بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَنْ يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتَعْمَلْ صَالِحاً نُؤْتِهَٓا اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِۙ وَاَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقاً كَر۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | fakat kim |
|
2 | يَقْنُتْ | ita’ate devam ederse |
|
3 | مِنْكُنَّ | sizden |
|
4 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
5 | وَرَسُولِهِ | ve Resulüne |
|
6 | وَتَعْمَلْ | ve yaparsa |
|
7 | صَالِحًا | yararlı iş |
|
8 | نُؤْتِهَا | ona veririz |
|
9 | أَجْرَهَا | mükafatını |
|
10 | مَرَّتَيْنِ | iki kez |
|
11 | وَأَعْتَدْنَا | ve hazırlamışızdır |
|
12 | لَهَا | onun için |
|
13 | رِزْقًا | bir rızık |
|
14 | كَرِيمًا | bol |
|
وَمَنْ يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتَعْمَلْ صَالِحاً نُؤْتِهَٓا اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِۙ
وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَقْنُتْ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَقْنُتْ şart fiili olup sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
مِنْكُنَّ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. لِلّٰهِ car mecruru يَقْنُتْ fiiline müteallıktır.
رَسُولِه۪ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَعْمَلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. صَالِحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Veya masdarın sıfatı olarak mef'ûlü mutlaktan naibdir. Takdiri, عمل عاملا صالحاّ şeklindedir.
فَ karinesi olmadan gelen نُؤْتِهَٓا اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ cümlesi şartın cevabıdır.
نُؤْتِهَٓا illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَجْرَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَّتَيْنِ mef’ûlun mutlaktan naib olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ’dir.
صَالِحاً kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقاً كَر۪يماً
اَعْتَدْنَا cümlesi atıf harfi وَ ’la نُؤْتِهَٓا fiiline müteallıktır.
اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَهَا car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline müteallıktır. رِزْقاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
كَر۪يماً kelimesi رِزْقاً ’nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْتَدْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عتد ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتَعْمَلْ صَالِحاً نُؤْتِهَٓا اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِۙ وَاَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقاً كَر۪يماً
Ayet hükümde ortaklık nedeniyle وَ ’la önceki ayetteki …مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. وَمَنْ يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ şeklindeki şart cümlesi sübut ifade eden isim cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesi, مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
القُنُوتُ taat demektir.
القُنُوتُ لِلرَّسُولِ ise Allah’a taate devam ve rızasını celbetmek demektir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَتَعْمَلْ صَالِحاً cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle, şart cümlesi olan يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ ’e atfedilmiştir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen نُؤْتِهَٓا اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِۙ cümlesi şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
مَرَّتَيْنِۙ , takdiri عدد olan mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.
Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Yine faide-i haber ibtidaî kelam olan وَاَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقاً كَر۪يماً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle cevap cümlesine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَعْتَدْنَا ve نُؤْتِهَٓا fiillerinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafzı celalde tecrîd sanatı vardır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
صَالِحاً kelimesi, تَعْمَلْ fiili için mef'ûldür. Veya masdarın sıfatı olarak mef'ûlü mutlaktan naibdir. Yani عمل عاملا صالحاّ'dir.
اَجْرَهَا ‘da istiare vardır. Salih amel yapanların mükafatı, işçiye verilen ücrete benzetilmiştir.
رِزْقاً ’daki tenvin kesret ve tazim içindir.
كَر۪يماً kelimesi رِزْقاً için sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الرِّزْقُ الكَرِيمُ ifadesi cennet rızkıdır. Kerim sıfatı ile vasıflanması da en efdali olduğu içindir. (Âşûr)
Önceki ayetteki … مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ cümlesiyle bu ayetteki وَتَعْمَلْ صَالِحاً cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
Bu ifade, onların cezalarının kat kat olması gibi mükâfatlarının da kat kat olacağını açıklamaktadır. O halde ayetteki, نُؤْتِهَٓا اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِۙ “Ona da mükâfaatını iki kere veririz.” cümlesi, şöyle bir inceliğin yanı sıra “Onun azabı iki kat artırılır.” cümlesinin mukabilidir: Allah Teâlâ, mükâfaat vermekten bahsederken o ödülü verecek olanı da zikretmiştir ki o, kendisidir. Azaptan bahsederken ise azap edecek olanı açıkça ifade etmemiş ve tıpkı canlı bir cömert zatın, faydalı olduğu zaman, kendini ve işini açıkça ifade edip zarar verdiğinde ise kendisinden hiç bahsetmeyişi gibi rahmet ve kereminin mükemmel oluşuna bir işaret olsun diye, “İki kat artırılır” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, وَاَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقاً كَر۪يماً [Hem de onun için çok şerefli bir rızık hazırladık] buyurarak şöyle bir ince manaya işaret olsun diye, aslında “kerîm (şerefli)” ifadesi, ancak o rızkı verenin sıfatı olduğu halde ahiret rızkını “kerim (şerefli)” diye vasfetmiştir: Dünyadaki rızıklar, insanların çalışıp çabalamalarına göre verilir. Mesela tacir, pazarlardan ve alışveriş yapanlardan rızkını elde etmeye çalışır. İşçiler iş verenlerden, sanatkârlar sipariş edenlerden rızıklarını elde etmeye çalışırlar. Binaenaleyh dünyada rızık kendiliğinden gelmez. Bu, başkasının elindedir. İsterse o rızkı tutar, isterse salar. Ahirette ise görünürde o rızkın ne bir tutanı, ne salanı olmayıp kendiliğinden gelir. İşte bundan ötürü dünyada ancak gerçek rezzâk olan Allah Teâlâ, “kerim” diye nitelenmiştir. Ahirette ise rızkın kendisi böyle nitelenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَٓاءِ اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذ۪ي ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفاًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا نِسَاءَ | kadınları |
|
2 | النَّبِيِّ | peygamber |
|
3 | لَسْتُنَّ | siz değilsiniz |
|
4 | كَأَحَدٍ | herhangi biri gibi |
|
5 | مِنَ | -dan |
|
6 | النِّسَاءِ | kadınlar- |
|
7 | إِنِ | eğer |
|
8 | اتَّقَيْتُنَّ | (Allah’tan) sakınıyorsanız |
|
9 | فَلَا |
|
|
10 | تَخْضَعْنَ | yumuşak bir eda yapmayın |
|
11 | بِالْقَوْلِ | sözlerinizde |
|
12 | فَيَطْمَعَ | böylece tamah etmesin |
|
13 | الَّذِي | bulunan |
|
14 | فِي |
|
|
15 | قَلْبِهِ | kalbinde |
|
16 | مَرَضٌ | hastalık |
|
17 | وَقُلْنَ | ve söyleyin |
|
18 | قَوْلًا | bir söz |
|
19 | مَعْرُوفًا | güzel |
|
Peygamber hanımlarının taşıdıkları müstesna şeref ve nâil olacakları mükâfat, Allah’ın lutfu yanında kendilerinin de önemli bir katkısına bağlanmıştır. Bu katkı ittikadır, yani kendilerine yakışmayan her türlü kötülük, çirkinlik ve günahtan sakınmalarıdır. Takvanın bir uzantısı olarak başkalarıyla konuşurken takınacakları tavra ve seslerinin tonuna, seçecekleri kelimelerin etkisine, gerektiren bir durum olmadıkça evlerinden dışarı çıkmamaya varıncaya kadar buna riayet etmelidirler ki, kimse kendilerine dil uzatmaya, haklarında kötü fikirler kurmaya cesaret edemesin. Onların sorumlulukları yalnızca kötü olanı yapmamak, yani kötü ve zararlı olmamak değil, ayrıca iyi, erdemli ve itaatli olmaktır; namazı kılmak, zekâtı vermek, Allah ve resulünün rızâları doğrultusunda bir hayat sürmektir.
Bir zorunluluk bulunmadıkça evde oturmak, evden dışarı çıkmamak bu âyetle Peygamber hanımlarına farz kılınmıştır. Şu var ki, âyetin nüzûlünü takiben meydana gelen bazı olaylardan ve Resûlullah’ın konuya ilişkin açıklamalarından (meselâ bk. Buhârî, “Nikâh”, 115) bu emrin (farz) sınırlarının ve istisnalarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Hz. Âişe’nin, meşhur Cemel Vak‘ası’nda, anlaşmazlığa düşen iki müslüman grubun arasını bulmak maksadıyla evinden çıkıp Basra’ya gitmesine sahâbeden itiraz edenler olmuş; genellikle Hz. Ali taraftarı olanlar da bunu, Hz. Âişe’nin aleyhinde olmak üzere kullanmışlardır. Onunla beraber hareket eden Talha ve Zübeyr gibi ashap ile onların çizgisinde olan Sünnî âlimler şu görüşü savunurlar: Peygamber hanımları nasıl hac etmek üzere çıkabiliyorlarsa, ilâhî emir uyarınca (Hucurât 49/9), çatışmak üzere olan iki müslüman grubun arasını düzeltmek için de çıkabilirler. Hz. Âişe ve yanındakiler ictihad etmişler, bunun fayda vereceğini, bu bakımdan çıkmayı câiz kılan sebeplerden birinin gerçekleştiğini düşünmüşler, buna göre hareket etmişlerdir.
33. âyetin “daha önce Câhiliye dönemi” diye tercüme edilen kısmını, İslâm’dan önceki dönem olarak anlıyoruz. Hz. Âdem sonrasından başlayarak başka dönemler olarak yorumlayanlar da olmuştur (Câhiliye kavramının anlamı için bk. Mâide 5/50 ve Furkan 25/63-66’nın tefsiri).
Allah’ın bereketli ve temiz kıldığı, Hz. Peygamber sebebiyle özel bir saygınlık kazanmış bulunan, her salavat okuduğumuzda kendilerine de gönderme yaptığımız Peygamber ailesi (Ehl-i beyt) kimlerden oluşmaktadır? En azından buradaki Ehl-i beyt’e Hz. Peygamber’in eşlerinin de dahil bulunduğunda şüphe yoktur, hatta daha da ileri giderek burada yalnız eşlerinin kastedildiğini söylemek de mümkündür. Başka münasebetlerle Peygamber aleyhisselâm, Ehl-i beyt’ini zikrederken Hz. Fâtıma, Ali, Hasan ve Hüseyin’in isimlerini anmış, hatta bir defasında bunları abasının altına alarak (âl-i abâ) onlar için hayır duada bulunmuştur (fazla bilgi için bk. Mustafa Öz, “Ehl-i Beyt”, DİA, X, 498-501).
34. âyetin “... Dilinizden düşürmeyiniz” şeklinde tercüme edilen kısmı Peygamber eşlerinin Kur’an âyetlerini, Hz. Peygamber’in bu âyetleri açıklama mahiyetindeki konuşmalarını ve davranışlarını devamlı göz önünde tutmaları, hayatlarını buna göre düzenlemeleri mânasına geldiği gibi, “başkalarına söyleyiniz, ulaştırınız” anlamını da içermektedir. Bu ikinci mânadan hareket eden yorumcular dürüst tek râvinin, kadın olsun erkek olsun rivayetinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmışlardır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1538).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 381-382يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَٓاءِ
يَا nida harfi, نِسَٓاءَ münadadır. Aynı zamanda muzâftır. النَّبِيِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَٓاءِ ’dır.
لَسْتُنَّ nakıs, mazi fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. تُنَّ muttasıl zamiri لَيْسَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَحَدٍ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
مِنَ النِّسَٓاءِ car mecruru اَحَدٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذ۪ي ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Sart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.
kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقَيْتُنَّ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَخْضَعْنَ şart fiili olup (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِالْقَوْلِ car mecruru تَخْضَعْنَ fiiline müteallıktır.
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy taleb bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel makablindeki fiile matuftur.
يَطْمَعَ mansub muzari fiildir. الَّذ۪ي müfret has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ف۪ي قَلْبِه۪ car mecruru mahzuf mukaddem mübtedanın haberine müteallıktır. مَرَضٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اتَّقَيْتُنَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفاًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur.
قَوْلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَعْرُوفاً kelimesi قَوْلاً ’in sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَٓاءِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan نِسَٓاءَ النَّبِيِّ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Nidanın cevabı olan لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَٓاءِ, nakıs fiil ليس ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ifade eden cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَاَحَدٍ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَحَدٍ ’deki tenvin, herhangi bir anlamında cins ifade eder.
نِسَٓاءَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-u şebeh hazfedildiği için mücmeldir.
