18 Ocak 2024
İnsan Sûresi 26-31 / Mürselât Sûresi 1-19 (579. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İnsan Sûresi 26. Ayet

وَمِنَ الَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلاً طَو۪يلاً  ...


Gecenin bir kısmında O’na secde et; geceleyin de O’nu uzun uzadıya tespih et.

Ayet vavla gelmiştir. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Car mecrur minelleyli, uscud fiiline muteallıqtır. Amiline takdimi söz konusudur. Uscud, önceki ayetteki uzkur fiiline matuftur. Fiile dahil olan fe zaidtir. Sebbihhu, uscud fiiline matuftur. Zaman zarfı leylen, sebbihhu fiiline muteallıqtır. Tavîlen, leylen’in sıfatıdır.

Ayetteki iki cümle de emir üslubunda talebi inşai isnadtır.

Minel leyli’deki min ba’diyet ifade eder. Gecenin bir kısmı anlamındadır.

Leylen’deki tenvin nev ve tazim ifade eder. Kelimenin ayette tekrarında itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Uscud cüz kül alakasıyla mecazı mürseldir. Bir rüknü söylenip, namaz kastedilmiştir.

Gece lâfzının başına min'nin gelmesi kısmilik bildirmek içindir. (Kurtubi)

Geceden de ona secde et gecenin bir kısmında onun için namaz kıl. Belki de bundan murat edilen akşam ve yatsı namazlarıdır. Minelleyli zarfının başa alınması gece namazındaki külfetten ve ihlâstan kaynaklanmaktadır. Ve gece onu uzun uzadıya tesbih et; gecenin uzun bir diliminde onun için teheccüt kıl demektir. (Beydavi)
İnsan Sûresi 27. Ayet

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَٓاءَهُمْ يَوْماً ثَق۪يلاً  ...


Şunlar (inanmayanlar) dünyayı tercih ediyorlar ve çetin bir günü arkalarına atıyorlar.

Yüce Allah burada, 24. âyette Hz. Peygamber’e, “Hiçbir günahkâra yahut nan­kö­re boyun eğme” diye verdiği tâlimatın gerekçelerini açıklamıştır. Çünkü o günahkâr ve nankörler dünyayı âhirete tercih ederek geçici zevkler peşinde koşarlar, dehşetli olaylarla dolu kıyamet gününe inanmaz, ona aldırış etmez ve o gün için yapılması gereken hazırlığı ihmal ederler. 28. âyette de insanları yoktan yaratıp güçlü kuvvetli bir varlık haline getiren kudretin, dilemesi halinde kendisine karşı nankörlük ve günahkârlıkta ısrar eden bu tür toplulukları yok edip yerlerine başkalarını getirebileceği vurgulanmış; bu suretle müminlere olup biten hiçbir şeyin ilâhî bilgi ve irade dışında olmadığı hatırlatılarak inançlarını pekiştirmeleri, morallerini yüksek tutmaları telkin edilmiştir. 

28. âyetin son cümlesi genellikle iki şekilde açıklanmıştır: a) “Dilediğimiz takdirde onların varlığına son verip, yerlerine bize saygıyla kulluk eden başka bir topluluk getiririz.” b) “Eğer istersek onların bedenlerini değiştirerek daha çirkin bir duruma getirebiliriz” (Şevkânî, V, 409). Müfessirler çoğunlukla birinci yorumu benimsemişlerdir. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 522-523

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ

Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş isim cümlesi faidei haber talebi kelamdır. İşaret  ismi hâulâi, inne’nin ismi olarak mahallen mansubtur. Yuhibbûne, inne’nin haberidir ve mahallen merfudur. El âcilete fiilin mefulüdür.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi burada müşarun ileyhi tahkir ifade eder. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi cümlenin hükmünü takviye ederek teceddüd anlamı katmıştır. Yani olay yenilenerek devam etmektedir. Hükmü takviye demek; hükmü te'kîd etmek ve hükmün gerçeğe mutâbık olduğunu ifâde etmek demektir. Muzari fiil de hayal gücünü harekete geçirerek muhatabı canlı tutar.

El âcilete dünya anlamında kevniyyet alakasıyla mecazı mürseldir. Kelimedeki tarif ahdi ilmidir.

 

وَيَذَرُونَ وَرَٓاءَهُمْ يَوْماً ثَق۪يلاً

Ayetin ikinci cümlesi öncesine vav’la atfedilmiştir. Bu cümlede, isim cümlesinden fiil cümlesine iltifat vardır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Müsnedin muzari fiille gelmesi olayın yenilenerek devam ettiğini vurgular. Mekan zarfı verâehum, yevmen’in mahzuf haline muteallıqtır. Yevmen meful, seqîlen onun sıfatıdır. Yevmen’deki tenvin nev ve tazim içindir.

Kıyamet gününün azabının şiddeti, ağır bir yük taşıyanın yaşadığı zorluğa benzetilerek,

istiare yoluyla etkili bir şekilde ifade edilmiştir.

O günün şiddet ve dehşetinden ötürü bu ağır’lık vasfı, "kendisini taşıyanı yoran ağır şey" manasında mecazi bir ifadedir. Bunun bir benzeri de, "O (kıyamet), göklerde de, yerde de ağır gelen bir şeydir" (A'raf, 187) ayetidir. (Fahrettin Razi)

Yuhıbbûnel âcilete ve yezerûne verâehum yevmen seqîlen (Çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da, önlerindeki çetin bir günü bırakıyorlar.) âyetinde güzel bir mukabele vardır. Yüce Allah sevme’ye mukabil terketme’yi; fânî’ye mukabil bakî olanı zikretmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
İnsan Sûresi 28. Ayet

نَحْنُ خَلَقْنَاهُمْ وَشَدَدْنَٓا اَسْرَهُمْۚ وَاِذَا شِئْنَا بَدَّلْـنَٓا اَمْثَالَهُمْ تَبْد۪يلاً  ...


Onları biz yarattık ve eklemlerini (birbirine) biz bağladık. Dilediğimizde (onları yok eder) yerlerine benzerlerini getiririz.

نَحْنُ خَلَقْنَاهُمْ وَشَدَدْنَٓا اَسْرَهُمْۚ

Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Nahnu mübteda, haleqnâhum haberdir. Müsnedin mazi fiil olması hükmü takviye ve hudus ifade eder ve zamanı vurgular. Şedednâ cümlesi haleqnâhum’a matuftur. Esrahum, şedednâ fiilinin mefulüdür.

 

وَاِذَا شِئْنَا بَدَّلْـنَٓا اَمْثَالَهُمْ تَبْد۪يلاً

Ayetin ikinci cümlesi atıfla gelmiştir. Şart üslubunda gayrı talebi, haber manalı, inşai isnadtır.

İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Muteallakı, şartın cevap cümlesidir. Mahallen mecrur olan şi’nâ fiiline muzaftır. 

Beddelna, cevap cümlesidir. Emsâlehum mefulu bih, tebdîlen mefulu mutlaktır. 

Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)

Beddelnâ - tebdilen kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Onları biz yarattık ve mafsallarını pekiştirdik, yani eklemlerini kirişlerle sağlamlaştırdık. Dilediğimiz zaman benzerlerini değiştirmekle değiştiririz, istediğimiz zaman onları helâk eder ve yaratılışta ve mafsallarının pekliğinde onlara benzeyenlerle değiştiririz. Bundan da ikinci oluşumu kastetmektedir. Bunun içindir ki, in yerine gerçeği gösteren izâ şart edâtı getirilmiştir. Ya da yerlerine itâat edenleri getiririz demektir. İza edâtı gerçek kudreti göstermek ve kuvvetli sebep (inkâr) olduğu içindir. (Beydavi)
İnsan Sûresi 29. Ayet

اِنَّ هٰذِه۪ تَذْكِرَةٌۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلاً  ...


İşte bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.

Bu sûrede anlatılanların insanlar için uyarıcı öğütler olduğu ifade buyurulmuş, bunlardan ders çıkarıp Allah’a giden yolu seçmek ise insanların hür iradelerine bırakılmış; böylece insanın din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğuna, bu bakımdan hiç kimsenin bu yollardan birini seçmesi için baskı altında tutulamayacağına işaret edilmiştir. Bununla birlikte başka yerlerde olduğu gibi burada da kulun irade, tercih ve kararından söz edilirken Allah’ın iradesinin mutlaklığı da hatırlatılmış; böylece kulların, rableri karşısında da hür ve bağımsız oldukları gibi hem din hem de mantık bakımından saçma olan bir fikre kapılmaları engellenmek istenmiştir. Çünkü kullara tercih ve karar kabiliyetini veren de Allah’tır, bunu her an yaratarak devam ettiren de Allah’tır. Âyette kulun dilemesinin Allah’a nisbet edilmesinin anlamı budur. Hem ilgili âyet ve hadislerin bütünü hem de akıl, bir inanç ve davranışa mecbur kılınmış insanın ondan sorumlu tutulmayacağı sonucunu vermektedir. İlk bakışta farklı bir hüküm ve sonuç ifade eden âyet ve hadislerin bu genel ilke çerçevesinde anlaşılması ve yorumlanması gerekir. Buna göre Allah kullara dileme, tercihte bulunup karar verme imkânını bahşetmiştir; insanın sorumluluğunun temeli de budur. Allah’ın rızasına göre hareket etmeyi tercih edenler O’nun rahmetine ve cennetine nâil olurlar, aksi yolu tutanlar ise cehenneme giderler. 

Son âyetteki “zalimler”den maksat inkârcılardır. Zulüm kavramı gerek burada gerekse başka birçok âyette, “doğru ve gerekli olandan sapmak; dolayısıyla yanlış, asılsız bir şeye inanmak, haksız bir iş yapmak” anlamında kullanılır ve genellikle inanç, ibadet ve ahlâkta hak yoldan sapmışlığı ifade eder. Sûrenin bütününde insanın yaratılışına değinildi; ona doğru ve yanlış yolun tanıtıldığı belirtildi; müminlerin ve inkârcıların davranış özelliklerinden söz edildi; amaç ise akıllı ve iyi niyetli insanın bütün bu aydınlatıcı açıklamalardan nasibini almasını sağlamaktır.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 523

اِنَّ هٰذِه۪ تَذْكِرَةٌۚ

İsti’naf cümlesidir. Fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilen cümle faidei haber talebi  kelamdır. Hâzihi inne’nin ismi, tezkiratün haberidir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması müşarun ileyhi en etkili şekilde temyiz ederek şeref kazandırmak içindir. 

Ayetteki işaret isminde istiare vardır. 

Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Gerçekten bu bir öğüttür ifadesinde geçen bu; sûreye veyahut geçen âyetlere işaret eder. (Beydavi)

 

فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلاً

Ayetin ikinci cümlesi şart üslubunda gayri talebi inşai isnadtır. Fe atıftır. Men cezmeden şart ismi, mübteda olarak mahallen merfudur. Şâe şart fiili, ittehaze cevap fiili olarak mahallen meczumdur. Şart ve cevap fiillerinden oluşan cümle mübtedanın haberi olarak mahallen merfudur. Car mecrur ilâ rabbihî, mahzuf hale müteallıqtır. Sebîlen, ittehaze fiilinin mefulüdür. Kelimedeki tenvin tazim ve nev ifade eder.

Rabbihi izafeti muzafun ileyhin şanı içindir.

Kim dilerse, Rabbine bir yol edinir, yani itâat ederek ona yaklaşır. (Beydavi)

İnsan Sûresi 30. Ayet

وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماًۗ  ...


Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ

Vav atıf, nafiyedir. Menfi fiil cümlesinde illa hasr harfi, en masdar harfidir. ve illa ile oluşan kasır, fiil ve masdarı müevvel arasındadır. “Sizin dilemeniz” maksur, “Allah’ın dilemesi” maksurun aleyhtir. Cümle faidei haber talebi kelamdır. Ayette mütekellim Allah Tealadır. Dolayısıyla ismi celalde tecrit sanatı vardır.

Şâe - teşâûne fiillerinde, gaib zamirden muhatap zamirine iltifat vardır. Ayrıca bu kelimeler arasında iştiqaq cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

 

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماًۗ 

Ta’lil olarak fasılla gelmiş bu cümle inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olmuştur. 

Mütekellimin Allah teala olması dolayısıyla, İnne’nin ismi olan lafzı celalde tecrit sanatı vardır. İnne’nin haberi, kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Müstetir zamir kâne’nin ismi, alîmen ise haberidir. Hakîmen ikinci haberdir. 

İnne’nin haberinin, kane’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmesi, hükmü takviye ve hudus ifade eder. Kâne, haberin, ismin mahiyetinden bir cüz olduğuna işaret eder.

Bütün celal ve kemal sıfatları toplayan Allah lafzının ayette tekrarı, O’nun azâmet ve kudretini ifâde etmenin yanı sıra, telezzüz ve teberrük içindir. Bu tekrarda cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

En kapsamlı isim olan lafzı celalden sonra alîm ve hakîm sıfatlarının gelmesi, bu surenin Allah teala’nın ilminden ve hikmetinden manalar taşıdığına işaret eder.

Allah Teala kendi vasıflarını kane ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden, hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden kane bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani  Allah c.c. ezelde alîm ve hakîm olduğu gibi gelecekte de alîm ve hakîmdir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. 

Ragıb el İsfehani kane’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41 Vecih Uzunoğlu)

Surenin bu ayeti sözün sonuna işaret eden etkili bir ayettir. Kelamın bittiğine işaret etmek beraatül inteha sanatıdır.

İnsan Sûresi 31. Ayet

يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِم۪ينَ اَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً  ...


O, dilediği kimseyi rahmetine sokar. Zalimlere ise elem dolu bir azap hazırlamıştır.

يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ

Beyani isti’naf veya lafzı celalden hal olan ayet, fasılla gelmiştir. Meçhul bina edilmiş muzari fiil sigasında, faidei haber, ibtidai kelamdır. Müşterek ismi mevsul men, mefulu bih olarak mahallen mansubtur. Yeşau, mevsulün her zaman arkasından gelen sılasıdır. Car mecrur fî rahmetihi, yudhilu fiiline muteallıqtır.

Fî rahmetihi ibaresindeki harfte istiarei tebeiyye vardır. Fi harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla rahmet içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir.

Burada fi harfi kendi mânâsında kullanılmamıştır. Çünkü rahmet hakîkî mânâda zarfiyyeye, yâni içine girilmeye müsâit değildir. Ancak Allah’ın rahmetinin sonsuzluğunu ve kuşatıcılığını ifâde etmek üzere bu harf kullanılmıştır.

 

وَالظَّالِم۪ينَ اَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً 

Vav atıftır. Cümle maqabline matuftur. Ezzâlimîne mahzuf fiilin mefulü olarak mansubtur. Takdiri ev’ade (Tehdit etti) olabilir. Eadde lehum...cümlesi tefsiriyyedir. Lehum fiile muteallıqtır. Azâben meful, elîmen onun sıfatıdır.

Ezzâlimîne’deki tarif hakiki istiğrak ifade eder. Azâben’in nekira gelişi ise tahkir ve nev içindir.

Dilediğini rahmetine sokar, yani hidâyet etmek ve taâta muvaffak kılmakla. Zâlimler için ise acıklı bir azâp hazırlamıştır. Ezzâlimine, eadde lâfzının tefsir ettiği bir fiille mensûbtur. Meselâ ev'ade (Tehdit etti) gibi, bu da ma’tûf ile ma’tûfun aleyh cümlelerinin mutabık olması içindir (o zaman ikisi de fiil cümlesi olur). Mübteda olarak ref ile vezzâlimune olarak da okunmuştur. (Beydavi)

Bedî‘î terim olarak hüsnü’l-hâtime, hatibin sözlerini en güzel şekilde sona erdirmesidir..” Çünkü bunlar, kulaklarda kalan en son sözlerdir. Bu yüzden belâgatçının kelâmını olgun, tatlı, kuvvetli ve akıcı bir şekilde sona erdirmesi ve bunun yanı sıra sözün sona erdiğini dinleyiciye veya okuyucuya hissettirmesi gerekir. Bu sebeple hüsnü’l-hâtime’nin en güzelinin, dinleyiciye sözün sona erdiğini bildiren ve onda sözün devamına dair hiçbir merak bırakmayanı olduğu kabul edilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın)

Kur’an’ı Kerimdeki bütün ayetlerin sonu, hüsnül hatime sanatının en güzel örneklerini teşkil etmektedir.

Mürselât Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 50 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMürselât”kelimesinden almıştır. Mürselât, gönderilenler demektir. Sûredebaşlıca, kıyametin, hesap ve azabın gerçekleşeceği, Allah’ın kudreti vegünahkârların akıbeti konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada yetmiş yedinci, iniş sırasına göre otuz üçüncü sûredir. Hümeze sûresinden sonra, Kaf sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 48. âyetinin Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (Şevkânî, V, 411; İbn Âşûr, XXIX, 418).
Sûrede ağırlıklı olarak Allah’ın varlığı, birliği, kudreti, melekler, kıyamet, öldükten sonra dirilme, âhiret hayatı ve orada müminler için hazırlanmış olan nimetler, suçlulara verilecek cezalar ve gayb âlemi gibi itikadî konular canlı ve eğitici bir üslûp içinde ele alınmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mürselât Sûresi 1. Ayet

وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفاًۙ  ...


1-7. Ayetler Meal  :   
Ard arda gönderilenlere, kasırga gibi esenlere, hakkıyla yayanlara, hakkıyla ayıranlara, özür ya da uyarı olmak üzere öğüt bırakanlara andolsun ki, uyarıldığınız (Kıyamet) mutlaka gerçekleşecektir.

İlk üç âyette üzerlerine yemin edilerek muhatapların dikkatleri çekilen şeyler bazı tefsircilere göre rüzgâr, fırtına, bulut gibi tabiat olaylarıdır (bk. Zâriyât 51/1-4). Diğer tefsircilere göre ise daha sonraki üç âyette olduğu gibi bunlarla da Cebrâil, melekler, vahiy ve kitap kastedilmiştir.

Melekler vahyi getirirken rüzgârlar gibi esmişler, yeryüzünde Allah’ın dinini yaymışlar, getirdikleri vahiy sayesinde inkârcılık ve cehalet yüzünden ölü hale gelen ruhlar dirilmiş, hak ile bâtıl birbirinden ayrılmış, insanların tövbe edip arınmaları sağlanmıştır (Zemahşerî, IV, 202; bilgi için bk. Râzî, XXX, 264-268; İbn Âşûr, XXIX, 419-423; Ateş, X, 264-266).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 526

Kelâma en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alâkalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına işâret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedi İlmi)

Ayet ibtidaiyyedir. Vav kasem harfidir. Ayette icaz-ı hazif vardır. Car mecrurun müteallaqı olan kasem fiili mahzuftur. Takdiri aqsemu’dur. Cümle kasem üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. 

Şayet urfen’in anlamı nedir?” dersen şöyle derim: At yelesindeki kıllar gibi birbiri peşi sıra gönderilenlere… demektir; câû ‘urfen vâhiden (Tek sıra hâlinde geldiler.) denir; yine, insanlar birinin başına toplandıklarında hum ‘aleyhi ke-‘urfi’d-dab‘i (Koltukaltı kılları gibi yığıldılar adamın üzerine!) denir. “Yadırganan, kötü görülen”in zıttı olan ma‘rûf anlamına da gelir.

Mansûb olması mef‘ûlün leh olması sebebiyledir; iyilik ve ikram için gönderildiler demektir. İlk anlama göre mansūb olması ise hâl olduğu içindir. Ağırlaştırılarak ‘urufen şeklinde de okunmuştur. Tıpkı nukur okunduğu gibi. Şayet elmürselâti (gönderilenler) azap melekleri olarak [da] tefsir edilmişti. Bu durumda, nasıl iyilik için gönderilmiş olurlar?” dersen şöyle derim: Bu, kâfirler açısından iyilik olmasa bile, Allah’ın onları kendileri adına cezalandırdığı peygamberler ve müminler için iyiliktir. (Keşşaf)
Mürselât Sûresi 2. Ayet

فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفاًۙ  ...


Ayet fe ile önceki ayete atfedilmiştir. Asfan mefulu mutlaktır. Âsifâti ismi fail kalıbında cemi müennes salim bir kelimedir.

Âsifâti - asfen kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

Mürselât Sûresi 3. Ayet

وَالنَّاشِرَاتِ نَشْراًۙ  ...


Vav kasem harfidir. Veya vav atıftır. Elâsifâti’ye atfedilmiştir. Ayette icaz-ı hazif vardır. Car mecrurun müteallaqı olan kasem fiili mahzuftur. Takdiri aqsemu’dur. Cümle kasem üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır.

Ennâşirâti - neşren kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Mürselât Sûresi 4. Ayet

فَالْفَارِقَاتِ فَرْقاًۙ  ...


Fe atıftır. Elfâriqâti, ennâşirâti’ye atfedilmiştir. Ferqan mefulu mutlaktır.

Fâriqâti - ferqan kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Felâsifâti asfen - vennâşirâti neşren - felfâriqâti ferqan (Şiddetle eserek savur­up atanlara, yaydıkça yayanlara, iyice ayıranlara..) âyetleri ile benzeri âyetlerde, daha ziyade açıklamak ve sözü desteklemek için mastar zikre­dilerek vurgu yapılmıştır. (Safvetü’t tefâsir)

Mürselât Sûresi 5. Ayet

فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْراًۙ  ...


Fe atıftır. Elmülqıyâti, elfâriqâti’ye atfedilmiştir. Zikran mefulun bihtir.

Elmülqıyâti, sülasisi leqıye olan fiilin if’al babında ismi faildir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

Tefsirciler bu beş âyetin tefsirinde, büyük görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Bazıları bu âyetlerin hepsini rüzgârlar; bazıları da hepsini melekler diye yorumlamış, bazı âlimler ise, bir kısmını melekler, bir kısmını da rüzgârlar diye yorumlayarak tafsilata girmişlerdir. İbn Cerîr ise, bu konuda bir şey dememiştir. Biz, İbn Kesîr'in kabul ettiği ve İbn Cüzeyy'in tercih ettiği görüşü benimsedik. İbn Cüzeyy şöyle diyor: Elmürselâti velâsifâti ta açık olan, bunların rüzgârlar mânâsına gelmesidir. Çünkü rüzgârın şiddetle esen diye nitelenmesi hakikattir. Ennâişirâti felfâriqâti kelimelerinde açık olan, bunların melekler olmasıdır. Çünkü bunlardan sonra zikredilen felmülqıyâti zikran (öğüt telkin edenler) sözünden maksat meleklerdir. Hiç kimse bunların rüzgârlar olduğunu söylememiştir. Bunun içindir ki Yüce Allah, aynı cinsten olanları birbi­rine fe harfi ile atfederek velmürselâti felâsifâti buyurmuş, sonra bunların cinsinden olmayanları vav ile atfederek vennâşirâti  buyurmuştur. Sonra bu cinsten olanı da fe ile atfetmiştir. Bu, güzel bir görüştür. (Safvetü’t Tefâsir)
Mürselât Sûresi 6. Ayet

عُذْراً اَوْ نُذْراًۙ  ...


Uzren mefulun lieclihtir. Veya zikran’dan bedeldir. Ev harfi atıftır. Nüzren, uzren’e matuftur.

Uzren - nüzren kelimeleri arasında tıbak-ı hafiyy vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Uzren ev nüzren iki mastardır; biri azere'nin mastarıdır ki, kötülüğü mahvetmektir, ötekisi de enzerenin mastarıdır ki, korkutmak manasınadır ya da iki çoğuldur, azîr'in çoğuludur ki, mazeret (Özür dilemek) manasınadır ve nezîr'in çoğuludur ki, inzar (korkutmak) manasınadır yahut âzir ile münzir manasına çoğuldurlar. Mansûb oluşları da ilk iki itibara göre (mastar ve mastar manasına cemi oluşları) illiyet bildirmek için mef’ûlün leh olaraktır, yani Allah'tan özür dileyenlerin günahlarını silmek ve bâtıla sapanları da uyarmak için demektir. (Beydavi)

Mürselât Sûresi 7. Ayet

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌۜ  ...


Kıyametin kopması sırasında meydana gelecek kozmik çöküşü (meselâ bk. İbrâhim 14/18; Tâhâ 20/105; Müzzemmil 73/14) özetleyen açıklamaların ardından 11-13. âyetler, Allah Teâlâ’nın peygamberlerle ümmetleri arasında dünyada yaşanmış olan olumlu veya olumsuz ilişki hakkındaki nihaî sorgu, yargı ve kararını vereceği zamanı ifade eder ki bu zaman da kıyamet ve âhiret günüdür. Nitekim başka bir âyette de Allah’ın o gün peygamberleri toplayıp onların tebliğ ve davetlerine insanların nasıl cevap verdiklerinin sorulacağı haber verilmiştir (Mâide 5/109). İşte “ayırım günü”nden maksat bu sorgu ve yargı günü yani peygamberlerle onları yalancılıkla itham edenlerin arasında hükmün verileceği ve hak ile bâtılın ayırt edileceği kıyametin kopmasıyla başlayacak olan âhiret günüdür. 14. âyetteki soru cümlesi, o günün, Allah bildirmedikçe hiç kimsenin mahiyetini bilemeyeceği, tasavvur edemeyeceği olağanüstülüklere sahne olacağını ima eder. 15. âyet ise kıyamet ve âhireti yalan sayanların başlarına gelecek olan felâketin büyüklüğüne dikkat çekiyor. Bu ifade kalıbı sûrede on defa geçmekte olup her defasında izlediği âyetlerle ilgili özel bir anlam içerir. İnkârcılar, yalan saydıkları her ilâhî bildirim sebebiyle ayrı ayrı cezalandırılacakları için bunlar hakkında aynı ifade kalıbı tekrar edilmiştir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 526-527

Fasılla gelen ayet kasemin cevabıdır. İnne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş faidei haber inkari kelamdır. ismi mevsulu inne’nin ismi olarak mahallen mansubtur. Sılası tûadûne cümlesidir. Sıla cümlesinde mevsule ait olması gereken aid zamir mahzuftur. Takdiri innellezî tûadûnehû şeklindedir. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.

Tûadûne, fiile dikkat çekmek kastıyla meçhul bina edilmiştir. İnne’nin haberi, lam’ın dahil olduğu vâqıa’dır.
Mürselât Sûresi 8. Ayet

فَاِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْۙ  ...


Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman,

Fe isti’nafiyyedir. Cümle şart üslubunda talebi inşai isnadtır. İza, şart manası taşıyan, cümleye muzaf olan zaman zarfıdır. Ennucûmu, muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Ennucûmu, mahzuf fiilin naibu failidir. Takdiri ğâbet (Battı) şeklindedir.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri fasale beynel halâıqı ev bânel emru (Mahlukatın arası ayrıldı ve iş ortaya çıktı) şeklindedir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. 

Tumiset cümlesi tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

Tumiset fiili meçhul bina edilerek olaya dikkat çekilmiştir.

Tumiset (silindi, azaltıldı) demektir. Nuru giderildi, kendisi de noksanlaştırıldı şeklinde de anlam verilmiştir. Bu yıldızlar saçıldığında [İnfitār 82/2] ve yıldızlar döküldüğünde [Tekvîr 81/2] âyetlerine de uygundur. Nurları azaltılıp ışıklarının az bir şekilde etrafa dağıtılmaları da mümkündür. (Keşşaf)

Mürselât Sûresi 9. Ayet

وَاِذَا السَّمَٓاءُ فُرِجَتْۙ  ...


Gök yarıldığı zaman,

Vav atıftır. Cümle şart üslubunda talebi inşai isnadtır. İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Essemâu cer mahalinde, muzafun ileyhtir. Essemâu, mahzuf fiilin naibu failidir. Takdiri teşeqqaqat (paramparça oldu) şeklindedir.

Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)

Furicet cümlesi tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.
Mürselât Sûresi 10. Ayet

وَاِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْۙ  ...


Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman,

Vav atıftır. Cümle şart üslubunda talebi inşai isnadtır. İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Elcibâlu cer mahalinde, muzafun ileyhtir. Elcibâlu, mahzuf fiilin naibu failidir. Takdiri tefettetet (paramparça oldu) şeklindedir. 

Nusifet cümlesi tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.
Mürselât Sûresi 11. Ayet

وَاِذَا الرُّسُلُ اُقِّتَتْۜ  ...


Peygamberler için (ümmetlerine şahitlik etmek üzere) vakit belirlendiği zaman (kıyamet gerçekleşir).

Vav atıftır. Cümle şart üslubunda talebi inşai isnadtır. İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Errusulu cer mahalinde, muzafun ileyhtir. Errusulu, mahzuf fiilin naibu failidir. Takdiri ictemeat (Toplandı) şeklindedir.

Uqqıtet cümlesi tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri vaqaa mâ tûadûne (Size vaad olunan gerçekleşti) şeklindedir. Veya hakikatteki fiil yuqâlu lieyyi yevmin üccilet (Hangi günde acele edildi denildi) şeklindedir.

Mürselât Sûresi 12. Ayet

لِاَيِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْۜ  ...


(Bu) hangi güne ertelenmiştir?

Car mecrur lieyyi, üccilet fiiline müteallıqtır. Yevmin muzafun ileyhtir. Mukadder mequlul qavl cümlesidir. Üccilet mukadder mequlul qavl cümlesidir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. 

Tevkît vakitten geldiği gibi, te’cîl de ecelden gelir. Hangi güne ertelendi (bütün bunlar)? ifadesi (yani yevm’in nekire getirilmiş olması) o günün vahametini belirtip, şaşılacak bir dehşete sahip olduğunu ifade etmek içindir. Ayrım gününe! ifadesi bu işlerin ertelendiği günü açıklamaktadır; yani mahlûkat arasında nihaî hükmün verileceği gün. Doğru olan; vukkıtetin anlamının; (bekleyip durduğu mîkāta -yani kıyamet gününe- ulaştırıldı) şeklinde olmasıdır. Üccilet ise tehir edildi demektir. (Keşşaf)

Mürselât Sûresi 13. Ayet

لِيَوْمِ الْفَصْلِۚ  ...


Hüküm ve ayırım gününe.

Car mecrur liyevmi, mahzuf fiiline müteallıqtır. Takdiri üccilet liyevmilfasli (Fasıl gününe ertelendi) şeklindedir. Veya eyyi’den bedeldir.
Mürselât Sûresi 14. Ayet

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِۜ  ...


Hüküm ve ayırım gününü sen ne bileceksin.

Vav isti’nafiyyedir. Mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Edrâke fiili haber olarak mahallen merfudur. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

Mâ yevmül fasli cümlesi edrâke fiilinin iki mefulu yerindedir. Mahallen mansubtur. İkinci mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Yevmü, mâ’nın haberidir. Elfasli, muzafun ileyhtir.

Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim  ifade eder.

Lieyyi yevmin üccilet, liyevmil fasli ve mâ edrâke mâ yevmülfsli (Hangi güne bırakıl­mıştır? Ayırım gününe. Ayırım gününün ne olduğunu sen nerden bilecek­sin?) âyetlerinde, durumun korkunçluk ve dehşetini daha çok anlatmak için zamir yerine açık isim söylenmiş ve söz, soru üslûbu ile ifade edilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)

Mürselât Sûresi 15. Ayet

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ  ...


O gün vay yalanlayanların hâline!

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Veylun mübtedadır. Zaman zarfı yevme, veylun’e veya veylun’un mahzuf sıfatına müteallıqtır. Yevme’nin muzaf olduğu izin’deki tenvin, mahzuf muzafun ileyhten ivazdır. Faidei haber ibtidai kelamdır.

Car mecrur lil mükezzibîne, mahzuf habere müteallıqtır. Mükezzibîne, sülasisi kezebe olan fiilin tef’il babının ismi failidir.

Cümle haber formunda geldiği halde beddua manası taşıdığı için muktezayı zahirin hilafına durum oluşmuştur. Lüzumiyet alakasıyla mecazı mürsel mürekkeptir. 

Müsnedin ileyh olan veylun kelimesinin nekra gelmesi tahkir ifade etmiştir. 

Veylün cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azab manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekira gelmesine cevaz vardır.

Veyl, kafirlere aittir. Çünkü veyl, şiddet ifâde eden bir kelimedir. Zira, vav, yâ ve lâm harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifâde eder. (Fahrettin Razi)

Bu âyet birebir tekrarlansa bile bağlamları farklıdır ve takip ettikleri ayetin içeriğini yeniden düşünmeye sevk ederler. Zemahşerî’nin deyimiyle, “İnkârcılara tekrîr ile yapılan uyarılar, birbiri ardınca kafalarına balyoz gibi iner”. (Keşşaf)

Mürselât Sûresi 16. Ayet

اَلَمْ نُهْلِكِ الْاَوَّل۪ينَۜ  ...


Biz öncekileri helâk etmedik mi?

Buradaki soru, âyetlerin ilk muhatabı olan Mekke müşriklerinin, Allah’a isyanları yüzünden helâk edilen Âd, Semûd vb. kavimlerin kötü âkıbetlerinden az çok haberdar olduklarını gösterir. Buna rağmen kendileri de peygamberi yalancılıkla itham edip ona isyanda ısrar ederlerse öncekiler gibi cezalandırılacakları hatırlatılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’e isyanda direnen müşrikler Bedir Savaşı’yla başlayan kesin bir yok oluş sürecinden geçirilerek cezalandırılmışlardır (bk. Râzî, XXX, 272); âhiretteki cezaları da ayrıca verilecektir. 18. âyette “suçlular” diye çevirdiğimiz mücrimîn kelimesi Kur’an’da genellikle müşrikleri ifade eden bir terim olarak kullanılmıştır. Âyetin bağlamından kelimenin burada da aynı anlamda kullanıldığı anlaşılmakta; bu âyette hangi dönemde olursa olsun bütün “mücrimler”in, müşriklerin, inkârcı ve isyankârların aynı şekilde cezalandırılmalarının, yüce Allah’ın bir yasası olduğu hatırlatılmaktadır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 527

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır.

İnşa üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle inkâri ve takrir kastı taşıdığından terkib mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Hemze takriri manada istifham harfi, lem muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

Meful olan elevvelîne, ye ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır.

Elevvelîne’deki elif lam takısı ahd içindir.

Hemze menfi cümlenin başına geldiğinde tenbih, tezekkür ve taaccüp manalarını verir. Bu manalarda sakındarma (tahzir) manası da olabilir. Bu ayette olduğu gibi. (Suyûtî, İtkân fi Ulumi’l-Kur’ân) 

Mürselât Sûresi 17. Ayet

ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْاٰخِر۪ينَ  ...


Sonra arkadan gelenleri de onların peşine takacağız.

Sümme bu ayette isti’nafiyyedir. Veya tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Meful olan elâhirîne, ye ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır.

Elevvelîne - elâhirîne kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. 

Sümme nütbiuhum (Sonra onların peşine takarız!) ifadesi, başlangıç cümlesi olarak merfû‘ olup Mekkelileri tehdit etmekte; “Bunların daha sonra gelen benzerlerine de öncekilere yaptığımızı yapacağız! Onları da öncekilerin girdiği yola sokacağız; çünkü öncekiler gibi bunlar da yalanlıyor!” demek istemektedir. (Keşşaf)
Mürselât Sûresi 18. Ayet

كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ  ...


Biz suçlulara işte böyle yaparız.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Ke, misli manasında mahzuf masdara müteallıqtır. Takdiri mislü zâlikel fi’lu nefalu (Bu fiilin benzerini yaparız) şeklindedir. Veya mahzuf mefulu mutlakın sıfatına müteallıqtır. İsmi işaret zâ, muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Lam uzaklık, ke ise hitab içindir.

Kezalike kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem ke hem de za işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Duhan Suresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/28)

Car mecrur bilmücrimîne, nefalu fiiline müteallıqtır. Elmücrimîne, if’al babının ismi failidir.

(Mücrimlere) yani cürüm işleyen herkese böyle, işbu ağır fiil gibi yaparız! Bunu, cürmün âkıbet ve kötü tesirinden sakındırmak ve uyarmak için söylemektedir. (Keşşaf)

Sâmerrâî, dilde ihtiyaç doğrultusunda tekide başvurulduğunu, tekide ihtiyaç yoksa sözün tekidsiz söylendiğini belirtmektedir. Aynı şekilde Kur'ânî anlatımda da sözün, bazen tekidsiz bazen de bir veya birkaç tekidle geldiğini ifade etmektedir. Örneğin Mürselât sûresindeki kezâlike nefalu bil mücrimîne (َİşte böyle yaparız biz (inkârcı) suçluları!) âyeti tekidsiz gelirken, Sâffât Sûresindeki innâ kezâlike nefalu bil mücrimîne (Biz muhakkak ki, günaha batmış suçlulara işte böyle yaparız) (Sâffât, 37/34) âyeti ise inne ile tekidli gelmiştir. Dolayısıyla bağlam, Mürselât sûresinde tekidi gerektirmezken Sâffât sûresinde azap ilgili olduğu için tekidi gerekli kılmıştır. (Sâmerrâî, Min Esrâri’l-Beyâni’l-Kur‟ânî, s. 78)

Mürselât Sûresi 19. Ayet

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ  ...


O gün vay yalanlayanların hâline!

O gün Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanların vay haline! Bu âyet, daha önce geçen aynı anlamdaki âyetin tekrarı değildir. Çünkü önceki ahiret azabı ile ilgili idi. Bu ise dünya azabı ile ilgilidir.

Bürhânü'l-Kur'an adındaki eserde şöyle denilmektedir: Bu anlama gelen âyet, bu sûrede on defa tekrarlanmıştır. Çünkü her biri, öncekinin aynı olmayan başka başka âyetlerden sonra zikredilmiştir. Dolayısıyla bu, hoş olmayan bir tekrar değildir. Eğer tekrarlanmasaydı, o zaman kimileri için tehdit bulunurken, kimileri için bulunmayacaktı.

Bu sûredeki aynı âyetin tekrarının, Arapların âdeti üzere bir tekrar ve uzatma olduğu da söylenmiştir. Çünkü teşvik ve sakındırma konularında istenileni elde etmekte sözü uzatmak, kısa tutmaktan daha iyidir. Zira açıktır ki her bir fert kendi içinde, tekrarın bir etkisini bulur. (Ruhul Beyan)

Sayfadan Gönüle Düşenler
Tembelliği sürdürmek kolaydır ama bedeni ve zihni yıpratır. Gözle görüleni ya da hayal edileni elde etmek için çalışmak kolaydır ama her zaman doğru seçim değildir. Nefsin dünyaya bağlanmış güçlü yönlerini beslemek, kalbin halini güzelleştirmekten keyiflidir ama kontrol altına alınmayan her nefsani hevesin sonu zarardır.

Allah’a taat üzere yaşayan bilinçli her kul bilir ki; Allah’ın emirleri, Kur’an-ı Kerim’de övülen ameller ve Rasulullah (sav)’in sünneti: nefis ile mücadeleyi kolaylaştırır. Allah yolunda yürüyen ve mahşer gününün dehşetinden korkan kulun meşgul olduğu ameller, onu Allah’a yaklaştırır. Böylece kalp güçlenir, nefis ise olgunlaşır.

Gece namazına kalkan; uykusunu böler. Beş vakit namazını kılan; o an ne iş yapıyor olursa olsun, Allah rızası için dünya hayatını durdurur. Oruç tutanın yiyecekle, infak edenin ise malla olan bağı dengelenir. Harama sırtını dönen; dünyevi heveslere dur der. Her ibadet, kul ile dünya arasında bir sınır çizer.

Böylece; Allah yolunda yürürken, dünyadan ihtiyacı olanı alır ve onlara kalbiyle bağlanmadan faydalanır. Dünyalıklara köle olmak değil, Allah’ın rızası için yaşadığını hatırlar ve hatırlatır. Nefsine köle olanların savunduğu gibi zayıf ve kötü olmadığını farkeder ve Allah’ın kendisine bahşettiği değerin kıymetini bilir.

Eninde sonunda tükenen ve unutulan, hayatlara ve dünyalıklara bakar ve hamdeder. Onlara benzemekten Allah’a sığınır ve onlardan uzaklaşır. Allah katındaki değerini korumak ve derecesini yükseltmek için elinden geleni yapar. Nefsiyle mücadelesinde ve salih bir kul olma çabasında; Allah’a rahmeti ve yardımı için dua eder.

Ey Allahım! Halimizi; Sana itaatten ve ibadetten alıkoyan nefsani zayıflıklardan muhafaza buyur. Kalbimizi; rızana ulaştıracak amellerin muhabbetiyle ve sıddıklardan olmak için ihtiyacımız olan faziletlerle doldur. Nefsimizin; dünyalıklara olan hevesini dengele ve onu katından gelen rahmet rüzgarları ile sakinleştir.

Ey Allahım! Şüphesiz ki; bizim için en iyisinin ne olduğunu bilen Sensin. Bütün nefsani ve şeytani vesveselerden Sana sığınır ve yardımını dileriz. Yaşamımızı, ölümümüzü ve dirilişimizi; hayırlı ve mubarek kıl. 

Amin.