaşamadılar ve hicrî 6. yılda Hudeybiye Antlaşması’nı yapmaya mecbur kaldılar. Bu antlaşmanın bir maddesine göre bundan sonra müslüman olup Mekke’den kaçanlar iade edilecekti. Böylece hicret imkânı bulamayan müslümanlarla bu madde gereği iade edilen müslümanlar, bunların eşleri ve çocukları Mekke’de kaldılar, müşriklerin çeşitli zulüm ve baskıları altında yaşamaya devam ettiler. Bu müminler, işkence ve baskı dayanılamaz hale geldikçe Allah’a yalvarıyor ve bir kurtarıcı göndermesini istiyorlardı. Âyetler bunların dua ve niyazlarına bir cevap olmakla beraber anılan tarihî ilişkiyi aşan boyutları da vardır; çünkü savaş nerede ise insanlıkla yaşıttır. İdam cezasını kaldırarak suçsuz, günahsız insanların hayat hakkını korumak nasıl mümkün olmazsa savaşı kaldırarak, yok ederek, hesap dışı tutarak barışı ve uluslararası ilişkilerde adaleti sağlamak da öyle mümkün değildir. Yapılması gereken, savaşın hukukî ve ahlâkî amaçlarını belirlemek ve onu bu amaçtan saptırmamaktır. Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâm’ın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. Bu âyetlerden burada gördüğümüz ikisi, savaşın iki önemli amacını ortaya koymaktadır: a) Allah rızâsını elde etmek, b) Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. “Allah rızâsı” da fayda bakımından kullara dönmektedir. Allah Teâlâ’nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O’nun rızâsı için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır. Allah mutlak âdil olduğu ve zerre kadar zulme razı olmadığından “Allah rızâsı için savaşmak” adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda savaşmaktır. Allah’a ve hak dine inanmayanların da bir tanrıları, baş eğdikleri, itaat ettikleri –maddî, mânevî– bir önderleri olacaktır. Bu önderler Kur’ân’a göre tâguttur, şeytanlardır. Bunlara tâbi olanların savaş amaçları ise hukuk ve adaletin gerçekleşmesi değil, egoizmin tatminidir, zulüm, baskı ve sömürüdür.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 95-96  

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstifham ismi  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. لَا تُقَاتِلُونَ  cümlesi  لَكُمْ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُقَاتِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  تُقَاتِلُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْمُسْتَضْعَف۪ينَ  atıf harfi  وَ ’la  ف۪ي سَب۪يلِ  ‘ye matuf olup, cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. Muzâf mahzuftur. Takdiri,  تخليص المستضعفين  (Zayıf bırakılanların kurtarılması) şeklindedir. 

مِنَ الرِّجَالِ  car mecruru  الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  النِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ  kelimeleri atıf harfi  وَ  ile  الرِّجَالِ ’ye matuftur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَقُولُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi nida ve cevabıdır. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâf olup, fetha ile mansubdur.   Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ ’dir.  

اَخْرِجْنَا  dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ هٰذِهِ  car mecruru  اَخْرِجْنَا  fiiline mütealliktir.  الْقَرْيَةِ  işaret isminden bedel veya sıfat olup kesra ile mecrurdur.

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)  

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُقَاتِلُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dir. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخْرِجْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

الْمُسْتَضْعَف۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl  babının ism-i mef’ûlüdür. 

 

الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ


الظَّالِمِ  kelimesi  الْقَرْيَةِ ’nin sebebi sıfatıdır.  اَهْلُهَا  ism-i fail  الظَّالِمِ ’nin faili olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِمِ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ

 

Cümle, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına matuftur. 

Fiil cümlesidir. اجْعَلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  لَنَا  car mecruru  اجْعَلْ  fiiline mütealliktir.  

مِنْ لَدُنْكَ  car mecruru  اجْعَلْ  fiiline veya  وَلِيًّا ’in mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَلِيًّا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَلِياًّۚ  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ

Cümle, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına matuftur. 

Fiil cümlesidir. اجْعَلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  لَنَا  car mecruru  اجْعَلْ  fiiline mütealliktir.  

مِنْ لَدُنْكَ  car mecruru  اجْعَلْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَص۪يرًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ

 

وَ  atıf harfidir. Önceki ayetteki istînâfa matuftur. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İsim cümlesi formundaki cümlede mübteda konumundaki istifham harfi  مَا , inkârî manadadır. 

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak kınama ve tevbih anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur. 

Bilinen nefy üslubu yerine istifham, onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir.

İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ۠ ’un müteallakı olan haber mahzuftur.

لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesi,  لَكُمْ ’deki zamirin halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. 

الْمُسْتَضْعَف۪ينَ  için sıfat konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَقُولُونَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَا  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Münada konumundaki  رَبَّنَٓا  izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, mütekellim zamirinin aid olduğu kişilerin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.

Nidanın cevabı olan  اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

الظَّالِمِ  kelimesi  الْقَوْمَ  için sıfattır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Aynı üsluptaki  وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ  cümlesiyle وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ  cümlesi arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

نَص۪يرًا  -  وَلِيًّا  kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

الظَّالِمِ  kelimesi kendisinden sonra gelen kelimenin sıfatıdır, buna sebebî sıfat denir. Sebebî sıfat, mevsufuna sadece îrab ve tarif (marifelik-nekrelik) açısından uyar.

Allahumme diye dua ettiğimiz zaman Allah’ın ulûhiyet sıfatının tecellisini istiyor, ön plana çıkarıyoruz. رَبَّنَٓا  diye dua ettiğimiz zaman da rubûbiyet sıfatının tecellisini istiyoruz. (Terbiye edici vb. manalarının)

الرِّجَالِ - النِّسَٓاءِ - الْوِلْدَانِ  ve  نَص۪يرًاۜ -  وَلِيًّاۚ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ  ibaresindeki işaret ismi, şehri tahkir için gelmiştir.

İşaret ismi; arkasından gelen şeylerin kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 109)

اَلْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَا  [Halkı zalim olan memleket] Ümmü’l-Kura olan Mekke’ye işarettir ki müşrik olan Mekke halkı, zayıflara ve özellikle içlerinde bulunan müminlere son derece zulüm ve eziyet ediyorlardı. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Kadın, erkek ve çocuklar gibi, mustadaf olanlardan maksat, Mekke’de kalıp Medine’ye hicret edemeyen Müslümanlardır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Burada çocukların zikredilmesinin hikmeti; Allah Teâlâ, çocukların babalarını ve annelerini sıkıştırıp zorlamak ve çocukların bulundukları durumdan ötürü müşriklere buğz ettirmek için mükellef olmayan çocukların bile müşriklerin zulmünden kurtulamadıklarını bildirip zulümlerini iyice ortaya koymak ve mustadafların, günahsız küçük çocukların duaları ile Allah’ın rahmetinin inmesini temin etmek gayesi ile dualarına çocuklarını da iştirak ettirdiklerini belirtmek için ayette “çocukları” da zikretmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

ظَّالِمِ اَهْلُهَا terkibi  اَلْقَرْيَةِ’nin sıfatıdır. Bundan dolayı  ظَّالِمِ  kelimesi mecrurdur. Binaenaleyh  الظَّالِمَةِ اَهْلُهَا  söylenmeli idi, denebilir. Buna şöyle cevap verilir: Nahivciler bu gibi sıfatları, ism-i faile benzeyen sıfatlar diye adlandırırlar. Bu konuda temel kaide şudur: Sen ikinci cüze elif-lâmı getirdiğinde, o faili müzekkerlik ve müenneslik bakımından birinci cüze göre getirirsin. Mesela,  مَرَرْتُ بِالْمَرْأَةِ حَسَنَةِ الزَّوْجِ كَرِيمَةِ الْاَبِ (Ben, kocası iyi, babası da çok kerim olan bir kadına rastladım). (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Önceki ayetteki  الَّذِينَ يَشْرُونَ الحَياةَ الدُّنْيا بِالآخِرَةِ  sözlerinden sonra bu ayette  وما لَكم لا تُقاتِلُونَ  buyurularak gaibden muhataba iltifat yapılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Nisâ Sûresi 76. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟  ٧٦


İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
3 يُقَاتِلُونَ savaşırlar ق ت ل
4 فِي
5 سَبِيلِ yolunda س ب ل
6 اللَّهِ Allah
7 وَالَّذِينَ ve kimseler
8 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
9 يُقَاتِلُونَ savaşırlar ق ت ل
10 فِي
11 سَبِيلِ yolunda س ب ل
12 الطَّاغُوتِ tağut ط غ ي
13 فَقَاتِلُوا o halde savaşın ق ت ل
14 أَوْلِيَاءَ dostlarıyle و ل ي
15 الشَّيْطَانِ şeytanın ش ط ن
16 إِنَّ şüphesiz
17 كَيْدَ hilesi ك ي د
18 الشَّيْطَانِ şeytanın ش ط ن
19 كَانَ ك و ن
20 ضَعِيفًا zayıftır ض ع ف

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُقَاتِلُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُقَاتِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  يُقَاتِلُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil ifâl babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dır. 

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

يُقَاتِلُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ 


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُقَاتِلُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُقَاتِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  يُقَاتِلُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الطَّاغُوتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم مؤمنين فقاتلوا (Eğer müminseniz o halde savaşın.) şeklindedir.

قَاتِلُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَوْلِيَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الشَّيْطَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

قَاتِلُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَيْدَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الشَّيْطَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  كَانَ ’nin dâhil olduğu cümle  اِنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir.  ضَع۪يفًا۟  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الَّذ۪ينَ  mübteda,  يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  haberdir. 

Mübteda konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesi, haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. 

İkinci ism-i mevsûl tezat sebebiyle  وَ ‘ la birincisine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الَّذ۪ينَ  mübteda,  يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ  haberdir. 

Mübteda konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ  cümlesi, haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesiyle  يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اٰمَنُوا - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

Burada taksim sanatı vardır. İnsanların iki kısım olduğu ve her birinin yaptıkları ifade edilmiştir. Bu cümlelerde altılı mukabele vardır.

İman eden ve küfredenlerin ism-i mevsûlun sılası şeklinde ifade edilmesi bunların herkes tarafından bilindiğine işaret eder.

فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ


فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap olan  قَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri, … إن كنتم مؤمنين (Eğer müminseniz ...) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قَاتِلُٓوا - يُقَاتِلُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الشَّيْطَانِۚ - الطَّاغُوتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِ  izafeti, muzâfın tahkiri içindir.


اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟

 

Ayetin ta’liliyye olarak gelen son cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi sebebiyle tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

Müsned olan  كَانَ ضَع۪يفاً۟  cümlesi, nakıs fiil  كَانَ  ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَيْدَ الشَّيْطَانِ  izafeti muzâf için tahkir ifade eder.

الَّذ۪ينَ - ف۪ي - سَب۪يلِ - يُقَاتِلُونَ - الشَّيْطَانِۚ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yusuf Suresi 28. ayette  إِنَّ كَیۡدَكُنَّ عَظِیمࣱ  şeklinde kadınların hilesinin büyük, burada ise şeytanın hilesinin zayıf olduğu ifade edilmiştir.

Şeytanın hilesinin zayıf olması müminleri savaşa teşvik eder. Bu son cümlenin melzûmu Allah'ın yardımının kuvvetli olduğu manasıdır.

Nisâ Sûresi 77. Ayet

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  ٧٧


Daha önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi ر ا ي
3 إِلَى
4 الَّذِينَ kimseleri
5 قِيلَ denilen(leri) ق و ل
6 لَهُمْ kendilerine
7 كُفُّوا (savaştan) çekin ك ف ف
8 أَيْدِيَكُمْ ellerinizi ي د ي
9 وَأَقِيمُوا ve kılın ق و م
10 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
11 وَاتُوا ve verin ا ت ي
12 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
13 فَلَمَّا zaman
14 كُتِبَ yazılıdığı ك ت ب
15 عَلَيْهِمُ kendilerine
16 الْقِتَالُ savaş ق ت ل
17 إِذَا hemen
18 فَرِيقٌ bir grup ف ر ق
19 مِنْهُمْ içlerinden
20 يَخْشَوْنَ korkmaya başladılar خ ش ي
21 النَّاسَ insanlardan ن و س
22 كَخَشْيَةِ korkar gibi خ ش ي
23 اللَّهِ Allah’tan
24 أَوْ hatta
25 أَشَدَّ daha fazla ش د د
26 خَشْيَةً korkuyla خ ش ي
27 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
28 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
29 لِمَ niçin
30 كَتَبْتَ yazdın ك ت ب
31 عَلَيْنَا bize
32 الْقِتَالَ savaş ق ت ل
33 لَوْلَا keşke
34 أَخَّرْتَنَا bizi erteleseydin ا خ ر
35 إِلَىٰ kadar
36 أَجَلٍ bir süreye ا ج ل
37 قَرِيبٍ yakın ق ر ب
38 قُلْ de ki ق و ل
39 مَتَاعُ geçimi م ت ع
40 الدُّنْيَا dünya د ن و
41 قَلِيلٌ azdır ق ل ل
42 وَالْاخِرَةُ ve ahiret ا خ ر
43 خَيْرٌ daha iyidir خ ي ر
44 لِمَنِ kimse için
45 اتَّقَىٰ korunan و ق ي
46 وَلَا
47 تُظْلَمُونَ size haksızlık edilmez ظ ل م
48 فَتِيلًا kıl kadar ف ت ل

Mekke’de müminler çeşitli baskı ve işkenceler görüyorlar, henüz savaş izni gelmediği için şiddete şiddetle mukabele edemiyorlar, bu durumu zaman zaman Rasûlullah’a arzederek savaşmak için izin istiyorlardı. Hicrete kadar bu izin gelmedi, müminlere namaz ve zekât emredildi. İmanların güçlenmesi, nefislerin terbiye edilmesi, Allah rızâsı için ölümü göze alacak bir ruh kemalinin oluşması beklendi. Hicretten sonra savaş (cihad) izni gelince de kısmen müminler ve daha ziyade münafıklar düşmanla savaştan korktular, “Keşke bu emir biraz daha sonra gelseydi” temennisinde bulundular. Tehlikeyi konuşmakla yaşamak bir değildir; asıl cesaret tehlikeyi yaşarken ortaya çıkar. Burada hem bu çelişkiye işaret edilmekte hem de bir başka üslûp içinde savaştan ve ölümden korkmanın, doğru düşünen ve iman şuuru içinde yaşayan bir müminin işi olmadığı hatırlatılmaktadır. Evet, bu korku düşünen bir müminin işi olmamalıdır; zira âhiret mükâfatı yanında gelip geçici olan dünya nimetleri –çok da olsa– azdır. Dünyada az yaşayan, fakat Allah rızâsını kazananlar âhirette ebedî saadete nâil olacaklar, dünyada çok yaşayan, dünya nimetlerinden çokça istifade eden, fakat Allah rızâsını kazanamayanlar ise âhirette daha önemli ve büyük nimetlerden mahrum kalacaklardır. Hâsılı kimseye haksızlık edilmeyecek, herkes ettiğinin karşılığını görecektir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 97-98

Görmedin mi o kimseleri ki onlara şöyle denildi: Ellerinizi çekin ve namazı tam olarak yerine getirin ve zekatı tam olarak verin. Onların üzerine savaş farz kılındığı (yazıldığı) vakit, bir de bakarsın ki (ani bir olay vurgusu var. Müfacee harfi: iza) onlardan bir gurup, Allah’tan korkar gibi insanlardan korkar, belki de daha fazla. Dediler ki: Ey Rabbimiz, niçin bizim üzerimize savaş yazdın (farz kıldın)? Keşke bunu yakın bir zamana erteleseydin. De ki: Dünya metası (faydalanması, zevki) azdır. Ahiret takvalı olan için daha hayırlıdır (en hayırlıdır. Kalil’in mukabili olarak gelmiş). Bir zerre (kıl) kadar bile zulme uğramazsınız..

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. تَرَ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  إِلَى  harf-i ceriyle تَرَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası ق۪يلَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

ق۪يلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.

Mekulü’l-kavl  كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ ’dir. Cumhura göre naib-i fail mukadderdir. Takdiri, قول ‘dir. 

كُفُّٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَيْدِيَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَق۪يمُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اٰتُوا الزَّكٰوةَ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

اٰتُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الزَّكٰوةَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir. 

اَق۪يمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قوم ’dir. 

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ


فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı olup cevaba mütealliktir. Cümleye muzâf olur. كُتِبَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كُتِبَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  عَلَيْهِمُ  car mecruru  كُتِبَ  fiiline mütealliktir.  ٱلۡقِتَالُ  naib-i fail olup damme ile merfûdur.

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا, isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur. Şartın cevabı  فَر۪يقٌ مِنْهُمْ  ‘dır. 

İsim cümlesidir. فَر۪يقٌ  mübteda olup damme ile merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  فَر۪يقٌ  ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. يَخْشَوْنَ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.

يَخْشَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

كَخَشْيَةِ  car mecruru mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اَشَدَّ  atıf harfi  اَوْ  ile  خَشْيَةِ ’ye matuf olup, أفعل vezninde gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. خَشْيَةً  temyiz olup fetha ile mansubdur.  

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl  رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ ’dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâf olup fetha ile mansubdur.Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  لِمَ   كَتَبْتَ ’dir. 

لِمَ  cer harfi لِ  ile istifham harfi  ما ‘nın bileşimi olan bu edatın anlamı, ‘’niçin, ne diye ‘’ şeklindedir. Cer harfinden sonra istifham harfi geldiğinde elif hazfedilir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ) 

ما  istifham harfi  لِ   harf-i ceriyle  كَتَبْتَ  fiiline mütealliktir.

كَتَبْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْنَا  car mecruru  كَتَبْتَ  fiiline mütealliktir.  الْقِتَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِمَ  kelimesinin aslı  لِمَا  şeklindedir. Soru ifade eden  مَا  harfinin başına lam-ı ta‘lil (sebep ifade eden lam harfi) gelmiştir. Böylece  مَا  harfine bitişen elif, sık kullanıldığı için, telaffuz kolaylığı sağlamak maksadıyla hazfedilmiştir. Aynı durum  بِمَ (-ile), عَمَّ (-den) ve  فِمَ (-de) kelimelerinde de geçerlidir.

(Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)

 Böylece ismi mevsûl olan مَا ‘ dan ayrılır. İsmi mevsûl olan  مَا  bu harflere bitiştiği zaman elif hazf olmaz. 


لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ 


لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi” manasındadır.

اَخَّرْتَنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.

اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecruru  اَخَّرْتَنَٓا  fiiline mütealliktir.  قَر۪يبٍ  kelimesi  اَجَلٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavl  مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌ  ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَتَاعُ  mübteda olup damme ile merfûdur.  الدُّنْيَا  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  قَل۪يلٌ  haber olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَّرْتَنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi أخر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

قَر۪يبٍۜ - قَل۪يلٌۚ - الدُّنْيَا  kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  الْاٰخِرَةُ  mübteda olup damme ile merfûdur. خَيْرٌ  haber olup damme ile merfûdur.

مَنِ  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  خَيْرٌ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقٰى ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.

اتَّقٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

وَ  atıf harfidir.  Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُظْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  فَت۪يلًا  masdardan naib mef’ûlü mutlak olup,fetha ile mansubdur.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اتَّقٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Hemze takriri manada istifham harfi,  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. Takrir, mütekellimin, muhatabın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.

Takrir (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda iknâ edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak mana itibariyle takrir, taaccüb ve tevbih ve takrir kastı taşıdığından terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle bu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Allah Teâlâ’nın ‘’görmedin mi?’’ uyarısıyla asıl amaç emir ve yasaklarını hatırlatmak ve yüce kudretini muhataba göstermektir.

تَرَ  fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307) 

Kur’an'da geçen أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, و  harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.

أولم تر  tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.

ألم تر  tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329) 

اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)

Mecrur mahaldeki  ألذ۪ينَ  has ism-i mevsûlü, başındaki  الي  harf-i ceriyle birlikte  تَرَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavli  اٰمِنُوا ; emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Aynı üsluptaki  وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ  cümleleri  وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ  ifadesinde istiare vardır. Namaz, dinin direği gibi ifade edilmiş, din çadıra benzetilmiştir. Çadır nasıl direk sayesinde ayakta durursa, din de namaz sayesinde tam olur.

Aynı üslupta gelen  وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  öncesine atfedilmiştir. Cümleler emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Namazı kılmaları, zekatı vermeleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

الزَّكٰوةَ - الصَّلٰوةَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُ  şeklinde meçhûl sıyganın kullanılması, Allahu Teâlâ’nın emriyle olduğunu zımnen bildirmek; bir de taaccübü gerektirecek şekilde, onların o sırada savaşmaya son derece istekli ve savaştan nehyedilmeye ihtiyaç duyulacak kadar heyecanlı ve hareketli olduklarını belirtmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ  ifadesi “savaşmayın” manasında kinayedir.  اَيْدِيَكُمْ  kelimesinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ  ile  كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ  ifadeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ  [Şimdilik, el çekin] yani elinizi savaştan çekin. Müslümanlar Mekke’de bulundukları sürece kâfirlerle savaşmak konusunda izin verilmesini temenni ediyorlar idiyse de savaşmaktan men edilmişlerdi. Medine’de [üzerlerine savaş farz kılınınca] içlerinden bir grup, dinde bir kuşku duyduklarından ve dinden yüz çevirdiklerinden değil, canlarını riske atmaktan hoşlanmadıklarından ve ölümden korktuklarından dolayı korkaklık, çekingenlik gösterdi.  كَخَشْيَةِ اللّٰهِ  [Tıpkı Allah’tan korkar gibi.] Burada masdar mef‘ûlüne izâfe edilmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)


 فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ


فَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ  şeklindeki şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.) 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

كُتِبَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

Şartın cevabı mufacee harfi  اِذَا ’nın dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.  فَر۪يقٌ  mübteda,  يَخْشَوْنَ النَّاسَ  haberdir. 

Müsnedün ileyhin tenkiri tahkir içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَشَدَّ ‘nin matuf olduğu  كَخَشْيَةِ اللّٰهِ , mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Bu; îcâz-ı hazif sanatıdır.

خَشْيَةِ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Cümledeki ikinci  خَشْيَةًۚ  kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ  [Allah’tan korkar gibi insanlardan korkar.] mücmel-mürsel teşbihtir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

 

وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Cümlede icaz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Nidanın cevabı olan  لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

 

لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  لَوْلَٓا  tahdid (تحضيض ) harfidir.

اَجَلٍ ‘deki nekrelik, kıllet ve muayyen olmayan nev ifade eder.

قَر۪يبٍ  kelimesi,  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

لَوْلاَ  ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir’. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

[Keşke bunu yakın bir zamana erteleseydin.] ibaresi; ertelemenin iyi olmadığına işaret eder. Ertelediğimiz şeyleri gözden geçirip sebepleri üzerinde düşünmeliyiz. Genelde ertelenen şeyler, yapılmaz. Onun için önceliklerimizi iyi belirleyelim.

 لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ  [N’olurdu sanki, bizi yakın bir geleceğe kadar erteleseydin!] Bu, ateşkes süresinin uzatılmasını ve başka bir vakte kadar kendilerine mühlet verilmesini istemektir. [Beni bir süre daha geciktirsen de (alacağım mükâfatı tasdik ederek) tasaddukta bulunsam. (Münafikun/10)] ayet-i kerimesinde olduğu gibi. 


 قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Aynı üslupta gelen  وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ , tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsned olan  خَيْرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنِ ’in sılası olan  اتَّقٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  cümlesi haber olan  خَيْرٌ  ’ a matuftur. Atıf sebebi tezayüftür.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَت۪يلًا ’deki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umuma işaret eder.

مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌ  cümlesiyle  وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةُ  ve  عَلَيْهِمُ - لَهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  خَيْرٌ - تُظْلَمُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

كُتِبَ - كَتَبْتَ  ve  ق۪يلَ - قَالُوا - قُلْ  ile خَشْيَةًۚ - يَخْشَوْنَ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَت۪يلًا: Hurma çekirdeğinin ortasındaki yarıkta buluna ince iplik gibi çizgi demek olup azlık ve önemsizlikte mesel olarak kullanılır ki Türkçemizde “kıl kadar” diye ifade edilir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Ayetin münafıklar hakkında olduğunu söylemek daha münasiptir. Çünkü Allah Teâlâ bu ayetten sonra “Eğer onlara bir iyilik dokunursa: ‘Bu, Allah katındandır.’ derler. Şayet onlara bir fenalık dokunursa ‘Bu, senin yüzündendir.’ derler.” (Nisa Suresi, 78) buyurmuştur. Bunun, münafıkların sözlerinden olduğunda hiçbir şüphe yoktur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Teşrî’de namaz, zekat ve cihad sıralamasının hikmeti: Ayet, namaz ve zekâtın, cihadın farz kılınışından daha önce farz kılındığına delalet etmektedir ki akla uygun gelen sıra da budur. Çünkü namaz, Allah’ın emrini tazim etmekten; zekat ise Allah’ın halkına, insanlara karşı duyulan şefkatten ibarettir. Şüphe yok ki namaz ile zekat, cihaddan önce gelmektedirler. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelam, önce savaşa ihtiras derecesinde istekli iken bir süre sonra savaştan kaçınanları yadırgama amacına yöneliktir. Nitekim ayetteki  كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ  ifadesi  onların önceleri neredeyse bilfiil savaşa girmek üzere olduklarını bildirir. Zira “el çekmek” ifadesi, onların düşmana el uzatma durumunda olduklarını belirtir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Savaş korkusu, Müslümanların yalnız bir kısmında olduğu halde yadırgamanın hepsine tevcihi, bu davranışın onlardan hiçbirine yakışmadığını vurgulamak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلًا  cümlesi kelamın seyrinden anlaşılan mukadder bir cümleye matuftur. Yani ahirette mükâfatlarınız verilecek ve amellerinizin ve ezcümle savaş mesailerinizin mükâfatlarından en ufak bir şey eksiltilmeyecektir. O halde savaştan kaçınmayın. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Nisâ Sûresi 78. Ayet

اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً  ٧٨


Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَيْنَمَا nerede
2 تَكُونُوا olsanız ك و ن
3 يُدْرِكْكُمُ yine sizi bulur د ر ك
4 الْمَوْتُ ölüm م و ت
5 وَلَوْ ve eğer
6 كُنْتُمْ bulunsanız ك و ن
7 فِي içinde
8 بُرُوجٍ kaleler ب ر ج
9 مُشَيَّدَةٍ sağlam ش ي د
10 وَإِنْ ve eğer
11 تُصِبْهُمْ onlara erişirse ص و ب
12 حَسَنَةٌ bir iyilik ح س ن
13 يَقُولُوا derler ق و ل
14 هَٰذِهِ bu
15 مِنْ -ındandır
16 عِنْدِ taraf- ع ن د
17 اللَّهِ Allah
18 وَإِنْ eğer
19 تُصِبْهُمْ onlara erişirse ص و ب
20 سَيِّئَةٌ bir kötülük س و ا
21 يَقُولُوا derler ق و ل
22 هَٰذِهِ bu
23 مِنْ -dendir
24 عِنْدِكَ senin yüzün- ع ن د
25 قُلْ de ki ق و ل
26 كُلٌّ hepsi ك ل ل
27 مِنْ -ındandır
28 عِنْدِ taraf- ع ن د
29 اللَّهِ Allah
30 فَمَالِ ne oluyor ki
31 هَٰؤُلَاءِ bu
32 الْقَوْمِ topluma ق و م
33 لَا
34 يَكَادُونَ yanaşmıyorlar ك و د
35 يَفْقَهُونَ anlamaya ف ق ه
36 حَدِيثًا söz ح د ث

Her nerede olursanız olunuz ölüm size yetişir. Yüksek kalelerde veya sağlam saraylarda, hatta gökteki yıldızlarda dahi bulunsanız yine ölüm gelir sizi bulur. Bundan dolayı ölüm korkusu ile vazifeden kaçınmanın hiçbir anlamı yoktur. Madem ki mutlaka bir ölüm vardır. Ona her zaman hazır olmalı, dünya hayatına bağlanmamalı, vazifeyi seve seve yapmalıdır. Bir de Ey Muhammed! Bir takım kimseler -ve özellikle münafıklar- kendilerine bir iyilik, bir nimet veya herhangi bir güzellik nasib olursa "bu Allah tarafındandır" diyorlar. Allah'tan biliyorlar. Ve eğer başlarınıza bir bela veya herhangi bir kötülük gelirse "bu senin tarafındandır" diyorlar.

Bu hususta şöyle rivayet edilmiştir ki: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiği zaman Medine'de bolluk ve ucuzluk olmuştu. Hz. Muhammed'in insanları İslâm'a davet etmesi üzerine yahudilerin inadı ve münafıkların münafıklığı ortaya çıktığı sıralarda kıtlık ve pahalılık görülmeye başladı. Bunda belki Medine'nin kalabalık olmaya başlamasının da bir rolü düşünülse bile, yağmurların alışılmışın aksine az yağması, meyve ve ürünlerin olmaması gibi tabii durumlar da vardır ki, "Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, ora halkını (Peygamberlere baş kaldırdıklarından ötürü bize) yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır." (A'raf, 7/94) âyetinde her peygamberin gönderildiği memlekette başlangıçta böyle bir darlık ve sıkıntının yüz göstermesi de Allah'ın âdeti olduğu açıkça belirtilmiştir. İşte o zaman yahudiler ve münafıklar; "Biz böyle uğursuz bir adam görmedik. Bu geleli meyvalarımız az biter oldu ve fiyatlar arttı, pahalılık çoğaldı." diyorlar. Bolluğu ve ucuzluğu Allah'a, darlığı ve pahalılığı Peygambere isnad ediyorlardı. Çünkü "Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, (Bu bizim hakkımızdır.) derler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı " (A'raf, 7/131) âyetinin mânâsından anlaşıldığı gibi vaktiyle Hz. Musa'yı da böyle uğursuz saymışlardı. Bu âyetin iniş sebebi bu olmuş. Fakat âyet, beyanın gelişi itibariyle savaş durumlarını da ilgilendirdiğinden iyilikler ve kötülükler, bolluk veya darlık, sıhhat veya hastalık, hayat veya ölümden başka, zafer veya yenilgi gibi savaş sonuçlarını da kapsayacak bir şekilde ifade edilmiştir.

Ey Muhammed! De ki, başınıza gelen iyi ve kötü şeylerin hepsi Allah tarafındandır. Onun yaratması ve takdiri iledir. İyilikler, Allah'ın bir ihsanı, kötülükler de Allah'ın yardımı kesmesidir. Bu böyle iken bu adamların ne çıkarı var ki bir sözü veya olayı fıkhı ile, yani sırrı ve hikmeti ile anlamaya yaklaşmazlar da Allah tarafından başlarına gelen felaketi peygambere isnad etmeğe kalkışırlar.

Şimdi de öyle bizi niye dine davet edip duruyorsun? Kâfirlik de Allah'tandır demeye kalkışırlar. Çünkü söz anlamamak yüzünden denilince bir taraftan bundan insanın çalışmasını ve iradesini inkar etmeye, kulların işlerinde cebr (zorlama) mânâsını çıkarmaya kalkışırlar. Diğer taraftan öyle ise sorumluluk nerede kalır? Allah'a inanma ve iman etmenin tabiat tasavvurundan ne farkı olur? Allah'a kötülük nasıl isnat edilir? Allah'ın zararlı olan bir şeyi yaratması nasıl caiz olur, gibi şüphelere saplanırlar.

(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

Burada da bir çok yerde olduğu gibi namaz emredilmiştir. Namaz kılarsan işlerin yoluna girer diye insanları namaza ikna etmeye çalışmak çok yanlıştır, girmeyebilir. Çünkü bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Öyle olsaydı peygamberlerin başına hiç sıkıntı gelmezdi. İbadetler bir bakıma sadece bu hayata daha kolay tahammül edebilme reçetesiidir. Esas karşılık ise ahirettedir. Bu dünyada değildir. Bu dünyada karşılık bekleme düşüncesiyle hareket eden, sonunda şunu yaptım, bunu yaptım ama birşey olmadı diyor. Şart düşüncesiyle hareket etmemeliyiz. İbadetler bizim üzerimize borç olan şeylerdir.

Başımıza gelen kötü şeyler, bizim o anki bakışımıza göre kötüdür. Kazandırdıkları şeyler düşünülür ve geniş bir çerçeveyle bakılır, hayatın bitiminde bakılıp değerlendirilirse o kadar kötü olmadığı görülür.)

Riyazus Salihin, 75 Nolu Hadis

Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm, yanında üç-beş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki kişi bulunuyordu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu. Bu arada önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana ‘Bunlar Mûsâ’nın ümmetidir, sen ufka bak!’ dediler. Baktım; (çok) büyük bir karaltı. ‘İşte bunlar senin ümmetindir. İçlerinden hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin kişi vardır’ dediler.”

(İbni Abbas diyor ki) Söz buraya gelince Peygamber aleyhisselâm kalkıp evine gitti. Oradaki sahâbîler bu hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladılar: Kimileri, “Bunlar peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalıdır” derken, kimileri, “Bunlar İslâm geldikten sonra doğup, şirki tanİmamış olanlardır” dediler. Daha başka birçok görüş ileri sürenler oldu.

Onlar bu meseleyi tartışırken Peygamber aleyhisselâm çıkageldi.

- “Ne hakkında konuşuyorsunuz?” diye sordu.

- Hesapsız-azabsız cennete gireceklerin kim oldukları hakkında konuşuyoruz, dediler.

Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine güvenenlerdir” buyurdu.

Ukkâşe İbni Mihsan yerinden fırladı ve:

- Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et (Yâ Rasûlallah)! dedi.

Peygamber aleyhisselâm da:

- “Sen onlardansın!” buyurdu. Sonra bir başka kişi daha kalktı ve:

- Beni de onlardan kılması için dua buyur, dedi.

Peygamber aleyhisselâm bu defa:

- “Fırsatı değerlendirmekte Ukkâşe senden önce davrandı” buyurdu.

Buhârî, Tıb 1, Rikak 50, Libâs 18; Müslim, Îmân 374. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 16

Dereke درك : aşağıya inmek, دَرَجَ yükselmek anlamında kullanılır. Bundan dolayı 'cennet dereceleri ve cehennem derekeleri' denir. أدْرَكَ Bir şeyin son noktasına ulaştı demektir. تَدَارُكٌ kelimesi daha çok yardım etmek ve nimet konularında kullanılır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri idrak, müdrik ve tedâriktir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

Berece برج : Buruc بُرُوج saraylar demek olup tekili بُرْج şeklindedir. Bu isim gökteki burçlar için de kullanılır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli burçtur.

(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ


اَيْنَ مَا  şart manalı mekân zarfı, يُدْرِكْكُمُ  fiiline veya tam fiil olan  تَكُونُوا  ‘ye müteallik olup mahallen mansubdur. 

تَكُونُوا  şart fiili olup,  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ  cümlesi şartın cevabıdır.

يُدْرِكْكُمُ  sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْمَوْتُ  fail olup damme ile merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamir  كُنْتُمْ ’un ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪ي بُرُوجٍ  car mecruru  كُنْتُمْ ’un mahzuf haberine mütealliktir.

مُشَيَّدَةٍ  kelimesi  بُرُوجٍ  ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, لو كنتم في بروج مشيدة لأدرككم الموت (Sapasağlam burçlarda bile olsanız ölüm sizi yakalar.) şeklindedir. 

اَيْنَمَا  şart manalı iki fiili cezm eden mekân zarfıdır. 

اَيْنَمَا  edatın sonundaki  مَا  yalnız şart edatı olduğu zaman gelir. Soru edatı olduğu zaman gelmez. İrabı devamlı mekân zarfı yani cevabının mef’ûlü fihidir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  يُدْرِكْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi درك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُشَيَّدَةٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.

 

وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ


وَ  istînâfiyyedir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُصِبْهُمْ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  حَسَنَةٌ  fail olup damme ile merfûdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَقُولُوا  cümlesi şartın cevabıdır.

يَقُولُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavl, هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ  ‘dir. يَقُولُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir.İşaret ismi  هٰذِه۪  mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ عِنْدِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تُصِبْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صوب ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ


وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُصِبْهُمْ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  حَسَنَةٌ  fail olup damme ile merfûdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَقُولُوا  cümlesi şartın cevabıdır.

يَقُولُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ ‘dir. يَقُولُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذِه۪  mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ عِنْدِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavl  كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

كُلٌّ  mübteda olup damme ile merfûdur.  مِنْ عِنْدِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  


فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً

 

İsim cümlesidir. فَ  istînâfiyyedir. İstifham ismi  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. لِ‌ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  الْقَوْمِ  ism-i işaretten bedel olup kesra ile mecrurdur.

لَا يَكَادُونَ  cümlesi  الْقَوْمِ  ‘nin veya  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur. 

كَادُوا  mukarebe fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasbeder. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكَادُونَ  nakıs, نَ ‘un sübutuyla merfû 

muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı  يَكَادُونَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur. يَفْقَهُونَ cümlesi, يَكَادُونَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  

يَفْقَهُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  حَد۪يثًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ 


 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnad olan cümlede şart manası taşıyan mekan zarfı  اَيْنَ مَا , cevap fiiline mütealliktir. Şart fiili olan  تَكُونُوا , bu cümlede nakıs değildir. Cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesi olmadan gelmiş cevap cümlesi olan  يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ , meczum muzari sıygada gelmiş hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir. 

يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ  [Ölüm sizi yakalar.] (gelir sizi bulur, yakalar) cümlesinde istiare vardır. Ölüm bir şahsa benzetilmiş, bu şahsın yakalama fiili ölüm için kullanılmıştır.

İdrak fiili “yetişmek, yakalamak” demektir. Dolayısıyla onların ölümden kaçtıklarına işaret eder.

وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Şart üslubunda gelmiştir. لَوۡ  gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır. 

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ  şarttır.

ف۪ي بُرُوجٍ  car mecruru  كُنْتُمْ ’un mahzuf haberine mütealliktir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

مُشَيَّدَةٍ  kelimesi  بُرُوجٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Şart üslubunda gelen terkibin cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, لو كنتم في بروج مشيدة لأدرككم الموت (Sapasağlam burçlarda bile olsanız ölüm sizi yakalar.) şeklindedir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır. 

تَكُونُوا - كُنْتُمْ  ve  يَقُولُوا - قُلْ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ  [Dayalı döşeli, sağlam, korunmuş burçlar] ifadesinde mübalağa sanatı vardır. Burç kelimesi uzaktan ferkedilen burç, kale, kule gibi yapılar için kullanılır. Ahzab Suresi 33 ve Nur Suresi 60 ayetlerinde kadınlar için kullanılmıştır. Kadının teberrüc etmesi, uzaktan fark edilecek şekilde açılıp saçılmasıdır. 

Bu ibtidaî kelam, başkasının sözlerini nakletmek değil, doğrudan doğruya Allah Teâlâ katından gelmekte ve muhataplara tevcih edilmektedir. Bundan önce Resulullah (s.a.) vasıtasıyla dünyanın önemsizliği ve ahiret hayatının yüceligi belirtilmiştir. Şimdi bu ifade ile muhataplar ilzam edilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ’la makabline atfedilmiştir. Şart üslubunda haber cümlesidir. Şart cümlesi olan  تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  حَسَنَةٌ ’daki nekrelik kıllet ve nev ifade eder.

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَقُولُوا  fiilinin fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ عِنْدِ ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.

Veciz ifade kastına matuf  عِنْدِ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  عِنْدِ , şan ve şeref kazanmıştır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi;  müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidâî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

وَ ’la önceki şart cümlesine atfedilen  وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَ  cümlesinin atıf sebebi tezattır. Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  سَيِّئَةٌ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder.

تُصِبْكُمْ  fiili,  سَيِّئَةٌ ’a isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre sanatı vardır. Canlılara mahsus olan hedefe yönelme fiili kötülüğe nispet edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

فَ  karînesi olmadan gelen  يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَ  şeklindeki cevap cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُوا  fiilinin failinin mekulü’l-kavli olan  هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ عِنْدِ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidâî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Her iki şart cümlesinde de fiillerin muzari fiil sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

حَسَنَةٌ - سَيِّئَةٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ  [Eğer onlara bir güzellik gelirse derler ki: Bu Allah katındandır.] cümlesiyle وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ  [Eğer onlara kötü bir şey gelirse derler ki: Bu sendendir (yani Peygamber Efendimizden (s.a.))] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bela ve günaha, سَيِّئَةٌ ; nimet ve taata da  حَسَنَةٌ  denebilir. Ayette “Eğer onlara bir hasene dokunursa…” tabiri her türlü haseneye şamil olan umumi bir ifade olduğu gibi “Eğer onlara bir seyyie dokunursa...” tabiri de her türlü seyyieyi içine alan umumi bir ifadedir. Cenab-ı Hakk’ın, bunun ardından “De ki: “Hepsi Allah tarafındandır.” buyurmuştur  ki bütün iyilik ve kötülüklerin Allah’tan olduğu hususunda açık bir sözdür. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu ibtidaî kelamın, Müslümanlardan hikaye edilenlerin akabinde zikredilmiş olması, aralarındaki münasebetten dolayıdır; zira her ikisinde de her iki grubun sevmedikleri şeylerin, o şeylerin gerçekleşmesinde dahli olmayan başka nesnelere isnadı ve ondan dolayı da o nesneleri sevmemeleri ifade edilmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ عِنْدِ ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.

[De ki hepsi de Allah katındandır.] cümlesi dolayısıyla cem’ ma’at-tefrik vardır.

فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً

 

فَ  istînâfiyyedir.Cümle istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tevbih ve taaccüb amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Cümlenin müsnedinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لِ‌ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ , bu mahzuf habere mütealliktir.   

لَا يَكَادُونَ  cümlesi  الْقَوْمِ  veya  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  için haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Nakıs fiil  كاد ’nin dahil olduğu  لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً , sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَكَادُ ’nun haberi olan  يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً , muzari fiil cümlesi formunda gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حَد۪يثًا ’deki tenvin, tazim nev ve kıllet ifade eder. Hiçbir söz anlamıyorlar manasındadır.

مَالِ‌ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  tabiri 75. ayetteki  ما لكم ’e benzer. Reddü'l-acüz ale’s-sadr vardır. Onun gibi azarlama ve kınama ifade eder.

Ayetin, öncesi ile irtibatı, bu ölümden korkan ve cihada gitmekte ağır davranan kimselerin bir adetleri de cihad edip savaştıkları ve kendilerine bir ganimet ve rahatlık isabet ettiği zaman, “Bu, Allah katındandır.” demeleri; hoşlanmadıkları birşey isabet ettiği zaman ise “Bu, Muhammed ile arkadaşlık etmenin uğursuzluğundandır.” demeleridir. Bu, onların son derece ahmak, cahil ve inat olduklarına delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelam, başkasının sözlerinin hikâye edilmesi değildir. Onları cehaletle ayıplayan, hallerini kınayan ve onların aşırı hamakatini yadırgatan bizzat Allah Teâlâ’dır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Nisâ Sûresi 79. Ayet

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاًۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً  ٧٩


Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا şey
2 أَصَابَكَ sana gelen ص و ب
3 مِنْ her
4 حَسَنَةٍ iyilik ح س ن
5 فَمِنَ
6 اللَّهِ Allah’tandır
7 وَمَا ve şey
8 أَصَابَكَ sana gelen ص و ب
9 مِنْ her
10 سَيِّئَةٍ kötülük س و ا
11 فَمِنْ -ndendir
12 نَفْسِكَ kendi(günahın yüzü) ن ف س
13 وَأَرْسَلْنَاكَ ve seni gönderdik ر س ل
14 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
15 رَسُولًا elçi ر س ل
16 وَكَفَىٰ ve yeter ك ف ي
17 بِاللَّهِ Allah
18 شَهِيدًا şahid olarak ش ه د

Bu konuda Ey Muhammed, hitaba layık ve Allah'ın sözünü anlayacak olan sensin, dinle: Sana gelen her iyilik, her menfaat, itaat ve mükafat Allah'tandır, çalışıp kazanman olsa da olmasa da Allah'tandır. Çünkü Allah dilemeyince hiçbir şey olmaz. Allah Teâlâ Rahman ve Rahim olduğu için de iyilikler O'nun irade ve takdirine, yaratma ve var etmesine dayanmakla beraber, O'nun rızasına da tamamen uygundur. Bunun için insanın çalışıp kazanmasıyla ilgili olmayan iyilikler yalnız Allah'ın ihsanı olduğu gibi, insan iradesiyle ilgili iyilikler de Allah'ın takdir ve yaratmasına, hükmünü yürütmesine ve başarılı kılmasına, irade ve rızasına uygun olması hasebiyle yine O'nun bir ihsanıdır. Bunun için sübjektif, objektif, maddî, manevî, çalışılarak kazanılan ve çalışmadan elde edilen mutlak şekilde bütün iyilikler Allah'tan bilinmelidir. Başına gelen her kötülük ise kendi nefsindendir, kendi günah veya kusurundandır. Gerçi "Hepsi Allah'tandır." âyeti gereğince bu da Allah katındandır. Allah takdir ve irade etmemiş olsaydı bu da olamazdı. Fakat bunda yapma veya terk etme yönünden mutlaka senin sebep olman vardır. Bunun esası senin kendin, senin arzun veya senin kusurun, senin hatan veya senin acizliğin ve senin özündür. Çünkü sen başlangıçta kendi nefsinde ve aslında her şeye gücü yeten ve varlığın başlangıcı olsaydın elbette kendine hiçbir günahı yaptırmazdın ve hiçbir taraftan sana bir zararın gelmesi ihtimali olmazdı. Bundan dolayı birinci derecede günahların kaynağı, yokluğun aslı ve yalnız mümkün olan yaratıkların mahiyyetinin kendi acizliğidir. Allah, ona herhangi bir var oluş anında bol bol iyilik ihsan etmese o derhal yok olur gider. İkincisi, başa gelen kötülüklerin bir kısmı insanın arzu ve iradesine bağlıdır. İnsan onu nefsinde tecelli eden bir irade ve istek ile bilerek veya bilmeyerek bizzat veya dolayısıyla ister. Hatta ısrar da eder, irade ve istek kuvveti nefsinde bir iyilik olduğu halde istenen maksat, iyilik de kötülük de olabilir. Allah Teâlâ da cimri olmadığından kulunun iradesine izin verip hükmünü yürüterek maksadını yaratır ve istenen kötülük yine Allah katından gelmekle beraber, sebep ve çıkış yeri kulların nefsi ve onların kazancı sayılır ve sorumluluk da yapana ait olur. "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah, çoğunu affeder." (Şûra, 42/30). Üçüncüsü, genel anlamıyla "seyyie" sadece günah değil, meşakkat ve sıkıntıları da kapsadığına göre bazı sıkıntılar, acılar vardır ki nefsi temizlemeye sebep ve günahlara keffaret ve bundan dolayı iyiliğin başlangıcı olur.

 

Bu gibi kötülüklerin de başa gelmesi yalnız nefsin ıslahı veya kurtuluşu hikmetine dayandığından bu da Allah katından gelmekle beraber buna "nefsin için" mânâsına "nefsinden" demek doğru olursa da bunu iyilikten saymak daha uygundur. Bundan dolayı, her ne şekilde olursa olsun kötülük önce kula nisbet edilmeli, insan onu kendisinden bilmeli ve bununla birlikte "Allah katından" olduğunu da unutmamalıdır. Bu âyetten, Mutezilîlerin istenerek yapılan işlerde kulun kendi yaptıklarının yaratıcısı olduğunu, çıkarmaya kalkışmaları doğru değildir. Çünkü âyet böyle bir iddiaya aykırıdır. Hülasa, "Her şey Allah'tandır." Fakat bundan cebir (zorlama) anlaşılmamalıdır. Âyetin açıklamasına uygun olarak ne zorlama, ne serbestlik "ikisi arasında bir durum," bir adalet ve sorumluluk anlaşılmalıdır ki, burada de ki, "İyi ve kötü herşey Allah'tandır." iman esasının güzel bir açıklaması vardır. Ve bu açıklama kendisini iyi, başkasını kötü, iyiliği kendinden, kötülüğü başkasından bilen cahil ve gururlu insanlığın gururuna karşı bir ders olduğu gibi; kendisini ne iyilik, ne de kötülük hiçbir şeyle ilgili saymayan tembel insanlığın tembelliğine ve ilişiksizliğine karşı da bir derstir. Allah ile insan arasında önemli bir ilgi vardır ki, bu da, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." (Bakara, 2/30) âyetinde anlatılan vekillik; "Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zâlim, çok cahildir." (Ahzab, 33/72) âyetinin yüce açıklamasında arzedilen emanet meseleleridir. Nefis, ne zaman kendini ileri sürer, hareketlerini ve iradelerini kendi hesabına yapmaya kalkışırsa, vekilliği ve emaneti kötüye kullanmış olur ve kötülüğün kaynağı olmuş olur. Ve her ne vakit iradesini, emanetin yerine getirilmesi ve vekillik vazifesinin yürütülmesi açısından harcar, kendini Allah'ın iradesine teslim ederse, o zaman da Allah'ın iyiliklerine mazhar olur. Ve işte insanlık mertebeleri bu iki itibarın ortaya çıkmasına bağlıdır. Ve bunun en başında peygamberlik mertebesi, onun başında da genel elçilik (Peygamberlik) mertebesi vardır. Bunun için burada Hz. Peygamber'in bütün insanlığa peygamberliği âyetle ifade edilerek, bütün iyiliklere nail olduğu işaretle buyuruluyor ki: Ve biz seni bütün insanlara elçi olarak gönderdik, sen onlara nefsini değil, Rabbinin iradelerini, besbelli gücünü göstereceksin. Bundan dolayı senin nefsin, kendi hesabına ortaya çıkmaktan berî kılınmıştır. Sen hiç bir zaman kötülük kaynağı olmazsın ve buna şahid olarak Allah yeter. Allah'ın emrine bizzat Allah'ın şahitliğinden daha açık hiçbir şey yoktur. Sen, sözlerinde, işlerinde ve iradelerinde senin değil Allah Teâlâ'nın kudret, irade ve rızasını göstereceksin, hakkın iyiliklerini ortaya çıkaracaksın. "Allah'ın, kendisinden başka ilâh olmadığına şahitlik etmiş." (Âl-i İmran, 3/18) olduğu gibi, "Allah'ın, Muhammed'in kendi elçisi olduğuna şahitlik etmiş" olduğu da anlaşılacaktır.

(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

Bu ayet hakkında şunları düşünebiliriz: Musibetler bizdendir diye düşünmek hareketlerimizi kontrol etmeye sebep olur. Yaptıklarımızın cezası olabilir, ama önemli olan bunlardan ders alıp, kendimize çeki düzen vermektir. İyiliklerin Allah'tan olduğunu düşünmek de bizi şükre davet eder. Kötülükler bizdendir, çünkü biz fıtrata aykırı olan kötüyü tercih ediyoruz. Kötülük yapanlar hiç mutlu değildir. Fıtratımıza aykırı davranarak o kötülüğe sebep oluyoruz. Fazla yemek yiyip hasta olmak gibi.

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ


مَٓا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَصَابَكَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ حَسَنَةٍ  car mecruru  اَصَابَكَ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مِنَ اللّٰهِۘ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri هي  şeklindedir.

مَٓا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nn haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَصَابَكَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olrak mahallen mansubdur. مِنْ سَيِّئَةٍ  car mecruru  اَصَابَكَ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

مِنْ نَفْسِكَ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.Takdiri  هي şeklindedir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَصَابَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاًۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اَرْسَلْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلنَّاسِ  car mecruru اَرْسَلْنَاكَ  fiiline mütealliktir.  رَسُولًا  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  اللّٰهِ  lafzen mecrur, كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  شَه۪يدًا  hal veya temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَه۪يدًا۟  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


شَه۪يدًا۟  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ ‘de, şart ismi  مَٓا  mübteda, müspet mazi fiil sıygasındaki  اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ  cümlesi haberdir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.) 

فَ  karinesiyle cevap olarak gelen  فَمِنَ اللّٰهِ   cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هو  olan mübteda mahzuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üsluptaki  وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ  cümlesi tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.

Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ ‘de, şart ismi  مَٓا  mübteda, müspet mazi fiil sıygasındaki  اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ  cümlesi haberdir.

فَ  karinesiyle cevap olarak gelen  فَمِنْ نَفْسِكَ   cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هو  olan mübteda mahzuftur. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

سَيِّئَةٍ  hem bela hem de günah için,  حَسَنَةٍ  de hem nimet hem de itaat için kullanılır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ  [Sana güzel bir şey dokunursa Allah’tandır.] - وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ [Sana kötülükten dokunan şey kendindendir.] arasında mukabele vardır.

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ  [Sana güzel bir şey dokunursa Allah’tandır.] cümlesinde tağlîb vardır. Çünkü bizim kötülük saydığımız şeyler de Allah’tandır. Ancak Allah Teâlâ kullarına hayır dilediği için böyle buyurmuştur.

حَسَنَةٍ  ve  سَيِّئَةٍ  kelimelerinin nekreliği nev, tazim, teksir ve taklil ifade eder. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Burada ıtnâb vardır, konuya devam edilmiştir. 

لِلنَّاسِ  kelimesinin başındaki tarif istiğrak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

İnsana yakışan bunun kıymetini anlamaktır.

Kula günah izafe etmek, sebebiyyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.Çünkü nefis sahibini cezalandıran ve onu günaha sürükleyendir. (https://tafsir.app/aljadwal/4/79)

 وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاًۜ

وَ  istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  رَسُولاً  kelimesi fiildeki mansub zamirden hâl-i müekkidedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Hal cümlesinin  و ’sız gelmesi, onların ateşte kalışlarının hâl-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman mesela,  هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman  و ‘ sız gelir.

Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)

Tekit edici halin başına  و  gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada  و  olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s.273)

لِلنَّاسِ  kelimesindeki elif lam, istiğrak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Hal  olarak gelen  رَسُولًا  kelimesiyle tekid meydana gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

اَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا  [Seni insanlara (insanlar için) bir resul (elçi) olarak gönderdik.] sözü Resulullah (s.a.) için lâzımı faide-i haberdir.

اَرْسَلْنَاكَ - رَسُولًا  sözünde mef’ûlu mutlak, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin başında Allah ismi, sonra  اَرْسَلْنَاكَ ‘ da azamet zamiri, sonra yine Allah ismi geldiği için iltifat sanatı vardır.

 

 وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً

وَ  istînâfiyyedir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

بِاللّٰهِ ’deki  ب  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.  اللّٰهِ , lafzen mecrur mahallen merfû konumda müsnedün ileyhtir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Nisa/17) 

شَه۪يداً  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

[Şahit olarak Allah yeter.] cümlesinde zamir yerine özel ismin gelişi, muktezâ-i zahirin hilafına kelamdır. Zihne yerleştirmek ve tazim içindir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

 مَٓا - اَصَابَكَ - مِنْ - اللّٰهِۘ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın şahid olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece şahid olarak değil, Basîr, Semi', Hafîz olarak da yeter. 

Ayetin sonunda “Allah şahit olarak yeter.” buyurulmuştur. Yani peygambere itaatle ilgili olarak Allah hesap sorar. O halde Allah'ın emirlerini yerine getirin demektir. Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.

َشَه۪يد  kelimesi  شَاهِدُ’un mübalağasıdır.  شَاهِدُ , bir hadise vukua gelirken orada olup hadisenin vukuunu gözüyle görendir. Hadise yerine uzak olanlar, gözleriyle göremeyeceklerinden, başka vasıta ile olayı öğrenseler bile onlara şahit denmez. “Şehid” insanların hazır bulunmadıkça bilemedikleri şeyleri bilen, gören ve haberi olandır.

وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا  [Biz seni “bütün” insanlara elçi olarak gönderdik.] Sen sadece Arapların peygamberi değilsin, Arap, gayri Arap bütün insanların peygamberisin. Buna [Şahit olarak da Allah yeter.] Dolayısıyla Sana itaat etmemek, Sana tâbi olmamak hiç kimsenin kârı değildir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Ayet, bundan önce emredilen mücmel cevabı açıklar niteliktedir. Mücmel cevabın, Peygamberin (s.a.) lisanıyla icra edilmesinden sonra muhatap değiştirilmiş ve insanların her birine, her bir ferde hitap edilmiştir. Hitabın ve beyanın bizzat her gaybı bilen Allah Teâlâ tarafından yapılması da konuya ne kadar önem verildiğine ve bunda ne ince bir hikmet olduğunu gösterir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Günün Mesajı
İnsanın iradesi söz konusu olmakla birlikte iyilik de kötülük de asıl olarak Allahtandır. Dünyadaki sebep ve sonuçlar Allah'ın iradesine bağlıdır. Allah Teala insanlara verdiği cüzi irade dolayısıyla kul ne isterse onu yaratır. Dolayısıyla kulun başına gelen iyiliği de kötülüğü de yaratan Allah'tır. Allah kulları için kötülük değil iyilik diler. Dolayısıyla kulun karşılaştığı her iyilik Allah'ın onu o iyiliğe sevk etmesi sebebiyle Allahtandır. İnsan Allah'ın kendi iradesini iyiliğe sevk etmesine rağmen kendi cüz-i iradesi ile kötülüğü tercih ettiği işlediği için başına gelen bütün kötülüklerin kaynağıdır. İnsanın karşılaştığı bütün iyilikler Allahtandır ve üstüne üstlük Allah buna karşılık ona mükafat vermektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Sessizliği dinlerken, zulüm altında çırpınan müslümanları düşünüyorum. ‘Evlerine dönsünler artık’ diyenlere, ‘yazık Ensar olamayışımıza’ diye düşünerek bakıyorum. Savaşı hafife alan halimize acıyorum.

Hangi anne, çocuğunu bomba seslerinde uyutmak ister, hangi baba, her uçak sesi duyduğunda "yoksa" diye düşünmek ister? Kim ister her patlamanın ardından tanıdığım mı öldü diye düşünmeyi? Kim ister savaşın içinde büyümeyi, çocukluğunu silah seslerine sarmayı? Kim ister çocuğum bensiz kalırsa ne yapar diye sormayı? Kim ister bebeğinin, annesinin cansız bedenine sarılıp uyumasını? Kim ister ölümle burun buruna yaşamayı ve zulmün soğuk eli ensesindeyken hayata devam etmeyi?

Bir gün her şey bitecek. Savaşlar susacak. Zulüm susacak. Ölüm ölecek. Sessizlik sessizliği yutacak. Ve Allah'ın emriyle, insanlar kabirlerinden, O'nun huzuruna çağrılacak. Zalim yüzüstü cehenneme atıldığında, göremediği şehitlerin yüzündeki tebessüm olmayı bile dileyecek belki. Peki ya sen? Zalimin zulmüne sessizliğiyle katkısı olanlardan mı ya da şehitlerin aydınlanan simalarıyla bakıp ‘şikayetçi değilim’ dediklerinden mi olmaya çalışmaktasın?

Rabbim koru kalbimi, merhametsizlikten. Koru bedenimi, dilimi, zihnimi ve kalbimi, zalimin zulmüne bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunmaktan. Merhametsizliğimizin bedelinden ve her türlü zulümden koru bizi.

Allahım! Bulunduğumuz merhamet ve şükür imtihanlarını hayırla geçenlerden. Elindekilerin kıymetini bilenlerden. Darlıkta da bollukta da paylaşanlardan. Gözü ve gönlü tok olanlardan, Muhacirlerine Ensar gibi sahip çıkanlardan ve Senin razı olduğun kullarından olmamızda yar ve yardımcımız ol.

Rabbim, şehitlerin şikayetçi olmasın benden. Cennette tutsunlar ellerimden. Selamun Aleykum ey komşu desinler. O güzel cennet kokulu selamı almayı nasip et bana. Aleykum Selam demeyi nasip et, Rabbim!

Amin.

***

Dünyaya dikkatli bir şekilde baktığın zaman, her gün defalarca Allah’ın ayetlerinin ispat edilişine şahit olursun. Farkında olmadıklarının çokluğuna iman edersin. Tarihin akışında, kendi iç dünyanda ya da canlı cansız varlıkların ilişkisinde ve gelişiminde; Allah’ın kelamında verilen misallerin yansımalarını görürsün. Hayatı, benliğini ve diğer insanları, daha iyi tanıman için onları kendine birer yol gösterici olarak bellersin.

Nefsinin dünyaya meyil etmesine rağmen; Allah’ın ayetlerine teslimiyetle itaat ettiğinde hayatının ne kadar kolaylaştığına şaşırırsın. Mesela; kendini geliştirir ve başkalarına dair olan dünyalık beklentilerini düşürürsün. Yani hayatının merkezine Allah’ın rızasını yerleştirir ve O’nun için yaşamaya çalışırsın. Böylece genel manada insana, özelde kendine daha gerçekçi yaklaşırsın. Dünyadan kaybettiğinde harap olmazsın çünkü sahipsiz olmadığını bilirsin. Dünyada kazandığında fazla uçmazsın çünkü asıl sahibiniz olan Allah’ı anarsın. 

Batı’da ve Doğu’da yaşanan en ufak zulüm karşısında verilen yaygın tepkiler arasındaki ciddi farklara şahit olunca: İnananların Allah yolunda; inkarcıların ise batıl yolunda savaştığını bildiren ayeti hatırlarsın. İdeal şartlar altında, onlarla bir araya geldiğin zaman; neden onlardan dost olmazmış dersin. Adetlerini sahiplenir, insanlığını bahane ederek bayramlarını kutlarsın. Ancak, şartlar değiştiğinde ise kısaca dininden ve renginden dolayı ilk dışlanan ve zulmü hakkeden sen olursun. Sen ise döner sadece zalimleri ve zulme ortak olanları suçlarsın. Allah’ın kelamı ve Rasulullah (sav)’in sünneti ile gözlerini açıp, aynı delikten ısırılmamak için çabalamak yerine uykuya çekilirsin.

Rabbim! Bize, hakikat ile batılı ayırt etmeyi ve daima hakkı seçmeyi nasip eyle. Sevincimizde ve sıkıntımızda; geçici dünyalık heveslere kaçmak yerine Sana sığınanlardan eyle. Kolaylıkta ya da zorlukta; şımarmak ya da şikayetlenmek yerine Senin rızanı arayanlardan ve iyilikte yarışanlardan eyle.

Rabbim! İndirdiğin kelamın Kur’an-ı Kerim ile beraber; ömürlerimizi bereketlendir, kalplerimizi genişlet, zihinlerimizi dinçleştir, bedenlerimizi nurlandır, gözlerimizi uyandır, kulaklarımızı keskinleştir ve ruhlarımızı dinlendir. Yürüdüğümüz her yolda, seçtiğimiz her arkadaşta, aldığımız her kararda ve ölümden dirilişe, dirilişten ebedi hayata geçiş evrelerinde; kelamını bize yoldaş eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji