11 Temmuz 2023
Yâsin Sûresi 41-54 (442. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yâsin Sûresi 41. Ayet

وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ  ...


Onların soylarını dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir.

İnkârcılıkta direnenlere yüce Allah’ın kendileri üzerindeki nimetleri düşünüp ibret almaları için yakın çevrelerinden bir delil gösterilmekte, taşımacılığı kolaylaştıran ulaşım araçlarının da O’nun insanlara sağladığı bir imkân ve bir lutuf olduğu hatırlatılmaktadır. Dolu dolu gemilerin batmadan suların üzerinde seyredebilmesi ve insan neslinin bu gemilerde taşınabilmesi Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar sayesinde gerçekleşmektedir. İnsanların üzerlerinde egemenlik kurup binek olarak kullandıkları hayvanlar da Allah tarafından yaratılmıştır. 42. âyetle, o gün bilinen ve bilinmeyen diğer deniz araçlarına işaret edilmiş olması ihtimali lafız ve bağlam açısından daha güçlü görünmektedir. Böylece 41 ve 42. âyetlerde iki tür nimete dikkat çekilmiş olmaktadır: İnsanın hayatını kolaylaştıracak doğa yasaları ve bunlardan yararlanmayı mümkün kılacak akıl nimeti Allah’ın bir lutfudur; bu dolaylı nimetlerin yanı sıra yine hayatı kolaylaştırmada yararlandığımız birçok imkân doğrudan O’nun tarafından yaratılmıştır. 

41. âyetteki zürriyet kelimesinin “gelecek nesiller” anlamını esas alan müfessirler bu âyetteki ifadeyi mecaz (istiâre) olarak düşünmüşler, “yüklü gemi” mânasına gelen el-fülkü’l-meşhûn tamlamasıyla annelerin rahimlerinin, zürriyet kelimesiyle de bu rahimlerdeki ceninlerin kastedildiği yorumunu yapmışlardır. Bu kelimeyi “geçmiş nesiller” mânasına alanlar yüklü gemiden maksadın Hz. Nûh’un gemisi olduğu kanaatindedirler. Bu yorumla bağlantılı olarak birçok müfessir 42. âyette genel olarak gemilerin veya küçük gemilerin kastedildiğini düşünür (bk. Taberî, XXIII, 9; İbn Atıyye, Hz. Nûh’la beraber olanlar yorumunu yapmak için zürriyet kelimesine “atalar” anlamının verilmesini –bu kelimenin dilde böyle bir anlamı bulunmadığı gerekçesiyle– eleştirir; IV, 455). Şevkânî, ana rahmi benzetmesine dayalı yorumu oldukça tuhaf, Nûh’un gemisi yorumunu da zayıf bulur (IV, 425-426). 

Bize göre yukarıdan beri Allah “Onlar için bir kanıt da…” cümlesini tekrar ederek “onlar”dan, kulluk için yaratılan insanları kastetmiş ve onlara çeşitli kanıtlar göstermişti. Burada da “nesillerini” diyerek nesiller boyu insanları murat etmiş, deniz, kara ve diğer yollardan onlara taşınma, seyahat imkânı vermiş olmasını bir başka kanıt olarak zikretmiştir.

“Fülk” kelimesi gerek tekil gerekse çoğul anlamına göre kullanıla­bildiğinden meâlin “... yüklü gemilerde...” şeklinde verilmesi mümkündür. 43. âyetin “kimse onların yardımına koşamaz” anlamı verilen kısmı “Onlar için feryat eden bulunmaz” şeklinde de tercüme edilebilir (İbn Âşûr, XXIII, 29).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 497-498

Vav isti’nafiyedir. Ayette takdim tehir vardır. Âyetun mukaddem haberdir. Lehum sıfatı, Enne ve akabindeki isim cümlesi masdarı müevvel olarak mübtedadır. Ya da bunun tersidir. Yani âyetun mübteda, Enne ve akabindeki isim cümlesi masdarı müevvel olarak haberdir. Bu cümle mahallen merfudur. Ayet faidei haber talebi kelamdır. 

Bu ayetin öncesi ile olan münasebeti açıktır. Çünkü orada semâvi cisimlerin yörüngelerinde yüzdükleri zikredilmişti. Burada da yeryüzünde ona benzeyen denizde yüzen gemiler zikredilmiştir. Ayette geçen fülk kelimesi hem tekil, hem çoğul olarak kullanılır. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)
Yâsin Sûresi 42. Ayet

وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ  ...


Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık.

Atıfla gelen müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Ma müşterek ismi mevsul mefulu bih olarak mahallen mansubtur. Mevsulün her zaman ihtiyaç duyduğu sılası yerkebûne fiilidir. Sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcih sanatı mevcuttur.
Yâsin Sûresi 43. Ayet

وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ  ...


Biz istesek onları suda boğarız da kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur, ne de kurtarılırlar.

وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ

Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Haberîdir. 

İn, iki fiili cezm eden şart harfidir. Neşe’, şart fiili, nuğriqhum cevap fiilidir. Nuğriqhum fiili if’âl babındadır.

İnsanoğlunun soyunun gemiyle taşınması bir delil olarak sunulurken ve bunu yapacak olanın ancak Allah olduğu ve isterse denizde insanları yardımsız bırakıp batırabileceği konu edilmişken, aradaki ve halaqnâ lehum min mislihi mâ yerkebûne âyeti ile geminin yüzmesiyle yapılan taşıma nimetine başka bineklerin nimet oluşu istiṭrât edilmiştir. (Hasan Uçar Dr. Tez.)

فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ 

Fe isti’nafiye veya atıftır. Cümlede icaz-ı hazif vardır. cinsini nefyeden harftir. Sarîha, lâ’nın ismidir. Haberi mahzuftur. Lehum mahzuf habere muteallıqtır.

Atıfla gelen son cümlede nafiye, hum mübtedadır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil olayı muhatabın gözünde canladırmasını sağlar.
Yâsin Sûresi 44. Ayet

اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ  ...


Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak ve bir süreye kadar daha yaşasınlar diye kurtarılırlar.

İlla istisna harfi, rahmeten müstesnadır. İstisna munqatı’dır. İllâ’nın hasr edatı olmasına da cevaz vardır. 

Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak cümlesinde rahmet kelimesinin nasb ile gelmesi hakkında el-Kisaî der ki: Bu; istisna dolayısıyla nasb edilmiştir. Zeccâc’a göre ise ise mef'ûlün leh olarak nasbedilmiştir, yani tarafımızdan bir rahmet için... demektir.

Ve bir vakte kadar geçinmeleri için cümlesi de ona atfedilmiştir. Buradaki vakitten kasıt da Katade'nin açıklamasına göre ölümdür. Yahya b. Sellam ise kıyâmete kadar diye açıklamıştır. Yani bizim onları ecellerine kadar onlara merhamet edip geçinmeleri için onları faydalandırmamız müstesnadır ve Allah geçmiş ümmetlerin azabını acilen (dünyada) verdiği halde Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmet(i davet)inin azabını -onu yalanlamış olsalar dahi- kıyâmete kadar ertelemiş bulunmaktadır. (Kurtubi)

Yâsin Sûresi 45. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ  ...


Onlara, “Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin” denildiğinde yüz çevirirler.

Evrende olup bitenlerden ve insanların yakın çevrelerindeki gerçeklerden örnekler göstererek muhatapları Allah’ın birliği ve kudreti üzerinde düşünmeye çağıran âyetlerden sonra bu ve müteakip âyetlerde imanın gerekleri ve ahlâkî ödevlerle ilgili bazı uyarılara yer verilmektedir. “Önünüzdekinden ve arkanızdakinden sakının” diye tercüme edilen cümlenin iki türlü felâket ve cezaya karşı bir uyarı anlamı taşıdığı açıktır. Bu ikili ayırımla ne kastedildiği hususunda yapılan yorumları ise şöyle özetlemek mümkündür: a) Sizden önceki toplumların başına gelenlerin benzerinin sizin de başınıza gelmesinden ve âhiret azabından, 

b) Geçmişteki günahlarınızın ve gelecekte işleyeceklerinizin cezasından, c) Dünyadaki ve âhiretteki cezalardan, d) Görebildiğiniz ve göremediğiniz felâketlerden sakının (Taberî, XXIII, 11-12; Şevkânî, IV, 426-427).

Bize göre “sakının” emri ancak sakınılarak kurtulmak mümkün olan tehlikeler karşısında anlamlı olur. Bu nedenle âyeti “Görüp bildiğiniz günahlardan da, açık olmasa bile günaha götürmesi muhtemel davranışlardan da sakının.” şeklinde yorumlamak daha uygundur.

İnkârcılara bu uyarı yapıldığında nasıl bir tepki verdikleri onların daha genel bir tavrına değinilen 46. âyetin sonunda “yüz çevirirler” şeklinde açıklanmıştır. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 499

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ 

Vav istinâfiyye, izâ şart manası taşıyan, cümleye muzaf olan gayrı cazim, mustakbel manalı zaman zarfıdır. Qîle muzafun ileyh, itteqû  ise bu fiilin mequlül qavlidir. müşterek ismi mevsul, ittequ fiilinin mefulü olarak mahallen mansubtur. Her zaman mevsulü takib eden sılası mahzuftur.

Beyne eydîkum bu mahzuf sılaya muteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır.

İzânın cevabı hazfedilmiştir ve 46. ayetteki mutlaka ondan yüz çevirmişlerdir ifadesi ona delâlet etmektedir. Sanki şöyle denilmiştir: Onlara sakının denildiğinde yüz çevirmişlerdir. Sonra da Onların, bütün mucize ve nasihatler karşısındaki alışkanlığı yüz çevirmektir.) demiştir. (Keşşaf)

Eydihim - halfekum kelimeleri arasında tıbak-ı hafiy ve muraatün nazir sanatı vardır.

وما خلفكم sözünün delalet ettiği en açık mana zikrettiğimiz gibi kıyamet ve ahiret azabıdır.

وإذا قبل لهم (Onlara denilince) sözünde in değil de izâ gelmesinin sebebi bunun bir faraziye değil, gerçekleşmiş bir olay olduğuna delalet etmek içindir. Ayrıca bu şeyin onlara çok söylendiğine işaret eder. Çünkü izâ, husulu kesin olan şeyler için kullanılır ve sayısal çokluk ifade eder.  (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

Ayetin son cümlesi beyani isti’naf olarak fasılla gelmiştir. Lealle, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İnne gibi ismini nasb, haberini ref eder. Lealle’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade etmektedir.

Umulur ki anlamında olan bu harf, Allah Teala’ya isnad edildiğinde ...olsun diye, ...olması için şeklinde tercüme edilir.

Haberinin muzari fiil formunda gelmiş olması, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

 عسى أن ترحموا değil de لعلكم ترحمون buyurulması bu ifadenin hem şimdiki zaman, hem de gelecek zaman ifade etmesidir. Çünkü başında istikbal harfi olmaksızın gelen muzari fiil hem şimdiki zaman, hem de gelecek zaman ifade eder.

عسى أن ترحموا  ifadesi ise sadece gelecek zamanı ifade eder çünkü manasını gelecek zamana çeviren أن harfiyle birlikte gelmiştir. Dolayısıyla bu şimdiki zamanda değil, gelecek zamanda meydana gelecektir. Halbuki rahmet hem şimdiki zamanda, hem de gelecek zamanda ve her zaman ümit edilir. Dolayısıyla ayette gelen ifade evladır.

Başka bir şey de, لعلكم ترحمون ibaresinde iki kere hitap zamiri geçmiştir. Biri كم zamiri, diğeri de و dır. Halbuki عسى أن ترحموا ibaresinde hitap zamiri sadece bir kere yer alır. Dolayısıyla ayetteki ibare daha kuvvetli ve tekidlidir. Çünkü isnad tekrarlanmıştır. Yani böylece rahmetin vuku bulacağı onlara iki kere isnad edilmiştir.

Üçüncü olarak لعلكم ترحمون ibaresi isim cümlesi, عسى أن ترحموا ibaresi ise fiil cümlesidir. Bilindiği gibi isim cümlesi fiil cümlesinden daha kuvvetlidir. Dolayısıyla bu cümlenin ifade ettiği rahmet ümidi daha kuvvetlidir. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

Yâsin Sûresi 46. Ayet

وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ  ...


Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki ondan yüz çeviriyor olmasınlar.

Aklını ve gönlünü iman çağrısına kapatmakta direnenlerin kendilerine hangi türden âyet gelirse gelsin, ön yargılı davranıp yüz çevirdikleri belirtilmektedir. Önceki açıklamalar dikkate alındığında, buradaki âyet kelimesini, Allah’ın birlik ve yüceliğini açıkça ortaya koyan her türlü delil yani peygamber, vahiy (ilâhî bildirim) ve mûcizeler, evrende, insanın öz benliğinde ve yakın çevresinde kolayca gözlemlenebilen kanıtlar şeklinde anlamak uygun olur.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 500

Vav atıf, nafiyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi fiil cümlesidir. İkinci cümle ise kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir. İlla hasr harfidir. ve illa kasır oluşturmuştur. Kasır mefulle hali arasındadır. Kasrı mevsuf ales sıfattır. 

Âyetin, lafzen mecrur mahallen merfu olarak te’tîhim fiilinin failidir. Min tekid ifade eden zaid harftir. Ayet iki tekid unsuruyla faidei haber inkari kelamdır.

Rabbihim izafeti muzafın şanı içindir.

Âyetin - âyâti arasında iştikak cinası, farklı konumdaki min’ler arasında tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

Gelmek fiilinin ayetlere isnad edilmesi mecazi isnadtır veya burada istiare vardır.

Yâsin Sûresi 47. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...


Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler.

Mekke döneminde inen âyetlerde ağırlıklı olarak biri iman, diğeri ahlâkla ilgili iki büyük yanlışlığın düzeltilmesine önem verildiği görülür. Bu iki yanlışlığı, “Allah’a kullukla yetinmeyip O’na eş-ortak aramak ve sahip olduğu imkânları başkalarıyla paylaşmaktan kaçınmak” şeklinde özetlemek mümkündür. Esasen insanın kâinattaki her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın mülkünü, yaratıp yönetmesini başka ortaklar arasında pay etmeye kalkışırken zâhiren kendisinin gibi görünen imkânlardan başkalarını yararlandırmak hususunda hasis ve cimri davranması büyük bir çelişki taşımaktadır. Kur’an, ilk muhataplarını oluşturan Mekke toplumunda olduğu gibi tarih boyunca hemen bütün toplumlarda görülen bu tutarsızlık üzerinde ısrarla durmuş, bir yandan tevhid inancını pekiştirerek insanı Allah’tan başka gerçek mâlik bulunmadığını kavramaya, diğer yandan da onu kendinden bir şeyler vermeye alıştırarak iman ve ahlâkındaki yanlışlardan arınmaya yöneltmiştir. 

Âyetteki anlatım daha çok şöyle yorumlanmıştır: İnkârcılar kendilerine verilen rızıktan başkaları için de harcamaya davet edildiğinde müminleri kendi argümanlarıyla bağlamaya çalışıyor, “Siz, ‘Rızkı veren Allah’tır; dilediğine bol verir, dilediğine kısar’ diyordunuz ya! O halde Allah’ın rızık vermek istemediklerini biz niye besleyelim ki?” tarzında demagoji yapıyorlar, onları alaya alıyorlardı. Oysa rızık verme Allah’ın kendi yarattıkları üzerindeki bir tasarrufu olup yine kendi irade ve kudretine bağlıdır, O’nu kimse sorgulayamaz. İnfak (başkaları için, Allah yolunda harcama) ise insana yüklenmiş ahlâkî bir ödev ve kendisine sağlanmış bir altın fırsattır. Ayrıca Allah’ın doyurması, rızıklandırması doğrudan olduğu gibi dolaylı da olabilir; dilediğinde yoksul ve yoksunların ihtiyaçlarını, bol rızık verdiği kulları aracılığıyla da karşılar. Bu âyetin Mekke müşriklerinin müslüman olan kölelerine ve yoksul yakınlarına yardımı kesmeleri veya müslüman olsun olmasın bütün yoksullara yardım ve ilgiyi kesme kararı almaları karşısında Hz. Peygamber tarafından yoksullara yardım etme ve ilgi gösterme çağrısı yapılması üzerine indiği yönünde rivayetler bulunmaktadır (İbn Atıyye, IV, 456). Meâlde “Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz” anlamındaki cümle inkârcıların sözünün devamı olarak verilmiştir. Bunu, Allah Teâlâ’nın onların mantığını red anlamındaki sözü olarak düşünmek de mümkündür (İbn Atıyye, IV, 456). Bazı âlimler İbn Abbas’tan gelen bir rivayete dayanarak bu âyetin Allah’ın varlığını temelden inkâr eden ve müslümanları alaya alan bir grup (zındıklar) hakkında indiğini belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 288).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 500-501

  Ta'ame طعم :

  طَعْمٌ gıda almak/yemek yemedir. Alınan gıda yani yenen şeye de طَعامٌ denir. Denilir ki bu fiil bazen içecekle ilgili de kullanılabilir.

  İf'al babındaki formu olan أطْعَمَ- إطْعامٌ ise yemek yedirmek ya da yiyecek vermek anlamındadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 48  defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli taâmdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ 

Vav atıf, izâ şart manası taşıyan, cümleye muzaf olan gayrı cazim, müstakbel manalı zaman zarfıdır. Qîle muzafun ileyh, enfiqu ise bu fiilin mequlül qavlidir. müşterek ismi mevsul, cer mahallinde enfiqû filine müteallıktır. Her zaman mevsulü takib eden sılası razeqakum cümlesidir. 

Enfiqû - razeqakum kelimeleri arasında muraatun nazir sanatı vardır.

 

قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ

Qâle, şartın cevap cümlesidir. İlk mevsul fail olarak merfu mahalde, ikincisi harfi cerle mecrur mahaldedir. Ellezîne’nin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Qâle fiilinin mequlul qavli istifham üslubunda talebi inşa cümlesi formunda gelmiştir. Fakat cümlenin asıl geliş amacı tahkir ve istihza olduğu için terkip mecazı mürsel mürekkeptir. Men müşterek ismi mevsul enutimu fiilinin mefulü olarak mahallen mansubtur. Sıla cümlesi şart üslubunda gayrı talebi inşa cümlesidir haber manalıdır. Yeşâu şart, etamehu cevap cümlesidir.

Keferû - âmenû kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır. Qîle - qâle ve nut’ımu - etame kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatı vardır. 

Men ve ellezîne, lev - izâ kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı ve ayrıca mevsullerde tevcih sanatı vardır.

قال fiili ilk olarak meçhul, sonra da malum olarak gelmiştir.

Önce لهم şeklinde muhatab zamirle gelmiş, arkadan الذين كفروا şeklinde açıklanmıştır.

Önce أنفقوا şeklinde umumi bir emir gelmiş, sonra infaktan maksadın muhtaçların doyurulması olduğu açıklanmıştır. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

 

اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

Ayetin son cümlesi isti’nafiyedir. İn nefiy, illa hasr harfidir. Kasır mübteda ve haber arasındadır. Kasrı mevsuf ales sıfattır. 

Fî dalâlin mubîn mahzuf habere muteallıqtır. Bu icaz-ı haziftir. 

Fî dalâlin ibaresinde harfindeki zarfiyyet manasının delaletiyle istiare vardır. Bu cümlede harfin dâhil olduğu kelime, yâni dalâlet zarfa benzetilmiştir. Câmi her ikisinde de mevcût olan mutlak irtibat ve alâkadır. 

Zarfiyye manası taşıyan harfiyle dibi görünmeyen derin bir çukurun içine düşmüş gibi siz bu dalalete gömülmüşsünüz manası ifade edilmiştir.

Kelam kasır üslubunda gelmiştir. Yani Siz başka herhangi bir durumda değilsiniz, Siz sadece dalalet içindesiniz demektir. Bu üslub dolayısıyla mana أنتم في ضلال مبي (Siz apaçık bir dalalet içindesiniz) cümlesinden farklıdır. Kasır üslubu tekidlidir, dalalet dışında herhangi bir durumda olmadıklarını da ifade eder.

Burada olumsuzluk harfi olarak değil in gelmiştir. Çünkü bu harf daha kuvvetlidir. Müfessirler Kur'ân'ın hidayet kelimesi ile alâ harfini, dalalet kelimesi ile ise harfini kullandığına dikkat çekmişlerdir. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

Mübîn sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Yâsin Sûresi 48. Ayet

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


“Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu tehdit ne zaman gelecek?” diyorlar.

Peygamberlerin uyarılarını hafife alıp “Sözünü ettiğiniz o gün gelecekse gelsin artık!” kabilinden sözler söyleyen inatçı münkirleri hizaya getirecek tek şey, kendilerine iyi ve kötüyü özgürce seçme imkânının verildiği sınav ortamının kapanmasından sonra ilâhî bildirimlerdeki gerçeklerle yüzleşmeleri olacaktır. 49. âyette “korkunç bir ses” diye çevrilen sayha kelimesinin bu bağlamdaki anlamı, dünyanın sonu geldiğinde büyük meleklerden İsrâfil’e verilen görev gereği onun sûru ilk üflemesi sonucunda çıkacak dehşet verici sestir (Taberî, XXIII, 13-14; ayrıca bk. 29. âyetin tefsiri; sûr hakkında bk. En‘âm 6/73). Âyetin “birbirleriyle uğraşırken” anlamındaki kısmı, “dünya işlerine dalmışlarken, kendi aralarında çekişmekte iken, öldükten sonra dirilme konusunu tartışıp dururlarken, hak ehline karşı mücadele vermeye çalışırlarken” tarzında yorumlanmıştır (İbn Atıyye, IV, 456; Râzî, XXVI, 87; Şevkânî, IV, 427). Tefsirlerde genellikle, 50. âyetin “o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler...” mânasına gelen kısmıyla, geride bıraktıklarına ilişkin bir vasiyet yapma veya birbirlerine tövbe edip günahlardan kaçınma tavsiyesinde bulunma fırsatı dahi bulamayacaklarının kastedildiği belirtilir. Bu âyetin “... ne de ailelerine dönebilecekler” diye tercüme edilen kısmı için de şu yorumlar yapılmıştır: Ölüm anında ailesini yanında görmek isterler ama evlerine dönme imkânı bile verilmez; ailelerine bir mesaj iletme fırsatı dahi tanınmaz; aileleriyle ilişkileri tamamen kesilmiştir (İbn Atıyye, IV, 456-457; Şevkânî, IV, 427-428). Muhammed Esed bu cümleyi “ne de yakınlarına sığınabilecekler” şeklinde çevirmiştir (II, 902). Ölüm her bir fert açısından kıyametin kopması demek olduğundan, buradaki tasvirlerin ve karşılaşılacak durumların sırf dünyanın sonu geldiğinde mevcut bulunacak nesille ilgili olmayıp bütün insanları kapsadığı açıktır; bu tasvirler arasından sadece sûrun üflenmesiyle ilgili olanı kıyametin kopuşuna ilişkin bir anlatımdır. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 501-502

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ 

Vav istinafiyedir. Yeqûlûne cümlesi müste’nefe cümlesidir. Ayet faidei haber ibtidai kelamdır.

Mequlül kavl, istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Metâ zaman zarfıdır. Mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Hâzâ muahhar mübtedadır. Elva’du muşarun ileyhtir. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kafirlerin asıl amaçları bu cümleyle soru sorup cevap beklemek değildir. Maksatları tahkir ve istihza olduğu için terkip mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Va’di, hâzâ ile işaret etmeleri, inanmayanların tahkir ve istihzalarını ifade etmektedir. 

Hâzel va’du ifadesinde istiare vardır. Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’dur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Ayetin son cümlesi isti’nafiyedir. Fasılla gelmiş şart üslubunda inşai isnadtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır.

 İn şart harfi, kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu hazıf, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünmesini sağlamak içindir.

Yâsin Sûresi 49. Ayet

مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ  ...


Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar.

Ayet beyani isti’naftır. Ma nefiy harfi ve illa istisna harfiyle kasır oluşmuştur. Kasır fiil ve mefulü arasındadır.

Sayheten’deki tenvin tazim ve nev ifade eder. Vâhideten sıfattır. Bu sıfat sayhanın azametini arttırır. Ayet faidei haber, talebi kelamdır. 

Te’huzuhum cümlesi, sayhaten için sıfat, hum yehissimûne cümlesi, te’huzuhum fiilinin mefulü olan zamirden haldir.

Burada zikredilen yehissimûnr kelimesi, ِٖ yehtesımûn manasındadır. Ancak burada te harfi sad harfine dönüştürülmüş, sad harfi şeddeli yapılmış ve iki sakin harfi yan yana getirmek için ha harfi esreli getirilmiştir. Bu ibdâlin sebebi ise tad’îf (kelimeyi şeddeli hale getirmek)tir. Çünkü tad’îf, yapılan işin gücünü, çokluğunu ve mübâlağalı durumunu ifade etmektedir.

Tad’îf, burada ihtisâm’daki mübâlağayı ifade eder. O gün kıyamet, kalpleri söküp çıkaran ve herkesi öldürecek eşi benzeri olmayan tek bir sayha ile her türlü çekişmeyi (ihtisâm) sona erdirecektir. Ortada hiçbir ses, hareket, söz ve husûmet olmayacak; yeryüzüne tam bir sessizlik ve mutlak bir sükûnet hâkim olacaktır. Yüce Allah, bu durumu yehissimûn kelimesiyle ifade etmiştir. (Sâmerrâî, Alâ Tarîki’t-Tefsîri’l-Beyânî, II, ss. 206-207.)

Bu ayette zikredilen sayha, kıyamet sayhasıdır. Aslında bu sayha onları değil, onların zürriyetlerini yakalayacaktır. Nûh'un gemisinde de doğru olan onların değil, zürriyetlerinin taşındığının söylenmesidir. Sayha ile zikredilen hum zamiriyle hem onlar, hem de zürriyetleri kastedilmiştir. Böylece babalar ve zürriyet aynı kişiler gibi ifade edilmiştir.

Burada geçen nazar kelimesinin manası beklenmedik bir şeyin vuku bulması hakkındadır. Yani vuku bulmadıkça görmezler demektir. Müfessirler bu kelimeyi beklemek şeklinde yorumlamışlardır. Madem ki kafirler bu sayhayı beklemiyorlar, hatta aksine inkar ediyorlar; o halde fiilî olarak beklemek manasındadır.

ينتظرون yerine ينظرون fiilinin tercih edilmesi daha büyük bir korkuyu ifade etmesi sebebiyledir. Beklenmedik bir sayhayla ani olarak karşılaşmak daha büyük bir korku yaratır ve kalpleri yerinden oynatır. Çünkü normal bir sayha gafil olan kişinin başına geldiğinde kalbini hoplatır ve korkutur. Bir işle meşgul olan birine aniden seslenildiğinde, onun kalbi aniden hoplar ama bu seslenmeyi bekleyen kişi böyle değildir. Bahsettiğimiz şiddetli ve kuvvetli sayha hasmı ile meşgul olan, onunla didişen gafil bir kimsenin başına geldiğinde onun kalbinin hoplaması daha şiddetli ve korkutma da daha büyük olur. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

Yâsin Sûresi 50. Ayet

فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ تَوْصِيَةً وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟  ...


Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.

Fe atıf, lâ nafiyedir. 

İlk cümle menfi fiil cümlesi olarak faidei haber ibtidai kelamdır.

Atıfla gelen ikinci menfi fiil cümlesinde, takdim tehir söz konusudur. Car mecrur amiline takdim edilmiştir. Böylece ihtisas ifade etmiştir. Yani onlar ailelerine dönmezler, ama Allah teala’ya dönerler demektir.

Yâsin Sûresi 51. Ayet

وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ  ...


Sûra üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler.

Sûra üflenip insanlar yeniden canlandığında ve hızla mahşer yerine doğru giderlerken dünyada bu gerçeği inkâr edenlerin önce neye uğradıklarını bilemez bir halde birbirlerine olup biten hakkında soru sormaya çalışacakları, hemen ardından da durumu anlayıp derin bir pişmanlık içinde Allah’ın vaadinin ve peygamberlerin bildirdiklerinin doğru çıktığını itiraf edecekleri canlı bir anlatımla tasvir edilmekte; böylece öldükten sonra dirilmeye inanma çağrısı soyut bir iman esası düzeyinde bırakılmayıp aklı eren herkesin durum muhasebesi yapmasına ve konu üzerinde daha bir ilgiyle düşünmesine imkân verilmektedir. Ayrıca, öldükten sonra dirilmenin sırf geleceğe dönük bir korku motifi olarak algılanmaması için insanın fıtratındaki adalet duygusuna hitap edilmekte, haşir gününün temel özelliği olarak herkesin yüce Allah’ın şaşmaz adaletinin güvencesi altında bulunduğu, hiç kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmadan sadece yaptıklarının karşılığını göreceği belirtilmekte, dolayısıyla muhataplar dünya hayatından sonra böyle bir hesaba çekilmenin zaten gerekli ve hayata anlam kazandırıcı bir safha olacağını düşünmeye yönlendirilmektedir. 

52. âyette geçen inkârcılara ait sözün –buradaki bir gramer özelliği dolayısıyla– “Vay başımıza gelenlere! Bizi yattığımız bu yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği (hakikatmiş), peygamberler de gerçekten doğru söylemişler” şeklinde anlaşılması da mümkündür (Râzî, XXVI, 89-90). Öte yandan, sadece soru kısmının inkârcılara ait, rahmânın vaadinin bu olduğuna ve peygamberlerin sözlerinin doğru çıktığına dair ifadenin ise melekler veya müminler tarafından onlara verilmiş cevap olması da muhtemeldir; Taberî, müminlerin sözü olması ihtimalini daha kuvvetli bulur (Taberî, XXIII,16-17; Şevkânî, IV, 428-429). “Yattığımız yer” mânasına gelen tamlamadan hareketle bazı müfessirler herkesin kendi öldüğü yerden, kabrinden kaldırılacağı yorumunu yapmışlarsa da, İbn Atıyye burada bir edebî sanat (istiâre ve teşbih) bulunduğunu, yoksa gerçek anlamıyla kabirlerin kastedilmediğini belirtir (IV, 458). 53. âyette “olup biten yalnızca bir ses” diye çevrilen cümledeki sayha, bu bağlamda kıyametin kopup hayatın sona ermesinden bir süre sonra, –yeniden dirilmeyi sağlayacak biçimde– sûrun ikinci defa üflenmesini ifade etmektedir (Râzî, XXVI, 88; ayrıca bk. 49. âyetin tefsiri).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 504-505 

Vav isti’nafiyedir. Ayetteki ilk cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Nufiha, fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. İkinci cümledeki fe atıf, izâ mufacee harfidir. İzâ, isim cümlesinin önüne geldiğinde birdenbire, ansızın manasında mufacee harfi olur.

İkinci cümlede her iki car mecrurun amiline takdimi kasır ifade eder.

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ (Sûra üfürülmüştür) sözüyle kastedilen ölülerin kabirlerden diriltilmesinden sonraki ikinci nefhadır. İlk nefha sayha ile ifade edilmiştir. Burada 

gelecek zamanda vuku bulacak bir olay mazi fiille ifade edilmiş, böylece geçmişteki bir olay menziline konarak vukuunun kesinliğine işaret edilmiştir.

فإذا şeklinde müfâcee harfiyle birlikte takip ve tertip ifade eden fe harfi de gelmiştir. Yani herhangi bir mühlet veya gecikme olmaksızın aniden çıktıkları ifade edilmiştir. Nefhayı takiben hiç oyalanmaksızın kabirlerinden çıkarak Rablerine doğru koşarak gitmişlerdir.

مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ / Onlar kabirlerinden (kalkıp) Rablerine doğru koşup gidiyorlar cümlesinde câr-mecrûr takdim edilmiştir. Bu câr-mecrûr koşmanın başladığı yeri ifade eder. Sonra koşmanın bittiği yer zikredilmiştir. Böylece öncelikle başlangıç ve bitiş noktaları söylenmiştir. Aslında bu tabii bir kullanımdır. انطلق من المكان الفلاني إلى السوق (Filan mekandan çarşıya kadar koştu) deriz.

İhtimam ve kasır ifadesi için bu iki câr-mecrûr fiile takdim edilmiştir. Çünkü bir ölünün kabrinden çıkıp hedefine doğru koşması şaşılacak, acayip bir şeydir. Her türlü toprakla karışmış, çürümüş olan bu kemikler nasıl olup da çıkıp gayesine doğru koşarak giderler?

Koşarak gidişlerinin sadece Rablerine olduğu zikredilmiştir ki o Rableri onların işlerinin sahibi, onların efendileridir. Başka bir tarafa yönelmezler sadece Rablerine doğru giderler. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

Yâsin Sûresi 52. Ayet

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ  ...


Şöyle derler: “Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu, Rahman’ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.”

  Be'ase بعث :

  بَعْثٌ kelimesinin aslı bir şeyi harekete geçirip yönlendirmek ve göndermek anlamlarına gelir. بَعْثٌ sözcüğünün manası vurgu yapılan konulara göre değişir.

Ba's, iki şekilde olur: Biri beşeridir. Örneğin deveyi sürmek ve insanı bir iş için göndermek gibi.

  Diğeri de ilahidir ve bu da iki şekilde olur: Birincisi: Şehirleri, türleri ve cinsleri yoktan var etmektir. Bu yalnızca Yüce Yaratıcıya özgüdür. İkincisi: Ölüleri diriltmektir. Bu genelde Yüce Allah'a mahsus olmakla birlikte Hz. İsa vb. bazı Allah dostlarının da hususiyetlerinden biri olmuştur. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 67 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ba's (günü) ve meb'ustur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ 

İsti’nafiye olan ayet fasıla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi fiil ve mefulü olan mequlul qavlden müteşekkildir. Mequlul qavl nida üslubunda talebi inşai isnadtır. Ya nida harfi, veylena münadadır. Nidanın cevabı istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Men ismi istifham harfi olup mübteda olarak mahallen merfudur. Beasna haberdir. Mahallen merfudur.

Veyl, hüzün, azab ve helak demektir. يا ويلنا ibaresi, helak ve azaba seslendiklerini ifade eder. Yani Ey azabımız, ey helakimiz, gel artık, senin vaktin geldi diye nida ediyorlar demektir.  Bu ifadenin niçin يا ويلتنا şeklinde te harfiyle değil de يا ويلنا şeklinde geldiği sorulabilir.

Bunun sebebi, veyl kelimesinin manasının yukarıda işaret ettiğimiz gibi azab ve hüzün olması, veyletün kelimesinin ise rezalet, skandal manası taşımasıdır. Böyle makamlarda bu kelime tercih edilmiştir. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi) 

Öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlerin dilinden aktarılan bu ifadede istiare-i muraşşaha sanatı bulunmaktadır. Zira uyku mânasına gelen merqad, ölüm  mânâsına gelen memât yerine kullanılmıştır. Onların ölüm halleri, uyku hallerine benzetilmiştir. Bu ifade bizi ölümümüzden kim diriltti? ifâdesinden daha beliğdir. Beydavi’nin konuyla ilgili açıklaması şöyledir: Bu ifadede terşih, remz ve şunu andırma vardır ki onlar akılları karıştığı için kendilerini uyuyor zannetmişlerdir. (Beydavi, IV, 436.)

Çünkü bu, onların, o durumda gördükleri ürküntü veren halden ve karşılaştıkları korkulu durumdan ötürü söyleyecekleri bir sözdür. Zira onlar, uyumakta olduklarını zannetmişlerdir.

Örnek olarak aldığımız cümlede, müstearun minh (uyku) ve onun mülayimi (uyanmak) mezkür, müstear leh (ölüm) mahzuf olduğu için burada istiarenin terşihi söz konusudur. Çünkü uyku lafzı müstear olarak kullanılmış ve kelâmda, ölümün uykuya benzediğine işaret edilmiştir. İbarenin aslı min beasnâ min qubûrine ve nahnu emvâtu fîhâ şeklindedir. Nazmın zahiri bu sözün hakikat olduğunu, burada ne istiarenin ne de terşihin bulunmadığını gösterir. Zira onlar şaşkınlıklarından ve akılları karıştığından uykuda olduklarını sanıyorlardı, uyandılar ve kendilerini uyandırana bu soruyu sordular. (Şeyhzâde, VII, 87-88)

Burada tarafeyn aklîdir. Ölüm, uzun uykuya benzetilmiştir. Câmî; her ikisinde de şuûrun yok olması ve sonra geri gelmesidir. Sonra müşebbeh olan ölüm kelimesi hazfedilmiştir. Böylece tasrîhî istiâre olmuştur. Burada merkad mimli masdar kabul edilirse istiâre; asliyyedir (Masdarlar câmid isim sayıldığı için). Burada şu da düşünülebilir: Merkad mekân ismi kabul edilebilir. Yâni kabir mânâsındadır. Ölüm uykuya benzetilmiştir. Müşebbehu bih hazfedilmiş, müşebbeh kalmıştır. Bundan da mekân ismi türetilmiştir. Böylece istiâre; tebeiyye olmuştur. (Mekân ismi müştak olduğu için) (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Beyan İlmi)

 

هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

İsti'naf cümlesidir. Mequlul qavl yerindedir. Hâzâ  mübteda, haberdir. Veade sıla cümlesidir. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

Sadeqa - elmurselûne - rahmânu kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Hâzâ mâ vaadar rahmânu (Bu: Rahman'ın vaadidir) cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Yani, melekler onlara der ki: (Bu, Rahman'm size va'dettiği şeydir.) (Safvetü’t Tefâsir)

Hâzâ mübtedâ, mâ vaade haberi; ise ya masdariyye ya da mevsūledir; hâzâ’nın merkadın sıfatı olması da mümkündür. Bu durumda mâ vaade ya hazfedilmiş bir mübtedânın haberi olur ve Bu Rahman’ın vaadidir şeklinde bir anlam verilir ya da haberi hazfedilmiş bir mübtedâ olur ve Rahman’ın vaad ettiği ve peygamberlerin doğru söylediği şey gerçekmiş! anlamı verilir. (Keşşaf)

هَٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَٰن (Bu (ba's) çok esirgeyici (Allah)’ın vaad ettiği şey) cümlesinde geçen mâ, ismi mevsûl, yani işte Rahman'ın vaad ettiği budur manasında olabilir. Masdariyye, yani bu; Rahman'ın vaadidir manasında da olabilir.

Vav harfine gelince, bu manayı önceki cümleye atfedebilir. Hal için gelmiş olabilir, yani rasûllerin size verdiği haber doğrudur manasında olabilir. Ya da bu manayı sıla cümlesine atfetmiş olabilir. Bu durumda harfi de masdariyye ise şöyle takdir edilir: Bu, Rahmân'ın vadi ve rasûllerin doğruluğudur.

harfi mevsûl ise şöyle takdir edilir: Bu; Rahman'ın vaad ettiği ve rasûllerin hakkında doğruyu söyledikleri şeydir. Keşşâf'ta şöyle yazılıdır: Buradaki masdariyye olursa mana şöyle olur: Bu Rahman'ın vaadi ve rasûllerin söylediği doğru sözdür ki mevûd (vaad edilen şey) ve söylenen doğru sözdür. Bu harfi mevsûl ise وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ / Gönderilen (peygamber)ler doğru söylemiş sözünün manası ne olur?

Bu durumda Rahman'ın vaad ettiği ve rasûllerin doğru söylediği şey şeklinde bir takdir yapılır. Bu da rasûllerin sözlerinde olan şey doğruluktur, manasındadır. Yani onların konuşmalarına ve savaşmalarına inanın, demektir.(Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

 Şimdi de burada zikredilen iki sual üzerinde düşünelim:

●   Doğru söyleyenlerseniz bu tehdid(in tahakkuku) ne zaman (söyleyin)?

●   Uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı?

هَٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ (Bu (Ba’s) çok esirgeyici (Allah)’ın vaad ettiği şey. Gönderilen (peygamber)ler (meğer) doğru söylemiş») (Yâ-Sîn/52) bu her iki sorunun cevabıdır.

هَٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَٰنُ (Bu (Ba’s) çok esirgeyici (Allah)’ın vaad ettiği şey) sözü, bu tehdidin ne zaman olacağını soranlara, İşte şimdi diye cevap verir.

Başka bir açıdan düşünüldüğünde de ikinci soruda sorulan, onları kaldıran kişinin Rahman olduğunu tazammunî olarak ifade eder.

Yâ-Sîn sûresindeki bu ayette vaad fiili Rahman’a isnat edilmiştir. Bunlar arasında ne fark vardır?

وعد şeklindeki mazi fiilin Allah'a isnat edildiği 10 sûrenin hepsi de Nisa, Maide ve Tevbe gibi uzun sûreler olmalarına rağmen hiç birinde Rahman ismi geçmemiştir.

Bu fiilin Rahman ismine isnad edildiği iki sûre vardır. Yâ-Sîn ve Meryem. Bu iki sûrede de Rahman isminin çok tekrarlandığı görülür. Meryem sûresinde 11, Yâ-Sîn sûresinde 4 kere geçmiştir.

Bu açıdan da sûrelerde geçen isnatlar münasip olmuştur.

Peki وعد mazi fiilinin Allah'a isnat edilmesiyle, Rahman ismine isnat edilmesi arasında ne fark vardır?

Bu fiilin Allah'a isnat edildiği ayetlerde müminlere veya kâfirlere mahsus bir hitap söz konusudur. Ama bu fiilin Rahman ismini isnat edildiği yerlerde ise umumi olarak bütün kullar kastedilir. Rahman isminin rahmeti bütün üzerinde tecelli eder. Bu ayette de vaad mutlak olarak gelmiştir. Bu vaad müminlere veya kafirlere mahsus değildir. Umumi bir vaaddir. Meful zikredilmemiştir. Ama bu fiilin Allah'a isnat edildiği 12 yerin hepsinde de bu fiil bir gruba tahsis edilmiştir. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

Yâsin Sûresi 53. Ayet

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ  ...


Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.

Ayet beyani isti’naf olarak fasılla gelmiştir. İn ve illa ile oluşan kasır kâne’nin ismi ve haberi arasındadır. Cümle faidei haber talebi kelamdır. 

İzâ isim cümlesinin önüne gelerek mufacee harfi olmuştur. Feizâhum hamidûne cümlesi, makabline matuftur.

Yani tek bir sayhadan başka ne bir ceza, ne de benzeri başka bir şey var, demektir. Kânenin ismi gizli zamirdir. Nefiy harfi olarak lem veya illâ değil, in harfi gelmiştir. Zira in, mâ harfinden daha kuvvetlidir. Bunun için çoğunlukla illânın yanında kasır ifadesi için bu harf kullanılmıştır. Bunların bir arada geldiği yerler incelenirse bu dediğimiz mana açıkça görülür.

Ayette geçen vâhideten manayı tekit eden bir sıfattır ve iki mana taşır:

Allah'ın kudretini ve bu kişilerin değersizliğini ve zayıflığını mübalağalı olarak açıklar. Onların helak olmak için tek bir sayhadan fazlasına ihtiyacı yoktur. Kanenin ismi yeterince açık olduğu için gizlenmiştir. Zikredilmese de makam ona delalet eder.

Ayetteki fe harfi ve müfâcee ifade eden izâ, helaklarının ne kadar hızlı olduğunu ifade eder. Çünkü fe tertip ve takip manasındadır. İzâ da aniden oluşu anlatır. Bu iki harf bir arada geldiği vakit hem aniden oluşa, hem de sayha ile ölüp yok olmaları arasında bir mühlet olmadığına delalet eder. Fe yerine vav harfi gelseydi, takip manası ve bu sayha sebebiyle helak oldukları ifade edilmemiş olurdu. Çünkü vav harfi sebep ifade ermez, sadece tâbi olmayı ifade eder.

Dolayısıyla fe harfi gelerek hem sebep, hem de sürat manasını ifade etmiştir. Başka hiçbir harf bu manayı ifade edemez.

Tefsîrü'l Kebîr'de vâhiden kelimesinin, bu fiilin Allah'a kolay olduğu manasını tekit etmek için olduğu yazılıdır. Cümlede ne kadar çabuk helak olduklarına işaret vardır. Çünkü  helakları sayhayla birlikte olmuştur, hiçbir gecikme söz konusu değildir. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi) 

جميع kelimesi de hepsinin aniden bir arada oluşunu ifade eder. جميع kelimesi فعيل veznindedir. Bu da meful manasındadır ve sadece olmuş olaylarla birlikte kullanılır. Gelecek zamanda gerçekleşecek fiillerle kullanılmaz. Meful sığası ise hem olmuş, hem henüz olmamış fiillerle birlikte kullanılabilir. Yani sadece öldürülmüş bir kişi için قتيل , sadece kovulmuş biri için طريد denir. Ama مقتول ve مطرود henüz öldürülmemiş veya kovulmamış kişiler için kullanılabilir. Yani meful sığası, feîl sığasından farklı olarak hem şimdiki zaman, hem gelecek zaman için kullanılabilir.

Yâ-Sîn sûresinde kıyamet olayları geçmiş zaman kalıbıyla anlatılmaktadır, dolayısıyla vuku bulmuş, gerçekleşmiş olaylara delâlet eden sığa tercih edilmiştir. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)

Yâsin Sûresi 54. Ayet

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً 

İsti'naf cümlesidir. Yevme zaman zarfı önemine binaen amili olan tuzlemu fiiline takdim edilmiştir. 

Burada bahsedilen gün, kıyamet günüdür. O gün hesap için herkes hazır olur, hiç bir şekilde kimseye zulmedilmez. Nefs kelimesi iyi-kötü herkesi ifade etmesi için nekire olarak gelmiştir. Çünkü nekirelik umum ifade eder. Zulmun olumsuzluğu da mutlak olarak gelmiştir. O gün hiçbir zulüm yoktur. Şey kelimesi iki manaya muhtemeldir.

●   Masdariyye manası, az bile olsa hiç zulüm yoktur.

●   Mefûlun bihi olabilir, herhangi bir şeyle zulüm yoktur.

Burada her iki mana birlikte murat edilmiştir. Yani herhangi bir zulüm yoktur, herhangi bir şeyle zulüm yoktur. Bunun için kelime mutlak olarak gelmiş herhangi bir şeyle kayıtlanmamıştır.

 

وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 

Ayetin ikinci cümlesi makabline matuftur. nafiye, illa hasr harfidir. Bu iki harfle meydana gelen kasır nedeniyle cümle, faidei haber talebi kelamdır. İsmi mevsul olan mâ, takdir edilen bi harfi ceriyle tuczevne fiiline muteallıqtır. Kâne’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder.

Muhataba hiçbir şekilde zulmedilmeyeceği ifade edildikten sonra bu ibare gelmiştir.

Bazı müfessirler bu cümlenin kâfirlere hitap ettiği görüşündedir. Çünkü müminler yaptıklarına karşılık kat kat mükafat göreceklerdir ama kafirler sadece yaptıklarının karşılığını göreceklerdir.

Bu hitabın umumi olduğu da söylenmiştir. Çünkü cins kastedilmiştir. Çünkü ceza amelin cinsinden olur. Amel hayırsa ceza da hayır, şer ise ceza da şerdir. Kötü amele güzellikle, güzel amele kötülükle karşılık verilmez.(Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Yasin Suresi)  

53 ve 54. ayetlerde hum - tae’melûne kelimeleri arasında gâibten muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Uyandırıldığına pişman olduğun bir gün düşün. Ancak bu pişmanlık ne geçici, ne de çaresi var. İşte, mahşer günü diriltilen inkarcılar böyle bir halin içine uyanır. Geri dönüş ya da telafi imkanı yoktur. Dünya uykusuna yatmak mümkün değildir.

İman eden insanın, dünyada ne yaşarsa yaşasın ya da ne hissederse hissetsin; hepsinin geçici olduğunu ve hiçbirinin boşa gitmediğini bilmesi ne büyük rahatlıktır. Umudun ve rahmetin sahibi olan Allah’a sığınması ne güzel bir nimettir.

Hangi yollardan geçmiş olursa olsun, nefes aldığı sürece tevbe kapısı açık demektir. Kalbi tevbe ile yıkamak ve Allah ile doldurmak, geçici olandan kalıcı olana yönelmek ve dünyalıklar yerine ahiretliklere bağlanmak ne güzel bir kurtuluştur.

Ey Allahım! Diriliş günü, bizi yüzü ve gönlü nurun ile aydınlık olanlardan eyle. İki cihanda da rahmetine ve muhabbetine mazhar olanlardan eyle. Tevbelerimizi kabul buyur ve bizi affet. Kalan ömrümüzü daha bereketli, hayırlı, verimli geçirmemizde ve değerlendirmemizde yar ve yardımcımız ol. 

Amin.