بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ ٦٦
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | أَنَّا | biz |
|
3 | كَتَبْنَا | yazsaydık |
|
4 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
5 | أَنِ |
|
|
6 | اقْتُلُوا | öldürün |
|
7 | أَنْفُسَكُمْ | kendinizi |
|
8 | أَوِ | ya da |
|
9 | اخْرُجُوا | çıkın |
|
10 | مِنْ | -dan |
|
11 | دِيَارِكُمْ | yurtlarınız- |
|
12 | مَا |
|
|
13 | فَعَلُوهُ | bunu yapmazlardı |
|
14 | إِلَّا | hariç |
|
15 | قَلِيلٌ | pek azı |
|
16 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
17 | وَلَوْ | eğer |
|
18 | أَنَّهُمْ | onlar |
|
19 | فَعَلُوا | yapsalardı |
|
20 | مَا | şeyi |
|
21 | يُوعَظُونَ | öğütlenen |
|
22 | بِهِ | kendilerine |
|
23 | لَكَانَ | elbette olurdu |
|
24 | خَيْرًا | daha iyi |
|
25 | لَهُمْ | kendileri için |
|
26 | وَأَشَدَّ | ve daha sağlam |
|
27 | تَثْبِيتًا | sağlamlıkta |
|
İslâm’dan önceki dinlerde Allah Teâlâ’nın, kullarını ya itaatsizlikleri yüzünden veya imtihan için nefse ağır gelen, uyulması güç olan ödevlerle yükümlü kıldığı olmuştur (Bakara 2/54, 286; A‘raf 7/157). Hâtemü’lenbiyâ olan Hz. Muhammed’e gönderilen dinde aslolan, emirlerin ve yükümlülüklerin fıtrata uygun ve kolay olmasıdır. İnsan tabiatına uymayan, insana ağır gelen, normal ve katlanılabilir külfet ve zahmet sınırını aşan teklif ve yükler İslâm’da yoktur. İtaat kaidesini açıklayan âyetler arasında bulunan 66. âyet İslâm’ın bu özelliğini farklı bir üslûp içinde dile getirmektedir: Allah Teâlâ müslümanlara “Kendinizi öldürün, yurdunuzu terkedin...” kabilinden ağır emirler vermiyor, insanların çoğunun itaat edemeyeceği şeyleri müslümanlardan istemiyor. Şayet böyle emirler verseydi insanların çoğu buna itaat etmezlerdi. Allah’ın istediği kolay, fıtrata uygun ve kulların menfaatine yönelik olan şeylerdir. Üstelik bunlara da büyük ecirler, mükâfatlar vermektedir.
Bu âyeti şöyle anlayan tefsirciler de olmuştur: “Kendilerini öldürmek”ten maksat meşrû savaşta (cihad) düşman saflarında yer alan yakınlarını öldürmektir, “yurtlarını terketmek”ten maksat da hicrettir. Allah Teâlâ bu gibi emirlere pek az kimsenin itaat edebileceğini, ancak bu itaatın da ecrinin çok büyük olduğunu bildirerek müslümanları –aşağıdaki âyetlerde emredeceği– cihada hazırlamaktadır (İbn Âşûr, V, 114).
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri
(Ömür Karamollaoğlu)
Sebete ثبت : Sebat kavramı zeval kelimesinin zıddıdır. أثْبَتَ Sağlamlaştırdı demektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sâbit, sebat, isbat, tesbit, müsbet ve subuttur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
نَا mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَتَبْنَا cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَتَبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru كَتَبْنَا fiiline mütealliktir.
اَنِ tefsiriyye veya masdariyyedir. اَنِ ve masdar-ı müevvel amili كَتَبْنَا ‘nın mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اقْتُلُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوِ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اخْرُجُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دِيَارِكُمْ car mecruru اخْرُجُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı مَا فَعَلُوهُ ’dur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. فَعَلُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. قَل۪يلٌ kelimesi فَعَلُوهُ ’deki failden bedel olup damme ile merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru قَل۪يلٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت şeklindedir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. فَعَلُوا cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُوعَظُونَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُوعَظُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru يُوعَظُونَ fiiline mütealliktir.
لَ harfi لَوْ ’ in cevabının başına gelen rabıtadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. خَيْرًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. لَهُمْ car mecruru خَيْرًا ’e mütealliktir.
اَشَدَّ atıf harfi وَ ’la كَانَ ’nin haberine matuftur. تَثْب۪يتًا temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَيْرًا - اَشَدَّ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ
Şart üslubunda gelen cümlede وَ atıf, لَوْ şart edatıdır.
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ cümlesi, masdar tevili ile takdiri, ثبت (Sabit oldu) olan mahzuf şart fiilinin failidir. Bu takdire göre şart cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde اَنَّ ’nin haberi olan كَتَبْنَا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir.
Tefsiriyye harfi اَنْ ve akabindeki اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili konumundadır. Takdiri, … لو ثبتت كتابتنا (Yazdığımız sabit olursa) olabilir.
اَنِ ve akabindeki اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ ve ona atfedilmiş اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ cümleleri masdar teviliyle كَتَبْنَا fiilinin mefûlü yerindedir. Her ikisi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümlelerin tefsiriyye olması caizdir.
Şartın cevabı olan مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ cümlesi menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiilin mazi gelmesi olayın vukuunun kesinliğine işarettir. Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasır, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
“Nefsi öldürmek” ibaresi üç yerde geçmiştir. İkisi Nisa Suresi’nde 29 ve 66, biri de Bakara 85. ayettedir. Hem hakikat hem de sebep alakasıyla mecaz olabilir. Mecaz olması “savaşa çıkın, savaşta ölün veya öldürün” manasıdır. Nefsin isteklerini belli bir düzeyde tutmak şeklinde de yorumlanabilir.
مَا فَعَلُ - فَعَلُوا arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ
Şart üslubunda gelen cümlede وَ atıf harfi, لَوْ şart edatıdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهُمْ فَعَلُوا cümlesi, masdar tevili ile takdiri, ولو ثبت فِعْلُهم ما يوعظون به (Kendilerine verilen nasihati tuttukları sabit olsaydı …) olan mahzuf şart fiilinin failidir. Bu takdire göre şart cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde اَنَّ ’nin haberi olan فَعَلُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nın sılası olan يُوعَظُونَ بِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil sayesinde, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
يُوعَظُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ cümlesi لَوْ ’ in cevabıdır.
كَانَ ’ nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî (isim cümlesi ve lam-ı rabıta dolayısıyla) kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَشَدَّ kelimesi كَانَ ‘nin haberi olan خَيْرًا ‘ e matuftur. Her iki kelime de ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
تَثْب۪يتًا kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
Tespit edilecek olan şey burada zikredilmemiştir. İmandır. Bu kullanımda istiare vardır.
Bu ayet-i kerime bize tavsiye edilen şeyleri yapmanın imanımızı kuvvetlendireceğini haber verir.
وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ ٦٧
Ledün لدن : Bu kelime, yanında sözcüğünden daha etkili ve özel bir anlam taşır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ledûn (ilmi)dur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi).(Fatma Serap Karamollaoğlu)
وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذًا cevap harfidir. لَ harfi, mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, لو ثبتوا لآتيناهم (Sabit olsaydı onlara verirdik.) şeklindedir.
اٰتَيْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ لَدُنَّٓا car mecruru اٰتَيْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَّٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَجْرًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
وَ atıf atıf harfidir. اِذاً cevap harfidir, burada amel etmemiştir.
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu لَاٰتَيْنَاهُمْ cümlesi mukadder لَوْ ’in cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Lam-ı rabıta cümleyi tekid etmiştir. Mahzuf şart cümlesinin takdiri, لو ثبتوا لآتيناهم (Sabit olsaydı onlara verirdik.) şeklindedir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَدُنَّٓا izafetinde, azamet zamirine muzâf olması لَدُنَّٓ ‘e şan ve şeref kazandırmıştır.
اَجْرًا ’deki tenvin tazim, nev ve kesret ifade eder.
عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
لدن kelimesi, عِنْدَ sözcüğünden daha etkili ve özel bir anlam taşır. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
Kur’an-ı Kerim’de 18 ayette geçmiştir. (el-Mu’cemu’l Müfehres) Türkçede ledün ilmi şeklinde kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu Kur’an’ı Anlayarak Okuma Rehberi 1)
ًوَاِذًا [Ve o takdirde] ifadesi gizli bir soruya cevap olup sanki “İyice pekiştirildikten sonra kendileri için ayrıca neler var?” denilmiş, cevaben de [Sarsılmazlarsa bu durumda elbette onlara verirdik.] buyrulmuş olmaktadır. Çünkü اِذًا , hem sonucu hem de karşılığı temsil eder. مِنْ لَدُنَّٓا اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ [Katımızdan muazzam bir mükâfat] ifadesi kastedilenin, “Allah’ın kendi katından lütfettiği ihsan” olması bakımından [Kendi katından büyük bir ecir verir. (Nisa Suresi, 40)] ifadesine benzer. Bu ihsanın ecir diye adlandırılmasının sebebi, bizzat ecir olmasa da ecrin peşinden gelmesi ve ancak o sabit olduğunda sabit olabilmesidir. Çünkü ecir varsa lütuf da var demektir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Cenab-ı Hak, bu ayet-i kerimede kendisini azamet ve yücelik ifade eden sıygalarla zikretmiştir ki bunlar اٰتَيْنَاهُ (ona verirdik) ve مِنْ لَدُنَّٓا (tarafımızdan) ifadeleridir. Bu mükâfatları veren hikmet sahibi Yüce Allah, kendisini, bir bağış ve lütuf va’dettiğinde azamete delalet eden bir lafızla zikrettiğinde, bu durum, bu atıyye ve mükâfatın da büyüklüğüne delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk’ın, مِنْ لَدُنَّٓا [tarafımızdan] ifadesi, tahsis ifade eder ve mübalağaya delâlet eder. Hakk Teâlâ’nın وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا [Ve kendisine nezdimizden bir ilim öğretmiştik. (Kehf Suresi, 65)] ifadesinde de olduğu gibi....(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu kelam, mukadder (gizli) bir sualin, “Pekiyi, onları yapmakla imanları daha sabit hale geldikten sonra ne olacaktı?” sualine cevaptır. Yani onlar, tereddütten, şüpheden uzak sağlam bir iman üzere sebat ettikleri takdirde Biz de onlara katımızdan elbette pek büyük bir mükâfat verirdik.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً ٦٨
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, لو ثبتوا لَهَدَيْنَاهُمْ (Sabit olsaydı onlara hidayet verirdik.) şeklindedir.
هَدَيْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
صِرَاطًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُسْتَق۪يمًا kelimesi صِرَاطًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَق۪يمًا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً
Ayet, önceki ayetteki mahzuf şartın cevabına matuftur. Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır.
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu لَهَدَيْنَاهُمْ cümlesi mukadder لَوْ ’ in cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Lam-ı rabıta cümleyi tekid etmiştir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
هَدَيْنَا fiilinin mef’ûlü olan صِرَاطًا ’in nekre gelişi tazim ifade eder.
مُسْتَق۪يمًا kelimesi صِرَاطًا için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُسْتَق۪يمًا , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
صِرَاطًا - مُسْتَق۪يمًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ibaresinde istiare vardır. Müsteâr صِرَاطٍ kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir. صِرَاطٍ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًا [Dosdoğru bir yol ibaresi] de nekre (belirsiz) gelerek yolun ne kadar doğru olduğuna işaret etmiştir. Bu ibarede istiare vardır. İslâmiyet kastedilmiştir.
Sırat, üzerinde ne kadar insan olursa olsun hepsini içine alabilen, duruma göre genişleyebilen ve insanı hedefe götüren yol demektir. Sebil ise yolun kolaylığını vurgular. ( سبيل الله ) Tarik de yol demektir. Tarikat kelimesi bu kelimenin türevidir. Şeriat kelimesi de yol manasındadır.
Peygamber (s.a.v) buyuruyor ki: “Allah Teâlâ, bildikleriyle amel eden kimseyi bilmediği ilimlere de varis kılar.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Buradaki الصِّرَاطَ kelimesi iki tevilden birine göre istiâredir. Çünkü sırat sözlük anlamıyla yol (tarik) manasında bir isimdir. Halbuki burada din kelimesinden kinayedir. Çünkü din, müntesiplerini sevap kazanmaya, ceza ve azaptan kurtulmaya götürdüğü için, kurtuluş ve esenlik yurduna, ikamet edilecek güvenli diyara götüren yol gibidir. Yüce Allah dini, doğru yol ve açık çığır olarak ifade edince, zatını da din yolunu gösterme konusunda doğru yol gösteren kılavuz konumuna koyarak ''bizi doğru yola ilet'' buyurmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
صراط ; maddî veya manevî olarak açık ve geniş yol demektir. Sâd harfi ortaya çıkmaya delâlet eder. Ra ve tı harfleri de istilâ harfleridir. Dolayısıyla genişliğe ve yüceliğe delâlet eder. Elif med ve lîn harfidir. Uzunluğa delâlet eder. Aslında طريق kelimesindeki harfler de aynı özelliktedir. Tı, ra ve kâf harfleri istilâ harfleridir. Ya harfi de med ve lîn harfidir, ancak ya harfi ve kesre harekesi elife mukâbil azalmaya delâlet eder.
Sırât kelimesi; bir noktaya ulaştırması veyâ bir ameli gerektirmesi bakımından değil zâtı bakımından açık yol demektir.
Kur’ân’da 46 kez geçer (Kur’ân-ı Kerîm Lugatı).
Sebîl; bir şeyi uzatarak sarkıtmak demektir. Kadının saçını veya elbisesini sarkıtması gibi. Suyun akması, yağmurun yağması, örtünün örtülmesi ve cömertlik gibi bir çok mânâda deyim olarak kullanılır. Yol mânâsında ise su gibi akıcı, kolay olması manası vardır. Maddî veya mânevî manalar taşır.
Bu özelliğiyle tarîkten farklıdır. Tarîk; vurmak manasından gelir ki bunda kolaylık yoktur. صراط ise açık ve geniş yoldur (et-Tahkîk).
Ayrıca صراط kelimesinin çoğul şekli yoktur. Dİn manasında istiare olarak kullanılması da bu açıdan güzeldir. Allah’a götüren yol ve din tektir.
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ ٦٩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يُطِعِ | ita’at ederse |
|
3 | اللَّهَ | Allah’a |
|
4 | وَالرَّسُولَ | ve Elçi’ye |
|
5 | فَأُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
6 | مَعَ | beraberdir |
|
7 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
8 | أَنْعَمَ | ni’metlendirdiği |
|
9 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
10 | عَلَيْهِمْ | kendilerini |
|
11 | مِنَ |
|
|
12 | النَّبِيِّينَ | peygamberlerle |
|
13 | وَالصِّدِّيقِينَ | ve sıddiklarla |
|
14 | وَالشُّهَدَاءِ | ve şehidlerle |
|
15 | وَالصَّالِحِينَ | ve Salihlerle |
|
16 | وَحَسُنَ | ve ne güzel |
|
17 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
18 | رَفِيقًا | arkadaştır |
|
Hz. Aişe (r a) dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Rasûlullah (sav)’e bir adam geldi ve şöyle dedi:’Ey Allah’ın Rasûlü!Sen bana nefsimden de sevimlisin, evladımdan da... Evimde iken aklıma sen düşünce duramıyor, yüzüne bakmak için kalkıp geliyorum. Bir gün benim de senin de öleceğini düşünüyorum. Cennet’e girdiğinde senin diğer peygamberlerle beraber yüksek makamlarda olacağını biliyorum. Ben cennete girdiğimde seni göremiyeceğim diye korkuyorum. Peygamber (sav) Cebrail bu ayeti getirene kadar ona cevap vermedi.
( taberani,el-Mu’cemü’l-evsat(İvezullah) ,I,152-153.nr. 477; Heysemî, Mecmau’l-bahrayn fi zevâidi’l-Mu’cemeyn(Abdülkuddûs),VI, 16,17, nr. 3308)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı
KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
( Tülay Yılmaz)
Refika رفق : Kelimenin asıl anlamı yumuşak huyluluk ve letafetle muamelede bulunmaktır. Dirsek manasına gelen مِرْفَقٌ kelimesi alet ismidir ve kendisine dayanarak bir istirahat etme ve yumuşama vesilesidir. (Tahkik) Kur’ân’ı Kerim’de 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri refik, refika, rıfk, refakat ve irtifaktır.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)(Fatma Serap Karamollaoğlu)
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُطِعِ şart fiili olup, sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’ dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الرَّسُولَ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Mekân zarfı مَعَ , mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْعَمَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْعَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَنْعَمَ fiiline mütealliktir. مِنَ النَّبِيّ۪نَ car mecruru عَلَيْهِمْ ’deki zamirin mahzuf haline müteallik olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَ kelimeleri, atıf harfi وَ ’la النَّبِيّ۪نَ ’ye matuftur.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen/karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baziyet, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel/karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُطِعِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ‘dir.
اَنْعَمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نعم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. حَسُنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ fail olarak mahallen merfûdur.
رَف۪يقًا kelimesi temyiz olup fetha ile mansubdur. Hal olması da caizdir.
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyizin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَف۪يقًا kelimesi فعيل vezninde sıfat-ı müşebbehedir. Sıfat-ı müşebbehe “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda haberî isnaddır.
Sübut ve istimrar ifade eden مَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi şarttır. Şart ismi مَنْ mübteda, يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ cümlesi ve cevabı haberdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini etkiler.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifade eder.
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 119)
اُو۬لٰٓئِكَ şeklindeki işaret ismi; derecelerinin yüksekliğini ve şeref bakımından ne kadar üstün olduklarını ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَ ‘nın muzâfun ileyhi konumunda olan الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اَنْعَمَ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
مَن يُطِعِ ifadesi taatın bütün manalarını taşıyarak vasıflanan kimse demektir ki Allah’a ve Resulüne isyan etmeyen manasını da ifade eder. مَعَ gelmesi bu gruba girmenin daha sağlam ve bilinir olduğuna delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Şartın cevap cümlesinde işaret isminin gelmesi; işaret isminden önceki kelamın ihtiva ettiği mana dolayısıyla bu isimle işaret edilen kişilerle ilgili verilen haberin değerine dikkat çekmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümlede cem’ ma’at-taksim sanatı vardır. Allah ve Resulüne tabi olanlar sayılmıştır.
Ayetin son cümlesi olan وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًا deki وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tazim içindir.
رَف۪يقًا kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
حَسُنَ fiilinin aslı حَسَنَ’dir. Taaccüb ve medih ifade etmek için حَسُنَ olarak gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مِنَ harfi beyan için gelmiştir.
الرَّسُولَ - النَّبِيّ۪نَ- الصِّدّ۪يق۪ينَ- الشُّهَدَٓاءِ - الصَّالِح۪ينَۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tedrîc sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu)
Ayetteki رَف۪يقًا kelimesi, temyiz olduğu için mansubtur. Bunun, hal olmak üzere mansub olduğu da söylenmiştir. Yani “Arkadaş olarak, onlardan her biri iyidir.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
رَف۪يقً Keşşâf sahibi, “Bu ifadede bir hayret ettirme manası vardır. Sanki ‘Bunlar ne güzel arkadaş!’ denilmektedir.” demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) “Rıfk” Arapçada yumuşak huyluluk ve lütufkâr davranış manasındadır. Böyle davranan kimseye “refîk” denilir. İşte kelimenin dildeki manası budur. Daha sonra birbirlerine dayanıp destek oldukları için arkadaşa “refîk” denilmiştir.
Vahidî şöyle der: “Refîk kelimesi ayette, çoğul bir kelimenin sıfatı olduğu halde müfred getirilmiştir. Çünkü Araplar الرَّسُولُ (peygamber), البَرِيدُ (postacı) ve الرَّفِيقُ (arkadaş) kelimelerini, hem müfred hem de çoğul manada kullanıyorlardı. Nitekim Hakk Teâlâ, اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ‘Biz, Âlemlerin Rabbinin Resulüyüz.’ (Şuara Suresi, 16) buyurmuştur. Bu sebeple bu ayette, حَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَجُلًا ‘Bunlar ne güzel adam!’ denilemez. Kısaca bu, ancak bir sıfat olan isim hakkında caiz olur. Fakat bu, (اِمْرَاَةٌ- رَجُلٌ) gibi sarih bir isim olursa caiz olmaz.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) Önceki ayetlerde itaat etmeyenlerin halleri konu edilmiş, bu ayette de itaat edenlerin faziletinden bahsedilmekle beraber istînâf cümlesi olarak Allah ve Resulüne itaate ziyadesiyle teşvik edilmiştir.
Çünkü en yüksek kadir ve kıymete sahip kimselere komşuluk demek olan bu netice, insanların gayretleriyle varabildikleri en son merhale ve azimleriyle çıkabildikleri en yüksek mertebedir.
Bu ayette geçen itaatten maksat, bütün emirlere ve yasaklara tamamen boyun eğmek ve onlara eksiksiz olarak uymaktır.
Burada اُو۬لٰٓئِكَ [işte onlar] kelimesinin kullanılması, onların derecelerinin yükseldiğini ve şerefin uzak bir mertebesinde olduklarını zımnen bildirmek içindir.
Ayette, bunlara verilen nimetlerin zikredilmemesi, o nimetlerin izah ve beyanının ifadelere sığmayacağına işaret içindir.
Burada Peygamberimize (s.a.) itaat etmenin hükmü açıklanırken diğer peygamberlerden de bahsedilmesi, nüzul sebebinde onların da zikri geçtiği içindir. Bir de diğer peygamberlerin zikri şuna işaret eder: Peygamberimize (s.a.) itaat, diğer peygamberlere de itaati içerir. Çünkü Peygamberin (s.a.), asırların değişmesiyle değişmeyen şeriati, onların şeriatlerine de şamildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟ ٧٠
İnsanların ahirette kurtuluşu Allah’ın lütfu iledir. O’nun lütfu ve ihsanı olmazsa hiç kimse kurtulamaz. Nitekim Rasûlullah (sav) : “Hiçbirinizi yaptığı güzel işleri ve ibadettleri kurtaramayacaktır” buyurunca, Ashab-ı Kiram:”Seni de mi ey Allah’ın rasûlü!” diye sordular. Peygamber (sav) :” Beni de amelim kurtaramayacaktır, ancak Allah beni rahmetine daldırırsa o zaman kurtulurum” buyurdu.
( Buhari, Merda 19; Müslim, Kıyamet 71-75)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı
KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْفَضْلُ işaret isminden bedel olup damme ile merfûdur. Haber olduğu görüşü de vardır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. بِ harf-i ceri zaiddir. اللّٰهِ lafzen mecrur, كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. عَل۪يمًا۟ ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip, tazim ifade etmek içindir. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebesinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 109)
ذَلِكَ الفَضْلُ مِنَ اللَّهِ cümlesi tarafların marife olması dolayısıyla kasr ifade eder. İddia-i kasrdır. Çünkü Allah’ın lütfu çeşit çeşittir. Fakat bu lütufta mübalağa kastedilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu ayetteki ذَ ٰلِكَ kelimesi mübteda olarak ref mahallindedir, Allah’ın insanlara olan nimetlerine işaret etmektedir.
Buna göre ayet-i kerimenin manası, “Bu mükâfat, son derece mükemmel olduğu için adeta Allah’ın bir lütfu olup, bunun dışında kalanların hiçbir değeri yoktur.” şeklinde olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Şüphe yok ki ayetteki ذٰلِكَ kelimesi, daha önce zikredilmiş olan sevap vesilesi sıfatlara işarettir. O vasıfların her birinin, Allah'tan bir lütuf olduğuna hükmedilince bu, sevap vermenin Allah'a vâcip olmadığına delalet eder. Birçok şey, aklî bakımdan da buna delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Hakk Teâlâ’nın, “Bu, Allah’tan bir lütuftur.” ifadesi hakkında şu iki ihtimal vardır:
a) Kelamın takdirinin, ذٰلِكَ الْفَضْلُ هُوَ مِنَ اللّٰهِ (Bu mükâfat yok mu, o Allah’ın bir lütfudur.) şeklinde olmasıdır. Buna göre ayet-i kerimenin manası, ‘Bu mükâfat, son derece mükemmel olduğu için adeta Allah’ın bir lütfu olup bunun dışında kalanların hiçbir değeri yoktur.” şeklinde olur.
b) İfadenin takdirinin, ذٰلِكَ الْفَضْلُ هُوَ مِنَ اللّٰهِۜ (Bu lütuf, sadece Allah’tandır.) olmasıdır. Yani “Şu ayet-i kerimede bahsedilen lütuf ile mükâfat, sadece Allah’tan olup başkasından değildir.” demektir. Birinci ihtimalin daha belîğ olduğunda herhangi bir şüphe yoktur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ذٰلِكَ [işte o] aslında uzak işareti olduğu halde burada kullanılması, bu rütbenin yükseldiğini ve şerefteki mertebesinin yüceliğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟
وَ istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِاللّٰهِ ’deki ب harfi zaiddir. Tekid ifade eder. اللّٰهِ , lafzen mecrur mahallen merfû konumda müsnedün ileyhtir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
عَل۪يماً۟ temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ [Allah yeter.], [Rabbin yeter.] ayetlerindeki بِ harf-i ceri, Kur’an’ın her yerinde zaiddir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayetin sonunda “Allah size bilen olarak yeter.” buyurulmuştur. Yani bu haklarla ilgili olarak Allah hesap sorar. O halde çizdiği sınırları aşmayın demektir. Cümlede mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Yine lâzım-melzûm alakası kullanılmıştır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ sözünde zamir yerine Allah ismi gelmiştir. Tazim, telezzüz ve zihne yerleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır..
Allah’ın Alîm olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece Alîm olarak değil, Basîr, Semi’, Hafîz vs. olarak da yeter.
Daha sonra Cenab-ı Hak, “Hakkıyla bilici olarak Allah kâfidir.” buyurmuştur. Bu ifadenin, Allah’a taat hususunda daha önce geçmiş olan açıklamaları tekid etme hususunda son derece müessir bir yeri vardır, zira Cenab-ı Hak bu sözüyle kendisine, insanların nasıl taatta bulunduklarını ve mükâfat ve lütfun ne şekilde olacağını bildiğine dikkat çekmiştir ki bu da mükellefi, en mükemmel şekilde itaatta bulunup bu hususta kusur etmekten kaçınmaya teşvik eden şeyler cümlesindendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً ٧١
Allah ve Rasûlüne itaatten sonra burada bir savaş emri geliyor. Bu konulardan sonra böyle bir emrin gelişi Medineli yeni huzura kavuşmuş, yeni bir vatan elde edip rahat bir şekilde yaşamaya baş-lamış Müslümanların hayat tarzlarına yepyeni bir değerlendirme, bir hedef seçimi getiriyordu. Artık Mekke’nin sıkıntılı dönemleri bitmiş, işkenceler geride kalmış, devletlerini kurarak toplumsal problemlerini halletmiş, başlarındaki peygamberin riyasetinde huzur içinde bir hayata kavuşmuş Müslümanlara işte tam böyle yaşayacakları bir ortam-da böyle bir savaş emri geliyordu. Ey Müslümanlar tedbirlerinizi alın ve bölük bölük, ya da topluca savaşa çıkın.
Savaş için tedbir alınacak, hazırlık yapılacak. Savaş için tedbir güzel şeydir, ama savaşan için güzeldir. Savaşmayan kimsenin tedbir alması abdest alıp da namaz kılmayan kimsenin durumu gibidir. Şu anda tedbir aldıklarını söyleyen Müslümanlar sırtlarında zırhlarıyla ya-tağa giren kimselerin durumuna benzer. Hiçbir şey yaptıkları yok ama tedbiri elden bırakmadıklarını söylüyorlar. Elli tane de zırh giyse bile böyle hiçbir şey yapmayan bir kimse o tedbir almış sayılmayacaktır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz Uhud’a giderken üst üste iki tane zırh giymiştir, ama unutmayalım ki Uhud’a giderken giymiştir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı خُذُوا حِذْرَكُمْ ’dır.
خُذُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. حِذْرَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez.
انْفِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ثُبَاتٍ hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
اَوِ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. انْفِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. جَم۪يعًا hal olup fetha ile mansubdur.
Münadanın başında harfi tarif varsa önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ); Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bir edattır. İki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
Nidanın cevap cümlesi olan خُذُوا حِذْرَكُمْ ; emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey iman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ cümlesi atıf harfi فَ ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
انْفِرُوا جَم۪يعًا cümlesi muhayyerlik ifade eden اَوْ atıf harfiyle nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ثُبَاتٍ ve جَم۪يعًا kelimeleri haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خُذُوا حِذْرَكُمْ ibaresinde sebep alakasıyla mecaz-ı mürsel ya da istiare vardır.
خُذُوا kelimesi sakınmanın şiddeti ve gerekliliğinden istiaredir. Çünkü bu kelime asıl olarak uzakta olan bir şeyi almak manasındadır. Unutmak ve gaflet; uzaklığa ve fırlatmaya, hatırlamak ve dikkatli olmak da uzakta olan bir şeyi almaya benzetilmiştir. Araf Suresi 199. ayetteki خُذِ العَفْوَ [Affetmeyi al] ibaresi ve أخَذَ عَلَيْهِ عَهْدًا ومِيثاقًا sözü de buna benzer. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
انْفِرُوا - جَم۪يعًا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Cenab-ı Hak, hem kendisine hem de Resulüne taatte bulunmaya teşvik ettikten sonra taatların en zoru ve kendileriyle dini takviye etmenin gerçekleştiği şeylerin en büyüğü olduğu için daha önce zikredilmiş olan cihaddan tekrar bahsederek “Ey iman edenler, korunma tedbirinizi alın da…” buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اٰمَنُوا - خُذُوا - فَانْفِرُوا kelimelerin de müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
ثُبَاتٍ kelimesi ثُبَةٌ ’un çoğuludur; ثُبَةٌ, sayıca ondan daha çok erkekler topluluğuna denir. Yani müfrezeler, dağınık birlikler halinde savaşa çıkın. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً ٧٢
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
2 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
3 | لَمَنْ | bir kısmı var ki |
|
4 | لَيُبَطِّئَنَّ | pek ağır davranır |
|
5 | فَإِنْ | eğer |
|
6 | أَصَابَتْكُمْ | size erişirse |
|
7 | مُصِيبَةٌ | bir felaket |
|
8 | قَالَ | der ki |
|
9 | قَدْ | muhakkak |
|
10 | أَنْعَمَ | lutfetti |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | عَلَيَّ | bana |
|
13 | إِذْ |
|
|
14 | لَمْ |
|
|
15 | أَكُنْ | bulunmadım |
|
16 | مَعَهُمْ | onlarla beraber |
|
17 | شَهِيدًا | hazır |
|
Müminler savaşa çağrıldığında ağırdan alanların, mağlûbiyet olursa “Allah yüzüme baktı da onlarla beraber bulunmadım” diye içten içe sevinenlerin, zafer ve ganimet elde edilirse “Keşke onlarla beraber olsaydım...” diye dövünenlerin kimler olduğu sorusuna iki cevap verilmiştir. Bir kısım tefsirciye göre bunlar, müslümanlarla beraber yaşayıp durdukları halde henüz gönüllerinde iman, gereği gibi yerleşip güçlenmemiş, hayatıyla imanı arasında tam bir paralellik hâsıl olmamış müminlerdir. Çünkü âyet “İçinizden bazıları vardır ki...” diye başlamaktadır. Diğer bir yoruma göre bunlardan maksat münafıklardır. Bu durumda “içinizden...” ifadesi, görünüşe göredir; zira münafıklar dış yüzleri, görünüşleri bakımından müminler gibidirler, onların cemaatine dahildirler. Bize göre burada müminlerin içinde bulunan zayıf imanlı, kararsız ve sebatsız müslümanlarla münafıkların birlikte kastedilmiş olması da mümkündür. Davası uğrunda imanı kendisini ölüme götürecek güçte ve seviyede bulunmayan sıradan insanlar, âyette de tasvir edildiği gibi, daima içlerinden menfaat hesapları yaparlar; girişecekleri işin getirisi ve götürüsü ile ilgili ihtimaller arasında gidip gelirler.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 94
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنْكُمْ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
مَنْ müşterek ism-i mevsûl اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur. Mukadder kasem ve cevabı ism-i mevsûlun sılasıdır.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Takdiri, أقسم ليبطئن (Yemin ederim ki ağırdan alacaklar) şeklindedir.
يُبَطِّئَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
يُبَطِّئَنَّۚ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بطأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصَابَتْكُمْ şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُص۪يبَةٌ fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ ’dur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli, قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اَنْعَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. عَلَيَّ car mecruru اَنْعَمَ fiiline mütealliktir.
اِذْ zaman zarfı, اَنْعَمَ fiiline mütealliktir. لَمْ اَكُنْ ile başlayan isim cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. اَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri انا ’dir. Mekân zarfı مَعَ habere mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَه۪يدًا kelimesi اَكُنْ ’un haberi olup fetha ile mansubdur.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen/karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur. b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصَابَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب’dir.
اَنْعَمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نعم ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُص۪يبَةٌ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi, lam-ı muzahlaka sebebiyle birden fazla tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْكُمْ car mecruru إِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
Muahhar mübteda konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası mukadder kasem ve cevabıdır.
لَيُبَطِّئَنَّ cümlesine dahil olan لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.
Cümle, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Lam-ı muzahlaka; cümlenin başında gelmesi gereken tekid harfidir. Cümlenin başında اِنَّ olunca yuvarlanıp haberin başına gelir.
Hayır işlerinde ağırdan almak münafıkların karakteridir.
لَمَنْ ‘deki lam ibtidâiyye olup إِنَّ ٱللَّهَ لَغَفُورࣱ رَّحِیمࣱ [Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir. (Nahl/18)] ayetindeki ile aynı işlevi görmektedir. لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ [işi ağırdan alan] ifadesindeki ise gizli bir kasemin cevabı olup açılımı şöyledir: “İçinizde, Allah’a yemin ederim ki işi alabildiğine ağırdan alanlar var!” Kasem ve cevabı, مَنْ ’in sılasıdır; sıla cümlesinde ism-i mevsûle ait olan zamir ise لَيُبَطِّئَنَّۚ fiilinde gizli olan هو zamiridir. Hitap, Peygamberin (s.a.) ordusunadır. “İşi ağırdan alanlar” ise münafıklardır, çünkü orduyla birlikte sefere münafıkça çıkıyorlardı. لَيُبَطِّئَنَّۚ ’nin manası, [ağırdan alırlar] ve [cihattan geri kalırlar]’dır. (Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl -Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl )
فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً
Ayete dahil olan فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnadtır.
Şart cümlesi olan اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesi olmaksızın gelen قَالَ şeklindeki cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
قَالَ fiilin mekulü’l-kavli olan قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiştir.
اَنْعَمَ fiilinin müteallıkı olan اِذْ , zaman zarfı olup لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يدًا cümlesine muzâf olmuştur. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَهُمْ mekan zarfı olup, كَان ’nin haberi olan شَه۪يدًا ’e mütealliktir.
اَصَابَتْكُمْ - مُص۪يبَةٌ kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً ٧٣
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | ve eğer |
|
2 | أَصَابَكُمْ | size erişirse |
|
3 | فَضْلٌ | bir ni’met |
|
4 | مِنَ | -tan |
|
5 | اللَّهِ | Allah- |
|
6 | لَيَقُولَنَّ | der |
|
7 | كَأَنْ | sanki |
|
8 | لَمْ |
|
|
9 | تَكُنْ | yokmuş gibi |
|
10 | بَيْنَكُمْ | sizinle |
|
11 | وَبَيْنَهُ | kendisi arasında |
|
12 | مَوَدَّةٌ | hiç sevgi |
|
13 | يَا لَيْتَنِي | keşke ben de |
|
14 | كُنْتُ | olsaydım |
|
15 | مَعَهُمْ | onlarla beraber |
|
16 | فَأَفُوزَ | kazansaydım |
|
17 | فَوْزًا | bir başarı |
|
18 | عَظِيمًا | büyük |
|
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصَابَكُمْ şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فَضْلٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru فَضْلٌ ‘nün mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَقُولَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ cümlesi, fiille mef'ulü arasında giren itiraz cümlesi veya يَقُولَنَّ ’ deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
كَاَنْ muhaffefe كَاَنَّ ‘dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. لَمْ تَكُنْ ile başlayan isim cümlesi, كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. بَيْنَكُمْ mekân zarfı تَكُنْ ’un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَهُ atıf harfi وَ ’la بَيْنَكُمْ ’e matuftur. مَوَدَّةٌ kelimesi تَكُنْ ’un muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اَصَابَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً
Cümle, يَقُولَنَّ fiilinin mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
يَا tenbih edatıdır. لَيْتَ temenni harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref yapar. Mütekellim zamiri ي harfi لَيْتَ ’nin ismi olup mahallen mansubdur. Sonundaki نِ vikayedir. كُنْتُ مَعَهُمْ cümlesi, لَيْتَن۪ي ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. تُ mütekellim zamir كُنْتُ ’nün ismi olarak mahallen merfûdur. مَعَهُمْ mekân zarfı, كُنْتُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, ثمة تمنّي وجودي معهم ففوز عظيم لي. şeklindedir.
اَفُوزَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنَا ’dir. فَوْزًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. عَظ۪يمًا kelimesi فَوْزًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
نْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru فَضْلٌ ‘nün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَيَقُولَنَّ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ cümlesi يَقُولَنَّ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. Tekid ve teşbih ifade eden كَاَنْ ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
كَاَنْ , muhaffefe كانّ ’dir. İsmi mahzuftur. Menfi muzari sıygada nakıs fiil كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ cümlesi كَاَنْ ’in haberidir. İsminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
لَيَقُولَنَّ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ cümlesine dahil olan nida harfi tenbih manasındadır. لَيْتَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, talebî inşâî isnaddır. لَيْتَ nevasıhtandır. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref yapar. Temenni harfidir. Hasıl olması arzu edilen, sevilen ama bunun imkansız ya da çok zor olduğu durumlarda kullanılır.
لَيْتَ ’nin haberi olan كُنْتُ مَعَهُمْ cümlesinde كاَن ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu فَاَفُوزَ فَوْزًا عَظ۪يمًا cümlesi, masdar teviliyle, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, ثمة تمنّي وجودي معهم ففوز عظيم لي (Büyük bir kazanç sağlamak için onlarla birlikte olmayı isterim) şeklindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَظ۪يمًا kelimesi فَوْزًا için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ [Sanki aranızda hiç bir dostluk yokmuş gibi.] itiraz cümlesidir. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır. Cümlede كَاَنْ ’in ismi olan şan zamirinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. كَاَنْ ’in haberi olan كاَن ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi sübut ifade eder.
فَضْلٌ - فَوْزًا arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Lâm; kaseme delalet eden muvattie lâm’ıdır. Nûn tekiddir. Onların hallerindeki durumun garipliği hakkında bir uyarıdır. Böylece muhatap, başına gelenler nedeniyle inkâr eden menzilesine konulmuştur. Faziletten murad fetih ve ganimettir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مَوَدَّةٌ kelimesi münafıklar içinse istiaredir. Eğer müminlerin zayıflığı kastedildiyse hakiki manadadır. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ [Sizinle kendisi arasında hiç sevgi ve dostluk yokmuş gibi.] îtirazî (ara) cümlesinin fiil ile mef’ûlün arasına girmesi, daha kelamın başında, onun müminlerle beraber olmak istemesinin, aradaki sevgi ve dostluk gereği değil, dünya malına olan ihtirasından kaynaklandığını belirtmek içindir. Bu, gazap ve istihza yoluyla söylenmiştir. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً ٧٤
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلْيُقَاتِلْ | savaşsınlar |
|
2 | فِي |
|
|
3 | سَبِيلِ | yolunda |
|
4 | اللَّهِ | Allah |
|
5 | الَّذِينَ | kimseler |
|
6 | يَشْرُونَ | satan(lar) |
|
7 | الْحَيَاةَ | hayatını |
|
8 | الدُّنْيَا | dünya |
|
9 | بِالْاخِرَةِ | ahireti karşılığında |
|
10 | وَمَنْ | ve kim |
|
11 | يُقَاتِلْ | savaşır da |
|
12 | فِي |
|
|
13 | سَبِيلِ | yolunda |
|
14 | اللَّهِ | Allah |
|
15 | فَيُقْتَلْ | öldürülür |
|
16 | أَوْ | veya |
|
17 | يَغْلِبْ | galib gelirse |
|
18 | فَسَوْفَ | yakında |
|
19 | نُؤْتِيهِ | biz ona vereceğiz |
|
20 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
21 | عَظِيمًا | büyük |
|
Allah’a ve âhirete hakkıyla iman etmiş olanların fayda-zarar, kazanç kayıp hesapları dünya hayatıyla sınırlı değildir. Allah rızâsı ve ebedî hayat daima hesaba dahildir, dahil olmanın da ötesinde terazide ağır basmaktadır. Ölçüsünde, tercihinde, değerlendirmesinde Allah rızâsı ve âhiret menfaati ağır basan, âhiretini dünyasına değil, dünyasını –gerektiğinde– âhiretine feda eden müminler, Kur’ân dilinde “dünya hayatını âhiret karşılığında satanlar” yani dünyayı verip âhireti satın alanlardır. Allah emri olan savaş bu ölçüye vurulduğunda çıkacak sonuç âyette şöyle tasvir edilmektedir: Savaşa giren ya zafer kazanır veya yenilir ve şehid olur. Her iki durumda da âhireti tercih eden mümin kazançlıdır. Çünkü Allah savaşıp galip gelenlere de şehid olanlara da büyük mükâfatlar vermektedir. Rağbet edilmesi gereken de işte bu mükâfattır.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 94-95
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. ل, emir lam’ıdır. يُقَاتِلْ sükun ile meczum muzari fiildir. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru يُقَاتِلْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشْرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْحَيٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يَشْرُونَ fiiline mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُقَاتِلْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الدُّنْيَا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُقَاتِلْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru يُقَاتِلْ fiiline veya ism-i mevsûlün mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يُقْتَلْ atıf harfi فَ ile şart fiiline matuftur.
يُقْتَلْ şart fiili olup, sükun ile meczum meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. يَغْلِبْ fiili atıf harfi اَوْ ’ile يُقَاتِلْ ‘e matuftur.
فَ atıf harfi olup tef’riiyyedir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
نُؤْت۪يهِ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَجْرًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُقَاتِلْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُؤْت۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَظ۪يمًا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ
فَ istînâfiyyedir.
لْ gaibe emir içindir. Ayet emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru يُقَاتِلْ fiiline mütealliktir.
Faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bu kişilerin tanınan, bilinen kişiler olduğuna işaret ederek onlara tazim ifade eder.
يَشْرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
الدُّنْيَا - الْحَيٰوةَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
[Dünyaya karşılık ahireti satın almak] ibaresinde istiare vardır. Satmak, değiştirmek manasındadır.
Ayetteki, يَشْرُونَ kelimesi, “satın alırlar” manasınadır. Bu görüşte olanlar şöyle derler: Bu ayetin muhatapları, Uhud Savaşı’ndan geri durup katılmayan münafıklardır. Buna göre ayetin manası; “Dünya hayatını ahirete tercih eden o kimseler savaşsınlar.” şeklinde olur. Bu manaya göre ayette şöyle takdir edilmesi gereken bir hazif vardır: “İslam ve iman gerçekleşmeden önce İslam ahkâmının gerektirdiği şeylerin meydana gelmesi imkânsız olduğu için (ey münafıklar) önce iman edin, sonra da savaşın.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
وَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte مَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, şarttır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, mübtedanın haberidir.
Müsned muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam şeklinde gelmiştir. Muzari fiil cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
فَيُقْتَلْ cümlesi atıf harfi فَ ile şart cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Yine aynı üslupta gelen يَغْلِبْ cümlesi atıf harfi اَوْ ile şart cümlesine atfedilmiştir.
فَ karinesiyle gelen فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً cümlesi, سَوْفَ ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
س lafzı ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف lafzı ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Tefsîri)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يَغْلِبْ - يُقَاتِلْ - لْيُقَاتِلْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُقَاتِلْ - لْيُقَاتِلْ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ifadesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ sözünden sonra Allah ismi yerine zamirle نُؤْت۪يهِ gelerek iltifat yapılmıştır.
اَجْرًا ’ deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا [Büyük ecir vereceğiz.] sözünde istiare vardır. Allah yolunda savaşanlar, ücretle çalışan işçilere benzetilmiştir. Câmi’, yaptığının karşılığını kesin alacak olmasıdır.
Ayet-i kerimenin öldürülürse veya öldürürse şeklinde tam mukabele olarak değil de öldürülürse veya galip gelirse şeklinde gelmesi Allah yolunda olsa bile öldürme fiilini kullanmanın hoş görülmemesi dolayısıyladır.
Bazen bir yalnızlık hali yakalar insanı. Yanında kaç kişi olursa olsun, tek başına kalır. Sohbetler arasındayken, kendini sessizliği dinlerken bulur. Zaman akmaz gibiyken, geçtiğimiz hafta nereye gitti diye sorar. Düşündükçe zihninde kaybolur. Duyguları yoğunlaştıkça hissizleşir. Bulunduğu yerden memnun değildir ama bir parçası devamlı teslim olmaya çağırır. Sanki yüzme bilmeyen haliyle, bir denizin ortasına atılmıştır. Çırpınsa da, beklese de, zaten derinlere çökmektedir.
Bir gün, bir an, bu hale hapsolmaktan sıkıldığını hisseder. Ve gönül kapılarından birinin ısrarla çalındığını duyar. Açtığında, karşısında tatlı bir çocuk durmaktadır. Velet, ayağını üç kere yere vurur ve eline bir kağıt tutuşturduktan sonra koşarak uzaklaşır. Kağıtta sadece ‘Alîm olarak Allah yeter!’ yazmaktadır. Bu onun, kalbinin ve zihninin coşmasına yeter. İstem dışı, ayağını çocuğun yaptığı gibi yere vurur. O anda, bulunduğu denizin o kadar da derin olmadığını farkeder ve başını sudan çıkarıp soluklanır. Kendi kendine mırıldanır: Hiçbir şey Allah’ın ilminin dışında kalmazken, O yalnızlığımı bilirken, ben nasıl yalnız kalabilirim? Şüphesiz, dünya hayatının her alanında ve her halimizde Alîm olarak Allah yeter. O’nun bildiğini bilmek yeter.
Ey ilmi her şeyi kuşatan Rabbim. Ey büründüğüm her hali bilen Rabbim. Ey her düşüncemden ve duygumdan haberdar olan Rabbim. İlminin sonsuzluğu; ihtiyacım olan disiplinin, gönlümdeki huzurun ve zihnimdeki dinginliğin sebebi. İlminin enginliği; nefsimin terbiyecisi, halimin şifası, gözümün nuru ve kalbimin dostu.
Ey Alîm olan Allahım! İlmine iman ederek Sana teslim olduk. Sana ve Peygamber’ine itaat ettik. Bu itaat ve teslimiyet üzerine yaşamamızı ve ölmemizi nasip et. Ki Cennetinde, Senin izninle; Peygamberlere, Sıddıklara, Şehidlere ve Salihlere komşu ve arkadaş olalım.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji