بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْقَارِعَةُۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْقَارِعَةُ | çarpan olay |
|
“Korkunç ses” diye çevirdiğimiz kāria kelimesi sözlükte “şiddetle vurmak, çarpmak” anlamına gelen kar‘ kökünden türemiş bir isim olup kıyameti ifade eder. Arapça’da büyük felâket ve belâya da kāria denir (bk. Ra‘d 13/31). Kıyamet dehşet verici halleriyle kalplere korku saldığı ve o günde suçlular cezaya çarptırıldığı için kıyamete kāria denmiştir. Bu âyetler, gerek üslûp gerekse anlam bakımından kıyamet olayının büyüklüğünü ve şiddetini ifade ettiği gibi kıyametin ne zaman meydana geleceğinin bilinemeyeceğini de göstermektedir.
اَلْقَارِعَةُۙ
İsim cümlesidir. اَلْقَارِعَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi 2.ayettedir.
اَلْقَارِعَةُ kelimesi, sülâsi mücerredi قرع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقَارِعَةُۙ
Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusu olan ba's ile alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. اَلْقَارِعَةُ mübtedadır. اَلْقَارِعَةُ sülâsîsi قرع olan fiilin ism-i failidir. Haber 2. Ayettedir.
Başka bir görüş de şöyledir:
اَلْقَارِعَةُ görünürde öznesi, yüklemi ve tümleci bulunmayan bir kelime olmasına rağmen, ya öznesi mahzuf (gizli) bir yüklem, ya da yüklemi mahzuf bir özne ya da bir tahzir (uyarı) cümlesinde tümleçtir. Bu varsayıma göre ayetin başında görünmeyen bir إتِّقي (sakının) uyarısı olduğu kabul edilir. (İzzet Doğan, Kâria Sûresi, Gramatik, Edebî Ve Analitik Yorumu)
Seyyid Kutub, fî Zılâli‟l-Kur‟ân adlı eserinde قَارِعَةُ kelimesine kalpleri oynatan ve bastıran bir mana vermiştir. Surenin kıyamet sahnelerini en iyi tasvir eden surelerden biri olduğunu belirten Kutub, ilkinin müfret bir kelime ile başlayarak tesir bakımından bomba etkisi meydana getirdiğini açıklar. Kutub, haberi ve sıfatı olmayan, اَلْقَارِعَةُ ‘nın maksadı ve ses tonuyla korkunç ve devirici bir mana ortaya çıkarmak olduğunu söyler. Celalî de, insanların kıyamet anında büyük korku ve panik içerisinde olmaları sebebiyle, söz konusu büyük gürültüyü tam idrak edemeyeceklerini, onun mahiyetini bilemeyeceklerini söylemiştir. (İzzet Doğan,Kâria Sûresi, Gramatik, Edebî Ve Analitik Yorumu)
اَلْقَارِعَةُ kelimesiyle başlaması, heyecan verici bir açılıştır ve ne anlatılacağını bilme heyecanı içerir. (Âşûr)
Bil ki Allah Teâlâ önceki sureyi, اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَب۪يرٌ [O gün Rableri onlardan tamamıyla haberdardır.] ayetiyle bitirmiş, adeta "O gün, nasıl bir gündür?" denilmiş de bunun üzerine, "O gün, kâriadır" diye cevap verilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اَلْقَارِعَةُ , zamanın zorlu ve sıkıntılı musibetlerinden her birine verilen isimdir. (Kurtubî)
اَلْقَارِعَةُ 'nın kökü olan القرع , büyük ses çıkaracak kadar şiddetle vurmaktır. اَلْقَارِعَةُ , kıyamet demektir ki, bunun başlangıcı birinci sûr üflemesidir ve sonu da mahluklar arasında hûkmedildiği zamandır. Nitekim Tekvîr sûresinde geçti.
Kıyamete اَلْقَارِعَةُ denilmiş, çünkü o, çeşitli korku ve dehşetleri kalplere ve kulaklara çarpar; yukarıdaki ve aşağıdaki bütün cisimleri halden hale çevirir: Gökler yarılır, ayrılır; güneş ve yıldızlar dürülûr, dökülür ve dağılır; yer deprem ve değişim geçirir; dağlar parçalanıp savrulur. (Ebüssuûd)
مَا الْقَارِعَةُۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | nedir? |
|
2 | الْقَارِعَةُ | çarpan olay |
|
مَا الْقَارِعَةُۚ
مَا الْقَارِعَةُ cümlesi önceki ayetteki mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsim cümlesidir. İstifham ismi مَا ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْقَارِعَةُ haber olup lafzen merfûdur.
اَلْقَارِعَةُ kelimesi, sülâsi mücerredi قرع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا الْقَارِعَةُۚ
مَا الْقَارِعَةُۚ cümlesi önceki ayetteki mübtedanın haberidir. اَلْقَارِعَةُۙ مَا الْقَارِعَةُۚ şeklindeki cümle mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber konumundaki مَا الْقَارِعَةُۚ cümlesinde istifham harfi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. الْقَارِعَةُ haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَٓا , istifham harfinin ve الْقَارِعَةُ isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada zamir makamında الْقَارِعَةُ ‘nün zahir olarak zikredilmesi, tehdidi artırmak ve tazim için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
مَا الْقَارِعَةُ ’deki الْقَارِعَةُ kelimesi ise haber olup merfudur. Râzi, اَلْقَارِعَةُۙ مَا الْقَارِعَةُۚ cümlesinin îrabını yaparken burada bir tahzir olduğunu beyan eder. Müfessir, ‘’Sakın kendini, aslan var aslan’’ örneğinde olduğu gibi tahzirin, hem nasb ile الأسد الأسد diye, hem de ref ile ألأسدُ ألأسدُ şeklinde olmasın caiz olduğunu beyan eder. Buna göre anlam şöyle olur: Sakının kendinizi kâria var, Çok korkunç kâria. Öyle bir kâria ki, onun ne büyük olduğunu görmeyince aklî yeteneğinizle bilemezsiniz. (İzzet Doğan, Kâria Sûresi, Gramatik, Edebî Ve Analitik Yorumu)
مَا الْقَارِعَةُ ayetinde zamir yerine açık isim getirilmesi korkutma ve dehşet ifade etmesi içindir. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)
Bu kelam, da, kıyametin korkunçluğunu ve dehşetini tekid etmek üzere onun, insanların bilgi dairesinin dışında bir hadise olduğunu beyan eder. Yani, kıyamet hadisesi o kadar muazzam ve şiddeti, o kadar ağırdır ki, kimsenin idraki buna erişmez ki onu hakkıyla sana anlatsın. (Ebüssuûd)
Bu ayette اَلْقَارِعَةُ kelimesinin yerine zamir koymak mümkünken, o günün korkunçluğuna işaret etmesi için kelime tekid için aynen tekrar edilmiştir. (Rûhu’l Beyan)
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْقَارِعَةُۜ
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْقَارِعَةُۜ
Ayet, mübteda مَا ‘nın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. وَ itiraziyyedir. İsim cümlesidir. مَٓا istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَدْرٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا الْقَارِعَةُ cümlesi اَدْرٰيكَ fiilinin ikinci mef’ûlü olarak mahallen mansubdur. اَدْرٰيكَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. الْقَارِعَةُ haber olup lafzen merfûdur. اَدْرٰيكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دري ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْقَارِعَةُۜ
وَ itiraziyye, ayet muterizadır.
İtiraz, bir kelamın ortasında veya aralarında mana açısından benzerlik olan iki kelam arasında (ikincisi birincinin tekîdi, beyânı, bedeli veya matufu olma açısından) yer alan ve îrâbdan mahalli olmayan bir veya birkaç cümleye denir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İtiraz cümleleri tenzih, ta‘zîm, dua, tenbih, teberrük, takrir, tasrih.. gibi çeşitli gayelere binaen yapılan ıtnâb sanatıdır.