مِنَ النِّسَٓاءِ car-mecruru, كَاَحَدٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
اَحَدٍ kelimesinin aslı أحد olup واحد [bir] anlamındadır. Kelime, daha sonra müzekker, müennes ve diğer bütün formlarda aynı şekilde genel olumsuzluk anlamında kullanılır olmuştur. Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz demek, herhangi bir kadın grubu gibi değilsiniz yani kadın taifesi grup grup araştırıldığında, değer ve öncelik bakımından size denk bir grup bulunamaz demektir. Bunun benzeri, وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ [Allah’a ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayanlar…(Nisa Suresi, 152)] ayeti olup بَيْنَ اَحَدٍ derken peygamberlerin aynı apaçık hakikat üzere olduklarını kabul etme bağlamında بين جماعة واحدة منهم [onlardan hiçbirini] anlamı murat edilmektedir. (Keşşâf)
Allah Teâlâ, peygamber hanımlarının cezasının, başka mümin hanımların cezasının iki katı, mükâfaatlarının da diğer kadınların ücretlerinin iki katı olacağını beyan buyurunca onlar tıpkı cariyeye nisbetle hür kadınlar gibi olmuş olurlar. İşte Hak Teâlâ'nın, “Siz diğer kadınlardan biri gibi değilsiniz” ifadesi de aynen böyle olup “Sizlerde diğer kadınlarda bulunmayan özellikler var. Mesela siz, bütün müminlerin annelerisiniz ve peygamberlerin en hayırlısının hanımlarısınız” demektir. Hz. Peygamberin (s.a.), “Ben sizden biriniz gibi değilim” buyurarak ifade ettiği gibi Hz. Peygamberin (s.a.) herhangi bir mümin gibi olmayışı şeklinde, tıpkı onunla şeref bulan akrabaları da başkaları gibi değildir. Bu çiftler arasında, bir tür denklik (kefâet) söz konusudur. (Fahreddin er-Râzî)
اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذ۪ي ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ
Ayetin ikinci cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan اتَّقَيْتُنَّ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap olarak gelen فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذ۪ي ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِنْ şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder.
الخُضُوعُ kelimesi aslında tezellül yani aşağılama manasındadır. Burada tezellüle benzediği için rikkat (hassas davranmak,şefkat) manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu فَيَطْمَعَ الَّذ۪ي ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ cümlesi, masdar teviliyle, cümlenin öncesinden anlaşılan nehiyden kaynaklanan masdara matuftur. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَيَطْمَعَ fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır. Cümlede, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan ف۪ي قَلْبِه۪ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَرَضٌ muahhar mübtedadır.
Bu ayet-i kerimede مَرَضٌ kelimesinde istiâre yapılmıştır. Maraz bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan fısk için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. Maraz bedeni, fısk kalbi ifsad eder. (Âşûr)
يَطْمَعَ kelimesi, kadınların edalı-işveli konuşmaktan, kalbi hasta olanların da kötü düşüncelere kapılmaktan men edildiği düşüncesiyle nehiy filinin mahalline atıfla meczum olarak da okunmuştur. Adeta, siz edalı-işveli konuşmayın ki onlar da yanlış düşüncelere kapılmasınlar buyrulmaktadır. İbn Muhaysın’ın فَيَطْمَعَ kelimesini ya merfû‘, mim kesreli olarak, fiili de kavle isnat eden bir takdirle, فيُطمِع القول المريب [bu iç gıcıklayıcı söz tamah uyandırır] takdiriyle okuduğu rivayet edilmiştir. (Keşşâf)
وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفاًۚ
Ayetin son cümlesi, فَلَا تَخْضَعْنَ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَعْرُوفاً kelimesi قَوْلاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
قَوْلاً ’deki tenvin nev ifade eder.
قُلْنَ - قَوْلاً - بِالْقَوْلِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle tezyildir. (Âşûr)
المَعْرُوفُ genel örf ve adete göre insanların aşina oldukları şeydir. (Âşûr)
Yüce Allah, “yumuşak (işveli-cilveli) konuşmayın” buyurunca bundan sonra “maruf veçhile söyleyin” buyurmuştur ki bu, bunun bir kısım eziyet ve münker olmayıp makul söz söyleme emridir. Çünkü İhtiyaç halinde söylenmesi matlub da sadece budur. Fahreddin er-Râzî)
وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يراًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَرْنَ | ve vakarla oturun |
|
2 | فِي |
|
|
3 | بُيُوتِكُنَّ | evlerinizde |
|
4 | وَلَا | asla |
|
5 | تَبَرَّجْنَ | açılıp kırıtmayın |
|
6 | تَبَرُّجَ | açılıp kırıtması gibi |
|
7 | الْجَاهِلِيَّةِ | cahiliyenin |
|
8 | الْأُولَىٰ | ilk |
|
9 | وَأَقِمْنَ | ve kılın |
|
10 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
11 | وَاتِينَ | ve verin |
|
12 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
13 | وَأَطِعْنَ | ve ita’at edin |
|
14 | اللَّهَ | Allah’a |
|
15 | وَرَسُولَهُ | ve Resulüne |
|
16 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
17 | يُرِيدُ | istiyor |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | لِيُذْهِبَ | gidermek |
|
20 | عَنْكُمُ | sizden |
|
21 | الرِّجْسَ | kiri |
|
22 | أَهْلَ | (ey) Ehl-i |
|
23 | الْبَيْتِ | Beyt |
|
24 | وَيُطَهِّرَكُمْ | ve sizi temizlemek |
|
25 | تَطْهِيرًا | tertemiz |
|
وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَرْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي بُيُوتِكُنَّ car mecruru قَرْنَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا تَبَرَّجْنَ fiil cümlesi atıf harfi و ’la لَا تَخْضَعْنَ fiiline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَبَرَّجْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur.
تَبَرُّجَ mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. الْجَاهِلِيَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاُو۫لٰى kelimesi الْجَاهِلِيَّةِ kelimesinin sıfat olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdurlar.
وَ atıf harfidir. اَقِمْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ cümlesi atıf harfi و ’la makabline matuftur
اٰت۪ينَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümleleri atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اَطِعْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
تَبَرَّجْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi برج ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَقِمْنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi قوم ’dir.
اٰت۪ينَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتي ’dir.
اَطِعْنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يراًۚ
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا harfidir.
يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
لِ harfi, يُعَذِّبَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَن ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُذْهِبَ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَنْكُمُ car mecruru يُعَذِّبَهُمْ fiiline müteallıktır. الرِّجْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَهْلَ münada olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْبَيْتِ muzâfun ileyh olup esre ile mecrurdur. يُطَهِّرَكُمْ fiil cümlesi يُذْهِبَ fiiline matuftur.
وَ atıf harfidir. يُطَهِّرَكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تَطْه۪يراً mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.
لِيُذْهِبَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ذهب ’dir.
يُطَهِّرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi طهر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى
Ayet, önceki ayetteki …لَا تَخْضَعْنَ cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetteki (...قَرْنَ..) kelimesi, القرار “karar” masdarından olup muzaaf harflerinden biri düşürülmüştür. Bu kelimenin الوقار “vakar” masdarından olduğu da ileri sürülmüştür. Fahreddin er-Râzî)
Yine …لَا تَخْضَعْنَ cümlesine atfedilen وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
تَبَرُّجَ cümleyi tekid eden mef'ûlü mutlaktır.
تَبَرَّجْنَ - تَبَرُّجَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تَبَرَّجْنَ - تَبَرُّجَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ [Cahiliyye yürüyüşü gibi yürümeyin] cümlesinde teşbih-i belîğ vardır. Burada teşbîh edatı ile vech-i şebeh söylenmemiş, böylece teşbih-i beliğ olmuştur. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
الْجَاهِلِيَّةِ denmesi, Allah’ı ve şeriatı bilmemeleri dolayısıyladır. (Âşûr)
Allah Teâlâ لَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى “Evvelki cahiliye yürüyüşü gibi yürümeyin” buyurmuştur. Bunun, “Kırıla döküle, kırıtarak yürümeyin” manasına olduğu söylenmiştir. Yine bundan muradın, “Süslerinizi ortaya koymayın, göstermeyin” manası olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayet bu emir ve yasak ile Resulüllah'ın hanımlarına yalnız “tesettür”ü değil, özellikle “hıdr”i yani yabancı erkeğe hiç görünmemek demek olan “muhaddere”liği dahi vacip kılmıştır. Diğer İslam kadınları için ileride geleceği ve Nûr Suresinde geçtiği üzere tesettür vacip ise de “hıdr” vacip değil müstehaptır. Bütün İslam kadınlarının da Peygamberin hanımlarının hayat tarzını ve ahlakını örnek edinmeleri elbette bir hakları ve şerefleridir. Fakat hepsine muhaddere olmaları farz olsaydı, bunda güçlük olurdu. Onun için ilerde “Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman örtülerini üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler!” (Ahzab Suresi, 59) ayetinde tesettür emri bütün müminlerin hanımlarına genelleştirilmiş olduğu halde burada “Evlerinizde oturun.” (Ahzab Suresi, 33) emri ile “Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz.” (Ahzab Suresi, 32) diye nitelenen Peygamberin hanımlarına hitaben gelmiştir. (Elmalılı)
Ayetteki, “evvelki cahiliye”nin manası; Nûh (a.s.) zamanında olanlar, sonraki cahiliye ile de ondan sonrakiler kastedilmiştir. Ayrıca diğer bir manası da; bir diğerinin olmasını gerektiren bir “evvel”lik değildir. Aksine bunun manası tıpkı bir kimsenin, “Nerede o ilk (evvelki) zorba kisrâlar?” demesi gibi “Evvelki (eski) cahiliyye yürüyüşü gibi yürümeyin” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
…لَا تَخْضَعْنَ cümlesine atfedilen وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen müteakip وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ cümlesi ve وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ cümlesi, hükümde ortaklı nedeniyle وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ cümlesine atfedilmişlerdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafzı celalde tecrîd sanatı vardır.
وَرَسُولَهُ izafetinde, Allah’a ait zamire muzaf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
الزَّكٰوةَ - الصَّلٰوةَ ve اللّٰهَ - وَرَسُولَهُۜ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ [Allah'a ve Resulüne itaat edin) cümlesinin, وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ (Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin) cümlesi üzerine atfedilmesi, umûmun husus üzerine atfıdır. Çünkü Allah ve Resulüne itaat, daha önce geçen bütün emir ve yasakları kapsar. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Âşûr)
Peygamberimizin zevcelerine, bütün ibadetler içinden özellikle namaz ile zekâtın emredilmesi, diğer ibadetlerden üstün olmaları ve bunların, bedenî ve malî ibadetlerin temeli olmalarından dolayıdır. (Ebüssuûd)
اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يراًۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. İki tekid hükmündeki kasr, faille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. يُر۪يدُ maksûr/sıfat, لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ maksûrun aleyh/mevsûftur..
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lil ve akabindeki لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ cümlesi, masdar teviliyle, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi konumundadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur عَنْكُمُ, ihtimam için mef’ûl olan الرِّجْسَ ’ye takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelen اَهْلَ الْبَيْتِ , nida harfi mahzuf münadadır.
الْبَيْتِ teki marife ahd içindir. Resulüllah’ın evi kastedilmiştir. (Âşûr)
Muhatabın bildiği ve itiraz etmediği konularda kasr اِنَّمَا ile yapılır. Ancak bunun aksi durumlarda da اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يراً cümlesi … لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Masdar tevilindeki cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
تَطْه۪يراً , cümleyi tekid eden mef'ûlü mutlaktır.
تَطْه۪يراًۚ - وَيُطَهِّرَكُمْ ve بُيُوتِكُنَّ - الْبَيْتِ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَطْه۪يراًۚ - الرِّجْسَ kelimeleri arasında tıbâk-ı icab sanatı vardır.
Bu ayette istiâre vardır. Burada Yüce Allah günahlar için الرِّجْسَ (kir)i, takva için يُطَهِّرَ (temizlik) kelimesini müsteâr olarak kullanmıştır. Çünkü günahları işleyen kimsenin manevî varlığı kirlenir. İtaatla beraber ise temiz elbise gibi kirlerden korunmuş ve paktır. (Sâbûnî Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Âşûr)
Allah Teâlâ, “Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler” yani “Size verilen mükellefiyetlerden istifade edecek olan Allah değildir. Allah yaptıklarınızdan faydalanmaz. Bunun faydası size aittir. Allah'ın bu şeyleri size emretmesi, sizin menfaatiniz içindir” buyurmuştur. Bu ifadede şöyle bir incelik vardır: Bazan kirin-pisliğin bizzat kendisi ortadan kalkar, giderilir ama o yer tam temizlenmiş olmaz. O halde “Allah sizden ancak kiri gidermek ... diler” ifadesi, “Günahlarınızı silip giderir” manasına; “Sizi tertemiz yapmak diler” ifadesi de “Size keramet (şeref) elbiselerini giydirir” manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
Söz, Peygamberin hanımlarına seslenmekte olduğu için “ehli beyt” kelimesinden ilk akla gelen mana “onlar” olur. Fakat maksadın yalnız onlar olmadıklarını anlatmak için müzekker zamir (Arapçada erkek isimlerin yerine geçen zamir) olan “siz” diye seslenilmiştir. Çünkü usul ilminde bilindiği üzere, müennes çoğul kipi (dişi çoğul kipi) yalnız dişilere özel olduğu halde müzekker çoğul kipi karışık olarak erkeğe ve kadına, “tağliben” yani kadınları da kapsayacak biçimde kullanılır. Demek ki “ehli beyt” denilince Peygamberin hanımları ile birlikte çocuklarını, erkek ve kadın kendine özel aile fertlerini dahi kapsadığı anlatılmak üzere “Ey Peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister.” buyrulmuştur. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a.) çocuklardan olduğu gibi Hz. Ali dahi Hz. Peygamberin evinde yetişmiş ve Hz. Fatıma ile birlikte yaşaması dolayısıyla özel bir mensubiyeti elde etmiş bulunduğundan o da ehli beyttendir. Fakat bunların ehli beytten olması Hz.Peygamberin diğer kızlarının ve onlardan olan çocuklarının da ehli beytten olmasına engel değildir, aksine olmalarını gerektirir. (Elmalılı)
اَهْلَ الْبَيْتِ [hane halkı] ifadesi nida veya medih olarak mansūbdur. Bu ifade Hz. Peygamberin hanımlarının da Ehl-i Beyt’e dahil olduklarına delalet etmektedir. (Keşşâf)
وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفاً خَب۪يراً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاذْكُرْنَ | ve hatırlayın |
|
2 | مَا |
|
|
3 | يُتْلَىٰ | okunanı |
|
4 | فِي |
|
|
5 | بُيُوتِكُنَّ | evlerinizde |
|
6 | مِنْ | -nden |
|
7 | ايَاتِ | ayetleri- |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | وَالْحِكْمَةِ | ve hikmeti |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | كَانَ |
|
|
13 | لَطِيفًا | latiftir |
|
14 | خَبِيرًا | haber alandır |
|
وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اذْكُرْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُتْلٰى ’dir. İrabtan mahalli yoktur.
يُتْلٰى elif üzere mukadder damme ile ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir. ف۪ي بُيُوتِكُنَّ car mecruru يُتْلٰى fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ اٰيَاتِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْحِكْمَةِ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفاً خَب۪يراً۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup mansubdur.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir takdiri هو ’dir. لَط۪يفاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. خَب۪يراً۟ kelimesi ise كَانَ ’nin ikinci haber olup lafzen mansubdur.
لَط۪يفاً- خَب۪يراً۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ
Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ cümlesine yapılan atfın sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da ittifak vardır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil sayesinde, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
يُتْلٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde, Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır. Ayetlerin Allah'a izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
ف۪ي بُيُوتِكُنَّ car-mecruru يُتْلٰى fiiline, مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ car-mecruru ise naibu failin mahzuf haline müteallıktır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu bu ayetteki اللّٰهِ lafzında tecrîd sanatı vardır.
Ayetlerin nüzulü de evlerde gerçekleştiği halde ve vahyin nüzul hâdisesine daha münasip düştüğü halde “evlerinizde nazil olan…” denilmeyip “evlerinizde... okunan…” denilmesi, bu ifadenin, bütün ayetleri kapsaması ve bütün evlerde gerçekleşmesi ve onlara, hatırlamak ile hatırlatmak imkânını veren tekerrürün ve devamın lüzumunu bildirmek içindir. Nüzul ifadesi ise bunları bildirmez. (Ebüssuûd)
Bu ayette, Allah, Peygamberimizin hanımlarına ihsan ettiği nimetleri hatırlatmaktadır. Şöyle ki Allah, onları, Peygamberin ev halkı, vahyin nazil olduğu mekânın sakinleri kılmış ve onlar, vahyin nüzulü sırasında, imanlarının kuvvetlenmesini ve ibadet isteklerinin artmasını gerektiren zorluklar müşahede etmektedirler. Bütün bunlar da kendilerine yasak edilen hususlardan sakınmalarını ve emirlere uymalarını teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetleri okuyanın tayin edilmemesi, Hz. Cebrail’in tilavetini de Peygamberimizin tilavetini de Peygamberimizin hanımlarının okumasını ve diğerlerinin de öğrenmek ve öğretmek için okumalarını da kapsaması içindir. (Ebüssuûd)
Buradaki “Allah'ın ayetleri ile “Kur'an”, “hikmet” ile de Hz. Peygamberin (s.a.) sözleri (hadisleri) kastedilmiştir. Bu da mükellefiyetlerin sadece namaz ve zekâta münhasır olmadığına bir işarettir. Allah Teâlâ, bu ayette de yine mükellefiyetlerden bahsederek, “Okunup duran ayetleri hatırlayın” buyurmuştur ki bu, “Bütün farzları ve vâcibleri öğrenip hepsini hakkıyla yerine getirin; bütün haramları öğrenip onlardan da sakının” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفاً خَب۪يراً۟
Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِنّ ’nin haberi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
كَانَ ’nin haberi olan لَط۪يفاً , خَب۪يراً۟ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Allah Teâlâ’ya ait iki haber olan لَط۪يفاً - خَب۪يراً۟ sıfatlarının arasında و۬ olmaması bu sıfatların Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder. Bu kelimelerin ayetin konusuyla olan anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mübalağa kalıbındaki لَط۪يفاً - خَب۪يراً۟ sıfatları arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
كَانَ fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Müfredât)
Sıfatı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Allah Teâlâ'nın, “Şüphesiz ki Allah latiftir; habirdir” ifadesi de Cenab-ı Hakk'ın içleri (bâtınları) bilen bir habîr ve bir latîf olduğuna işarettir. Binaenaleyh O'nun ilmi herşeye ulaşır. Dar deliklerden giren ve tıkanmış yollardan çıkabilen manasına olan “latîf”, bu manaya gelir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الْمُسْلِمِينَ | müslüman erkekler |
|
3 | وَالْمُسْلِمَاتِ | ve müslüman kadınlar |
|
4 | وَالْمُؤْمِنِينَ | mü’min erkekler |
|
5 | وَالْمُؤْمِنَاتِ | ve mü’min kadınlar |
|
6 | وَالْقَانِتِينَ | ta’ate devam eden erkekler |
|
7 | وَالْقَانِتَاتِ | ve ta’ate devam eden kadınlar |
|
8 | وَالصَّادِقِينَ | doğru erkekler |
|
9 | وَالصَّادِقَاتِ | ve doğru kadınlar |
|
10 | وَالصَّابِرِينَ | sabreden erkekler |
|
11 | وَالصَّابِرَاتِ | ve sabreden kadınlar |
|
12 | وَالْخَاشِعِينَ | saygılı erkekler |
|
13 | وَالْخَاشِعَاتِ | ve saygılı kadınlar |
|
14 | وَالْمُتَصَدِّقِينَ | sadaka veren erkekler |
|
15 | وَالْمُتَصَدِّقَاتِ | ve sadaka veren kadınlar |
|
16 | وَالصَّائِمِينَ | oruç tutan erkekler |
|
17 | وَالصَّائِمَاتِ | ve oruç tutan kadınlar |
|
18 | وَالْحَافِظِينَ | koruyan erkekler |
|
19 | فُرُوجَهُمْ | ırzlarını |
|
20 | وَالْحَافِظَاتِ | ve koruyan kadınlar |
|
21 | وَالذَّاكِرِينَ | zikreden erkekler |
|
22 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
23 | كَثِيرًا | çok |
|
24 | وَالذَّاكِرَاتِ | ve zikreden kadınlar |
|
25 | أَعَدَّ | hazırlamıştır |
|
26 | اللَّهُ | Allah |
|
27 | لَهُمْ | bunlar için |
|
28 | مَغْفِرَةً | bağışlanma |
|
29 | وَأَجْرًا | ve bir mükafat |
|
30 | عَظِيمًا | büyük |
|
Bu âyette iki nokta dikkat çekicidir: 1. İbadet, iyilik ve erdem sahibi olmak, bunlar sayesinde kulluk imtihanını kazanmak, yüksek mânevî dereceler ve ödüller elde etmek, hâsılı kâmil insan olmak bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur; her iki cins, dindarlık ve ahlâkta kemale ermek için fırsat eşitliğine sahiptirler. 2. Allah’ın ve resulünün rızâsına ermek, âhirette eşi benzeri görülmemiş nimetler elde etmek için Peygamber eşi veya Ehl-i beyt olmak şart değildir. Onların özel bir yerleri bulunmakla beraber bütün müminlerin önünde ilâhî lutuf ve nimet kapıları açıktır; yeter ki insanlar, 35. âyette sıralanan iman, ibadet ve ahlâk kemaline sahip olmak için gayret etsinler.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 383-384Saveme صوم :
Bu صَوْمٌ kelimesinin asıl anlamı yemek yeme, konuşma ya da yürüme türünden bir fiili yapmaktan kendini tutma/geri durmaktır.
Şer'i dilde صَوْمٌ kavramı ise mükellefin beyaz iplikten siyah ipliğe (fecirden güneşin batımına) kadar niyet ederek yemekten, içmekten, cinsi münasebet ve kusmaktan kendini tutmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 14 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Sâim ve Sâime'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Hafeza حفظ :
حِفْظٌ sözcüğü; 1- Bazen anlama neticesinde ulaşılan bir şeyin zihinde sabitleşip kalıcı olmasını sağlayan nefsin (aklın ya da zihnin), bir kuvvesi anlamında, 2- Bazen bir şeyin nefiste (akılda veya zihinde) tutulması/ezberlenmesi anlamında kullanılır. Bunun zıddı unutmaktır. 3- Bazen de bu kuvvenin kullanılması hakkında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 44 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hafıza, hafız, hıfzetmek, mahfuz, muhafaza, hafaza(nallah), muhafız ve muhafazakardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. الْمُسْلِم۪ينَ kelimesi, اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُسْلِمَاتِ kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur. Nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra ile îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ - الْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ - الصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ - الصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ - الْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ - الْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ - الصَّٓائِم۪ينَ - الصَّٓائِمَاتِ ve الْحَافِظ۪ينَ kelimeleri, atıf harfi و ’la makabline matuftur.
فُرُوجَهُمْ kelimesi ism-i fail olan الْحَافِظ۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
الْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ atıf harfi و ’la الْحَافِظ۪ينَ ‘ ye matuftur.
اللّٰهَ lafza-i celâl, ism-i fail olan الذَّاكِر۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
كَث۪يراً mahzuf mef’ûlun mutlaktan sıfat olup fetha ile mansubdur.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً cümlesi اِنَّ ’nin haber olarak mahallen merfûdur.
اَعَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru اَعَدَّ fiiline müteallıktır. مَغْفِرَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَجْراً atıf harfi و ’la makabline matuftur.
عَظ۪يماً kelimesi اَجْراً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
اَلْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
الْقَانِت۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi قَٰنِتِينَ olan fiilin ism-i failidir.
الصَّابِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صبر olan fiilin ism-i failidir.
الْخَاشِع۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خشع olan fiilin ism-i failidir.
الْحَافِظ۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi حفظ olan fiilin ism-i failidir.
الصَّٓائِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صوم olan fiilin ism-i failidir.
الذَّاكِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ذكر olan fiilin ism-i failidir.
الْمُتَصَدِّق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعَدَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi عدد ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
Istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette 15 isim, اِنَّ ’nin ismi olan الْمُسْلِم۪ينَ ’ye atfedilmiştir.
وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ ibaresinde, فُرُوجَهُمْ izafeti, ism-i fail vezninde gelerek fiil gibi amel eden وَالْحَافِظ۪ينَ ’nin mef’ûlüdür.
Aynı üslupla gelen وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً terkibinde كَث۪يراً , mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır.
وَالذَّاكِرَاتِ ’nin mef’ûlü, önceki terkiplerin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu üç terkip, اِنَّ ’nin ismine matuftur.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَهُمْ, ihtimam için, mef’ûl olan مَغْفِرَةً ’e takdim edilmiştir.
اَجْراً ve مَغْفِرَةً ’deki tenvin kesret ve tazim içindir.
عَظ۪يماً kelimesi cümlesi اَجْراً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
الصَّادِق۪ينَ - الْمُتَصَدِّقَاتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُسْلِم۪ينَ - الْمُسْلِمَات ve الْمُؤْمِن۪ينَ - الْمُؤْمِنَاتِ ve الْقَانِت۪ينَ - الْقَانِتَاتِ ve الصَّادِق۪ينَ - الصَّادِقَاتِ ve الصَّابِر۪ين الصَّابِرَاتِ ve الْخَاشِع۪ينَ - الْخَاشِعَاتِ ve الْمُتَصَدِّق۪ينَ - الْمُتَصَدِّقَاتِ ve الصَّٓائِمَاتِ - الصَّٓائِم۪ينَ ve الْحَافِظ۪ينَ - الْحَافِظَاتِ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası, ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْقَانِتَاتِ - الصَّادِقَاتِ - الصَّابِرَاتِ - الْخَاشِعَاتِ - الصَّٓائِمَاتِ - الْحَافِظَاتِ ve الْمُسْلِم۪ينَ - الْمُؤْمِن۪ينَ ve الْمُسْلِمَات - الْمُؤْمِنَاتِ gruplarındaki kelimeler arasında muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَث۪يراً - عَظ۪يماً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ’nın mağfiret edeceği ve azim bir ecirle mükâfatlandıracağı kimseleri teker teker sayması cem mea taksim sanatıdır.
الْحَافِظ۪ينَ [Koruyanlar] ifadesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Önceki ifadeden anlaşıldığı için mef'ûl hazfedilmiştir. الخافظات فروجهن [Avret yerlerini koruyan kadınlar] demektir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) Buna ihtibak sanatı denir.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ [Allah, onlar için hazırladı] ayetinde tağlîb sanatı vardır. Yüce Allah erkekleri çoğunluk saydı, kadınları onlarla bir araya getirdi. Sonra hepsini aynı zamirde birleştirdi. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
30.-27.-21. ayetlerdeki يَس۪يراً - قَد۪يراً۟ - كَث۪يراً gibi ayet sonlarında uygunluk vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Sayfadaki ayet sonlarındaki fasılaların biri hariç hepsinin ي - م۪ ve ي - ر harfleriyle meydana getirdikleri secî, işitenleri cezbeden ses uyumu oluşturmuştur. Bu kelimelerde ayrıca lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Allah Teâlâ onlara emirler verip, yasaklar koyup, onlar için gerekli şeyleri beyan edince, o kadınlar için şu on mertebeyi zikretmiştir: Birincisi, Müslüman olmak ve Allah'ın emrine boyun eğmek; İkincisi, sayesinde Allah'ın emirlerinin geldiği (öğrenildiği) şeye yani Kur'an'a imandır. Çünkü mükellef önce, “O'nun dediği her şeyi kabul ediyorum” der. İşte bu İslâm'dır. Binaenaleyh Cenab-ı Hak birşey söyleyip mükellef de onu kabul ettiğinde, Allah'ın o sözünü tasdik etmiş ve inancının doğruluğunu ortaya koymuştur. Bu da imandır. Sonra onun bu inancı, kendisini güzel işler yapmaya ve amel-i sâlihe sevk eder. Böylece de o itaatkar olur ve ibadet eder. İşte bu, ayetteki “itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar (kânitîn-kânitât)” ifadesi ile belirtilen üçüncü mertebedir. Daha sonra mükellef iman edip salih amelde bulunduğu zaman kendisi kâmil (olgun) olmuş olur ve başkalarını kemâle erdirmeye çalışır, emri marûfta bulunup kardeşlerine nasihat eder. Böylece de nasihati hususunda tasdik edilmiş (doğrulanmış) olur ki ayetteki, “Doğru erkeklerle doğru kadınlar (sâdıkîn-sâdikat)” tabiriyle kastedilen budur. Daha sonra bu kimse, iyiliği emredip kötülükten nehyederken karşısına birtakım sıkıntılar çıkar. O da buna sabreder. İşte Cenab-ı Hak bunu da “sabreden erkeklerle sabreden kadınlar” tabiri ile belirtmiştir. Sonra bu mükellef kemâle erip, başkalarını kemâle erdirdiğinde, kendini beğenmeye ve yaptığı ibadetlerden dolayı “ucb”e başlar. Cenab-ı Hakk onu bu halinden, “mütevazı erkeklerle mütevazı olan kadınlar” (haşiîn-hâşiât)” ifadesiyle men etmiştir. Yahut şöyle de diyebiliriz: Cenab-ı Hakk, bu güzel ve iyi sıfatlardan bahsedince bunlara manî hallere de işaret etmiştir. Bu da ya gözle görülecek şeylerden olan makam ve mal sevgisidir yahut da gözle görülemeyen şeylerden olan şehvettir. Gazap da bu iki hususa dahildir. Çünkü gazap (öfke), ya makam noksanlığı yahut bir mal elde edememe yahut da arzu edilen bir şeyden engellenme gibi sebeplerden dolayı ortaya çıkar. O halde ayetteki, “hâşiîn ve haşiat” ifadesi, “makam ve mensupların kendilerini ibadetten alıkoyamadığı mütevazı kimseler” manasınadır. Daha sonra Cenab-ı Hakk, “sadaka veren erkeklerle, sadaka veren kadınlar” buyurmuştur. Bu da “çok sevdikleri için mal biriktirme özelliğinde olmayıp mallarını infak edenler” demektir. Allah Teâlâ daha sonra bâtınî arzu ve isteklerin, kendilerini Allah'a ibadetten alıkoyamadığı kimselere işaret olarak da “oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar.. .(sâimîn-sâimât)” buyurmuştur. Hakk Teâlâ, “namuslarını koruyan erkeklerle kadınlar…” buyurmuştur. Bu da “cinsî arzuların kendilerini Allah'a İbadetten alıkoyamadığı kimseler” demektir. Daha sonra Hakk Teâlâ, “Allah'ı çok zikreden erkeklerle kadınlar” buyurmuştur. Yani “Onlar bütün hallerinde, her halükârda, her zaman Allah'ı anarlar (hatırlarlar). Müslümanlıkları, imanları, taatları, sadakatleri, sabırları, tevazuları, sadakaları ve oruçları, hâlis bir niyyetle Allah için olur.” (Fahreddin er-Râzî)
Ayetin metninde kadınların, erkeklere atfedilmesi, cinsiyetleri değişik olduğu içindir. Bu atıf zorunludur. Çiftlerin (çift, çift zikredilenlerin) birbirlerine atfedilmesi ise iki vasfın farklı olmasından dolayıdır. Bu itibarla bu atıf, zorunlu değildir. Nitekim Tahrim Suresinin 5. ayetinde bu kelimeler arasında atıf yoktur. Burada bu atfın faydası, onlara hazırlanan nimetlerin sebebi, bu güzel vasıfları bir araya getirmeleri olduğunu bildirmektir. (Ebüssuûd, Âşûr)
Şayet iki atıf arasında yani müenneslerin müzekkerlere ve eşlerin eşlere atfı arasında ne fark var? dersen şöyle derim: Birinci atıf, ثَیِّبَـٰتࣲ ve أَبۡكَارࣰا [dul ve bekâr olarak] [Tahrim Suresi, 5]) ayetinde olduğu gibi iki farklı cinsin aynı hükümde müşterek olmaları halinde aralarına bir atıf harfinin girmesi şeklindedir. İkinci atıf ise bir sıfatın bir başka sıfatla cem‘i için olan bir atıfla atfedilmesi türündendir. Ve mana; [Bütün bu taatleri cem eden erkek ve kadınlar, işte Allah onlar için …] hazırlamıştır.” şeklindedir. (Keşşâf)
Allah Teâlâ, bir çok ayette “zikir”den bahsettiği zaman onunla birlikte “çok”luk vasfını da getirmiştir. Mesela, daha sonra gelecek olan, “Ey iman edenler Allah'ı çokça zikredin” (Ahzab Suresi, 40) ayetinde ve bundan önce geçmiş olan, “Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için” (Ahzab Suresi, 21) ayetinde böyledir. Çünkü bedenle yapılan fiilleri (amelleri) çok yapmak, ya mümkün değildir ya zordur. Mesela, insan yerken, içerken ve yiyeceğini-içeceğini elde etmeye çalışırken, bütün bunlar onun devamlı namaz kılmasına manidirler. Fakat insanın yerken, içerken, yürürken, alırken, satarken, Allah'ı zikretmesine bir mâni yoktur. İşte bu hususa Hakk Teâlâ, “Ayakta iken, otururken ve yanları üstü (yatarken) Allah'ı zikredenler…” (Âl-i İmran Suresi, 191) ifadesiyle işaret etmiştir. Bir de bütün amellerin sıhhati, Allah'ı zikir (anma) ile olur. İşte bu da niyettir. (Fahreddin er-Râzî)
Ey Allahım! Kalplerimizdeki kirliliği, hallerimizdeki kusurları ve zihnimizdeki yanlışları gider.
Kalbi çürüklerin şerrinden, dünyanın sıkıntılarından, her türlü hastalıktan ve nefsimizin vesveselerinden Sana sığınırız.
Bizi; Sana tam anlamıyla teslim olmuşlardan ve iman etmişlerden, ibadet ve itaat edenlerden, özü sözü doğrulardan ve adil davrananlardan, sabredenlerden ve şükredenlerden, gönlünü ibadete vermişlerden ve yüzünü Sana dönmüşlerden, infak edenlerden ve yardıma koşanlardan, namaz kılanlardan ve oruç tutanlardan, iffetlerini koruyanlardan ve mağfiretine mazhar olanlardan, Seni çokça ananlardan ve Kur’an-ı Kerim’i devamlı okuyanlardan, rızanı kazananlardan ve mükafatlarına kavuşanlardan eyle.
Amin.
***
“Her günümün bütün işlerimin toplandığı asıl amacım Allah’a daha iyi bir kul olmaktır.”
Cümlesini hazırladığı yapılacaklar listesinin altına büyük harflerle yazarken aklından şu düşünceler geçiyordu:
Bir müslüman, iç ve dış dünyasına, Allah’ın emirlerine itaat ederek çekidüzen vermelidir. Ne imanını, ne de amellerini başıboş bırakmamalıdır. İkisinin arasındaki ilişkiyi korumamanın sonu tehlikelidir. İmansızın ameli boşa gider (Mâide: 5), amelsizin imanının sahibi üzerindeki etkisi zayıf olduğu için kurtuluşunun garantisi yoktur.
Allah’ın sınırlarında dolanıp ısrarla şüpheli işlerle meşgul olanların ya da iman ve amel bütünlüğünü korumak yerine tedbirleri gevşetenlerin ya da kendisini ve etrafındakileri keyfi bir umursamazlık ile tehlikeye atanların kimisi şuna benzer ifadeler geveleyerek kendince temize çıkar: “Niyetim öyle değildir.”
Huzurda kabul görmeyecek nefsani bahanelere sığınmamak için kul, kendisini gören ve işiten rabbini hatırlamalıdır. Bu bilinç ile nefsini sorguya çekmelidir. Allah’ın emirlerine itaat etmesine mani olan halini düzeltmelidir. İman ve amel dünyası arasındaki kopukluğunun nedenlerini araştırarak gerekeni yapmak için yola çıkmalıdır.
Zira kişi kendisini ne kadar kandırırsa kandırsın; aldığı kararların, yaptığı seçimlerin, bulunduğu ortamların, takıldığı insanların ve meşgul olduğu işlerin hepsinin düşünce akışında ve duygu değişiminde etkisi vardır. Belki de şöyle düşünmelidir: çalışmadığı sınavı kazanacağının, korumadığı hakikatin sağlığının garantisi yoktur.
Ey Allahım! Dünyalık hedeflerin arasında asıl hedefimizi şaşırmaktan ya da unutmaktan muhafaza buyur. Senin emirlerine (anladığımız ve anlamadığımız nice hikmetler olduğu konusunda) Sana güvenerek itaat edenlerden ve şüpheli durumlardan uzaklaşanlardan eyle. İki cihanda da amellerimizin boşa gitmesinden muhafaza buyur. İmanımızla amellerimizin arasındaki ilişkiyi sağlam tutanlardan eyle. Öyle ki ikisi de devamlı birbirini besleyerek bizi Sana ve Senin rahmetin ile Senin rızana ve cennet bahçelerin ile cennet komşularına kavuştursun.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji