6 Kasım 2023
Necm Sûresi 27-44 (526. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Necm Sûresi 27. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى  ...


Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar.

Riyazus Salihin, 1577 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.”
“Başkalarının gizli kapaklı hallerini ve ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın,yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın size emrettigi gibi kardeş olun.”
(Buhârî, Vasâyâ 8, Nikâh 45, Ferâiz 2, Edeb 57, 58; Müslim, Birr 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 56)

İsti’naf cümlesidir. Fasılla gelmiştir. İnne ve lam’la tekid edilmiş cümle faidei haber inkari kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezine, inne’nin ismidir. Nasb mahallindedir. Müsnedün ileyhin ismi mevsulle marife olması bu kişilere tahkir ifade eder. Lâ yu’minûne, mevsulün irabdan mahalli olmayan sılasıdır. Mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

İnne’nin haberinin fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar

Haber cümlesine dahil olan lam, tekid ifade eden lamul muzhalakadır.

Tesmiyete, mefulu mutlak olarak mansubtur.

El melâikete ve el unsâ’daki harfi tarif ahdi ilmi, el âhirati’deki ahdi sarihidir. 

Yusemmûne - tesmiyete kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Âmene fiili güvendi demektir bi harfiyle kullanıldığında iman etti manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.

Melekler’den her birini dişi olarak adlandırmakta; çünkü onlar melekler Allah’ın kızlarıdır derken onlardan her birini kız diye isimlendirmiş olmaktadır. İşte dişi diye isimlendirmeleri budur. (Keşşaf)
Necm Sûresi 28. Ayet

وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ  ...


Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.

  Aleme علم :

  İlim عِلمٌ bir şeyi hakikatiyle idrak etmektir. Bu iki şekilde olur: 1- Bir şeyin zâtını/kendisini idrak etmek. 2- Bir şeyle ilgili kendisinde mevcut olan başka bir şeyin, kendisinde mevcut olduğuna hükmetmek ya da kendisinde olmayan bir şeyin kendisinde olmadığına hükmetmek. Birinci durumda عَلِمَ fiili bir fiille müteaddi/geçişli olurken ikinci durumda iki mefulle müteaddi/geçişli olur.

  Başka bir açıdan da ilim iki kısma ayrılır: Nazari ve amelî. Nazari ilim: Bilindiği zaman kişinin kendisiyle kemale erdiği ilim/bilgidir. Âlemdeki varlıkları bilmek gibi. Ameli ilim: Yerine getirilmediği sürece tamamlanmayan ilim/bilgidir. İbadetlerle ilgili ilim gibi.

  Diğer bir açıdan da ilim ikiye ayrılır: Akli ve sem'i (vahye dayalı) ilim.

  أعْلَمَ ve عَلَّمَ fiilleri temelde aynıdır. Fakat i'lâm إعْلامٌ-أعْلَمَ formu süratli bir şekilde haber verme yoluyla gerçekleşen bilgi anlamında kullanılırken ta'lim تَعْلِيمٌ-عَلَّمَ sözcüğü özellikle öğrenenin nefsinde, aklında etkisi oluşuncaya kadar defalarca tekrarlanan bilgi anlamındadır.

  Bazı alimler şöyle demişlerdir: Tâlim تَعْلِيمٌ manaları/kavramları tasavvur etmek için nefsi uyandırmaktır; تَعَلُّمٌ  ise nefsin manaları/kavramları tasavvur etmek için uyanmasıdır. Kimi zaman tekrarlama manası bulunduğunda i'lâm إعْلامٌ anlamında da kullanılır. Örneğin Hucurat, 49/16 ayetinde olduğu gibi.

  Allah'ın sıfatı olan Âlim عالِمٌ kendisine hiçbir şey gizli kalmayan demektir ki bununla sadece Allah nitelendirilebilir.

  Aleme gelince عَلَمٌ bir şeyin kendisiyle bilindiği işarettir. Çoğulu أعْلامٌ şeklinde gelir.

 Âleme (عالَمٌ) ise bir felekle onun içerdiği cevher ve arazların adıdır. Yani kendisiyle bilgi sahibi olunan şeyin adıdır. Bir alet gibi olması sebebiyle kelime bu sigada oluşturulmuştur. Âlem kendisini yaratana delalet noktasında bir alettir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda toplam 854 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri âlim, ilim, ulum, ulemâ, muallim, allâme, âlem, alamet, mâlum, mâlumat, tâlim, i'lâm ve ilmi(hal)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ

Vav haliye, nafiyedir. Cümlede takdim tehir ve icazı hazif sanatları vardır. Lehum, mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Car mecrur bihi, ilmin kelimesinin mahzuf haline muteallıqtır. 

İlmin, lafzen mecrur mahallen ref olarak haberdir. Zaid olan min harfi tekid ifade eder. Cümle faidei haber, talebi kelamdır.

“Bu hususta” yani söylediklerine ilişkin “hiçbir bilgileri” -Übeyy b. Kâ‘b’ın kıraatinde [bi-hî yerine] bi-hâ şeklindedir; yani meleklere veya adlandırmaya dair bilgileri- (yok.) (Keşşaf)

 

اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ

Beyani isti’naf olarak fasılla gelen cümle menfi fiil cümlesidir. Nefiy harfi in ve istisna harfi illa ile meydana gelen kasrın tekidiyle cümle faidei haber talebi kelamdır. Kasır fiil ve meful arasındadır.

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması câizdir. Yâni, fâil tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Tâbi olma fiili zanna (yâni, bu mef'ûllere) tahsis edilmiştir. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da câizdir. Yâni, bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Onlar , zanna tabîi olmaya tahsis edilmiş olurlar. (Kuran Işığında Belagat dersleri Meani İlmi)

Ezzanne mefuldür. Kelimedeki tarif, ahdi harici ilmidir.

Bu cümle 23. ayetteki cümlenin tekrarıdır. Bu tekrarda itnab, tekrir ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Yettebiûne fiili iftiâl babındadır. Sülasisi tebea’dır. Bu bab fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar.

 

وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ

İnne ile tekid edilmiş hal cümlesi vav’la gelmiştir. Zanne, inne’nin ismidir, haberi olumsuz fiil cümlesi olarak gelmiştir. 

nafiyedir. Minel haqqı, yuğni fiiline muteallıktır. Şey’en mefuldür. Bu kelimedeki tenvin kıllet ifade eder ve hiç bir şey anlamına gelir. Olumsuz siyakta gelen nekra, umuma dalalet eder.

Nefî harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması hâlinde bu terkîb; hükmü takviye ifâde eder. Ancak bâzı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifâde edebilir. (Kuran Işığında Belagat dersleri Meani İlmi)

Faidei haber inkari kelamdır.

El haqq kelimesindeki tarif, ahdi harici ilmidir.

Ayetteki, hak kelimesiyle, Allahü teâlâ'nın kastedilmiş olduğunun söylenilmesi de muhtemel olup, bunun mânâsı, zan, Allah'tan yana hiçbir şey ifâde etmez şeklinde olup, bu da, "İlahî vasıflar zanlarla elde edilip, ortaya konulamaz" demektir. Bunun delili, ... Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. (Hac/6) âyetidir. (Fahrettin Razi)

Ayette önemine binaen tekrarlanan zanne’de itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Necm Sûresi 29. Ayet

فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ  ...


Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.

Riyazus Salihin, 835 Nolu Hadis
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu duaları yapmadan önce bir meclisten kalktığı pek az olurdu:
“Allahım! Bize, günahla aramıza engel olacak kadar korkundan hisse ver. Bizi, cennetine ulaştıracak kadar tâatini nasib eyle. Dünya musîbetlerini hafifletecek güçlü iman ver. Allahım! Bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizden faydalandır; ölümümüze kadar da onları devamlı kıl. Bize zulmedenlerden öcümüzü sen al. Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et. Bizi dinimizde musîbete uğratma. Dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz, ilmimizin sonu kılma. Bize acımayanları üzerimize musallat etme.”
(Tirmizî, Daavât 80)

فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا

Fe, mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi icazı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Müşterek ismi mevsul men, cer mahallinde olup, an harfi ile birlikte a’rid fiiline muteallıqtır. Tevellâ an zikrinâ sılasıdır. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. Zikrina izafetinde azamet zamirine muzaf olması zikr için tazim ve teşrif ifade eder.

Zikrinâ kelimesi hususunda da şu izahlar yapılmıştır: 

a) Kur'ân'dan;

b) Naklî ve aklî delillerden, 

c) Allah'ı anmaktan. (Fahrettin Razi)

وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ 

Ayetin son cümlesi menfi sigada fiil cümlesidir. Vav’la sıla cümlesine atfedilmiştir. Lem nefiy harfi, illa istisna harfidir. Bu iki harfin oluşturduğu kasır fiille mefulü arasındadır. Onların dünya hayatından başka bir istekleri olmadığı kasır üslubuyla tekid edilmiştir. Faidei haber talebi kelamdır.

A’rid - tevellâ kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Necm Sûresi 30. Ayet

ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى  ...


İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.

ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ 

İtiraziyye cümlesi olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri itnab babındandır. 

İsmi işaret zâlike ref mahallinde mübtedadır. Minel ilmi, haber olan mebleğuhum’a muteallıqtır. Faidei haber ibtidai kelamdır. Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olmasıyla istiare oluşmuş ve işaret edilen vurgulanmıştır. Bu işaret tahkir içerir.  

Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Kuran Işığında Belagat dersleri Beyan İlmi)

El ilmi’deki tarif, ahdi ilmidir.

 

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪

Ayetin ikinci cümlesi inne ile tekid edilmiş ve fasılla gelmiştir. Rabbeke mübtedadır. Huve a’lemu cümlesi mübtedanın haberi olup ref mahallindedir. Müsnedin mazi fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve hudus ifade etmektedir. 

Müşterek ismi mevsul men, mecrur mahalde bi harfi ceriyle birlikte a’lemu fiiline muteallıqtır. Sılası dalle fiilidir. Car mecrur olan an sebîlihi’nin muteallaqı dalle’dir.

Sebilihi, Allah’ın dini anlamında mecazı mürseldir. Sebil yol demektir. Din manasında kullanılmıştır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

Allah Teala’ya ait zamire muzaf olması sebil için tazim ve teşrif ifade eder. Rabbeke izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrit sanatı vardır.

 

وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى

Öncesine matuf olan ayetin son cümlesi müsnedi fiil cümlesi formunda gelen isim cümlesidir. Müsnedin mazi fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve hudus ifade etmektedir. Mecrur mahaldeki ismi mevsul, bi harfiyle birlikte a’lemu fiiline muteallıktır. Sılası ihtedâ’dır.

Dalle (saptı) - ihtedâ ( doğru yolu buldu) kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.

Huve a’lemu bimen dalle an sebîlihi cümlesiyle huve a’lemu bimen ihtedâ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

A’lemu - men - bi -huve kelimelerinin tekrarında itnab, cinas, a’lemu - el ilmi kelimeleri arasında iştikak cinası, farklı kişileri belirten men’ler arasında tam cinas ve bütün bu kelime grupları arasında  reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Men - min kelimeleri arasında cinası muharref sanatı vardır.

Necm Sûresi 31. Ayet

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ  ...


Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.

Önceki âyetlerde Resûlullah’tan, gerçekleri bilmek, anlamak istemeyen ve yapılan uyarılara sırt çeviren kişilere aldırış etmemesi ve onlardan yüz çevirmesi istenmiş; herkesin taşıdığı niyeti, kimin doğruya ve kimin sapkınlığa yöneldiğini Cenâb-ı Allah’ın çok iyi bildiği hatırlatılmıştı. Burada da, göklerin ve yerin egemenliği kendisine ait olan Allah tarafından imtihan amacıyla bu farklı tercihlere müsaade edildiğine imada bulunulmakta; ama bunun sonsuza kadar böyle gitmeyeceği, bir gün O’nun herkese kendi yaptığının karşılığını mutlaka tattıracağı haber verilmektedir. Âyette kötülük yapanların, bunun cezasını görecekleri belirtildiği halde iyilik yapanların yaptıklarından daha güzeliyle ödüllendirileceklerinin bildirilmesi, yüce Allah’ın haksızlık etmesinin ve hak edilenden fazla ceza vermesinin asla düşünülemeyeceğini, O’nun kötülere adaletiyle, iyilere ise ihsanıyla muamele edeceğini, bu sonunculara hak ettiklerinden fazlasını vereceğini göstermektedir (Râzî, XXIX, 6). 

“Sonunda O, kötülük yapanlara işlediklerinin cezasını verecek, iyilik yapanları, ufak tefek kusurlar hariç, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanları ise daha güzeliyle ödüllendirecektir” diye çevrilen cümle, 29. âyete bağlanarak “Dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir, çünkü O, ... ödüllendirecektir” veya 30. âyetle irtibatlandırılarak, “Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir; nitekim O, ... ödüllendirecektir” şeklinde de yorumlanmıştır (Râzî, XXIX, 5-6).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 171-172

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ 

 Vav isti’nafiyedir. Ayette takdim tehir ve icazı hazif vardır. Lillâhi, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ismi mevsul , ref mahallinde muahhar mübtedadır. Fis semâvâti mevsulün mahzuf sılasına muteallıqtır.

Göklerde ve yerde olan herşey Allah'ındır cümlesi ifade arasında gelmiş bir itiraz (ara cümlesi)dir. Anlamı şudur: Şüphesiz senin Rabbin kendi yolundan sapanı da en iyi bilendir, hidayet bulanı da en iyi bilendir... cezalandırması... mükâfatlandırması için (bu böyledir). (Kurtubi)

Es semâvâti - el ardi, kelimeleri arasında tıbakı icab ve muraatün nazir sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir.  لِلّٰهِ  maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  maksur/sıfattır. 

Faide-i haber inkârî kelamdır.

 

لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ

Yecziye fiiline dahil olan lam, lamul ta’lildir. Muzari fiilin önüne gelerek onu gizli en’le nasbedip, manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir. En ve masdarı müevvel cer mahallinde li harfiyle birlikte takdiri meleke olan mahzuf fiile muteallıqtır.

Cemi müzekker has ismi mevsul ellezine, nasb mahallinde mefuldur. Sılası esâû cümlesidir. Müşterek ismi mevsul , cer mahalinde bi harfiyle birlikte yecziye fiiline muteallıktır. 

İkinci yecziye cümlesi ilkine matuftur. Meful olan ikinci ellezîne’nin sılası ahsenû cümlesidir. 

Mevsullerde tevcih sanatı vardır. Ayette mütekellimin Allah Teala olması sebbebiyle lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

Liyecziye ellezîne esâu bimâ amilû (Allah'ın, kötülük edenleri yaptıkları ile ce­zalandırması için) ile yecziye ellezîne ehsenû bilhusnâ  (iyi iş yapanları da daha güzeli ile mükafatlandırması için) arasında mukabele vardır. Bu âyette aynı zamanda yecziye fiili tekrar edilerek ıtnâb yapılmıştır. Bunların her ikisi de güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)

İsmi mevsuller ve yecziye fiilinin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Ahsenû - el husnâ kelimeleri arasında ise cinası iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Yaptıklarıyla, işledikleri kötülüklerinin cezasıyla. Daha güzeliyle, en güzel mükâfatla ki o da cennettir. Ya da, “İşledikleri kötülükler sebebiyle ve güzel davranışlar vesilesiyle [onlara uygun karşılığı vereceğiz.]” anlamındadır. (Keşşaf)

Hak teâlâ'nın kötülük yapanlar hakkında, yaptıklarına mukabil deyip de, iyi hareket edenler hakkında, daha güzeliyle deyişinde söyle bir incelik vardır: Çünkü kötülük yapanın cezası azaptır. Böylece Cenâb-ı Hak, zulmedeceği vehmini defetmeye dikkat çekmek için, "Herkes ancak günahından ötürü, günahına göre ceza görür" demek istemiştir. Daha güzel mükafaatta ise, "yaptıklarına mukabil" dememiştir. Çünkü mükafaat eğer bir iyiliğe mukabil olmazsa, son derece güzel bir şey olur. Bunu,  "güzel ameller" diye tefsir ettiğimizde, ortaya şöyle diğer bir incelik daha çıkar: Onların amelleri hakkında bir eşitlikten bahsedilmemiştir. Cenâb-ı Hak, muhsinlerin amelleri hususunda, kendisinin keremine ve müsamahasına işaret etmek için, "el-hüsna" (en güzel) ifadesini kullanmıştır. Çünkü O, iki isimden (kelimeden) en güzel olanını zikretmiştir. Çünkü "hüsnâ" mevsûfun yerini tutan bir sıfattır. Dolayısıyla Hak teâlâ sanki, "el-a'mâlü'l-hüsnâ" (en güzel ameller) demiş olur ve bu durumda ifade, "Allah onların amellerinin en güzelini alır ve onlar tarafından yapılan her iyi şeyin mükafaatını, bu en güzelin mükafaatına göre verir." demiş olur. Fahrettin Razi)

Necm Sûresi 32. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟  ...


Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.

Ödüllendirilmeyi hak edenlerin temel bir niteliğine daha dikkat çekilmektedir. Buna göre Allah katında makbul insan olma sadece iyilik severlikle tanımlanamaz; onlar ayrıca büyük günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınan, kısaca ahlâkî duyarlılığı gelişmiş ve eylemlerine yansımış müminlerdir. “Ufak tefek kusurlar” diye çevrilen lemem kelimesi kapsamına giren fiiller için tefsirlerde, haram olan öpme, dokunma, bakma gibi örnekler verilmiştir. Ayrıca kelimenin sözlük anlamına ve bu konudaki bazı rivayetlere dayanılarak “lemem” şu mânalarla da açıklanmıştır: a) Kişinin aklından geçirdiği fakat eyleme dönüştürmediği kötülükler, b) Yapmaya başlamışken pişmanlık duyup vazgeçtiği kötülükler, c) Müslüman olmadan önce işlediği şirk ve diğer günahlar, 

d) Dünyada cezayı âhirette de azabı hak ettirmeyecek derecedeki günahlar (Taberî, XXVII, 65-69; günah çeşitleri ve büyük günah hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/31; “çirkin işler” diye çevrilen ve fâhişe kelimesinin çoğulu olan fevâhiş, “hayasızlıklar, kötülükler” şeklinde de tercüme edilebilir, bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/135; En‘âm 6/151).

Âyetin “sizi topraktan yarattığı zamanki halinizi” anlamı verilen kısmı “sizi yeryüzünde yarattığında; atanız Âdem’i, insan cinsini, ilk insan hücreciğini yarattığı esnada; insanın oluşumundaki, yani annenin yumurtası ile babanın sperminin meydana gelmesindeki temel gıdayı topraktan yarattığı sırada” mânalarıyla da açıklanmıştır. Âyetin devamında kişinin anne karnındaki devresinden söz edilmesi, bu ifadelerle Allah Teâlâ’nın, insanları kendilerinin dahi bilemedikleri, hatırlayamadıkları dönemleriyle bildiğine dikkat çekmenin amaçlandığını göstermektedir. Günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınma çabası göstermenin önemine ve yüce Allah’ın bağışlamasındaki enginliğe değinildikten hemen sonra yaratılış kanununa değinilmesi, insanın Allah’ın ilmi ve kudreti karşısındaki aczini iyi kavraması, kendisinin günahsız olabileceği gibi bir yanılgıya ve benlik iddiasına asla kapılmaması için yapılmış bir uyarı anlamı taşır. Nihayet “Kimin günahtan sakındığını en iyi bilen O’dur” anlamına gelen bir cümleyle her bir fert hakkındaki bilginin Allah katında mevcut olduğu, kimsenin ecrinin zayi olmayacağı, dolayısıyla insanların kendi iyiliklerini başka insanlara onaylatma ihtiyaçlarının bulunmadığı veya bu iyiliklerin değerini bulması için kendilerini anlatmaları, övmeleri gerekmediği hatırlatılmış olmaktadır (bu konuya ışık tutan bir olay ve Hz. Peygamber’in bir değerlendirmesi için bk. Ahkaf 46/9). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 172-173
Riyazus Salihin, 1626 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
"Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır."
(Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43)

Sahâbilerden biri yeni doğan kızına “ İyi kadın “ anlamına gelen Berre adını vermişti. Peygamber Efendimiz “Kendinizi temize çıkarmayın; Allah sizin iyi olanlarınızı pek âlâ bilir” buyurdu ve çocuğa Zeynep adının verilmesini tavsiye etti. 
( Müslim, Âdâb 17-19; Ebû Dâvud, Edeb 62; Tirmizi, Edeb 26).

Riyazus Salihin, 1793 Nolu Hadis
Ebû Bekre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bir adamdan bahsedilmiş ve orada bulunan bir kişi o adamı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın" buyurdu ve bu sözünü defalarca tekrarladı. Sonra da:
"Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir, desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah'tır ve Allah'a karşı hiç kimse kesin olarak temize çıkarılamaz" buyurdu.
(Buhârî, Şehâdât 16, Edeb 54; Müslim, Zühd 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 9; İbni Mâce, Edeb 36)

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ 

 Ellezîne önceki ayetteki ellezîne ahsenû’dan bedel veya atfı beyandır. Yectenibûne mevsulün irabtan mahalli olmayan sılasıdır. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. Vel fevâhişe, kebâir’e matuftur. İlla istisna edatı, el lememe müstesnadır. 

Kebâirel ismi izafeti az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur. El ismi, el fevâhişe ve el lememe kelimelerindeki tarif cins için istiğrak ifade eder.

El ismi, el fevâhişe kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Sülasisi cenebe olan yectenibûne fiili iftiâl babındadır. Bu bab fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar.

Denilmiştir ki kebâir; sahibinin alacağı mükâfata göre cezası da çok ağır olan günahlardır. Fevâhişe ise, büyük günahların yüz kızartıcı olanlarıdır. Âyette sanki “özellikle de yüz kızartıcı olanlarından…” denilmiştir. Kebâirel ismi (büyük günahlar) ifadesi kebîra’l-ismi (günahın büyüğü) şeklinde de okunmuştur; yani ‘büyük’ günah nev‘inden. Ancak “günahın büyüğü” derken Allah’a şirk koşmanın kastedildiği de söylenmiştir. El lememe, ise az ve ufak olanlar demektir. 

 

اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ 

Ayetin ikinci cümlesi, el lememe’nin istisnası için ta’lil cümlesi olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Rabbeke inne’nin ismi, vâsiul mağfirati haberidir.

Ayette mütekellim Allah teala’dır. Dolayısıyla rab isminde tecrit sanatı vardır.

Vâsiul mağfirati ifadesiyle rab isminin bir araya gelişi, teşabuhel etraf sanatıdır. Rab isminin Hz. Peygambere ait zamire muzaf olması Peygamberin şanı içindir.

Müsned izafetle marife gelerek faydayı çoğaltmış, daha kâmil bir hâle getirmiştir.

Şüphesiz senin Rabbinin mağfireti geniştir. Çünkü  büyüklerden kaçınma şartı ile küçükleri bağışlar ya da küçük veya büyük dilediği günahı bağışlar demektir. Belki de bunun için arkasından kötülük edenlerin tehdidini ve iyilik edenlerin mükâfatını getirmiştir ki, büyük günah işleyen Allah'ın rahmetinden ümit kesmesin ve azâp etmek Allah'ın üzerine haktır diye düşünmesin. (Beydavi)

 

هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ

Ta’lil cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Huve mübteda, a’lemu haberdir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Müsnedin mazi fiil olarak gelişi hükmü takviye ve hudus ifade eder. Car mecrur bikum, a’lemu’ya muteallıqtır. Enşâekum fiiline muzaf olan iz zaman zarfı da a’lemu’ya muteallıqtır. Enşâekum muzafun ileyh olup, mahallen mecrurdur. Minel ardi’nin muteallaqıdır.

Ayetteki ikinci zaman zarfı iz, birinciye vav’la atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşan entum ecinnetun cümlesi muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Car mecrur fî butuni, ecinnetun’un mahzuf sıfatına muteallıqtır.

 

فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ

 Fe rabıtadır. Mahzuf şart cümlesinin cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi nehiy üslubunda talebi inşai isnadtır.

Sülasisi zekuve olan tuzekkû fiili tef’îl babındadır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın, ameliniz temiz ve hayrınız fazla diye kendinizi övmeyin ya da masiyet ve rezaletlere bulaşmamakla böbürlenmeyin. (Beydavi)

 

هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟

Ayetin son cümlesi, ta’lil cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Huve mübteda, a’lemu haberdir. Haberin mazi fiil olması hükmü takviye ve hudus ifade etmektedir. Müşterek ismi mevsul men, mecrur mahalde bi harfiyle birlikte a’lemu fiiline muteallıqtır. İtteqâ mevsulün irabtan mahalli olmayan ve her zaman arkasından gelen sılasıdır. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

A’lemu - huve - iz kelimelerinin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Necm Sûresi 33. Ayet

اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ  ...


33-34. Ayetler Meal  :   
Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü?

Tefsirlerde bu âyetlerin bazı müşriklerin dönek ve tutarsız tutumlarını gösteren olaylarla ilgili olduğuna dair rivayetlere yer verilmekle beraber bunların sağlam haberler olmadığı anlaşılmaktadır; ayrıca olayların kurgusunda Kur’an’ın ilkelerine göre izahı kolay olmayan unsurlar bulunmaktadır. 34. âyetteki “kesen” diye tercüme edilen ekdâ kelimesi “sertleşme, katılaşma” mânasında aşırı cimriliği belirten kinâyeli bir anlatım olup bununla –bazan merhamete gelse de– dünya ve mal tutkusundan kurtulamayan, katı ve dayatmacı bir tavırla hasisliğini sürdürenler eleştirilmektedir (rivayetler için bk. Taberî, XXVII, 70-71; rivayetler ve eleştirileri için bk. Ateş, IX, 129-131) . 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 175

Ayet fasılla gelmiştir. Hemze istifham, fe isti’naf harfidir. Cümle istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Müzekker müfret has ismi mevsul ellezî, raeyte fiilinin mefulu olup nasb mahallindedir. Tevellâ mevsulün sıla cümlesidir. İrabdan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takriri manada olduğu için mecazı mürsel mürekkeptir.

Necm Sûresi 34. Ayet

وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى  ...


Önceki ayetin devamıdır. Vav’la sıla cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesidir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Ekdâ, a’tâ’ya matuftur.

A’tâ - ekdâ kelimeleri arasında tıbakı hafiy vardır.

Sülasisi ثtâ olan a’tâ ve sülasisi kedâ olan ekdâ fiilleri if’âl babındadırlar. Qalîlen’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla cümlede tecahülü arif sanatı vardır.

Az verip elini sıkı tutanı, yani vermeyi durduranı, bu da ekdel hâfiru deyiminden gelir ki, kuyu kazanın sert kayaya rastlamakla kazı işini bırakmasıdır. Çoğunluk bunun Velid bin Muğire hakkında indiği görüşündedir. (Beydavi)

Necm Sûresi 35. Ayet

اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى  ...


Gayb’ın ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor?

İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Hemze inkari istifham harfidir. Cümlede takdim-tehir ve icazı hazif sanatları vardır. Mekan zarfı inde mahzuf mukaddem habere mutellıqtır. İlmul ğaybi haberdir. Müsnedün ileyh az lafızla çok anlam ifade etmek için izafet terkibiyle gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil son cümle huve yerâ, fe ile makabline atfedilmiştir.

El gaybe - ilme kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.

Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla cümlede tecahülü arif sanatı vardır.

Necm Sûresi 36. Ayet

اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ  ...


36-37. Ayetler Meal  :   
Yoksa, Mûsâ’nın ve Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?

Önceki âyetlerde eleştirilen tavır vesilesiyle, o sırada muhatap­ların hakkında en fazla bilgiye sahip oldukları peygamberlerden Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya indirilen vahiylerin özüne değinilmektedir. Bu âyetlerin ilk kısmında (38-42. âyetlerde) hatırlatılan ilkeler ve bilgiler –konuya ilişkin başka naslar da dikkate alınarak– şöyle açıklanabilir: 

a) Sorumluluk: Kur’an’da değişik vesilelerle belirtildiği üzere, suçların ve cezaların şahsîliği esastır; –istese de– kimse başkasının günahını yüklenemez. b) Kesp: Herkes bütün sırlarını ve inceliklerini bilemeyeceğimiz bir sınav düzeni içinde iradî seçimler yapmak durumundadır. c) Hesap verme: Dünya hayatında iradî seçimle yaptığı her iş mahşer günü insanın önüne konacak, iyilik ve kötülükleri görülecek, bu konuda tamamen âdil bir yargılama yapılacaktır. d) Karşılık verme: Sözü edilen yargılamanın sonunda herkese yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir. e) Nihaî takdir: Yapılanların karşılığı verilirken kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmayacağı kesin olmakla beraber, ilâhî lutuf ve bağışlama hususu Allah’ın mutlak iradesine bağlıdır; bu konuda mümine düşen, ümitvar olmak, ama buna güvenerek gevşeklik göstermemektir.

39-40. âyetler dürüstlükle çalışıp çabalamanın, alın teriyle kazanmanın Allah nezdindeki değerine de işaret etmektedir.

43-49. âyetlerde insanın hayat-ölüm çizgisi içinde cereyan eden her oluşun ve genelde evrende olup biten her şeyin Allah Teâlâ’nın irade ve kudretine bağlı bulunduğunu gösteren örnekler verilmekte; 50-54. âyetlerde de inkârcılıkları sebebiyle helâk edilen bazı eski toplumların başına gelenler hatırlatılmaktadır. 47. âyette geçen ve “öteki yaratma” diye tercüme edilen “en-neş’etü’l-uhrâ” tamlaması genellikle “öldükten sonra diriltme” mânasıyla açıklanmıştır. Râzî, önceki âyetlerde insanın yaratılışından söz edilmesini ve başka bazı delilleri dikkate alarak bu tamlamayla, cenine ruhun üflenmesine işaret edilmiş olabileceği kanaatine ulaştığını belirtir (XXIX, 21). 48. âyet “Zengin eden de O’dur, yoksul kılan da” şeklinde de anlaşılmıştır (Şevkânî, V, 135). 

49. âyette geçen Şi‘râ, bazı Arap kabilelerinin şans kaynağı saydıkları, bahtlarını kendisine bağladıkları ve bu sebeple taptıkları en parlak yıl­dız olarak anlaşılmıştır. Batı dillerinde yazılan meâl ve tefsirlerde, Şi‘râ karşılığında genellikle “Sirius” kelimesinin kullanılması da bu anlamdan hareketle yapılmış bir çeviridir (meselâ bk. Arthur J. Arberry, The Koran, s. 552; Hamidullah, Le Saint Coran, s. 528). Sirius, dilimizde Akyıldız veya Şuarayıyemânî olarak bilinen ve Büyükköpek takım yıldızı içinde yer alan en parlak yıldızın adıdır. Öyle anlaşılıyor ki, âyette Allah’ın Şi‘râ’nın da rabbi olduğu belirtilerek, bir tür şirk olan ve yukarıda değinilen telakkilerin temelden yıkılması hedeflenmektedir. 

53. âyette geçen “altı üstüne getirilmiş şehirler” genellikle, Lût kavmi ve oturdukları yerler şeklinde açıklanmıştır; fakat benzer felâketlere uğratılarak ilâhî cezaya çarptırılmış bütün toplumların kastedilmiş olması da muhtemeldir (Râzî, XXIX, 24).

Em, bel ve hemze manasında munkatı’dır. Cümle istifham üslubunda talebi inşai isnad olmasına rağmen inkari manada olduğu için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teala'dır.

Lem muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren nefiy harfidir. Müşterek ismi mevsul , bi harfiyle mecrur mahalde yunebbi’ fiiline muteallıqtır. Fî suhufi mûsâ, mevsulün mahzuf sılasına muteallıqtır. Sılanın hazfi icazı hazif sanatıdır. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Necm Sûresi 37. Ayet

وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ  ...


Ayet önceki ayetin devamı olarak gelmiştir. İbrahîme, vav’la mûsâ’ya matuftur. Cer alameti fethadır. Çünkü acemi alemdir.

Müfret müzekker has ismi mevsul ellezî, cer mahallinde ibrahîme’nin sıfatıdır. İsmi mevsulün sılası veffâ’dır. İrabtan mahalli olmayan sıla cümlesi, müphem yapıda olan mevsulü takip eder. Mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Veffâ fiili, vefâ ve veffâ şeklinde şeddeli ve şeddesiz okunmuştur. Şeddeli okuyuş, [“verdiği sözü ve üstlendiği görevi yerine getiren” anlamındaki] şeddesizin pekiştirilmiş hâlidir. Veya “görevini eksiksiz yaptı, fazlasıyla yerine getirdi” anlamındadır. Tıpkı fetemmehunne (“Onları hakkıyla yerine getirmişti [ İbrâhim].” [Bakara 2/124]) âyetinde olduğu gibi. Vefâ fiilinin mutlak, yani mef‘ûlsüz kullanılması, yerine getirilmesi gereken ve bağlı kalınması gereken ne varsa hepsini yerine getirdiğini ve bağlı kaldığını ifade etmek içindir. (Keşşaf)
Necm Sûresi 38. Ayet

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ  ...


Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.

Elâ, enne’den hafifletilmiş en ve nefiy harfi lâ’nın bir araya gelmiş halidir. Muhaffefe enne’nin ismi olan şan zamiri mahzuftur. Teziru cümlesi, ref mahallinde haberidir. Vâziratun fiilin faili, vizra ise mefulüdür. Uhrâ, muzafun ileyh olup, cer alameti ye’ye takdir edilmiş kesradır.

En ve masdarı müevvel, 36. ayetteki ’dan bedel olarak cer mahallindedir. Veya takdiri huve olan mahzuf mübteda için ref mahallinde haberdir. Masdarı müevvelin gizli bir sorunun cevap cümlesi olarak mansub mahalde olmasına da cevaz vardır.

Teziru - vâziratun - vizra kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Bu ifâdenin başındaki en şeddeli olan enne'den şeddesiz hale getirilmiş en olup, buna göre Cenâb-ı Hak adetâ, "Dikkat, hiçbir kimse, başkasının günah yükünü yüklenmeyecektir.." demek istemiştir. Şeddeliyi şeddesiz hale getirmek, bazan gerekli olur, bazan da olmaz. Bazan caiz olur, bazan da caiz olmaz. O halde, gerekli olması, kendisinden sonra bir fiilin gelmesi veyahutta, bir fiilin başına bir harfin gelmiş olması halinde söz konusudur ki, burada enne'yi şeddesiz hale getirmek gerekli olur. Çünkü bu harf hem lafzan hem de mana bakımından fiile benzemektedir. Halbuki, fiilin, bir başka fiilin başına getirilmesi mümkün değildir. Böylece bu harf, fiile benzerlikten çıkarılıp, fiile tahsis edilmiş bir harf şekline sokulmuştur. Böylece de fiile bir yakınlık arzetmiş, onun başına gelmiştir. (Fahrettin Razi)
Necm Sûresi 39. Ayet

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ  ...


İnsan için ancak çalıştığı vardır.

Riyazus Salihin, 951 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.”
(Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8)

Riyazus Salihin, 176 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”  
(Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6;Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14)

Vav atıf, en, muhaffefe enne’dir. En ve masdarı müevvel, ref, nasb veya cer mahallinde olarak önceki en’e matuftur. Leyse’nin dahil olduğu cümle muhaffefe enne’nin haberi olup, mahallen merfudur. En’in  ismi mahzuftur.

Ayette icazı hazif ve takdim tehir sanatı vardır. Lil insâni, leyse’nin mahzuf mukaddem haberine muteallık olup mahallen mansubtur. İllâ istisna edatı burada hasr içindir. müşterek ismi mevsul ref mahallinde leyse’nin ismidir. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

Leyse ve illa ile oluşan kasır, leyse’nin haberi ve ismi arasındadır. Kasırla tekid edilen bu haber konumundaki cümle, faidei haber talebi kelamdır.

El insâne’deki tarif, hakiki istiğrak ifade eder.

İllâ mâ seâ ifadesi, illâ sa‘yehû (yani “ancak kendi çalışmasının karşılığı”) demektir. Şayet “Ölünün yerine sadaka verilebileceği, hac yapılabileceği ve kişinin yaptığının bazen kat kat sevapla karşılanacağı sahih rivâyetlerde yer almıyor mu?” dersen şöyle derim: dersen şöyle derim: Buna iki şekilde cevap verilebilir: 

1) Başkasının çalışması kişiye ancak kendi çabasından dolayı fayda verdiğine göre -ki bu şahsî çaba salih bir mümin olmasıdır- başkasının çabası sanki bizzat kendi çabası olmaktadır; çünkü kendi çabasına bağlıdır ve onunla kaimdir. Amellerin kat kat sevapla karşılanması da böyledir. 

2) Başkası o işi sırf kendisi için yapmışsa başkasına fayda vermez. Fakat o hayırlı işiyle o kişiyi kastetmişse bu, dinin hükmüne göre o kişinin yerine geçen naibi ve vekili gibidir. (Keşşaf)

Ayet ile ya, sâlih amellere verilecek mükâfaatın, yahut da her türlü amelin açıklaması kastedilmiştir. Deriz ki: Meşhur olan, bunun her amelin mükâfaatının açıklaması sadedinde gelmesidir. Çünkü hayır (iyi amel), mükâfaatla karşılık görür, kötü amel ise cezalandırılır. Ama görünen odur ki ayetin bu ifâdesi, iyi amellerin mükâfaatını beyan etmek için gelmiştir. Bunun delili ise, lil insâni ifâdesinin başındaki lam (İçin) edatıdır. Çünkü, lam, faydalı şeyin gelip kişiyi bulduğunu, alâ (edatı) ise, zararlı şeyin gelip insanı bulduğunu anlatmak için kullanılır. Nitekim faydalı ve zararlı şeyler hakkında, "Bu onun lehinedir, şu onun aleyhinedir; onun lehine şehadet eden, yahut aleyhine şehâdet eder" dersin. (Fahrettin Razi)

Necm Sûresi 40. Ayet

وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ  ...


Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir.

Ayet öncesine vav’la atfedilmiştir. Enne ve sevfe ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkari kelamdır. Sa’yehu, enne’nin ismi, sevfe yurâ cümlesi enne’nin haberidir. Sevfe istikbal harfidir, gelecek zamana işaret eder. Âlimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaad veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde te’kid (vurgu) olurlar.

Onun çabası gösterilir ifadesindeki sa’yehu ibaresi hem olumlu çalışma hem de olumsuz çalışma manası taşımaktadır. Bu tevcih sanatıdır.

Seâ - sa’yehu kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Necm Sûresi 41. Ayet

ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ  ...


Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.

Ayet, önceki ayete atıf harfi sümme’yle atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. Yuczâ fiili meçhul bina edilerek mefule dikkat çekilmiştir. El cezâu, mefulu mutlaktır. El evfâ onun sıfatıdır. Sıfatlar itnab babındandır.

Yuczâhu - el cezâe kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Sonra ona eksiksiz ödenir. Sonra kula çabasının karşılığı tastamam verilir. “Allah ona amelinin karşılığını gerçekten verdi!” denilir. Âyette ‘alâ harf-i ceri atılmış, fiilin etkisi direkt mef‘ûle yansıtılmıştır. Zamirin cezâya gönderilmesi ve bu ifadenin, ardından gelen el cezâel evfâ (eksiksiz karşılık) ile açıklanmış olması da mümkündür. (Keşşaf)
Necm Sûresi 42. Ayet

وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ  ...


Şüphesiz en son varış Rabbinedir.

Vav atıftır. Enne ile tekid edilen ayette icazı hazif ve takdim tehir sanatı vardır. Car mecrur ilâ rabbike, enne’nin mahzuf mukaddem haberine muteallıqtır. El muntehâ, enne’nin muahhar ismidir.

Enne ve masdarı müevvel, ellâ teziru vâziratun... cümlesindeki masdarı müevvele (38.ayete) matuftur. 

Rabbike izafeti, muzafun ileyhe tazim ve teşrif içindir. Ayette mütekellim Allah Teala olduğu için Rab isminde tecrit sanatı vardır. 

Müsnedin takdimi, isnadın Allah tealaya olması karinesiyle kasır ifade eder. Dönülecek olanın sadece Allah Teala olduğu kasır üslubuyla tekid edilmiştir. Maksur, el muntehâ, maksurun aleyh ilâ rabbike’dir. Kasrı mevsuf alessıfattır. 

Cümle iki tekid unsuruyla faidei haber inkari kelamdır.

El muntehâ “nihai dönüş” anlamında mim’li mastardır; yani mahlûkat O’nun huzuruna varacak ve O’na dönecektir. (Keşşaf)

Müntehâ’nın başındaki lâm-ı ta'rîf ahd (belirlilik) içindir. Çünkü Hazret-i Peygamber hep, "Sizin varışınız Allah'adır" derdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Şüphesiz ki en son gidiş (mentehâ) Rabbinedir buyurdu. Böylece va'dedilen husus, Kur'ân'da ve hadiste ifadesini bulmuş olur. İkinci izaha göre, bu lâm-ı ta'rif, umumîlik için olup, "Her sonlu Rabbine varıp dayanır. Çünkü başlangıç O'dur" demektir. Bu izaha göre, diyoruz ki: Allah, idrak edebilecek varlıkların idrâklerinin son bulduğu noktadır. Çünkü insan önce, görünen şeyleri idrâk eder, algılar. Daha sonra da tefekkürünü derinleştirir ve gide gide Allah'a varır. İşte orada durmak mecburiyetinde kalır. (Fahrettin Razi)

Necm Sûresi 43. Ayet

وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ  ...


Şüphesiz O, güldürür ve ağlatır.

Vav atıf, enne, masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olarak manasını masdara çevirir ve tekid ifade eder. Enne ve masdarı müevvel, ellâ teziru vâziratun... cümlesindeki masdarı müevvele (38.ayete) matuftur.

Hu, enne’nin ismi, mahallen mansubtur. Huve, fasıl zamiridir. Fasıl zamiri kasır ifade eder. Müsned, müsnedin ileyhe tahsis edilmiş olur. 

Ref mahallindeki edhake cümlesi enne’nin haberidir.  Enne’nin haberinin mazi fiil oluşu, hükmü takviye ve hudus ifade eder. Bu fiilin huve ile başlayan isim cümlesinin haberi olduğu görüşü de vardır. Bu durumda innenin haberi isim cümlesi şeklinde gelmiştir. Müsnedin isim cümlesi formunda gelmesi, subut ifade eder.

Ebkâ cümlesi, edhake’ye matuftur.

Cümle birden fazla tekid unsuruyla pekiştirilmiştir. Yani güldürmek ve ağlatmak sadece Allah Teâlâ'ya mahsustur. Gülme ve ağlama kuvvelerini yaratan odur. Bu konuda onun hiçbir ortağı yoktur.

Burada, güldüren ve ağlatan fiillerinin mef'ulleri zikredilmemiştir. Çünkü bu iki kelime, güç yetirilen şeyi ortaya koymak için değil, Allah'ın kudretini anlatmak için getirilmişlerdir. Dolayısıyla mef'ûle gerek yoktur. Nitekim birisi "alıp-vermek falancanın elindedir. O isterse verir, isterse vermez" der ve verilip-verilmeyecek şeyi bildirmeyi kasdetmez. (Fahrettin Razi)

Edhake  (güldürdü) - ebkâ (ağlattı) kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. 

Necm Sûresi 44. Ayet

وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ  ...


Şüphesiz O, öldürür ve diriltir.

Ayet öncesine vav’la atfedilmiştir. Enne ile tekid edilen cümle faidei haber inkari kelamdır. Enne ve masdarı müevvel, 38. ayetteki ellâ teziru vâziratun... cümlesindeki masdarı müevvele matuftur.  Hu, enne’nin ismidir. Huve  fasıl zamiridir. Fasıl zamiri kasır ifade eder. Müsned, müsnedin ileyhe tahsis edilmiş olur. 

Emâte, enne’nin haberidir. Enne’nin haberinin mazi fiil oluşu, hükmü takviye, hudus ifade eder. 

Bu fiilin huve ile başlayan isim cümlesinin haberi olduğu görüşü de vardır. Bu durumda enne’nin haberi isim cümlesi şeklinde gelmiştir. Müsnedin isim cümlesi formunda gelmesi, subut ifade eder.

Kasır ve takviye manasını ifade etmek için zamirin önünde tekid harfi enne vardır, sonra da fasıl zamiri huve gelmiştir. Yani diriltmek ve öldürmek sadece Allah Teâlâ'ya mahsustur. Bu konuda onun hiçbir ortağı yoktur. İşte enne’ye bitişik olan zamir bu manayı ifade etmek için takdim edilmiştir. Bu cümlenin aslı huve emâte ve ahyâ  şeklindedir. Ancak zamir enne ile tekit edilip arkadan da fasıl zamiri ile tekid ve takviye edilince, kafirlerin haşrı kabul etmedikleri ve ölümden sonraki hayata inanmadıkları anlaşılmış olur. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

Emâte fiilinin önce zikredilmesi hususunda  şu izahlar yapılır: 

1) Ayette bir takdim-tehir vardır. 

2) Bu iki fiil, muzari manasınadır. Çünkü öldürüp diriltme işi her zaman pek yakındır. Nitekim Arapça'da, yeri ve zamanı yakın olduğunda, "Falanca ulaştı", "Gece girdi" denilir. Ayetteki diriltti - öldürdü kelimeleri de böyledir. 

3) Öldürdü yani, "O, unsurlarda (elementlerde), ölümü ve cansızlığı yarattı, daha sonra onları bir araya getirip diriltti yani, bu cansız unsurlarda hissi ve hareketi yarattı." (Fahrettin Razi)

Emâte (öldürdü) - ahyâ (diriltti) kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Haklılığını ispat etmeye çalışan nefsine bakıyor ve susmuş olmasını diliyordu. Ellerine baktı ve sanki cinayet kitaplarındaki vicdanı sızlayan suçluların ellerinde kalan iz gibi bir iz gördü. Zira, bu da bir çeşit cinayetti. 

Allah katında yükselmek varken, nefsini dünyalıklarla şımartarak alçalmıştı. Hakiki bilgilerle amel edecekken, ya nefsine daha hoş geliyor diye ya da sırf daha popüler diye, sağlam temeli olmayanların peşinden gitmişti. Hakikat yerine, batılı seçmişti. 

Alnında biriken terleri sildi. Mahkeme salonunun havası ne kadar da boğucuydu. Çapraz sorgulamalar bitmek bilmiyordu. Kayıtlara rağmen kendisini temize çıkarmaya çalışan nefsini dinlerken, kimden daha çok utandığına karar veremedi.

Nefsinin masum hallerini hatırladığında gözleri doldu. Yeryüzündekilerin kendilerini kandırdıkları bir mesele vardı: kötü hep kötüdür, iyi ise hep iyidir ama herkese göre kendi nefsi haklıdır. Halbuki nefis, kendisine dünyayı nasıl tanıttığına göre ya kötü, ya da iyi olur ve kendisini eleştirmeyi ya öğrenmez, ya da öğrenir. İmam Gazali’nin İhya eserinde okuduklarını anımsadı: bir çocuğun nefsi ilk oburluğu öğrenir. Onun için kaliteli giyinmek ya da pahalı eşyalarla mutlu olmak yoktur. Bunları, ona öğreten ebeveynleridir.

Birden aklına çılgınca bir fikir geldi. Evlatlıktan reddeder gibi nefsini reddederse kurtulurdu. Yankılanan tokmak seslerine ve uyarılara aldırmadan kapıya doğru koştu. Yalnız, kapı kilitliydi. O kapı koluna, muhafızlar da onun kollarına yapıştı. Geç kaldığını bilmesine rağmen: her şeyi anladım, pişmanım, artık hakikati görüyorum ve kabul ediyorum diyerek bağırıp duruyordu. Çıkışı olmayan yere atılıp kapatıldığında anladı ki; nefsinden değil, kendisinden utanıyordu. Zira o, kalbinden değil, nefsinden ibaret olmayı seçmişti. 

Allahım! Biz, ahirete ve meleklerin cinsiyeti olmadığına iman edenlerdeniz. Bizi, hakiki bilginin peşinden gidenlerden ve onunla amel edenlerden eyle. Zannın her türlüsünden, Seni anmama gafletine düşmekten ve yalnız dünya hayatını istemekten muhafaza buyur. Gönüllerimize sevdiklerini sevdir, sevmediklerini ise uzaklaştır. 

Ey her çabanın karşılığını veren Allahım! Güldüren de, ağlatan da Sensin. Yaşatan da, öldüren de Sensin. Bize rahmetin ile muamele eyle. Kusurlarımızı affeyle ve eksikliklerimizi merhametin ile tamam eyle. 

Amin.