Önceki ve sonraki ayetler arasında itiraziye olan cümlede istifham harfi مَا , mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَدْرٰيكَ مَا الْقَارِعَةُ cümlesi, haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olarak gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
مَا الْقَارِعَةُ cümlesi, اَدْرٰيكَ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. الْقَارِعَةُ haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَٓا , istifham harfinin ve zamir makamında الْقَارِعَةُۚ ‘nün zahir olarak zikredilmesi, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tâhir bunun belki de bu kullanım sıygalarına mahsus bir şey olduğunu, bu konuda düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Belki de Şeyh Tâhir mazi fiille kullanımda konunun açıklanmasını ve muzari fiilden sonra ise konunun açıklanmaması hususunu araştırmayı kastetmiştir. Ben bu konuda Şeyh'in tavsiye ettiği gibi düşündüm ve bulabildiğim tek şey şu oldu: Mazi fiil geçmişte olan bir şeyi ifade eder, dolayısıyla bilinmesi gereken yerlerde kullanılır. “Onu sana ne bildirdi?” sorusu, onu sana bildiren şey hakkında değildir. Sual geçmiş hakkındadır. Yani bu olayın üzerinden zaman geçti, ama sen bilmediğin için biz şimdi sana bunu bildiriyoruz dercesine arkadan açıklama gelmiştir. Halbuki muzari fiille olan soru bu manada değildir. Çünkü muzari ya hale ya da geleceğe delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.130)
İbn Âşûr’a göre, bu rivayetler sahihse Kur’ân’daki ما أدْراكَ ifadelerinin mefullerinin kesinlikle gerçekleşeceğinin bildirildiği, وما يُدْرِيكَ ifadelerinin mefullerinde ise böyle bir bilginin verilmediği söylenebilir. Bu yaklaşımın, birinci ifadedeki istifhamın korkutma ve olayın vahametini ortaya koyma, ikinci ifadedeki istifhamın ise inkâr amacıyla yapılmış olduğu öncülünden hareket etmesi mümkündür. Bunun yanında birinci ifadedeki sorunun geçmiş zaman, ikinci ifadedeki sorunun şimdiki-gelecek zaman kipinde sorulmuş olması da böyle bir anlam doğurabilir. Hatta geçmiş zaman kipi ile sorulan sorunun, cevabın şimdiki-gelecek zamanda bildirileceğine dair bir mesaj taşıdığı da söylenebilir. (Muhammed İsa Yüksek,Kur’an’daki ‘ve-mâ edrâke’ Kalıbı Bağlamında Metafizik Varlıkların Mahiyet Tespitinde Dilin İmkânı)
اَلْقَارِعَةُ kelimesi, kıyametin isimlerinden biridir. Kıyamete bu ismin verilmesi, ondaki gürültü ve dehşetinden dolayıdır. (Taberî)
يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ
Kıyamet gününde insanların kabirlerinden kalkarak mahşer yerine gidişleri tasvir edilmektedir. İnsanlar o anda korku ve dehşet içerisinde dağınık bir halde bulunacaklarından yüce Allah onları sağa sola dağılmış kelebeklere benzetmiştir. Kabirlerinden kalkan insanlar büyük kalabalıklar oluşturacakları için de başka bir âyet-i kerîmede (Kamer 54/7) dağılıp savrulmuş çekirgelere benzetilmektedirler. O gün insanlar birbirlerini çiğnercesine hareket edip mahşerde toplanacaklardır (krş. Kehf 18/99).
يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ
يَوْمَ zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri; يقرع (çarpar) şeklindedir. يَكُونُ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsim cümlesidir. يَكُونُ damme ile merfu nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. النَّاسُ kelimesi يَكُونُ ‘nun ismi olup lafzen merfûdur.
كَالْفَرَاشِ car mecruru يَكُونُ ‘nun mahzuf haberine mütealliktir. الْمَبْثُوثِ kelimesi الْفَرَاشِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمَبْثُوثِ kelimesi, sülâsi mücerredi بثث olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
يَوْمَ zaman zarfı, takdiri, يقرع (çarpar) olan mahzuf fiile mütealliktir.
Bu takdire göre ayet, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ cümlesi, muzari sıygadaki nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
النَّاسُ kelimesi كَان ’nin ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi كَ ‘nin dahil olduğu كَالْفَرَاشِ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
الْمَبْثُوثِ kelimesi الْفَرَاشِ için sıfattır. İsm-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Burada teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh zikredilmemiştir. Yani insanlar çokluk ve dağılmada, zayıflık ve zelil olma durumlarında dağınık kelebeklere benzetilmişlerdir. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu sanat Kur’an-ı Kerîm’de mühim bir yer tutar. Teşbih, aralarında hakiki veya mecazi yönden ilgi kurulabilen iki varlıktan zayıf olanın kuvvetli olana benzetilmesi ile yapılan bir sanattır. (Necmettin Şahiner, Selahattin Yaşar, Edebi Sanatlar ve Mazmunlar)
Burada da yine insanların kabirlerinden çıkışı canlandırılmaktadır. Bu insanlar; korku içinde çıkarlar, nereye yöneleceklerini bilmezler, kararsızlık içindedirler, korkudan akıllarını kaçırmışlardır, oradan oraya uçuşan kelebekler gibidirler. Amaçsız bir şekilde, herkes farklı bir yöne doğru koşar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’n Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الْمَبْثُوثِۙ ; etrafa dağılmış ve yayılmış olan demektir. Bu lafzın müzekker olarak gelmesi pervaneler anlamındaki الْفَرَاشِ lafzının müzekker oluşundan ötürüdür.
"Darmadağın pervaneler gibi" ayeti, biri diğerinin üstüne çıkmış çekirgelerin, karman çorman hali gibi demektir. İşte insanlar da ölümden sonra diriltilecekleri vakit, birbirlerine böylece gireceklerdir. (Kurtubî)
Allah Teâlâ bu ayette, diriltilme vaktinde insanları yayılmış pervaneye benzetti. Başka bir ayette de dağılan çekirgeye benzetmişti. Çekirgeye benzetmesinin yönü çokluk ve hareketliliktir. Yayılmış pervaneye benzetme sebebi de hareket yönlerinin farklılığıdır. Çünkü insanlar diriltildiklerinde korkarlar. Her biri, birbirinden farklı yönlere giderler. Tıpkı uçtuklarında tek tarafa gitmeyen, çeşitli yönlere yönelen pervaneler gibidirler. (Rûhu’l Beyan)
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِۜ
Kıyamet gününde dağların yok olma safhalarından biri dile getirilmektedir. Başka âyetlerde anlatıldığına göre o gün dağlar parça parça olacak (Fecr 89/21), akıp giden kum yığını haline gelecek (Müzzemmil 73/14), atılmış renkli yüne dönüşecektir. Sonra da serap olacaktır (bk. Nebe’ 78/20). Bütün bu tasvirler, kıyamet gününde yerkürede meydana gelecek olan sarsıntının ne derece şiddetli olacağını gösterir.
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuf olup mahallen mecrurdur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. تَكُونُ damme ile merfu nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. الْجِبَالُ kelimesi تَكُونُ ‘nun ismi olup lafzen merfûdur. كَالْعِهْنِ car mecruru تَكُونُ ‘nun mahzuf haberine mütealliktir. الْمَنْفُوشِ kelimesi الْعِهْنِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمَنْفُوشِ kelimesi, sülâsi mücerredi نفش olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِۜ
Ayet atıf harfi وَ ile önceki ayetteki muzâfun ileyh cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari sıygadaki nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْجِبَالُ kelimesi كَان ’nin ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi كَ ‘nin dahil olduğu كَالْعِهْنِ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
الْمَنْفُوشِ kelimesi الْعِهْنِ için sıfattır. İsm-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ ayetinde teşbih sanatı vardır. Yani dağlar, uçuşma ve kolayca yürüme hususunda, çırpılmış renkli yün gibi olurlar. Burada da mürsel mücmel teşbih sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
وَ harfiyle beraber تَكُونُ fiilinin tekrarı bu iki olayın birbirinden farklı olduğuna işaret eder. Bu ayet korkuyu artırmak için gelmiştir. (Âşûr)
4-5
يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ ile تَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِۜ cümlesi arasında mümâsele sanatı, لْمَبْثُوثِۙ - الْمَنْفُوشِ kelimeleri arasında ise muvazene sanatları vardır.
Eğer terkip, mısra veya ayetteki lafızların hepsi ya da çoğu vezin bakımından aynı olduğu halde son harfleri aynı değilse buna mümâsele denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Burada da müşebbehler insanlar ve dağlar, müşebbehün bihler ise yayılmış olmakla kayıtlı olan kelebekler ve atılmış olmakla kayıtlı olan yündür. Vech-i şebeh ilk ayette zayıflık ve kendine hakim olamamak, ikincide ise kuvvetin yok olması ve cüzlere ayrılmaktır. Dikkat edilirse bu ayetlerde seçilen lafızlar insanın o günkü halini en bariz şekilde ortaya koyar. Kelebek hafifliğin, kararsızlığın sembolüdür. Bir de yayılmış olarak kayıtlanınca bu özellikler kemâle ulaşır. Çeşitli renklere boyanmış yünler ise atıldığı vakit cüzlere ayrılır ve bütün kuvveti ve aralarında olan bağ yok olur. Burada yine صوف yerine seçilen عِهْنِ kelimesi de çeşitli renklerde olan bütün dağları umumi olarak ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
”Atılmış" diye ifade ettiğimiz الْمَنْفُوشِ kelimesinin masdarı olan النفش , kıl ve yünü parmaklarla dilmek, parçalara ayırmak ve dağıtmaktır. Dağlar, o heybetli hallerinden sonraki hafifliklerinde yüne, renkliliklerinde boyanmış olan şeye, geçip gitmelerinde de atılmış yüne benzetildiler. Dağların atılmış renkli yün gibi olacaklarının ifade edilişi, şu ayet-i kerimede olduğu gibidir: اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهَاۜ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ ب۪يضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهَا وَغَرَاب۪يبُ سُودٌ [Allah'ın gökten su indirdiğini görmedin mi? Biz onunla muhtelif renklerde meyveler çıkardık. Dağlarda beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar yaptık.] (Fâtır/27)
Ayetin anlamı şudur: ”Dağlar, parçalarının dağılışında ve boşlukta uçuşunda atılmış çeşitli renklere boyanmış yün gibidirler." Her iki şey de ikinci sûrdan sonra insanlar haşrolunduğunda, kıyametin eserlerindendir. Allahu Teâlâ yeryüzünü başka bir şekle çevirir. Mahşer ehlinin görmesi için dağları yerlerinden kaldırır. Onlar her ne kadar birinci sûr anında kökten sökülseler de yürütülmeleri ve yeryüzünün düzeltilmesi ikinci sûrdan sonra olur. (Rûhu’l Beyan)
فَاَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُۙ
“Tartılan ameller” diye çevirdiğimiz mevâzîn kelimesi ya “tartılan şey” anlamına gelen ve amelleri ifade eden mevzûn kelimesinin veya “terazi” anlamına gelen mîzanın çoğuludur. Meâlde birinci anlam tercih edilmiştir. İkinci anlama göre de kelime kinaye olarak yine tartılan amelleri ifade eder. Zira terazilerin ağır gelmesi, “onlarda tartılan eşyanın ağır gelmesi” demektir. “Tartılan amellerin ağır gelmesi” hayır ve iyiliklerin fazla olmasını anlatmakta ve Allah’ın rızâsının bu sayede kazanılacağını göstermektedir. 6-7. âyetler iyilikleri kötülüklerinden çok olan kimselerin nimetlerle donatılmış cennetlerde ebedî olarak mutlu ve müreffeh bir hayat süreceklerini ifade eder. Amellerin hafif olması ise kulun dünyada yaptığı iyiliklerin azlığı veya bulunmaması demektir. Bu âyet, dolaylı olarak “günahları ağır basarsa” anlamını da içermektedir. Bu ve benzeri ifadeler, konuyu insanların kavramasını sağlamaya yönelik temsilî anlatımlar olup, temel amaç, insanların adaletli bir şekilde yargılanıp hesap vereceklerini bilerek inanç ve amel hayatlarını sorumluluk bilinciyle oluşturmalarını sağlamaktır. Âyetlerde bildirilenler dışında âhiret olayları gayb âleminden olduğu için amellerin nasıl tartılacağı veya ölçüleceği hakkında söz söylemek yahut fikir yürütmek ise mümkün değildir.
9. âyette “kucaklayacak olan” diye çevirdiğimiz ümm kelimesi sözlükte “anne” anlamına gelir. Burada mecaz olarak “barınak” mânasında kullanılmıştır. Âyette, annenin çocuğuna kucak açıp onu bağrına basmaya can attığı gibi cehennemin de suçlulara kucak açarak onları içine almak için iştiyakla beklediğini ifade eden kinayeli bir anlatım söz konusudur (bu ve başka yorumlar için bk. İbn Âşûr, XXX, 514-515). 8-9. âyetler, böyle iyi işleri az, kötülükleri çok olan kimselerin gidecekleri yerin cehennem olduğunu göstermektedir. Tefsirlerde buradaki hâviye kelimesinin cehennemin isimlerinden biri olduğu belirtilmiştir.
فَاَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُۙ
فَ istînâfiyyedir. اَمَّا şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ثَقُلَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ثَقُلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. مَوَاز۪ينُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.فَاَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُۙ
فَ , istînâfiyyedir. اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
Şart cümlesinde müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekme kastına matuftur. Sılası olan ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şartın cevabı 7. ayette gelmiştir.
مَوَاز۪ينُهُ faildir. Müsnedin ileyhin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُۙ [Mizanı ağır gelen kimse] ifadesinde temsilî istiare sanatı vardır. İnsanın dünyada yaptığı iyi amellerinin fazla olması, tartısının ağır gelmesine benzetilmiştir.فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۜ
فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۜ
Ayet,önceki ayetteki ism-i mevsûl مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur. فَ harfi اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي ع۪يشَةٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. رَاضِيَةٍ kelimesi ع۪يشَةٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاضِيَةٍ kelimesi, sülâsi mücerredi رضو olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۜ
6. ayetteki mübtedanın haberi olan فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍ cümlesi, aynı zamanda اَمَّا ‘ cevabıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevaptan müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanat vardır. Munfasıl zamir هُوَ mübtedadır. ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۜ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
ف۪ي ع۪يشَةٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen ع۪يشَةٍ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Razı olacağı bir hayat yaşamak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü yaşam, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî’, heriki durumdaki mutlak irtibattır.
ع۪يشَةٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
Kur’an-ı Kerîm’de kelimeler hakiki manada kullanıldığı gibi mecazî manalarda da kullanılmıştır. Bir kelimenin gerçek anlamının değil de mecaz anlamının kastedilmesi için iki anlam arasında bir ilgi bulunması gerekir. Bu ilgiye ‘karine’ (delil) denir.
Mecaz-ı aklî, bir fiil veya benzeri kelimenin aralarında mana yakınlığı bulunması sebebiyle asıl olmayan manaya hamledilmesidir. Alûsi‘ye göre bu ayette meşhur olan رَاضِيَةٌۙ ’nin nispet babından olmasıdır. Yani rızalı hoşnutlu bir hayat demektir. Kelimenin kendisinde veya nispette mecaz olarak, رَاضِيَةٌۙ ’nin (razı olmuş), مرضية (kendisinden razı olunmuş) anlamında olması da caiz görülmüştür. Bunun hakiki anlamı, sahibinin hoşnut olacağı bir hayat demektir. Ayrıca Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayette istiare-i mekniyye ve tahyiliyye sanatı bulunduğunu ifade eder. İstiare, mecazın teşbihle birleşmesinden meydana gelir. İstiare-i mekniyye, kapalı istiare demek olup, teşbihin temel unsurlarından yalnız benzeyen ile yapılan istiaredir. Bu durumda benzetilen öğe zikredilmeyip okuyucunun onu tayin etmesini sağlayacak bir ipucu verilir. (İzzet Doğan,Kâria Sûresi, Gramatik, Edebî Ve Analitik Yorumu)
رَاضِيَةٍۜ kelimesi ع۪يشَةٍ için sıfattır. رَاضِيَةٌۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, müteallik almasına olanak sağlamıştır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَاضِيَةٌۙ ism-i faili, ع۪يشَةٍ ’e isnad edilmiştir. Bu isnadda istiare vardır. Canlılara mahsus olan razı olma, yaşamaya nispet edilmiş, böylece iradesi olan bir canlı yerine konmuştur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
رَاضِيَةٍ ism-i faildir. ع۪يشَةٍ kelimesine isnad edilmiştir. Bu tabirin aslı şöyledir: ف۪ي ع۪يشَةٍ رضي صاحبها بِها Oysa hayat razı olan değil, razı olunan bir şeydir. Hayatı yaşayan kişi razı olur. Dolayısıyla faile isnad edilmesi gereken bir kelime mef'ûle isnad edilmiştir. Kişi ile hayatın birbiriyle olan sıkı ilişkisi sebebiyle bu isnad yapılmıştır. Mübalağa yoluyla sanki, hayatın, sahibini razı ettiği söylenmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi, Safvetü’t Tefâsir)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
6. ve 7.ayetler ( فَاَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُۙ ) (فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۜ ) ile 8. ve 9. ayetler (وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُۙ ) (فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌۜ arasında ihtibâk sanatı vardır. Vehbe Zuhaylî bu ayetteki sanat için ihtibâk kelimesini kullanmıştır.
İhtibâk, bu sanatı yapanın, birbirine nazire olarak söylenen iki şeyden birinde söylediğini, diğerinde zikretmemesidir. Burada birinci kısımda amelleri hayır yönden ağır çekenler için, فَاُمُّهُ جنٌَّةٌ (onun barınağı cennettir) denilmemiş; buna karşılık olarak da ikinci bölümde فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌ (onun barınağı ateştir.) diye zikredilmiştir. İkinci bölümde, ‘’ o yaşayanın hoşnut olmayacağı bir hayat içindedir’’ şeklinde zikredilmemiştir. Böylece yüce Allah (cc) biribirine nazire olarak getirdiği bu ayetlerden birinde zikrettiğini diğerinde zikretmemiştir. (İzzet Doğan, Kâria Sûresi, Gramatik, Edebî Ve Analitik Yorumu)
Ayette ifade edilen kişinin razı olacağı yaşantıdan maksat, cennette yaşayacağı hayattır. (Taberî)
وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُۙ
وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمَّا şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَفَّتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَفَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. مَوَاز۪ينُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُۙ
وَ atıf harfidir. اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
Şart cümlesinde müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekme kastına matuftur. Sılası olan خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şartın cevabı 9. ayette gelmiştir.
مَوَاز۪ينُهُ kelimesi خَفَّتْ fiilinin failidir. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tahkir içindir.
مَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُۙ [Mizanı hafif gelen kimse] ifadesinde temsilî istiare sanatı vardır. İnsanın dünyada yaptığı iyi amellerinin az olması, tartısının hafif gelmesine benzetilmiştir.فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌۜ
فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌۜ
Ayet,önceki ayetteki ism-i mevsûl مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. اُمُّهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هَاوِيَةٌ haber olup lafzen merfûdur.
هَاوِيَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi هوي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌۜ
8. ayetteki mübtedanın haberi olan فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌ cümlesi, aynı zamanda اَمَّا ‘nın cevabıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevaptan müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُمُّهُ mübteda, هَاوِيَةٌ haberdir.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tahkir içindir.
هَاوِيَةٌۜ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
6. ve 7. ayetler فَاَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُۙ - فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۜ ve 8. 9. ayetler وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُۙ - فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌۜ arasında mukabele sanatı vardır. Bu sanat ifadeleri güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)
هَاوِيَةٌۜ kelimesi فَاُمُّهُ ‘ya isnad edilerek kişileştirilmiştir. هَاوِيَةٌۜ ‘nin bir anne yerine konması onun şiddetini, azametini tahakkümî istiare yoluyla mübalağalı bir şekilde artırmıştır. Ayrıca bu ifadede tecessüm sanatı vardır.
Son dört ayette cem mea tefrik sanatı vardır. Kıyamet gününde insanlar, mizanı ağır ve hafif olmak üzere iki gruba ayrıldıktan sonra her iki grupla ilgili durumlar belirtilmiştir.
8 ve 9.ayetleri arasında mukabele sanatı vardır. Bu sanata mutabakat sanatı da denir. Bir cümlede iki zıt anlamlı kelimeyi birleştirmektir. Mukabele, bir söz içinde geçen iki veya daha fazla unsurdan sonra her birinin karşıtını veya ilgilisini sırasıyla zikretmek anlamında edebi sanattır. Mesela Tevbe/ Kâria suresinde amelleri sevap yönüyle ağır gelenlerin rahat bir yaşantıya erecekleri ifadesinin ardından, zıddı olan bir hayatın neticesi olarak cehennemi haber veren bir sıralama mevcuttur. Amelleri hayır yönden az çeken insanların cehenneme gideceği vurgulanmıştır. Burada sanat kelimelerin zıddı olarak değil de cümlenin karşıtı olarak kullanılmıştır.
فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌ [Onun anası haviyedir.] Bu terimde فَاُمُّهُ kelimesi, kucak açmış bir anneye işaretle varılacak olan cehennemin de kâfirlere kucak açacağı, içine alıp barındıracağı anlamında cehennemden mecazdır. Yani bu terim de mecaz sanatı mevcuttur. Onun varacağı yer, yatağı, kucağına sığınacağı yer, istiare yoluyla mecazdır. Zira ana kucağı evladın barınacağı yer olma hasebiyle me’va (sığınılacak yer) ona benzetilmiştir.
Burada aynı zamanda acıma ve tahkir söz konusudur. Mecaz, hakikat anlamının kastedilmediğini gösteren bir alaka veya karineden ötürü konulduğu manadan başka bir manada kullanıldığına hükmedilen lafızdır. (Şa’bân, Zekiyyüddîn, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslamî)
Ebüssuûd Efendi Cehennem ateşinin insan zihninin ve mantığının kavramaktan aciz olduğunu ifade ederek, bu ةٌۜ ile onun azametine işaret edildiğini belirtmiştir.
Araplar bir kimsenin yok olması ve perişan olması için beddua makamında هَوَتْ أُمُّهُ (anası ağlayıp düşesice, anası bayılasıca) tabiri kullanırlar. Çünkü bir kimse düşüp helak olduğu zaman anası ağlar, merakından ve üzüntüsünden düşüp bayılır. Bu ifade bizde anası ağlasın ya da anası ağladı şeklinde deyim olarak kullanılır. Bu anlama göre أُمُّ kelimesi, ayette gerçekten ana manasına kullanıldığı gibi, Cehennem anlamında kullanılmayıp düşen kadın anlamında kullanılmıştır. Bu durumda anası düşmüştür ifadesiyle yine o kişinin ehl-i cehennem olduğu mecaz olarak anlatılmıştır. Aynı zamanda bu ifadede, kâria kelimesinin ortaya çıkaracağı helak ve azabın şiddetine işaret eden bir kinaye söz konusudur. Görüldüğü gibi terim, أُمُّ kelimesinin her iki anlamı da kıyametin dehşet ve şiddetine işaret etmekte, insanları bu günden sakındıran bir üslubu göze çarpmaktadır. (İzzet Doğan, Kâria Sûresi, Gramatik, Edebî Ve Analitik Yorumu)
هَاوِيَةٌ cehennemin isimlerindendir. (Beyzâvî)وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا هِيَهْۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | nedir? |
|
2 | أَدْرَاكَ | sana bildiren |
|
3 | مَا | ne olduğunu |
|
4 | هِيَهْ | onun |
|
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا هِيَهْۜ
وَ itiraziyyedir. İsim cümlesidir. مَٓا istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَدْرٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا هِيَهْۜ cümlesi اَدْرٰيكَ fiilinin ikinci mef’ûlü olarak mahallen mansubdur. اَدْرٰيكَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. هِيَهْۜ haber olup lafzen merfûdur.
اَدْرٰيكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دري ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا هِيَهْۜ
وَ , itiraziyye, ayet muterizadır. İtiraz, bir kelamın ortasında veya aralarında mana açısından benzerlik olan iki kelam arasında (ikincisi birincinin tekîdi, beyânı, bedeli veya matufu olma açısından) yer alan ve îrâbdan mahalli olmayan bir veya birkaç cümleye denir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İtiraz cümleleri tenzih, tazim, dua, tenbih, teberrük, takrir, tasrih.. gibi çeşitli gayelere binaen yapılan ıtnâb sanatıdır.
Önceki ve sonraki ayetler arasında itiraziye olan cümlede istifham harfi مَا , mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَدْرٰيكَ مَا هِيَهْ cümlesi, haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olarak gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
مَا هِيَهْ cümlesi, اَدْرٰيكَ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. هِيَهْ haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَٓا , istifham harfinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu soru, هَاوِيَةٌ ’nin büyük ve korkunç, aynı zamanda tasavvur sınırlarının ötesinde bir şey olduğunu göstermek için sorulmuştur.
İbn Âşûr’a göre, bu rivayetler sahihse Kur’an’daki ما أدْراكَ ifadelerinin mef’ûllerinin kesinlikle gerçekleşeceğinin bildirildiği, وما يُدْرِيكَ ifadelerinin mef’ûllerinde ise böyle bir bilginin verilmediği söylenebilir. Bu yaklaşımın, birinci ifadedeki istifhamın korkutma ve olayın vahametini ortaya koyma, ikinci ifadedeki istifhamın ise inkâr amacıyla yapılmış olduğu öncülünden hareket etmesi mümkündür. Bunun yanında birinci ifadedeki sorunun geçmiş zaman, ikinci ifadedeki sorunun şimdiki-gelecek zaman kipinde sorulmuş olması da böyle bir anlam doğurabilir. Hatta geçmiş zaman kipi ile sorulan sorunun, cevabın şimdiki-gelecek zamanda bildirileceğine dair bir mesaj taşıdığı da söylenebilir. (Muhammed İsa Yüksek,Kur’an’daki ‘ve-mâ edrâke’ Kalıbı Bağlamında Metafizik Varlıkların Mahiyet Tespitinde Dilin İmkânı)
مَا هِيَهْ kelimesinin sonundaki هْ vakf ve sekte ـه ’sıdır. Okuyan kişi kelimeyi sonrakine bağlarsa ـه ’yı düşürür. Düşürmeden okunması da caiz görülmüştür. Hamza ve Kisaî vasıl halinde ـه ’sız, durulduğunda ha ile okumuşlardır. Geri kalan imamlar ise hem vasıl hem de vakıf halinde okurlar. (İzzet Doğan, Kâria Sûresi, Gramatik, Edebî Ve Analitik Yorumu)
Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri ـه olmaksızın يَ harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de ـه ’yı ispatla okumuştur. (Keşşâf, Hakka/19)
Hâ-i sekte: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen he ( ـه ) harflerine denir.
Kıraat imamları,Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan hâ-i sektelerin;
A. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.
B. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Kıraat imamımız İmam-ı Asım, bu yedi kelimenin tamamında, vakf ve vasl halinde hâ-i sekteleri, sakin olarak okumuştur. Bu yedi kelime şunlardır:نَارٌ حَامِيَةٌ
نَارٌ حَامِيَةٌ
İsim cümlesidir. نَارٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هى ‘dir. حَامِيَةٌ kelimesi نَارٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَامِيَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi حمي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَارٌ حَامِيَةٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. نَارٌ , takdiri هى (O, hâviye) olan mübteda için haberdir.
حَامِيَةٌ kelimesi نَارٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
حَامِيَةٌ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
10-11 ayetler: Burada ayetin هي نَارٌ حَامِيَةٌ şeklinde geldiği düşünülürse aynı sıkıcılık hissedilir. Çünkü burada bir soru vardır. Muhatap merakla sorunun cevabını beklemektedir. Bir an önce نَارٌ ’ın zikredilmesi uygundur. Ayetteki veciz halin çok daha güzel olduğu açıktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cehennem ateşi, kişinin anasına benzetilmiştir. Zira cehennemlik kişinin ahirette ateşten başka sığınacağı hiçbir barınağı yoktur. Bu sebeple ateş onun anası gibidir.
Ayette cehennem ateşinin kızgın bir ateş olduğu ifade edilmektedir. (Taberî)
Bu kelam, cehennemin insan havsalasının dışında bir ateş olduğunu bildirip onun pek büyük ve korkunç bir azap olduğunu bildirmektedir." (Bu da, onun makablinin açıklaması olduğunu göstermektedir.) (Ebüssuûd)
Surenin kısa seci örneklerinden oluşan ayetleri, kıyametin ve hesap gününün şiddet ve dehşetini muhayyileyi harekete geçirerek göz önüne koymaktadır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُۙ
“Çoklukla övünme yarışı” diye çevirdiğimiz 1. âyetteki tekâsür kelimesi, bu sûre bağlamında özellikle “yüksek bir amaç gütmeden, neden niçin demeden mal, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, mânevî ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” anlamına gelmektedir. Bu tutku bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Âyette tekâsür kavramı Câhiliye toplumunun zihniyet yapısını tanıtmakla birlikte evrensel bir mesaj da içermekte, genel bir tesbit ve dolayısıyla uyarı anlamı da taşımaktadır. Nitekim çağımızda bazı ülke ve toplumlarda hâkim maneviyattan yoksun seküler zihniyet de durmadan üretmek, tüketip tekrar üretmek, kârı ve serveti sınırsızca çoğaltmak şeklinde bir dünya görüşünü içerir. İşte bu dünya görüşü ve onun doğurduğu uygulamalar da bu âyette eleştirilen “çoklukla övünme yarışı”nın çağdaş örneğidir. Ancak insanlığın mânevî ve ahlâkî değerlerini, birikimlerini sistem dışı bırakan, hatta tahrip eden bu yarış, sonuçta ekonomik ve siyasî gücü, iletişim imkânlarını da kullanarak bireysel ilişkilerden uluslar arası ilişkilere kadar uzanan bir haksızlık ve adaletsizlik düzeni doğurmakta ve nihayet dünyayı “global” sorunlar alanı haline getirmektedir. İşte bu sûrede Mekke’nin burnu büyük eşrafının tutumları üzerinden temel bir insanlık sorununa ve bunun ağır bedeline dikkat çekilmiştir.
2. âyetteki mekābir kelimesi kabir anlamındaki makberenin çoğuludur. Tam anlamı “Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz” demek olan cümleye müfessirler özellikle şu mânaları vermişlerdir: a) Mecazi anlamda, “Sonunda ölüp kabirlere girdiniz; bu tutku ve yarış sizde ölünceye kadar sürüp gitti”; b) Yine mecazi anlamda, “Öyle kibre kapıldınız ki birbirinize karşı kabirlerdeki ölülerle övündünüz”; c) Lafzî anlamda, “Bizzat kabirlere gidip ölülerle övündünüz.” Tefsirlerde anlatıldığına göre Câhiliye Arapları mal, evlât, akraba ve hizmetçilerinin çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta övünürken yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstünlüğünü geçmişleriyle de ispat etmek için kabirlere gider, “Bizde şu şu şerefli insanlar vardı” diyerek ölmüş akrabalarının kabirlerini gösterir, onların dahi çokluğuyla övünürlerdi. Sûrenin iniş sebebi olarak bu tür rivayetler bulunmakla birlikte genel anlamda insan fıtratındaki mal, evlât ve taraftarların çokluğu ile övünme vb. davranışlar eleştirilmekte, gerçek üstünlüğün âhirette ortaya çıkacağı belirtilmektedir. 3-5. âyetlerin başındaki “hayır” anlamına gelen kellâ edatı, ebedî olan âhiret hayatını, orada verilecek hesabı ve bu hesap için hazırlık yapmayı unutup da fani olan ve ancak daha yüksek amaçlar için kullanıldığında bir değer ifade eden mal mülk vb. imkânları bilinçsizce çoğaltma yarışına girişerek bunlarla avunup övünmenin korkunç bir gaflet ve ahmaklık olduğunu vurgulamak maksadıyla üç defa tekrar edilmiştir. 5. âyette “kesin bir bilgi” diye çevirdiğimiz ilme’l-yakīn tamlaması sözlükte “bir şeyi gerçek haliyle idrak etmek” anlamına gelen “ilim” kelimesi ile “gerçeğe uygun kesin bilgi” anlamındaki yakīn kelimelerinden oluşan bir terim olup “kesin olan aklî ve naklî delillerin ifade ettiği bilgi” diye tarif edilmiştir (bu terim hakkında bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “İlme’l-yakīn”, DİA, XXII, 137).
اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُۙ
Fiil cümlesidir. اَلْهٰيكُمُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. التَّكَاثُرُ fail olup lafzen merfûdur.
اَلْهٰيكُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لهو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُۙ
Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
التَّكَاثُرُ kelimesi, كثر fiilinin فاعل babında masdarıdır.
Cümle haber üslubunda geldiği halde, kınama ve öğüt kastı manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
التَّكَاثُرُ bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُ ayetinde öğüt ve kınama üslubu vardır. Bu haber cümlesi, hakiki manasından çıkıp, öğüt ve kınama maksadıyla söylenmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
"Oyaladı" diye ifade ettiğimiz اَلْهٰيكُمُ kelimesinin kökü olan اللهو , kişiyi önem verdiği ve ilgilendiği şeyden meşgul eden şey anlamındadır. التَّكَاثُرُۙ de çoklukta yarışmak, çoklukla övünmek, demektir. Mana şöyledir: Çoklukla üstünlük taslamak ve övünmek, sizi Allah'ı zikretmekten ve kalbe bağlı olan ilim, tefekkür ve ibret almaktan ve organlara bağlı olan çeşitli taat ve vazifelerden alıkoydu. Buradaki ”çoklukla övünmek"ten maksat, mal, mevki, avane ve akrabalar gibi fani dünyaya ait çokluktur. İlim, ahlak, sıhhat ve kuvvet gibi ahirete ait şeylerle övünmek ise, övgüye layıktır. (Rûhu’l Beyan)
لهو (eğlence, gaflet) kalbe ait bir eylem iken لَعْب (oyun) organlara ait bir eylemdir. İşte bu nedenle Kur'an-ı Kerim'de bu fiiller birlikte zikredilir. Yine اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُۙ ayetinde اَلْهٰيكُمُ denmesi yerme açısından شغلكُمُ اللعب واللهو (Oyun ve eğlencesizi meşgul etti ) denmesinden daha etkilidir. Çünkü bazen kişinin kimi azaları bir şeyle meşgul olduğu halde kalbi bu esnada gaflet halinde bulunmayabilir.
اللهو bir yüz çevirme ve unutma halidir, tekasür ise çokluk (kesret) kelimesinden tefa’ul babı çerçevesinde türetilmiştir. Bir kısmınız diğerlerine karşı daha üstün (veya daha çok) olduğu konusunda böbürlenmektedir anlamına gelir. (Bedai'ut-tefsir)
حَتّٰى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَۜ
حَتّٰى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَۜ
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. Fiili gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى harf-i ceriyle اَلْهٰيكُمُ fiiline müteallik olup mahallen mecrurudur.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زُرْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. الْمَقَابِرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
حَتّٰى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَۜ
Ayet, önceki ayetin devamıdır. Gaye bildiren cer harfi حَتّٰٓى ve akabindeki زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ cümlesi, gizli أن ’le masdar tevilindedir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel önceki ayetteki اَلْهٰيكُمُ fiiline mütealliktir.
الْمَقَابِرَ kelimesi زُرْتُمُ fiilinin mef’ûludür.
‘’Kabirleri ziyaret ettiniz’’ ifadesinde temsilî istiare vardır. Ölünce, yeniden dirilinceye kadar kabirde kalan kişinin hali, herhangi bir yere ziyarete giden bir kişinin haline benzetilmiştir.
Sâbûnî ise bu ifadeyi şöyle açıklamıştır: حَتّٰى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ ayetinde kinaye vardır. Yüce Allah, kabirleri ziyaret ifadesiyle ölüm’den kinaye yapmıştır. Bundan maksat, neticede öldünüz demektir. (Safvetü’t Tefâsir)
Müfessirler “kabirleri ziyâret” hakkında 3 görüş ileri sürmüşlerdir:
l) Kabirleri ziyaret hakiki anlamdadır. O zaman, çoğaltma yarışında olanlar, kabirlere giderek ölüleri saymışlar demektir.
2) Ya da mecazîdir. Bununla, karşılıklı övünme sırasında; ölüleri zikretmek kastedilmiştir. Ebü Hayyân, bu yorumu uzak görerek 'Bu, زُرْتُمُ (ziyaret ettiniz) lafzına zıt bir ifadedir“ demiştir.
3) Buradaki ziyaret ‘ölüm’ manasındadır.
Bu ziyaretin ölüm manasında olduğu/kullanıldığı, Arapçada bilinen bir kullanımdır.
زُرْتُمُ ziyaret kelimesinin bu manada kullanılması, kabirdeki ikametin daimi ikamet olmadığına açıkça etmektedir. Bu kabirlerde sadece ziyaretçileriz. Ziyaretçi ise mukim değildir. Ziyaret zorunlu olarak ba’s (diriliş), hesap ve cezanın başlamasıyla sona erecektir. Bu işaret sadece زُرْتُمُ lafzıyla yapılabilir. Başka bir lafzın bu görevi yerine getirmesi mümkün değildir.
Tîbî şöyle demiştir: ”Bu, alay için kullanılmıştır. Çünkü kabirleri ziyaret ölümü hatırlamak, dünya sevgisini atmak, övünme ve böbürlenmeyi terk için meşru kılınmıştır. Onlar ise, aksini yaptılar. Kabir ziyaretini, kasveti artırmaya, dünya sevgisine dalmaya ve çoklukla övünmeye sebep olsun diye yaptılar." ayette, bu tür davranışta bulunanlar azarlanmakta ve bundan men edilmektedirler. (Rûhu’l Beyan)
كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَلَّا | hayır |
|
2 | سَوْفَ | yakında |
|
3 | تَعْلَمُونَ | bileceksiniz |
|
كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.(Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayette كَلَّٓا , manevi tekid harfi, caydırma ve azarlama ifade eder. سَوْفَ , cümleyi tekid eden istikbal harfidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ [yakında bileceksiniz] manasına, ‘gereken karşılığı göreceksiniz’ manası idmac edilmiştir. Hem vaat hem vaîd ifade etmektedir.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif, erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid olur. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
Müfessirlerin bazıları; bir surede كَلَّاۜ mevcutsa o surenin Mekki olduğuna hükmedilir, çünkü bu kelimede tehdit ve vaîd mevcuttur, bu kelimenin bulunduğu ayetler ekseriyetle Mekke’de nazil olmuştur, azgınlık ve sapıklık daha ziyade Mekke’de zuhur etmiştir, derler. (İtkan, c.1 s.466)
İş öyle değil, sakının, öyle kabir ziyaretine varıncaya kadar çoklukla övünme ve gururlanma ile oyalanmayın, sonu kabre varan dünyada çok önemli olan görevi unutup da boş, gelip geçici şeylerle eğlenip oyalanmak, mal çokluğuyla gururlanmak aklı olanlara yakışmaz; gerçek, sandığımız gibi değil. İlerde bileceksiniz. Ne büyük gaflette bulunduğunuzu, bulunduğunuz halin sonu ne kadar kötü olduğunu, sonucunu gördüğünüz zaman anlayacaksınız. (Elmalılı)
Yakında mahşerin dehşetini önünüzde gördüğünüz zaman, hatanızı bileceksiniz. Bu ifade, korkmaları ve gafletlerinden uyanmaları için onları korkutma ve uyarıdır. (Rûhu’l Beyan)
ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | كَلَّا | hayır |
|
3 | سَوْفَ | yakında |
|
4 | تَعْلَمُونَ | bileceksiniz |
|
ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mef’ûlü mahzuftur. Takdiri, سوء عاقبة التفاخر (Övünmenin kötü sonuçlarını) şeklindedir.ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۜ
Ayet, tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Önceki ayetin lafzî tekidi olarak tekrar edilen bu ayetin ثُمَّ ile atfedilmesi, bu cümlenin tehdit anlamını artırmak ve tekidi kuvvetlendirmek içindir.
كَلَّا , ret ve caydırma ifade eden manevî tekit harfi, سَوْفَ cümleyi tekid eden istikbal harfidir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil Mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif, erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olur. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
Tesvif harfi سَوْفَ ’den murad tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ harfinin mazi fiili tekidi gibi- müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf/123)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ sözüyle yapılan tehdit; inkâr ve azarlamanın teferruatıdır. Mef’ûlün hazfi, korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr, Araf 123)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ cümlesi, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Ayetin tekrarlanmasında tekid kastıyla yapılan ıtnâb ve tekrir sanatları vardır.
Müfessirlerin bazıları; bir surede كَلَّاۜ mevcutsa o surenin Mekki olduğuna hükmedilir, çünkü bu kelimede tehdit ve vaîd mevcuttur, bu kelimenin bulunduğu ayetler ekseriyetle Mekke’de nazil olmuştur, azgınlık ve sapıklık daha ziyade Mekke’de zuhur etmiştir, derler. (İtkan, c.1 s.466)
Kur'anî beyan, burada va'id u vaat üslubunun eşitlenmesine engeldir. Çünkü her iki ayette de hitap, sadece çoğaltma ihtirasının oyaladığı kimseleredir. Dolayısıyla [Hayır hayır! Bileceksiniz! Sonra hayır hayır! Bileceksiniz!] şeklindeki tekrar; onları sakındırmak, azarlamak ve uyarmak hususunda mübalağadır.
Tekasür süresindeki, سَوْفَ تَعْلَمُونَۜ [bileceksiniz] ifadesinin benzerleri çeşitli ayetlerde geçmektedir. (Hicr, 15/3, 96; Furkân, 25/12, Ankebüt 29/66; Sâffât, 37/170; Zuhruf 43/89.) Bunların çoğunda tertip, kendilerine gizli olan, inkâr ettikleri veya şüpheye düştükleri gelecek olan o günün hakikatinin kendilerine beyânı şeklindedir.
Bu ayet-i kerimedeki tekrar; mananın iyice yerleşmesi içindir. Böylece muhatap en belîğ şekilde uyarılır ve en kuvvetli şekilde korkutulur. Atıf harfi; ikinci uyarının daha şiddetli ve kuvvetli olduğuna delalet eder. Çünkü sonradan zikredilen şey, derece bakımından daha yüksekte olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۜ - كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۜ ayetlerinin tekrar edilmesi tehdit ve uyarı içindir. İkincinin birinciye ثُمَّ ile atfedilmesi, ikincisinin birinciden daha vurgulu olduğuna dikkat çekmek içindir. Nitekim efendi kölesine şöyle der: أقولُ لك ثُمَّ أقولُ لكﻻ تفعلْ (Sana söylüyorum. Bak sana söylüyorum, böyle yapma!) İkincisi birinciden daha vurgulu olduğu için, ayrı bir şeymiş gibi kabul edildi ve ثُمَّ ile ona atfedildi. (Safvetü’t Tefâsir, Beyzâvî)
Bu ayetin, bir önceki ayetin tekrarı olarak zikredilmesi, tehdidin şiddetini göstermek içindir. Araplar, bir korkutma ve tehdidin dehşetini göstermek istediklerinde onu tekrar ederler.
Dehhak bundan önceki ayetin, kâfirleri bu ayetin ise müminleri uyardığını söylemiştir. Buna göre bundan önceki ayet "Hayır, yakında bileceksiniz ey kâfirler." Bu ayet ise "Hayır ileride bileceksiniz ey müminler." manasındadır. (Taberî)
كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ
كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir.
Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil Mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. لَوْ ‘in cevabı mahzuftur. Takdiri, ما اشتغلتم بالتفاخر أو لرجعتم عن الكفر (Eğer övünmekle meşgul olmazsan küfürden dönersin) şeklindedir.
تَعْلَمُونَ şart fiili olup نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عِلْمَ mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْيَق۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayette كَلَّٓا , manevi tekid harfi, caydırma ve azarlama ifade eder.
Şart cümlesi olan لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
عِلْمَ , cümleyi tekid eden mef’ûlü mutlak olarak الْيَق۪ينِۜ ‘ye muzâf olmuştur.
Az sözle çok anlam ifade eden عِلْمَ الْيَق۪ينِ izafeti, şüphe karışmamış sağlam idraktir. Bu, kelimenin farklı sigalarla isim veya fiil olarak geçtiği bütün yerlerde geçerlidir.
تَعْلَمُونَ - عِلْمَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَعْلَمُونَ - الْيَق۪ينِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şartın takdiri لرجعتم عن الكفر (...küfürden dönerdiniz.) olan cevabı mahzuftur. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِ ayetinde, korkutma gayesiyle, لَوْ ‘in cevabı zikredilmemiştir. Yani, ‘’kesin olarak bilseydiniz, saçları ağartan ve kalpleri titreten sıkıntı ve dehşet verici o halleri mutlaka anlardınız’’ demektir. (Safvetü’t Tefâsir)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle, şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Eğer kesin bir bilgi ile bilseydiniz. Şart edatının cevabı, korkutmak için hazf edilmiştir. Çünkü cevap anılmayınca sözden bir çok manaların çıkartılması mümkündür. Mana şudur: ”Eğer siz önünüzdeki kesin şeyi bilseydiniz nitelendirilemeyecek ve gerçeğine varılamayacak şeyler yapardınız. Ama siz cahillersiniz." (Rûhu’l Beyan)
لَتَرَوُنَّ الْجَح۪يمَۙ
“... gözünüzle ayan beyan göreceksiniz” diye çevirdiğimiz kısımdaki ayne’l-yakīn tamlaması sözlükte “göz” anlamına gelen ayn ile “gerçeğe uygun kesin bilgi” anlamındaki yakīn kelimelerinden oluşan bir terim olup gözlem yoluyla elde edilen ve doğruluğu apaçık olan bilgiyi ifade eder (bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Ayne’l-yakīn”, DİA, IV, 269). Ayne’l-yakīn ile elde edilen bilginin ilme’l-yakīn ile elde edilenden daha üstün ve kesinlik derecesi daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır (ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/18). Yüce Allah dünya hayatında mutlak gerçeği kabul edip de âhiret için hazırlık yapmayan, aksine fâni şeylere aldanıp onlarla başkalarına karşı övünenlerin âhirette cehennem azabıyla cezalandırılacağını yemin ederek haber vermiştir. 6. âyette “Cehennemi mutlaka göreceksiniz” ifadesinin mecazi bir görme şeklinde anlaşılmaması için 7. âyette, “Onu ayne’l-yakīn olarak, gözünüzle ayan beyan göreceksiniz” buyurulmuş; böylece hem tehdit pekiştirilmiş hem de cehennem olayının büyüklüğü ifade edilmiştir (Ebû Hayyân, VIII, 508). 8. âyet ise Allah’ın verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirmek üzere O’nun yolunda ve emrettiği şekilde değerlendirmeyip de onları başkalarına karşı övünme ve kendini üstün görme – gösterme aracı yapanların bu nimetlerden hesaba çekileceklerini, sonuçta şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını anlatmaktadır.
لَتَرَوُنَّ الْجَح۪يمَۙ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
تَرَوُنَّ fiili mahzuf ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و 'ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
الْجَح۪يمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَرَوُنَّ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَتَرَوُنَّ الْجَح۪يمَۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Muksemun bih, mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Cevap cümlesi haber üslubunda olmasına rağmen tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Alevli ateşi göreceksiniz ifadesinden maksat, azabı tadacaksınız demektir. Bu üslub idmac sanatıdır.
Bu ayet ibhamdan sonra izah babında ıtnâbtır. Önceki ayette belirtilmeyen kesin olarak bilinecek şey, bu ayette cehennem görmek olarak açıklanmıştır.
O alevlenmiş ateşi mutlaka göreceksiniz. Bu cümle, gizli bir yeminin cevabıdır. Onunla tehdit kuvvetlendirilmiştir. Çünkü onun tehdit ettiği şey, içerisinde hiç şüphe bulunmayan bir şeydir. Dolayısıyla bunun, bundan önceki ayetteki şart edatının cevabı olması caiz değildir. Çünkü cehennemin görülmesi, vukuu kesin bir olaydır, bir şeye bağlı değildir. Eğer bu ayeti, önceki ayetteki şart edatının cevabı sayarsak, mananın: ”Siz onu, cahil olduğunuz için göremezsiniz" olması gerekir ki, bu asla caiz değildir. (Rûhu’l Beyân)
Bundan önce geçen müphem bir uyarıdan sonra bu yemin cümlesi de, o tehdidi, ağırlaştırmakta ve açıklamaktadır. (Ebüssuûd)
ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَق۪ينِۙ
ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَق۪ينِۙ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. تَرَوُنَّ fiili mahzuf ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و 'ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَيْنَ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْيَق۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَرَوُنَّ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَق۪ينِۙ
Ayet, tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Ayet, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Muksemun bih; mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Az sözle çok anlam ifade eden عَيْنَ الْيَق۪ينِ izafetinde عَيْنَ , mef’ûlu mutlakın sıfatı olarak الْيَق۪ينِۜ ‘ye muzâf olmuştur.
لَتَرَوُنَّ - الْيَق۪ينِۙ , kelimelerinin korku ve tehdidi artırmak için gelen tekrarında cinas, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَرَوُنَّ - عَيْنَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Önceki ayetteki لَتَرَوُنَّ bilmek, bu ayetteki ise gözle görmektir. ‘’Sonra yemin olsun, onu mutlaka göreceksiniz’’ ifadesi ya birinciyi tekittir ya da birincisi cehennem onları uzaktan gördüğü zamandır, ikincisi de onlar cehenneme vardıkları zamandır. ‘’Yakin göz’’ ile yani öyle bir görme ile ki, yakinin ta kendisidir. Çünkü müşahede ilmi yakin mertebelerinin en yükseğidir. (Beyzâvî)
Bu ayetler, ilmel-yakînin anlamını hiçbir tevile ihtiyaç bırakmayacak açıklıkta ortaya koyuyor. Zira bu, yakinen bilecekleri şeyin beyanıdır. Bu ayette عَيْنَ ’nin, الْيَق۪ينِۙ 'e izâfe edilmesi; bir tekid, somutlaştırma ve sabitleştirmedir.
Ayetin tamamı dört kısa kelimedir. Bu dört kelime, Arapların bildikleri bütün tekid edatlarını, lafzi ve manevi üsluplarını bir araya toplamıştır: Lâm, nun, tekrar, ru'yet, 'ayn ve yakîn. Bu yüzden de, onun muciz îcâzını göremediğimiz binbir zahmetle doldurulan ciltlerce kitabın ulaşamadığı dereceye ulaşmıştır.
لَتَرَوُنَّ ’den sonra ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا buyurularak fiil tekrarlanmış ve ıtnâb yapılmasından maksat, korkunun şiddetini anlatmaktır. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu cümle, tekidin tekrarıdır. Yahut birincisi, cehennemi uzaktan görmelerini, ikincisi ise, cehenneme girmelerini ifade etmektedir.
Yahut birincisinden murad, anlamaktır, ikincisinden murad ise, bilfiil onu görmektir.
عَيْنَ الْيَق۪ينِۙ , kesin bilginin ta kendisi demektir. Zira görme bilgisinin derecesi, yakîn mertebelerinin en yükseğidir. (Ebüssuûd)
Ru’yet, yakînin ta kendisidir. Çünkü müşahede ilmi yakîn mertebelerinin en yükseğidir.
ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ
ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. تُسْـَٔلُنَّ fiili ن ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan cemi و 'ı naib-i fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı تُسْـَٔلُنَّ fiiline mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzaftır. يَوْمَ zaman zarfı لَتُسْـَٔلُنَّ fiiline mütealliktir. ئِذٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten bedeldir. Takdiri, يوم إذ ترونها (onu gördüğün gün) şeklindedir. عَنِ النَّع۪يمِ car mecruru تُسْـَٔلُنَّ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ
Ayet, tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Ayet, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Muksemun bih; mukadder kasemin cevabıdır. Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
عَنِ النَّع۪يمِ car mecruru ve يَوْمَئِذٍ zaman zarfı تُسْـَٔلُنَّ fiiline mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. إذ ‘deki tenvin, takdiri ترونها (Onu göreceksiniz) olan mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَتُسْـَٔلُنَّ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
الْجَح۪يمَۙ - النَّع۪يمِ kelimeler arasında tıbâk-ı hafî ve muvazene sanatları vardır.
Râzî, النَّع۪يمِ lafzını, bütün nimetler için kullanmayı tercih etmiştir. O, şöyle demiştir:
en doğrusu bunu bütün nimetlere hamletmektir. Elif-lam istiğrak içindir.
Kur’an; النَّع۪يمِ ile أنعُم ve نَعْمَاء kelimelerini hiçbir ihtilafa mahal vermeyecek şekilde Allahın kullarına inam ettiği dünyevi hayır ve hidayet hakkında kullanmıştır. Bu manada Allah’a veya O’na ait bir zamire izafe edilerek 49 kere geçmektedir.
Ayet sonlarına riayet için, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir. Bu da güzelleştirici edebi sanatlardandır.
Çekirge istilasından dolayı ezilmişlere baktı ve aralarında kaçışmaya çalışırken ezilenleri izledi. Çekirgelerin bu hali ile kıyamet gününü hatırladı.
Yeryüzünde, kıyamete hazırlanmak fırtına öncesinde yaşamak gibiydi. Hep tetikte olmalıydı. Zira; uyarılar yapılır, bulutların hali değişir ama hava aniden kötüleşirdi.
Aklının aldığı kadarıyla dünyayı güzel kılan her şeyin yok olup gitmesi ve yaşamı kolaylaştıran bütün amaç ve hedeflerin kaybolması üzerinde düşündü.
Sonunun geldiğini bilmesine rağmen çekirgeler gibi kaçışan insanları hayal etti. Her şeyin bittiği ve yolların kalktığı bir alemde kaçış mümkün olamazdı.
Dünya için yaşayanın hali ne yazıktı. Devamlı çuvalını doldurur ama sonunda bakar ki içi boş çünkü dibi delikti. Allah rızası için olmayan her şeyin sonu hiçlikti.
Ey Allahım! Dünyaya dalıp gitmekten, daralan ruhu oyalamak için dünyalıklara sarılmaktan ve geri dönüşü olmayana hazırlıksız yakalanmaktan Senin rahmetine sığınırız. Kıyamet gününün dehşetinden, Senin gadabından ve cehennem ateşinin şiddetinden merhametine sığınırız.
Ey Allahım! Bizi; amel tartısı ağır gelenlerden, kitabı sağ tarafından verilenlerden, dünyalık tasalardan uzaklaşanlardan ve Senin rızanı kazananlardan eyle. İman ettiği cennet hayatına ve nimetlerine kavuşanlardan; Senin nurunla yüzü ve gönlü aydınlananlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji