11 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 7-11 (77. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 7. Ayet

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً  ٧


Ana, baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلرِّجَالِ erkeklere vardır ر ج ل
2 نَصِيبٌ bir pay ن ص ب
3 مِمَّا şeylerden
4 تَرَكَ geriye bıraktıkları ت ر ك
5 الْوَالِدَانِ ana babanın و ل د
6 وَالْأَقْرَبُونَ ve akrabanın ق ر ب
7 وَلِلنِّسَاءِ ve kadınlara vardır ن س و
8 نَصِيبٌ bir pay ن ص ب
9 مِمَّا şeylerden
10 تَرَكَ geriye bıraktıkları ت ر ك
11 الْوَالِدَانِ ana babanın و ل د
12 وَالْأَقْرَبُونَ ve akrabanın ق ر ب
13 مِمَّا olandan
14 قَلَّ az ق ل ل
15 مِنْهُ ondan
16 أَوْ veya
17 كَثُرَ çoğundan ك ث ر
18 نَصِيبًا bir hisse ن ص ب
19 مَفْرُوضًا ayrılmıştır ف ر ض

Nisâ sûresi, başta kadınlar olmak üzere aile fertlerinin haklarını açıklamaya devam ediyor ve bu âyetle bir Câhiliye âdetini daha kaldırarak miras paylaşımında adaletli bir düzen koyuyor. İslâm’dan önce Araplar mirastan kadınlara ve kızlara pay vermezlerdi. Vârisler ya vasiyet ile ya da –vasiyet yok ise– güç ve yaşa göre belirlenen erkeklerden ibaret idi. Doğumdan akraba olan erkeklerden başka, evlât edinme ve kan kardeşliğine benzer kardeşlik sözleşmeleri yapmak suretiyle ilişki kurulan erkekler de vâris olurlardı. Mekke döneminde uygulanması mümkün olmadığı için miras taksimiyle ilgili bir değişiklik yapılmadı. Medine’ye hicret edilince muhacirlerin birçok yakın akrabası –çoğu müşrik olarak– Mekke’de kalmış oldular.

Önce Hz. Peygamber’in “her bir muhacire bir Medineli müslümanı kardeş etmesi” sonucunda doğan yakınlıkla (muâhât) karşılıklı sözleşme (muvâlât) miras hakkına sebep kılındı (bu sûrenin 33. âyeti bu geçici durumla ilgilidir). Daha sonra Mekke’de kalan akraba Medine’ye göçüp yeni doğumlarla da aileler genişleyince hedeflenen düzenleme yapıldı ve kadınlar da dahil olmak üzere belli derecelere kadar akraba olanlar birbirine vâris kılındı. İbn Abbas bu konuda şu önemli açıklamayı yapmıştır: Bu âyetler gelip durumu değiştirmeden önce miras erkek çocuğa kalırdı, ana-babaya da vasiyet yoluyla mal bırakılırdı. Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göçünce, Hz. Peygamber’in muhacirlerle ensar arasında kurduğu kardeşlik bağlantısı sebebiyle bu iki zümre arasındaki miras ilişkisi devreye girdi. Sonra bu sûrenin 33. âyeti ve bunu açan 11 ve 12. âyetler gelince, mânevî kardeşlerin birbirine vâris olmaları hükmü kaldırılmış oldu. Artık mânevî kardeşler arasında geçerli olan ilişki iyi niyet, yardımlaşma, ikram ve istenirse vasiyet yoluyla mal bırakma şekline dönüştü (Buhârî, “Tefsîr”, 4/5, 7).

 “Azından çoğundan, belli pay” ifadesi, miras az olsun çok olsun hak sahiplerinin belli paylarının bulunduğunu belirtmekte ve aşağıda açıklanacak olan miras paylarının sahiplerine verilmesi konusunda titizlik gösterilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 20-21 

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ

İsim cümlesidir.  لِلرِّجَالِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  نَص۪يبٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  نَص۪يبٌ  ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ الْوَالِدَانِ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْوَالِدَانِ  fail olup, müsenna olduğu için elif ile merfûdur. الْاَقْرَبُونَ  atıf harfi  وَ ’la  الْوَالِدَانِ  ‘ye matuf olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  

 

وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلنِّسَٓاءِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  نَص۪يبٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  مِنْ  harf-i ceriyle  نَص۪يبٌ  ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ الْوَالِدَانِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْوَالِدَانِ  fail olup, müsenna olduğu için elif ile merfûdur. الْاَقْرَبُونَ  atıf harfi  وَ ‘la  الْوَالِدَانِ  ‘ye matuf olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i cerinin iadesiyle bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  قَلَّ مِنْهُ ‘dur. Aid zamir  هو ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

قَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  مِنْهُ  car mecruru   قَلَّ  fiiline mütealliktir.

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. كَثُرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. نَص۪يبًا  hal olup, fetha ile mansubdur.  مَفْرُوضًا  kelimesi  نَص۪يبًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَفْرُوضًا  kelimesi sülâsî mücerredi  فرض  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ 

  

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لِلرِّجَالِ  cr mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  نَص۪يبٌ , muahhar mübtedadır. 

Muahhar mübteda olan  نَص۪يبٌ  ‘un nekre gelişi tazim ifade eder.

نَص۪يبٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallik olan  مِمَّا  daki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan  تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)


وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً

 

Aynı üslupla gelen cümle, atıf harfi  وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لِلنِّسَٓاءِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  نَص۪يبٌ  ‘un nekre gelişi tazim ifade eder. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا  ‘nın sıla  تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ  cümlesi , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümledeki ikinci müşterek ism-i mevsûl  مَّا  , harf-i cerin tekrarıyla önceki mevsûlden bedeldir. Sılası olan  قَلَّ مِنْهُ  cümlesi ve ona tezat nedeniyle atfedilen  اَوْ كَثُرَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.   

نَص۪يباً  kelimesi  قَلَّ  veya  كَثُرَ  fiillerinin failinden müekked hal olarak ıtnâbtır. 

Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s. 273) 

مَفْرُوضاً  kelimesi  نَص۪يباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

مَفْرُوضاً ‘in ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ  cümlesiyle  وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. Biri dışında aynı kelimelerden oluşan ikinci cümle îygâl ıtnabıdır. Maksat, yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak ya da güzel bir şeye teşvik etmektir.

نَص۪يبٌ - مِمَّا - تَرَكَ - الْوَالِدَانِ - الْاَقْرَبُونَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَلَّ - كَثُرَ  ve  لِلنِّسَٓاءِ - لِلرِّجَالِ  gruplarındaki kelimeler arasında, mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

الْوَالِدَانِ - الْاَقْرَبُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Pay-hisse manasında kullanılan dört kelime vardır: خَلَق - قِسْط - حَظ - نَصِيب -

الْوَالِدَانِ  kelimesinde tağlîb sanatı vardır. Lafzen ‘iki baba’ manasında olan kelime ‘anne- baba’ manasında kullanılmıştır.

Miras hükümlerinde akrabalardan maksat, varis olup mirastan pay alan akrabalardır.

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ  ayetinde [Ana-babanın ve akrabanın bıraktıkları mallarda erkeklere ve kadınlara bir nasip vardır.] mealinde bir ifade kullanılarak kadınların, erkeklerin hükmüne dahil edilmemesi ve kadınlara ilişkin hükmün müstakil olarak zikredilmesi; kadınların verasetine önem verildiğini, verasetlerinin doğrudan doğruya ve asıl bir hak (ise istihkaklarının asaleten) olduğunu bildirmek, daha başından, erkek ve kadınların mirastaki paylarının farklı olduğuna işaret etmek ve cahiliye dönemi hükmünün ortadan kaldırıldığını tam ve kâmil manada belirtmek içindir. Çünkü cahiliye devri insanları, kadınlara ve çocuklara mirastan pay vermiyorlardı ve " Yalnız savaşanlar, aileyi, toplumu ve mülkiyetleri savunanlar mirastan hisse alır!" diyorlardı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er- Râzî ,Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Ayetin tafsilî üslubu yerine 'ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından hem erkeklere, hem de kadınlara pay vardır' şeklinde atıfla icmalen ifade edilseydi miras hükmünde aynilik ifade edilmiş olurdu. Bu tafsilî üslubun seçimi ıtnâbtan îgāldir. Kadın hukukunun önemini ortaya koymak, kadınların anne ve babaları ile yakın akrabalarının miraslarından pay almalarının asıl olduğunu bildirmek ve cahiliye dönemindeki miras hukukunu tamamen ortadan kaldırmak için Allah Teâlâ bu hükmü tafsilatlı bir ifade ile bildirmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ayetin bu bölümü, savaş aletleri gibi bazı miras mallarının erkek varislere tahsisi konusunda akla gelebilecek bir vehmi ortadan kaldırmakta ve mirasın azında da çoğunda da hem erkeklerin hem de kadınların hakkı olduğunu tespit etmektedir. Bir varis, kendi hissesini talep etmese de hakkı sakıt olmaz.(Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

"Farz" kelimesinin asıl manası, (ağaç üzerindeki) çentiktir. Bundan dolayı, yayın tam ortasındaki çentiğe de "farz" denir. Fal okları üzerindeki çentiklere de "farz" denir. Bunun kendisini başkalarından ayıran bir alameti vardır. Su taksim kabındaki işaretlere de böyle denir. Bu işaretler sayesinde her hak sahibi, su hakkının miktarını bilir. İşte, "farz" kelimesinin Arapçadaki asıl manası budur. Ebu Hanife'nin talebeleri "farz" kelimesini, vacip oluşu kat'î delil ile bilinen şeye; "vacip" kelimesini de vacip oluşu zannî delil ile bilinen şeye tahsis ederek şöyle demişlerdir: "Çünkü farz, kesmek ve çentik atmaktan ibarettir. Vacip ise düşmekten ibarettir. Çentik atmanın ve kesmenin tesiri, düşmenin tesirinden şüphesiz daha kuvvetli ve daha ileridir. İşte bu sebeple, Ebu Hanife'nin talebeleri "farz" kelimesini, vacip oluşu kat'î delil ile bilinen; "vacip" kelimesini ise vücûbiyyeti zannî delil ile bilinen şeye tahsis etmişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Nisâ Sûresi 8. Ayet

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً  ٨


Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ne zaman
2 حَضَرَ hazır bulunursa ح ض ر
3 الْقِسْمَةَ (miras) taksim(in)de ق س م
4 أُولُو ا و ل
5 الْقُرْبَىٰ akrabalar ق ر ب
6 وَالْيَتَامَىٰ ve öksüzler ي ت م
7 وَالْمَسَاكِينُ ve yoksullar س ك ن
8 فَارْزُقُوهُمْ onları rızıklandırın ر ز ق
9 مِنْهُ ondan
10 وَقُولُوا ve söyleyin ق و ل
11 لَهُمْ onlara
12 قَوْلًا söz ق و ل
13 مَعْرُوفًا güzel ع ر ف

Bu âyet hem sosyal adalet hem de İslâm’ın insanlara telkin ettiği merhamet, şefkat, özgecilik, karşılık beklemeden yardım gibi erdemlerin benzeri bulunmaz bir başka örneğini ortaya koymaktadır. Vefat edip az veya çok bir mal bırakan kimsenin, kanunî mirasçıları yanında, mirastan payı bulunmayan uzak akrabası ve konu-komşusu, eşi-dostu arasında yoksullar ve hizmetçileri bulunabilir. Mirasçı akraba ölüm acısını –yerini doldurmasa bile– miras payı ile bir dereceye kadar telâfi ederler. Ölen kişi yakınları, sevdikleri veya velinimetleri olarak diğerlerinin de kaybıdır. İşte bu kaybı kısmen telâfi etmek ve miras paylaşımı vesilesiyle muhtaçları nasiplendirmek için âyette zikredilen kimselere mirastan pay verilmesi ve gönüllerinin alınması tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeye uyulduğu takdirde nisbeten uzak oldukları için mirasçı olamayan akraba ve diğer ilgililerle mirasçılar arasına soğukluk, kıskançlık, dışlanmışlık gibi olumsuz duyguların girmesi de önlenmiş olacaktır.

Uzak akrabaya ve yoksullara mirastan bir miktarın dağıtılmasının hükmü (bunun farz mı, tavsiye mi olduğu) konusu da tartışılmıştır. Mezhep İmamlarının da dahil bulunduğu çoğunluk bunun farz değil, gönüllü bir tasadduk olduğunu, zekâttan başka mecburi sadaka yükümlülüğünün de bulunmadığını göz önüne alarak “Verilmesi güzel olur, menduptur” deyip âyeti böyle yorumlamışlardır. Ayrılacak bir miktarın zikredilen kimselere dağıtılmasının mecburi olduğunu söyleyen müctehidler de vardır.

Danışmalar sonunda belirlenecek uygun bir miktarın belli bir fonda toplanması ve genellikle yoksullarla talep eden uzak akrabaya sarfedilmesi, bu ilâhî emrin bir düzen içinde uygulanmasını sağlayabilecektir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 22-21

Ulû أُولُو kelimesi, tekili olmayan çoğul manasında bir kelimedir. Tekili ذو [sahib] şeklindedir. Müennes tekil ذات, müennes çoğul da اولات şeklindedir. Ûli-l qurba ile zu-l qurba arasında fark vardır. Çünkü اولوا kelimesinde ال [âl] manası vardır. Bu kelime “aile” için kullanılan bir lakabdır. Dolayısıyla bu kelime, qurb ile bu kişi arasında bir merhamet, bir bağ olduğunu ima eder. (Muhammed Ebu Musa Ahqâf/35).(Fatma Serap Karamollaoğlu)

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً

 

وَ  istînâfiyyedir. اِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. حَضَرَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَضَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْقِسْمَةَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اُو۬لُوا  fail olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. Aynı zamanda muzaftır.  الْقُرْبٰى  muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

الْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ  kelimeleri atıf harfi  وَ  ‘la  اُو۬لُوا  ‘ya matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

ارْزُقُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْهُ car mecruru  ارْزُقُوهُمْ  fiiline mütealliktir.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُولُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ  car mecruru  قُولُوا  fiiline mütealliktir.  قَوْلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مَعْرُوفًا  kelimesi  قَوْلًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَعْرُوفًا  kelimesi, sülâsi mücerredi  عرف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً

 

Şart üslubunda gelen ayette وَ , istînâfiyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اِذَا , şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan  حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ين , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

مِنْهُ  ‘daki müzekker zamir müennes sıygada gelen  الْقِسْمَةَ ‘nin mefhumu olan taksim edilen şeye yani mirasa aittir. 

القسمة  kelimesindeki marifelik ahdi zikrîdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Aynı üslupla gelen  قُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا  cümlesi, cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَهُمْ  car-mecruru ihtimam için, mef’ûl olan  قَوْلًا ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûldeki nekrelik nev ifade eder.

مَعْرُوفًا  kelimesi  قَوْلًا  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

الْيَتَامٰ - الْمَسَاك۪ينُ  ve  ارْزُقُو - الْقِسْمَةَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قُولُو - قَوْلًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Bir terekenin taksimi sırasında varislerin dışında hazır bulunan akrabalara, yabancı yetimlere ve yoksullara, gönüllerini hoş etmek için özellikle bulûğa ermiş varislerin, sadaka olarak kendi hisselerinden bir miktar vermeleri menduptur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ayette Cenab-ı Hakk’ın  فَارْزُقُوهُمْ  [Kendilerini rızıklandırın] buyruğu, varis olan akrabalara; ..قَوْلًا مَعْرُوفًا  ve [onlara güzel sözler söyleyin] buyruğu ise varis olmayan yetim ve yoksul kimselerle ilgilidir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Cenab-ı Hak ayet-i kerimede yetimleri yoksullardan önce zikretmiştir. Çünkü yetimlerin acziyeti daha fazla ve ihtiyaçları daha çoktur. Bu sebeple sadakaları onlara vermek ecir ve sevap bakımından daha faziletli ve üstün olmuş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ayette geçen  قَوْلًا مَعْرُوفًا [güzel sözler] ifadesinden muradın, verdiği hediyeye sözle bir başa kakma ve eziyyetin eklenmemesi olduğunun söylenmesidir. Veyahut da bundan muradın, (verdiği kimselere) daha fazlasını vaad etmek; bir şey vermediği kimselere ise özür beyan etmesidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Nisâ Sûresi 9. Ayet

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً  ٩


Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلْيَخْشَ kaygı duyanlar خ ش ي
2 الَّذِينَ
3 لَوْ şayet
4 تَرَكُوا bırakırlarsa ت ر ك
5 مِنْ
6 خَلْفِهِمْ arkalarında خ ل ف
7 ذُرِّيَّةً çocuklar ذ ر ر
8 ضِعَافًا güçsüz ض ع ف
9 خَافُوا çekinsinler خ و ف
10 عَلَيْهِمْ onların durumundan
11 فَلْيَتَّقُوا korksunlar و ق ي
12 اللَّهَ Allah’tan
13 وَلْيَقُولُوا ve söylesinler ق و ل
14 قَوْلًا söz ق و ل
15 سَدِيدًا doğru س د د

Bu vesileyle yetimler konusuna bir daha dönülmüştür. Çünkü yetimler hem miraslarını tam olarak alma hem de mallarının korunması ve reşîd olduklarında bu malların kendilerine teslim edilmesi konularında korunmaya, gözetilmeye muhtaçtırlar. Etkili olsun diye hitap, insanların vicdanlarına yöneltilmiş “Yetimleri kendi çocuklarınız olarak düşünün” denilmek istenmiştir; geride bıraktığı yetimlerinin haksızlığa uğrayıp perişan olmalarına kim razı olur? Veliler ve vasîler bugün başkasına olanın yarın kendilerine olacağını bilmeli, yeryüzünde haksızlık bulundukça ondan bir gün kendilerinin ve çocuklarının da zarar göreceğini unutmamalıdırlar.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 22

Riyazus Salihin, 7 Nolu Hadis

Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:

Vedâ Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretime geldi. Ona:

- Yâ Rasûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? Diye sordum.

Hz. Peygamber:

- “Hayır”, dedi.

- Yarısını dağıtayım mı? Dedim.

Yine: - “Hayır”, dedi.

- Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Rasûlullah? Diye sordum.

- “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu.

Sa`d İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki:

- Yâ Rasûlallah! Arkadaşlarım gidipte ben kalacak mıyım? (burada ölecek miyim?) diye sordum.

- “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar görecektir.

Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” buyurdu.

Bu sözleriyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Sa`d İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti.

Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5 

Havf (خوف): Emniyetin mukâbilidir. Vukûu ihtimâli olan bir şey için duyulan korkudur. Başka bir deyişle; gelecekte olması beklenen bir zarar sebebiyle etkilenmek, tedirgin olmak demektir. (et-Tahkîk).

Haşyet (خشية): Korkuyla berâber korumak ve murâkabe etmek demektir. Korkuyla berâber amelini kontrol etmek ve nefsini korumaktır. Mukâbili; ihmâl, gaflet, aldırmamazlık, önemsememek, nefsi korumamaktır. Bu ma’nâ ilim ve yakînin levâzımıdır. ‘’Haşyetini kaybeden âlim olmaz’’ sözü bunu dile getirir. Ayrıca aşağıdaki âyette açıkça görüleceği gibi bu kelime ilim veyâ havf ile aynı ma’nâda değildir.

لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى

Size yetişilmesinden korkmadan ve endişe etmeden (Tâ-Hâ 77)

Çünkü burada haşyet fiili, havfın mukâbili olarak gelmiştir.)

Kur’ân’daki kullanımlara bakıldığı zaman haşyetin mü’minler, kendileri ve malları hakkındaki korkuları, şeytan dostları için ise havf fiilinin kullanıldığı görülür.

Bu kelime hem lâfzen hem de ma’nen haşea’ (خشع) fiiline yakındır (et-Tahkîk).

Haşyet; (خشية) (48) kötülüğün bulunduğu yerle ilgilidir.Ayrıca korkulan şeyin varlığı ile ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denebilir fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle Rad Suresi 21 de ‘’Rablerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler’’ buyurulmuştur. (Farklar Sözlüğü)

Haşyet saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Bu da çoğu zaman bilinçli korku için kullanılır. (Müfredat) 

dünyalık korku, haşyet: Allah’tan korkmak.

Haşaa' (خشع): Gönülden yalvarmaktır. Çoğu zaman insanın vücut organları üzerinde gözüken duruş için, darâa(ضراعة) ise çoğu zaman insanın kalbinde bulunan duyguları anlatmak için kullanılır. (Müfredat)

Sedîd, doğru demektir. Aslında bir boşluğu kapamak, sed çekmek demektir. Sağlam söz, koruyucu, onların korkusunu giderecek söz manasındadır.

Sedde سَدَّ kelimesi önünü kapattı fiilinin mastarıdır. Kimisi de سَدٌّ için ‘sonradan yapılan sete denir’ demiştir. سُدَّةٌ Kelimesi kapının üzerinde onu yağmurdan koruyan güneşlik benzeri bir şeydir. سَدَادٌ Kelimesi istikamet anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 6 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sed, Sedat ve Sedide’dir (isim).(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)(Fatma Serap Karamollaoğlu)

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لْ  emir lam’ıdır. يَخْشَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَوْ تَرَكُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. تَرَكُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ خَلْفِهِمْ  car mecruru  تَرَكُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذُرِّيَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  ضِعَافًا  kelimesi  ذُرِّيَّةً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı  خَافُوا عَلَيْهِمْ ‘dir.  

خَافُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  خَافُوا  fiiline mütealliktir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   


فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً

 

فَ  mukadder şartın başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن دخلت الخشية قلوبهم من الله فليتقوا الله  (Eğer kalplerine Allah’a karşı haşyet duygusu yerleştiyse Allah’a karşı takvalı olsunlar) şeklindedir.  

لْ , emir lam’ıdır. يَتَّقُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لْ , emir lam’ıdır.  يَقُولُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  قَوْلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  سَد۪يدًا  kelimesi  قَوْلًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

سَد۪يدًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ


وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Emir  لْ ‘ının dahil olduğu ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin mef’ûlü olan lafza-ı celâl mahzuftur.

يَخْشَ  fiilinin faili konumundadaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْۖ  cümlesinde  لَوۡ  şartiyye, gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır.

Şart üslubunda gelen terkipte müspet mazi fiil sıygasındaki  تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا cümlesi şarttır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ خَلْفِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  ذُرِّيَّةً ‘e takdim edilmiştir.

ذُرِّيَّةً ‘deki nekrelik nev ifade eder.

ضِعَافًا  kelimesi  ذُرِّيَّةً  için sıfatıdır.  Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

ضِعَافًا , rubâî  فاعل  babının bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Şartın cevabı olan  خَافُوا عَلَيْهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s.106.) 

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَوْ  edatı bağlantılı öğelerle (yani şartı ve cevabıyla) beraber  الَّذ۪ينَ [kimseler ki…] ifadesinin sılası olup  الَّذ۪ينَ  diye bahsedilenler vasilerdir. Onlara Allah’tan korkarak kendi çoluk çocuklarının üzerine nasıl titriyorlarsa kucaklarındaki yetimlerin üzerine de öyle titremeleri, kendi evlatlarının da bu yetimlerin durumunda olabileceğini takdir ve tasavvur ederek yetimlere şefkat göstermeleri emrediliyor ki şefkat ve merhametin tersi bir davranışa cesaret edemesinler. Mana “mallarının zayi olacağı konusunda yetimler için endişe etsinler” şeklinde de olabilir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl) 

Bu ayetin anlamı konusunda değişik görüşler vardır. Şöyle ki:

1- Bu ayet, yetimlerin vasilerine; yetimler hakkında Allah Teâla'dan korkmayı, vefatlarından sonra kendi küçük ve çaresiz çocuklarına yapılmasını arzu ettikleri muameleyi yetimlere de yapmayı emrediyor.

2- Bu ayet, ölüme yaklaşan hastanın vasiyeti sırasında yanında hazır bulunan ziyaretçilere; Rablerinden korkmayı, hastanın çocukları için endişe etmeyi,  kendi evlatlarına gösterdikleri şefkati onlara da göstermeyi emrediyor.

3- Bu ayet, varislere;  terekenin taksimi sırasında hazır bulunan çaresiz akrabalara, yetimlere ve yoksullara şefkat göstermeyi;  evlatları böyle çaresiz kalsalardı, onların bu terikeden mahrum kalmalarını isterler miydi diye düşünmelerini emrediyor.

4- Bu ayet vasiyetçilere; varisleri gözetmeyi,  vasiyetlerinde aşırı gitmemeyi emreder. Bu ifade tarzı ile,  onları yetimlere karşı merhamete,  kendi evlatları için istediklerini başkalarının evlatları için de istemeye davet eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)


فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً

 

Fasılla gelen cümlede rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri  إن دخلت الخشية قلوبهم من الله  (Eğer kalplerine Allah korkusu yerleşirse)  olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً  cümlesi atıf harfi  وَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قَوْلاً ‘deki nekrelik nev ifade eder.

قَوْلاً  için sıfat olan  سَد۪يداً  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ  [Allah’tan korksunlar] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Allah’tan korksunlar, lâzım; haksızlık yapmasınlar, melzûmdur.

لْيَقُولُو - قَوْلًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَلْيَتَّقُوا - لْيَخْشَ - خَافُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Vasilerin  قَوْلًا سَد۪يدًا , (doğru söz) sözü; yetimlere eziyet etmemek ve kendi çocuklarıyla müsamaha ve hoşgörü ile konuştukları gibi onlarla da aynen öyle konuşmalarıdır; onlara hitap ettikleri zaman, "Evladım, oğlum" demeleridir.

Yanında oturanların, hastaya karşı güzel sözleri ise şudur: "Eğer vasiyet etmek istiyorsan, vasiyetinde aşırı gitme, çoluk çocuğunu mağdur etme..." Bu tıpkı, Hazreti Peygamber (s.a.v)'in Sa'd'a söylediği söz gibidir.

Varislerin, miras taksimatı sırasında orada bulunan ve varis olmayan kimselere karşı güzel sözleri ise onlara nazik söz söylemeleri ve onlara ikram ve izzette bulunmalarıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l - Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Nisâ Sûresi 10. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟  ١٠


Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 يَأْكُلُونَ yiyen(ler) ا ك ل
4 أَمْوَالَ mallarını م و ل
5 الْيَتَامَىٰ öksüzlerin ي ت م
6 ظُلْمًا zulüm ile ظ ل م
7 إِنَّمَا doğrusu
8 يَأْكُلُونَ yemektedirler ا ك ل
9 فِي
10 بُطُونِهِمْ karınlarına ب ط ن
11 نَارًا ateş ن و ر
12 وَسَيَصْلَوْنَ ve gireceklerdir ص ل ي
13 سَعِيرًا çılgın bir ateşe س ع ر

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْكُلُونَ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَأْكُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَمْوَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْيَتَامٰى  muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. ظُلْمًا  hal olup fetha ile mansubdur.

اِنَّمَا يَأْكُلُونَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اِنَّمَا  kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki  مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.

يَأْكُلُونَ  fiili  نَ ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي بُطُونِهِمْ  car mecruru  نَارًا ‘in mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَارًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَصْلَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. سَع۪يرًا۟  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsm-i mevsûl,  اِنَّ ’nin ismi,  اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًا  cümlesi, haberidir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْمًا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Yetim malı yemekten kaçınmayı tekraren ifade eden itiraz cümlesidir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

ظُلْمًا  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًا  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ‘nin haberinin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Kasr, fiille mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.  يَأْكُلُونَ  sıfat/maksûr,  نَارًا mevsûf/maksûrun aleyhtir. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي بُطُونِهِمْ , durumun korkunçluğunu vurgulamak için mef’ûl olan  نَارًا ‘e takdim edilmiştir.

نَارًا ‘deki nekrelik nev ve kesret ifade eder.

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًا  [Karınlarına ateş yiyecekler] derken “karın” kelimesinin zikredilmesi; gözümle gördüm, kulağımla işittim gibi mübalağa kastıyla gelen tekid, vurgudur.

اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًا  [Karınlarına ateş yiyecekler] ifadesinden maksat, Kur’ân’da çoğu zaman olduğu gibi cehennem ateşidir. Yeme fiilinin mefulu ateştir. Yetimlerin malını yedikleri zaman kendilerini ateşe, yani cehennem azabına götüren şeyi yerler demektir. Ateş, evveliyet veya sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

النار  ismi, elemin sebebi anlamında müstear olmuştur. Bu yüzden dünyevi bir azapla tehdit edilmiştir. Ya da malı telef etmek manasında müsteardır. Çünkü ateş içine düşen şeyi yakar. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi, kasr ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekit içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin son cümlesi  وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يرًا۟ , mevsûlün haberi olan cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ  vaîd sıygasında geldiği için tekid ifade etmiştir.

سَيَصْلَوْنَ  fiilinin manası aslında ateşe yakınlıktır ve burada mecazi olarak girmek manasında kullanılmıştır. 

Mef’ûl olan  سَع۪يرًا۟  kelimesinin nekreliği, şiddeti ve mahiyeti bilinemeyecek bir ateş olduğuna işarettir.

يَأْكُلُونَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

النار - سَع۪يرًا۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Birbirine atfedilen son iki cümlenin birincisi dünya azabı için tehdit, ikincisi ahiret azabı için vaîddir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Bu ayet, daha önce açıklanan emirlerin ve nehiylerin neticelerini beyan etmektedir. Yani yetimlerin mallarını zulüm ve haksızlıkla yiyenler, netice itibariyle onları cehennem ateşine götüren şeyleri yemiş olurlar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Onlar, ifade edilemeyecek kadar korkunç alevli bir ateşe gireceklerdir. Rivayet olunur ki yetimin malını yiyen kimse, kıyamet günü mezarından kaldırılırken ağzından, burnundan, kulaklarından ve gözlerinden dumanlar çıkacaktır. Bu halinden insanlar onun dünyada yetimin malını yiyen kimse olduğunu anlayacaklardır.Yine rivayete göre bu ayet-i kerime nazil olunca insanlara çok ağır geldi. Bundan dolayı da insanlar, yetimlerle ilişki kurmaktan tamamen çekildiler. Bu da yetimler için sıkıntı meydana getirdi. İşte bu sebeple,"Eğer onlarla ilişki kurarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir..." (Bakara/220) mealindeki ayet nazil oldu. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Nisâ Sûresi 11. Ayet

يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً  ١١


Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır.Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُوصِيكُمُ size tavsiye eder و ص ي
2 اللَّهُ Allah
3 فِي hakkında
4 أَوْلَادِكُمْ çocuklarınız(ın alacağı miras) و ل د
5 لِلذَّكَرِ erkeğe ذ ك ر
6 مِثْلُ kadar م ث ل
7 حَظِّ payı ح ظ ظ
8 الْأُنْثَيَيْنِ iki kadının ا ن ث
9 فَإِنْ eğer
10 كُنَّ iseler ك و ن
11 نِسَاءً kadın ن س و
12 فَوْقَ fazla ف و ق
13 اثْنَتَيْنِ ikiden ث ن ي
14 فَلَهُنَّ onlarındır
15 ثُلُثَا üçte ikisi ث ل ث
16 مَا ne
17 تَرَكَ bıraktıysa ت ر ك
18 وَإِنْ ve eğer (çocuk)
19 كَانَتْ ise ك و ن
20 وَاحِدَةً yalnız bir kadın و ح د
21 فَلَهَا onundur
22 النِّصْفُ (mirasın) yarısı ن ص ف
23 وَلِأَبَوَيْهِ ana babasından ا ب و
24 لِكُلِّ her ك ل ل
25 وَاحِدٍ birinin و ح د
26 مِنْهُمَا vardır
27 السُّدُسُ altıda bir hissesi س د س
28 مِمَّا
29 تَرَكَ bıraktığı mirasta ت ر ك
30 إِنْ eğer
31 كَانَ varsa ك و ن
32 لَهُ onun (ölenin)
33 وَلَدٌ çocuğu و ل د
34 فَإِنْ eğer
35 لَمْ
36 يَكُنْ yok da ك و ن
37 لَهُ onun
38 وَلَدٌ çocuğu و ل د
39 وَوَرِثَهُ ve ona varis oluyorsa و ر ث
40 أَبَوَاهُ ana babası ا ب و
41 فَلِأُمِّهِ anasına düşer ا م م
42 الثُّلُثُ üçte bir ث ل ث
43 فَإِنْ eğer
44 كَانَ varsa ك و ن
45 لَهُ onun
46 إِخْوَةٌ kardeşleri ا خ و
47 فَلِأُمِّهِ anasının payı ا م م
48 السُّدُسُ altıda birdir س د س
49 مِنْ
50 بَعْدِ (bu hükümler) sonradır ب ع د
51 وَصِيَّةٍ vasiyyetten و ص ي
52 يُوصِي yapacağı و ص ي
53 بِهَا
54 أَوْ ya da
55 دَيْنٍ borcundan د ي ن
56 ابَاؤُكُمْ babalarınız ا ب و
57 وَأَبْنَاؤُكُمْ ve oğullarınızdan ب ن ي
58 لَا
59 تَدْرُونَ bilmezsiniz د ر ي
60 أَيُّهُمْ hangisinin
61 أَقْرَبُ daha yakın olduğunu ق ر ب
62 لَكُمْ size
63 نَفْعًا fayda bakımından ن ف ع
64 فَرِيضَةً bunlar koyulmuş haklardır ف ر ض
65 مِنَ tarafından
66 اللَّهِ Allah
67 إِنَّ şüphesiz
68 اللَّهَ Allah
69 كَانَ ك و ن
70 عَلِيمًا bilendir ع ل م
71 حَكِيمًا hikmet sahibidir ح ك م

Bir şeyin nısfı yarısıdır. Muamelede إنْصَاف ise adalettir. Bu da arkadaşının verdiğinden fazla bir menfaat kazanmamak ve ancak ondan gördüğü zarar kadar zarar vermektir. نَصَفَة Kavramı hizmette kullanılmıştır. Bu da hizmet görenin aldığı fayda kadar iş verenine faydalı olmasıdır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 7 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nısıf ve insaftır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ

 

Fiil cümlesidir.  يُوص۪يكُمُ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.

ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ  car mecruru  يُوص۪يكُمُ  fiiline mütealliktir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; شأن أولادكم  şeklindedir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsim cümlesidir. لِلذَّكَرِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مِثْلُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. حَظِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاُنْثَيَيْنِ  muzâfun ileyh olup, müsenna olduğundan cer alameti  يْ ‘dir.

يُوص۪يكُمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  وصيdir. 

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ 

فَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كُنَّ  ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كُنَّ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. كُنَّ  ‘nin ismi, nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. نِسَٓاءً  kelimesi  كُنَّ ’nin haberi olup mansubdur.  

فَوْقَ  mekân zarfı  نِسَٓاءً  ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.  اثْنَتَيْنِ  muzâfun ileyh olup, cer alameti ى  dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

لَهُنَّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  ثُلُثَا  muahhar mübteda olup, ref alameti elif ‘tir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ ‘dir. Aid zamir mahzuftur. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَك  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كَانَتْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَتْ  ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَتْ ‘ in ismi, müstetir olup takdiri هي ’dir.  تْ  te’nis alametidir. وَاحِدَةً  kelimesi  كَانَتْ ‘in haberi olup fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

لَهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النِّصْفُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. 


 وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لِاَبَوَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallik olup, müsenna olduğu için cer alameti  ى  ‘dir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِكُلِّ  car mecruru harf-i cerin iadesiyle  اَبَوَيْهِ  ‘den bedeldir.  وَاحِدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمَا  car mecruru  وَاحِدٍ  mahzuf sıfatına mütealliktir. السُّدُسُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  السُّدُسُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir.  İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ  ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

لَهُ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  فلأبويه  şeklindedir.

فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُنْ ‘nün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

يَكُنْ  sükun ile meczum muzari fiildir. لَهُ  car mecruru  يَكُنْ ‘un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  وَلَدٌ  kelimesi  يَكُنْ ‘un muahhar ismi olup damme ile merfûdur.

وَ  itiraziyyedir.  وَرِثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَبَوَا  fail olup ref alameti elif‘dir. İzafetten dolayı  ن  hazfedilmiştir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

لِاُمِّهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الثُّلُثُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. 

فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ 

فَ  istînâfiyyedir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

لَهُ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِخْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

لِاُمِّهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  السُّدُسُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru,  يُوص۪يكُمُ ‘e mütealliktir.  وَصِيَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يُوص۪ي بِهَٓا  cümlesi,  وَصِيَّةٍ  ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  

يُوص۪ي  fiili  ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِهَٓا  car mecruru  يُوص۪ي  fiiline mütealliktir. دَيْنٍ  atıf harfi  اَوْ  ile  وَصِيَّةٍ ‘e matuftur.  

(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوص۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وصي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir.  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. لَا تَدْرُونَ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَدْرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  اَيُّ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَقْرَبُ لَكُمْ ‘dur. İrabtan mahalli yoktur.  

اَقْرَبُ  mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri,  هم  şeklindedir.  لَكُمْ  car mecruru  اَقْرَبُ ‘ya mütealliktir.  نَفْعًا  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Veya  اَيُّ  istifham ism, mübteda olarak damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَقْرَبُ  haber olup damme ile merfûdur.

فَر۪يضَةً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdir, فرض الله ذلك فريضة. şeklindedir. مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  فَر۪يضَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَقْرَبُ  kelimesi ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir.

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَل۪يمًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.  حَك۪يمًا  ikinci haber olup fetha ile mansubdur. 

عَل۪يمًا - حَك۪يمًا kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ

 

Ayetin ilk cümlesi  يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ  istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

يُوص۪يكُمُ  fiiline müteallik olan  ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ  car mecrurundaki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  ف۪ٓي  harfinde zarfiyyet anlamı vardır.   اَوْلَادِكُمْ  lafzına dahil olduğunda bu özelliği nedeniyle istiare oluşmuştur. Evlat içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. çocuklar ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır.

لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ  cümlesi beyanî istînâf veya tefsiriye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِلذَّكَرِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

İzafetle gelerek az sözle çok anlam ifade eden  مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ  muahhar mübtedadır. 

الْاُنْثَيَيْنِۚ - لذَّكَرِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ  cümlesindeki  في  harf-i ceri, mecazen zarfiye anlamındadır. Vasiyet sanki çocuklarla alakalı bir mazrufa benzetilmiştir. Burada ism-i mecrur hazfedilmiş,   yerine muzâfun ileyh kalmıştır. Evlad içine girilebilen bir zarf olmadığı için muzâf yani (في إرث أولادكم) takdir edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu ayetle, daha önce "Ana-babanın ve akrabaların bıraktıkları mallarda erkeklere bir nasip vardır. Ana-babanın ve akrabanın bıraktıkları mallarda kadınlara da bir nasip vardır..." (Nisa 4/7) mealindeki ayette mücmel olarak geçen miras hükümlerinin tafsilatına girilmektedir. Varisler üç kısma ayrılır:

1- Birinci kısım varisler, babalar ve çocuklardır.

2- İkinci kısım varisler eşler (karı-koca) dır. Bu iki kısmın hisseleri hiçbir halde diğer varisler sebebiyle sakil olmaz.

3- Üçüncü kısım da kelâle yani ana-babası ve çocukları olmayanın varislerdir. Ayette evlatlardan başlanmıştır. Çünkü onlar, ölünün (meyyitin) en yakınları ve ondan sonra en çok hayatta kalan mirasçılarıdır.

Önce erkeğe ilişkin hükmün zikredilmesi, onun kadına nazaran meziyetini izhar içindir. Bu meziyetine binaen sorumluluğu da fazla olduğundan, onun mirastaki payı kadının iki misli kılınmıştır

Daha önce (7. ayette) رِّجَالِ (erkekler) ve  نِّسَٓاءِ  (kadınlar) kelimeleri, kullanıldığı halde burada erkek için ذَّكَرِ  (er) ve kadın için  أُنْثا  (dişi) kelimelerinin kullanılması mirasta erkeklerle, kadınların büyükleri ile küçüklerinin haklarının eşit olduğunu göstermek; cahiliye devri insanlarının iddia ettikleri gibi bulûğ ve büyüklüğün mirasta hiçbir dahli olmadığını sarahatle bildirmek içindir. Nitekim cahiliye devri insanları, kadınlara mirastan bir hak vermedikleri gibi bulûğa ermemiş oğlan çocuklarına da bir hak vermiyorlardı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ 

 

فَ , istînafiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte  كَان ’nin dahil olduğu  كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ  cümlesi, şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اثْنَتَيْنِ ‘ye muzaf olan  فَوْقَ  şeklindeki ism-i mekan, nakıs fiil  كَان ’nin haberi  نِسَٓاءً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُنَّ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

İzafetle gelerek az sözle çok anlam ifade eden  ثُلُثَا مَا تَرَكَ , muahhar mübtedadır.

ثُلُثَا  ‘nin muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  تَرَكَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

الْاُنْثَيَيْنِۚ - نِسَٓاءً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Eğer evlatlar, kızlardan ibaret olup erkek evlat hiç yoksa ve kız evlatların sayısı da ikiden fazla ise o zaman terekenin üçte ikisi onlarındır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilen  وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ  cümlesi de şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

كَان ’nin dahil olduğu  وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً  cümlesi şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَهَا النِّصْفُ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهَا, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النِّصْفُ  muahhar mübtedadır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan birbirine atfedilmiş her iki terkip de, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümleler şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

الْاُنْثَيَيْنِۚ - اثْنَتَيْنِ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

 

وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِاَبَوَيْهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. السُّدُسُ  kelimesi muahhar mübtedadır. 

Az sözle çok anlam ifade etmek üzere izafetle gelen  لِكُلِّ وَاحِدٍ  car-mecruru  لِاَبَوَيْهِ ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

مِنْهُمَا  car-mecruru, وَاحِدٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

السُّدُسُ ‘nun mahzuf haline müteallik mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan  تَرَكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıladaki aid zamirin ve halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

لِاَبَوَيْهِ  kelimesinde tağlîb sanatı vardır. Lafzen ‘iki baba’ manasında olan kelime ‘anne- baba’ manasında kullanılmıştır.

كُلِّ - النِّصْفُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

Ayetteki  وَاحِدٍ مِنْهُمَ  [onlardan herbiri] ifadesi, âmil olan  لَ  harf-i cerinin tekrarı ile, [ana-babadan] ifadesinden bedeldir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl) Bedel olduğundan cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Eğer ölenin; bir veya birden fazla erkek ve kız çocuğu varsa, ana babasından her birinin terekedeki payı altıda birdir. Eğer bu çocuklar içinde erkek olmayıp hepsi kız ise baba altıda bir hissesini diğer mirasçılar da hisselerini aldıktan sonra mirasın kalan kısmı asabe olması nedeniyle babaya verilir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)


اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubundadır.

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan  كَانَ لَهُ وَلَدٌ  , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

لَهُ  car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  وَلَدٌ , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Takdiri, وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ (Ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.    

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

وَلَدٌۚ -  اَوْلَادِكُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ 


فَ  atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkip makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُ  car mecruru nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ , muahhar mübtedadır. 

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudus temekkün ve istikrar ifade eden  وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ  cümlesine dahil olan وَ , itiraziyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. 

لَمْ يَكُنْ - كَانَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ  cümlesiyle  كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

وَرِثَهُٓ -  تَرَكَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَ  karinesiyle gelen  فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُ  şeklindeki cevap cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِاُمِّهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الثُّلُثُ  muahhar mübtedadır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Eğer ölenin çocuğu ve oğlunun çocuğu yok, varis olarak yalnız ana ve babası varsa, o takdirde ananın terekedeki payı üçte birdir; geri kalan babaya aittir. Ayette, bunun (geri kalanın babaya düştüğü) zikredilmemiş olması, zikrine gerek olmadığından dolayıdır. Çünkü varislerin ana-babadan ibaret oldukları varsayılıp ananın hissesi tayin edilince, mirasın geri kalan kısmının babaya düştüğü anlaşılır. Bunun aksi (babanın durumunun belirtilip ananın durumunun belirtilmemesi) ile de maksat hasıl olurken, ananın durumu açıklanmış ve babanın durumu da halin delâletine bırakılmıştır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ

 

Cümle şart üslubunda gelen terkipte  فَ , istînâfiyedir.

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

لَهُ  car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اِخْوَةٌ , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِاُمِّهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.السُّدُسُ  muahhar mübtedadır. 

Izafet formunda gelen  مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ  car-mecruru, السُّدُسُ ‘nun mahzuf haline veya mahzuf bir fiile mütealliktir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍ  cümlesi,  وَصِيَّةٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

دَيْنٍ , muzafun ileyh olan  وَصِيَّةٍ ’e matuftur. Cihet-i camiâ tezayüftür.

يَكُنْ - كَانَ - كُنَّ - كَانَت  ve  وَصِيَّةٍ - يُوص۪ي - يُوص۪يكُمُ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Eğer ölenin birden fazla kardeşi varsa, bunlar ister ana-baba bir, ister anadan veya babadan, ister erkek ister kız kardeşler olsun, ister bu kardeşler mirastan hisse almış olsun, ister babanın olması (asabe) sebebiyle mahcûb (hakları sakıt olmuş) olsun, bütün bu hallerde anaya mirasın altıda biri düşer. Ananın (anılan meselede üçte bir olan hissesinden burada), kardeşler sebebiyle mahcûb (mahrum) olduğu diğer altıda bir hissesi ise baba varsa babaya; baba yoksa kardeşlere düşer. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي  [Ölenin veya miras bırakanın vasiyet edeceği vasiyetten sonra] buyurularak "vasiyet etmek" fiilinin kullanılması, vasiyeti teşvik içindir. Borç mutlak olup ister şehadetle, ister ikrar ile sabit olsun her ikisini de kapsar. وَ harfi yerine, اَوْ harfinin kullanılması, vücubta ikisinin eşit olduğunu ve her ikisinin de ya birlikte, ya da ayrı ayrı, taksimden önce yerine getirilmesi gerektiğini ifade içindir.

Hüküm olarak vasiyet, borçtan sonra geldiği halde (çünkü önce borçlar ödenir, sonra vasiyetler açılır) ayette önce zikredilmesi, onun infazına son derece önem verildiğini göstermek içindir. Çünkü vasiyetlerin ifasında taksirat gösterilmesi akla gelebilir. Bir de genellikle vasiyet olur; ama borç nadiren olur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)


 اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ  mübteda olan  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’ a matuftur. Vasıl sebebi tezayüftür. 

Cümlenin haberi olan  لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًا , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَا تَدْرُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki  اَيُّهُمْ , mevsûldür. Sılası olan  اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَقْرَبُ , takdiri  هم  olan mahzuf mübtedanın haberidir. İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

لَكُمْ  car-mecruru  اَقْرَبُ ‘ya mütealliktir.  نَفْعًا  ise temyizdir.

Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

اٰبَٓاؤُ۬ - فَلِاُمِّهِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ , takdiri  فرض  (farz kıldı) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

اٰبَٓاؤُ۬ - فَلِاُمِّهِ - اِخْوَةٌ - اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ - اَوْلَادِكُمْ - اَقْرَبُ  ve  اثْنَتَيْنِ - ثُلُثَا - السُّدُسُ - وَاحِدَةً  ve  لِلذَّكَرِ - اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 اَبَوَاهُ - اَبَوَيْهِ - اٰبَٓاؤُ۬كُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayetteki hitap, geride varisler bırakanlar içindir. Yani siz usûlunuzdan ve fürûunuzdan size varis olanlardan halen ve gelecekte sizin için daha faydalı olanı bilemezsiniz. Onun için siz Allah Teâlâ'nın onlar hakkında size tavsiye buyurduklarını bulmaya çalışın. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Hükmün illetini bildirmek için zamir makamında zahir ismin gelmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi sebebiyle tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

اِنّ ’nin haberi ,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Allah Teâlâ’ya ait iki haber olan  عَل۪يمًا - حَك۪يمًا  sıfatlarının arasında  و۬  olmaması bu sıfatların Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder. Bu kelimelerin ayetin konusuyla olan anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

عَل۪يمًا - حَك۪يمًا  sıfatları arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

وَلَدٌ -  تَرَكَ -  الثُّلُثُۚ - السُّدُسُ - وَاحِدَ - اِنْ - كَانَ - اللّٰهِۜ - مِنَ - فَلِاُمِّهِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l - acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Yukarıda belirtilen miras hisseleri, Allah Teâlâ tarafından tayin buyurulmuş kesin haklardır. Allah şüphesiz bütün işleri ve mertebelerini eksiksiz olarak bilir ve bütün bu hükümler birçok hikmetleri ihtiva eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

“Alîmdir; yani neticeleri bilendir. Hakîmdir; yani şunu (ayette zikri geçen miras hükümlerini) sizin için menfeati celb edip, zararı def etmek için en mükemmel bir şekilde vaz’ eyledi ve en güzel sûrette tertip etti.” Allah Teâlâ miras hükümlerini ve daha nice hükümleri hem en iyi bilen, hem de hikmetine binaen vaz’ edendir. (Keziban Dut, Ayet Sonlarındaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında) 

Günün Mesajı
Burada mirasın taksimatıyla alakalı dört esas vardır: * Hem erkeklerin hem de kadınların mirasta hakkı vardır. * Az olsun çok olsun miras bütün vârisler arasında paylaşılmalıdır. * Ölen kişi arkasında mal bıraktığı takdirde miras söz konusu olur. * Yakın akrabalar hayatta iken uzak akrabalara miras düşmez.
Sayfadan Gönüle Düşenler

(76. günün hikayesinin devamı..)

Kafasının içinde anlattıklarıyla, geriye nelerin kaldığını hesaplar gibi biraz daha baktı sonra devam etti:

-Yönetim her ailenin, yeni görevini açıkladıktan sonra, ilk başta herkes kurallara uymaya devam etti. Ama bir kaç hafta içerisinde, sözde şakalar yapılmaya başlandı: bizim oğlanın düğünü için Güneş geç batsaymış, çocuklar hastalanıyor Deniz ısınsaymış, bizim oğlan çok düşüyor Taşları yumuşatsalarmış, Mualla Teyzenin dizleri sızlıyormuş ya Nem oranları düşseymiş, Mahmut Abilerin tarlasına daha çok Yağmur yağsaymış da Necmiye Hanımların ağzı açık kalsaymış..

Verdiği her örnekle beraber yüzü şekilden şekle giriyordu. Dayanamayıp gülümsedim. Gözleri parlayarak karşılık verdi.

-Şaka gibi ama gerçek. Bu laflar hemen ertesinde kibar dileklere, sonrasında ise özel isteklere dönüşmüş. Bir kaç hafta öncenin bir akşamında, babam eve üzgün ve kızgın geldi. Kıyıya ölü balıklar vurmuş. ‘Ahmak adam’ diye evin içinde dört dönüyordu. Annem hepimizi odamıza gönderdi. Bütün gece aralarında konuştular. Anladığım kadarıyla insanlar ellerindeki görevleri, kendi menfaatlerine göre kullanmaya başlamış. Biraz kuralların dışına çıkmanın ne zararı olurmuş? Tadını çıkaramadıktan sonra ne anlamı varmış? Ama babam anneme: ‘İnsan sınırdan bir kere bilerek çıktığında, sınırdan ne kadar uzaklaştığını anlamaz’ dedi.

Sonra babamın, zengin bir arkadaşının annesi hastalandı. Her gün babama gelip, Güneşi daha geç batırmasını söylüyordu. Annesinin öyle iyileşeceğine dair umudu vardı sanırım. Babam ise bu işlerin heveslere göre değişmemesi gerektiğini ve eski yönetimde olsak, böyle soruları değil sormak, düşünmekten bile çekineceğini söylüyordu. Arkadaşı ikna olmuyordu, babam ise sözünden dönmüyordu. Babam kimsenin hakkına giremem diyordu. Annesinin durumu ağırlaştıkça, arkadaşı bir çok aileye para ve mevki teklif etmeye başlamış. Kırmaya çalıştığı bir hareket zinciri varmış. Aklım tam basmadı. Ama başarılı olmuş. Çünkü bazıları teklifini kabul etmiş. Ama istediğinin dışında bir şey oldu. Farkettiniz mi bilmiyorum ama şu an gecede değiliz.

Ne dediğini önce anlamadım. Jetonun beynimin içinde yavaş yavaş düşüşünün yankılanmasını dinledim. Kaşlarımı kaldırdım. Saate baktım. Çocuğa baktım. Tekrar saate baktım. Sonra anladım. Saat gece 2’yi değil, öğlen 2’yi gösteriyordu ama zifiri karanlıktı. Güneş doğmamıştı.

(Devam edecek.)

***

Her, yetim hakkının önemiyle ilgili bir şeyler okuduğunda, onlardan ne kadar uzak bir hayat yaşadığını düşünüyordu. Kendi çocuklarına dönüp baktığında, ömrünün süresinin bilinmezliğini hesaplıyordu.

Şüphesiz ki, her canlı Allah’a emanetti. Ancak dünyadaki rahatı için çabalayan herkesin, yaşadığı toplumun düzeni ve toplumda yaşayanların ferahı için de çabalaması şarttı.

Toplumun genelinin, ebeveynsiz çocuklardan uzak yaşantılarının sebeplerini arıyordu. Dünya için yaşayanların, sahiplenme takıntısı üzerinde durdu. Başkasının çocuğuna beklentisiz yaklaşmak kolay değildi.

İslam’ı seviyordu. Haberdar olmadığı hayatlara ve canlılara merhamete, iyiliğe ve yardıma teşvik eden; kendi hayatının akışına kapılmaya müsaade etmeden topluma dahil ettiren ve bilmediklerini öğreten dinini seviyor ve Allah’a şükrediyordu.

Ey Allahım! Din olarak İslam’dan razıyız. Bizi, İslam yolunda yürüyenlerden ve Senin razı olduğun kullarından eyle. Bizi, Senin rızan için sevenlerden ve çabalayanlardan eyle. Kendi menfaatine ve isteklerine gömülen başını kaldıranlardan ve kalbini uyanık tutanlardan eyle. Bilerek veya bilmeyerek kul hakkına girmekten muhafaza buyur. 

Ey Allahım! Bulunduğumuz zaman ve mekanlarda; daima Senin rızana göre hareket edenlerden eyle. Merhametine muhtacız, kalplerimizi merhamet sahiplerinden eyle. Sevgine muhtacız, Sevdiklerini sevenlerden ve Sevmediklerinden uzaklaşanlardan eyle. Bizi rahmetine, şefaatine, affına ve sevgine layık kulların arasına kat ve onlarla haşreyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji