2 Ekim 2025
Ahzâb Sûresi 16-22 (419. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ahzâb Sûresi 16. Ayet

قُلْ لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ اِنْ فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ وَاِذاً لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً  ...


De ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَنْ
3 يَنْفَعَكُمُ size fayda vermez ن ف ع
4 الْفِرَارُ kaçmak ف ر ر
5 إِنْ eğer
6 فَرَرْتُمْ kaçıyorsanız ف ر ر
7 مِنَ -den
8 الْمَوْتِ ölüm- م و ت
9 أَوِ veya
10 الْقَتْلِ öldürülmekten ق ت ل
11 وَإِذًا o zaman bile
12 لَا
13 تُمَتَّعُونَ yaşatılmazsınız م ت ع
14 إِلَّا dışında
15 قَلِيلًا pek az ق ل ل

   Ferra فرّ :  فَرٌّ sözcüğü temelde (yaşına bakmak için) hayvanın dişlerini incelemektir. Bu fiilin mastarı فِرارٌ şeklinde gelir.

  إفْتِرارٌ  gülmekten dolayı dişlerin görülmesidir. Yine aynı köke ait مَفَرٌّ sözcüğü kaçış yeri, kaçış zamanı ve bizzat kaçışın kendisi anlamlarının tamamına gelebilir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve iki farklı isim formunda toplam 11 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri firar ve firaridir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ اِنْ فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ وَاِذاً لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir  أنت ’dir.  Mekulü’l-kavli,  لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ ’dur. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

يَنْفَعَكُمُ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamiri  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْفِرَارُ  fail olup lafzen merfûdur. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَرَرْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.

مِنَ الْمَوْتِ  car mecruru  فَرَرْتُمْ  fiiline mütealliktir. 

الْقَتْلِ  atıf harfi اَوِ ile makabline matuftur. Türkçede “veya yahut, ya da yoksa”  kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  cevap harfidir.

لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إذا نفعكم ظاهرا (Sizi destekleyerek fayda verirsek) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُمَتَّعُونَ fiili  نَ ’un sübutuyla merfu meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا hasr edatıdır.  قَل۪يلاً  mef’ûlun mutlaktan naibdir. Takdiri, تمتّعا قليلا  (Az bir fayda) şeklindedir.

قُلْ لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ 

 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir. İlk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Ayetin başında  قُلْ  emrinin bulunması mekûlu-l kavlin, Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. 

Mefaatin olumsuzluğu; menfaat ile kastedilen kurtuluş manasının olumsuzluğudur. Çünkü bir şeyin faydası, ondan murad edilenin elde etmesidir. (Âşûr)

 

اِنْ فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ifadenin delaletiyle cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

مِنَ الْمَوْتِ  car mecrurunun müteallakı  يَنْفَعُكم  değil  فَرَرْتُمْ  fiilidir. Çünkü  يَنْفَعُكم  fiili siyaktan açıkça anlaşıldığı için zikredilmemiştir. Kurtuluşun faydası asla olmayacak demektir. (Âşûr)

الْفِرَارُ - فَرَرْتُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

De ki: “Eğer ölmekten yahut öldürülmekten kaçınıyorsanız, (bilin ki), firarınız size asla fayda vermez” buyruğu, işlerin mukadder olup Allah’ın karar vermiş olduğu şeyden kaçmanın mümkün olmadığına, Allah’ın takdir ettiği şeylerin mutlaka olacağına, binâenaleyh kendisine emredilen şeye muhalefet eden kimsenin, ahirette azap içinde kalacağına, dünyada da muhalefeti sebebiyle hiçbirşey elde edemeyeceğine bir işarettir. (Fahreddin er-Razi) 

Her şahıs, takdir kaleminin yazdığı muayyen bir vakitte eceliyle yahut kılıç darbesiyle ölmesi mukadderdir. (Ebüssuûd)

 

  وَاِذاً لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

Önceki şart cümlesine matuf olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atıftan sonra gelen  اِذاً , cevap harfidir. “Öyleyse, o takdirde’’ anlamındadır. Takdiri,  إذا نفعكم ظاهرا  [Sizi destekleyerek fayda verirsek] olan, mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً , muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna harfi اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûl arasındadır.

تُمَتَّعُونَ  maksur/sıfat,  قَل۪يلاً  maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

تُمَتَّعُونَ - يَنْفَعَكُمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ahzâb Sûresi 17. Ayet

قُلْ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً اَوْ اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۜ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً  ...


De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?” Onlar kendilerine Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 مَنْ kimdir?
3 ذَا şu
4 الَّذِي kimse ki
5 يَعْصِمُكُمْ sizi koruyacak ع ص م
6 مِنَ -dan
7 اللَّهِ Allah-
8 إِنْ eğer
9 أَرَادَ istese ر و د
10 بِكُمْ size
11 سُوءًا bir kötülük س و ا
12 أَوْ veya
13 أَرَادَ dilese ر و د
14 بِكُمْ size
15 رَحْمَةً rahmet ر ح م
16 وَلَا
17 يَجِدُونَ bulamazlar و ج د
18 لَهُمْ kendilerine
19 مِنْ
20 دُونِ başka د و ن
21 اللَّهِ Allah’tan
22 وَلِيًّا bir dost و ل ي
23 وَلَا ne de
24 نَصِيرًا bir yardımcı ن ص ر

قُلْ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً اَوْ اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۜ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l kavli مَنْ ذَا الَّذ۪ي ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  ذَا  işaret ismi sükun üzere mebnidir, haber olarak mahallen merfûdur. 

الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl ذَا dan bedel olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْصِمُكُمْ dir. İrabdan mahalli yoktur. 

يَعْصِمُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  يَعْصِمُ  fiiline mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Sart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَرَادَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو dir. بِكُمْ  car mecruru  سُٓوءاً nin mahzuf haline mütealliktir.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. 

سُٓوءاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةً  atıf harfi اَوْ  ile  makabline matuftur. Türkçede “veya yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  رَحْمَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

يَجِدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَهُمْ  car mecruru  يَجِدُونَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ دُونِ  car mecruru  وَلِيًّا in mahzuf haline mütealliktir.  للّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَلِيًّا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Nefy harfi  لَا  olumsuzluğu tekid eder.  نَص۪يرًا  lafzı  وَلِيًّا  kelimesine matuftur.

قُلْ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  Mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ  cümlesi,  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  مَنْ  soru harfi mübteda,  ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ  haberdir. 

Bu mekulu’l kavl, arkadan gelen şartın cevabı olarak gelmiştir. (Âşûr) 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesindeki  الَّذ۪ي  has ism-i mevsûlu, ذَا ’dan bedeldir. Bedel dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Mevsûlün sılası olan  يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ ,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bedelin ism-i mevsûlle ifade edilmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olması sebebiyle, ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Ayetin başında  قُلْ  emrinin bulunması mekûlu-l kavlin, Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. 

 

اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً اَوْ اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۜ 

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Şart üslubundaki terkipte  اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً , şart cümlesidir. Müspet mazi sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır. Önceki ifadenin delaletiyle cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

Aynı üslupta gelen  اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةً  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle, şart cümlesi  اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً ’e atfedilmiştir.

Takdir şöyledir:  أوْ يَحْرِمُكم مِنهُ إنْ أرادَ بِكم رَحْمَةً (Veya size rahmet etmek isterse sizi ondan mahrum etsin). Kelamın veciz olması içn bu şekilde gelmiştir. (Âşûr)

Her iki cümlede de takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  بِكُمْ  konudaki önemine binaen mef’ûl olan  سُٓوءاً  ve  رَحْمَةًۜ ’e takdim edilmiştir.

رَحْمَةً  ve  سُٓوءاً  kelimelerindeki tenvin, nev ve kesret ifade eder. 

اَرَادَ  fiilinin tekrarı, cümlelerin mukabele formunda gelmesi, Allah Teâlâ’nın dilediği herşeye kadir olduğunu, iradenin onda olduğunu vurgulamaktadır.

اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً  cümlesiyle  اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

سُٓوءاً - رَحْمَةً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır. 

اَرَادَ  fiilinin tekrarında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً

 

Cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri …سيعذّبون  [Mutlaka azap görecekler] şeklindedir.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  car-mecruru,  وَلِياًّ ’in mahzuf haline mütealliktir.

دُونِ اللّٰهِ , izafeti, gayrının tahkiri içindir. 

Mef’ûl olan  وَلِياًّ  ve  نَص۪يراً ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder.

Nefy siyakında nekre, umum ve şumûle delalet eder. (Dr. Salâh Abdu'l-Fettâh el-Hâlidî, Vakafât Düşündüren ayetler, s. 78)   

Olumsuz bir cümlede gelen zaid  مِنْ  harfi tekid ifade eder.

وَلَا نَص۪يراً ’de, nefy harfi  لَا nın tekrarı olumsuzluğu tekid için yapılan ıtnâbdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlenin muzari fiille gelmesi hudûs teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Önceki cümledeki (بِكُمْ ) muhatab zamirinden, bu cümlede (لَهُمْ ) gaib zamirine iltifat edilmiştir.

وَلِياًّ - نَص۪يراً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Bu ayette açık bir şekilde olumsuz bir ifade olan لَا يَجِدُونَ ifadesinden önce aynı mananın istifhâm üslûbuyla olumsuz bir tarzda ifade edilmesi, iki üslûbun birbirinden farkını ve birisinin, diğerine olan ihtiyacı ortadan kaldırmadığını göstermektedir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

 
Ahzâb Sûresi 18. Ayet

قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الْمُعَوِّق۪ينَ مِنْكُمْ وَالْقَٓائِل۪ينَ لِاِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ  ...


18-19. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz Allah içinizden, savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine, “Bize gelin” diyenleri biliyor. Size katkıda cimri davranarak savaşa pek az gelirler. Korku geldiğinde ise, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince de ganimete karşı aşırı düşkünlük göstererek sizi keskin dillerle incitirler. İşte onlar iman etmediler. Allah da onların amellerini boşa çıkardı. Bu, Allah’a kolaydır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ elbette
2 يَعْلَمُ biliyor ع ل م
3 اللَّهُ Allah
4 الْمُعَوِّقِينَ alıkoyanları ع و ق
5 مِنْكُمْ içinizden
6 وَالْقَائِلِينَ ve diyenleri ق و ل
7 لِإِخْوَانِهِمْ kardeşlerine ا خ و
8 هَلُمَّ gelin ل م م
9 إِلَيْنَا bize
10 وَلَا
11 يَأْتُونَ onlar gelmezler ا ت ي
12 الْبَأْسَ savaşa ب ا س
13 إِلَّا dışında
14 قَلِيلًا pek azı ق ل ل

قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الْمُعَوِّق۪ينَ مِنْكُمْ وَالْقَٓائِل۪ينَ لِاِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. الْمُعَوِّق۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

مِنْكُمْ  car mecruru  الْمُعَوِّق۪ينَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. الْقَٓائِل۪ينَ  atıf harfi و ’la الْمُعَوِّق۪ينَ ’ye matuftur.

لِاِخْوَانِهِمْ  car mecruru  الْقَٓائِل۪ينَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l kavl  هَلُمَّ اِلَيْنَا ’dir. Amili  الْقَٓائِل۪ينَ olan ismi failin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هَلُمَّ  emir isim fiildir.  أقبلوا  (kabul edin) manasındadır. Faili müstetir olup takdiri  أنتم ’dir. اِلَيْنَا  car mecruru  هَلُمَّ  fiiline mütealliktir 

الْمُعَوِّق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

الْقَٓائِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  قول  fiilinin ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ

 


Fiil cümlesidir.  وَ  haliyyedir.  لَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و”  gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَأْتُونَ   fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْبَأْسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اِلَّا  hasr edatıdır. قَل۪يلاً  mef’ûlun mutlaktan naibdir.

قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الْمُعَوِّق۪ينَ مِنْكُمْ وَالْقَٓائِل۪ينَ لِاِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş ilk cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, tehdit ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

الْقَٓائِل۪ينَ  kelimesiيَعْلَمُ  fiilinin mef'ûlüdür.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ cümlesi,  الْقَٓائِل۪ينَ ’nin mekulü’l-kavlidir.  هَلُمَّ kelimesi, أقبلوا manasında isim fiildir.

الْمُعَوِّق۪ينَ - لِاِخْوَانِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَدْ , sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman ise bazen azlık bazen da çokluğa delalet eder. Ancak belâğat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. Biliyoruz ki bu ayet-i kerime, Ahzab Gazvesi siyakında gelmiştir ve münafıklardan bahsetmektedir. Onların amelleri ve sözleri, içlerindeki şüpheyi göstermektedir. Bunun için de ayet قَدْ  ile tekid edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  هَلُمَّ, ya [gelin], ya [hazır olun (bulunun)] manalarına gelip Hicazlıların lehçesine göre cemi olarak kullanılmaz, fakat başka lehçelerde cemi şeklinde de kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayet delalet ediyor ki o münafıklar, bunu söylerken Resulullah'ın ordugâhını terk etmişler ve Medine'ye doğru yönelmişlerdi. (Ebüssuûd) 

Arap dili alimlerine göre  قَدْ  harfinin muzari fiile dahil olması tahkik manasını ortadan kaldırmaz. Azlık manası ise harfin manası değil makamın delaleti iledir. (Âşûr)


وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ

 

Hal وَ ıyla gelen cümle, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

قَل۪يلاً , mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Takdiri,  إتيانًا قليلا  [az bir geliş]’dir.

Nefy harfi  لَا  ve istisna harfi اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille, mahzuf mef’ûlü mutlak arasındadır.

يَأْتُونَ  maksur/sıfat,  إتيانًا قليلا  maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat da olabilir. O takdirde fail, mef’ûlü mutlaka hasredilmiş olur.

هَلُمَّ - لَا يَأْتُونَ kelimeleri arasında tıbak-ı selb sanatı vardır.
Ahzâb Sûresi 19. Ayet

اَشِحَّةً عَلَيْكُمْۚ فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ فَاِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَشِحَّةً cimriler olarak ش ح ح
2 عَلَيْكُمْ size karşı
3 فَإِذَا ne zaman ki
4 جَاءَ gelince ج ي ا
5 الْخَوْفُ korku خ و ف
6 رَأَيْتَهُمْ görürsün ر ا ي
7 يَنْظُرُونَ baktıklarını ن ظ ر
8 إِلَيْكَ sana
9 تَدُورُ dönerek د و ر
10 أَعْيُنُهُمْ gözleri ع ي ن
11 كَالَّذِي gibi
12 يُغْشَىٰ baygınlığı غ ش و
13 عَلَيْهِ onların üstüne
14 مِنَ
15 الْمَوْتِ ölüm م و ت
16 فَإِذَا ne zaman ki
17 ذَهَبَ gidince ذ ه ب
18 الْخَوْفُ korku خ و ف
19 سَلَقُوكُمْ sizi incitirler س ل ق
20 بِأَلْسِنَةٍ dillerle ل س ن
21 حِدَادٍ sivri ح د د
22 أَشِحَّةً düşkünlük göstererek ش ح ح
23 عَلَى karşı
24 الْخَيْرِ hayra خ ي ر
25 أُولَٰئِكَ onlar
26 لَمْ
27 يُؤْمِنُوا inanmamışlar ا م ن
28 فَأَحْبَطَ bu yüzden boşa çıkarmıştır ح ب ط
29 اللَّهُ Allah
30 أَعْمَالَهُمْ onların işlerini ع م ل
31 وَكَانَ ve ك و ن
32 ذَٰلِكَ bu
33 عَلَى göre
34 اللَّهِ Allah’a
35 يَسِيرًا kolaydır ي س ر

اَشِحَّةً عَلَيْكُمْۚ 

 

اَشِحَّةً  kelimesi önceki ayetteki يَأْتُونَ deki failin hali olup fetha ile mansubdur. عَلَيْكُمْ car mecruru اَشِحَّةً ’e mütealliktir.

اَشِحَّةً  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْخَوْفُ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  رَاَيْتَهُمْ  cümlesi şartın cevabıdır.  

رَاَيْتَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَنْظُرُونَ  cümlesi  رَاَيْتَهُمْ ’deki  gaib zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.  

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir. 

تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ  cümlesi  يَنْظُرُونَ ’deki failinin hali olarak mahallen mansubdur. 

تَدُورُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اَعْيُنُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl,  كَ  teşbîh harfiyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يُغْشٰى عَلَيْهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُغْشٰى  fiili, elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْهِ car mecruru يُغْشٰى  fiiline mütealliktir. مِنَ الْمَوْتِۚ  car mecruru يُغْشٰى  fiiline mütealliktir. 

 

فَاِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِۜ 

 

فَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

ذَهَبَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذَهَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْخَوْفُ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  سَلَقُوكُمْ  cümlesi şartın cevabıdır.  

سَلَقُوكُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِاَلْسِنَةٍ  car mecruru  سَلَقُوكُمْ  fiiline mütealliktir.  حِدَادٍ  kelimesi   اَلْسِنَةٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَشِحَّةً  kelimesi  سَلَقُوكُمْ ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. عَلَى الْخَيْرِ  car mecruru اَشِحَّةً ‘ e mütealliktir.

 

 اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْۜ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَمْ يُؤْمِنُوا  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

يُؤْمِنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فَ  atıf harfidir. 

اَحْبَطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. اَعْمَالَهُم  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

ذٰلِكَ  işaret ismi  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَس۪يرًا ’e mütealliktir.  يَس۪يرًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.

يَس۪يرًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَشِحَّةً عَلَيْكُمْۚ 

 

اَشِحَّةً  kelimesi, önceki ayetteki  يَأْتُونَ  fiilinin failinden haldir.  عَلَيْكُمْۚ car-mecruru,  اَشِحَّةً ’e mütealliktir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Yani size yardım etmekte yahut Allah yolunda harcamak da yahut zafer ve ganimette size karşı gayet cimri davranırlar. (Ebüssuûd) 

الشُّحُّ kelimesi başkasının iyiliği için elinde bulunan şeyde cimrilik etmek demektir. Aslı;  malını harcamamaktır. Mecazi olarak gücü yeten kişinin yardım etmemesi manasında kullanılır. (Âşûr)

Bu kelimenin  عَلى  harfiyle kullanılması  الشُّحُّ  kelimesinde bulunan ihlal manası dolayısıyladır. (Âşûr)

 

 فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ

 

 

Cümle  فَ  ile önceki ayetteki …وَلَا يَأْتُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda gelen  فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ رَاَيْتَهُمْ  cümlesinin, haberî manada olması, atfı mümkün kılmıştır. 

اِذَا, müstakbel şart manalı, cümleye muzaf olan, gayrı cazim zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan  جَٓاءَ الْخَوْفُ , aynı zamanda  اِذَا nın muzafun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

رَاَيْتَهُمْ  cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

جَٓاءَ الْخَوْفُ  ifadesinde korkunun gelmek fiiline isnadı, mecaz-ı aklîdir.  

يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ  cümlesi,  رَاَيْتَهُمْ  fiilindeki mef’ûl zamirden,  تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ  cümlesi ise يَنْظُرُونَ  fiilinin failinden haldir. 

Faide-i haber ibtidaî kelam olan her iki cümlenin de muzari fiil sıygasında gelmesi muzari fiilin teceddüt ve tecessüm manası içindir.

كَالَّذ۪ي  teşbih harfiyle birlikte, amili  يَنْظُرُونَ  veya تَدُورُ  fiili olan, mahzuf mef'ûlu mutlaka mütealliktir. Sılası olan  يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.

Bu cümlede teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır. (Sâbûnî, Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

عَلَيْهِ, meçhul bina edilen  يُغْشٰى nın naibu failidir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur. Meçhul bina, naibu failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يُغْشٰى ’ya müteallık olan car-mecrur  مِنَ الْمَوْتِۚ ’deki  مِنَ , sebebiyyedir.

يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ  cümlesinde istiare vardır. Ölüm, saran kaplayan maddi bir şeye benzetilerek müstear olmuştur. 

رَاَيْتَهُمْ - يَنْظُرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cimrilikle korkaklık birbirinin kardeşidir. Binaenaleyh Allah Teâlâ cimrilikten bahsedince, bunun sebebi olan korkaklıktan da bahsetmiştir. (Fahreddin er-Razi)

 

فَاِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِۜ 

 

فَ  ile …فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ  cümlesine atfedilen cümlenin atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında lafzen de mutabakat mevcuttur.

اِذَا , müstakbel şart manalı, cümleye muzaf olan, gayrı cazim zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan  ذَهَبَ الْخَوْفُ , aynı zamanda  اِذَا nın muzafun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِ  cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

سَلَقُوكُمْ  fiilinin failinden hal olan  اَشِحَّةً, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

بِاَلْسِنَةٍ  için sıfat olan  حِدَادٍ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

بِاَلْسِنَةٍ deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.

Ganimetten kinaye olan  عَلَى الْخَيْرِۜ  car-mecruru, اَشِحَّةً ne mütealliktir.

ذَهَبَ الْخَوْفُ  ifadesinde, korkunun gitmek fiiline isnadı, mecaz-ı aklîdir.   

Ayetteki  الْخَوْفُ  kelimesinin tekrarı konudaki önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ذَهَبَ - جَٓاءَ  kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.

سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ [Sizi, keskin dilleriyle incitirler] cümlesinde istiare-i mekniyye vardır. İstiare-i mekniyye yoluyla, dil, keskin kılıca ben­zetilmiş, müşebbehun bih söylenmemiş ve müşebbehun bihin levazımın­dan bir şey ile yani vurmak anlamına gelen سلق ile ona işaret edilmiştir. حِدَادٍ [keskin] kelimesinin söylenmesi ise bunun istiare-i müreşşeha ol­duğunu gösterir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir ve Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

السَّلْقُ kelimesi sesin ve bağırmanın gücünü, kuvvetini ifade eder. Düşman tarafından büyük bir tehlikeye maruz kalındığında Müslümanların müşriklerle barışma tavsiyelerine kulak asmaması durumunda seslerini yükselttiler demektir. (Âşûr)

اَشِحَّةً kelimesi hal olduğu için veya zem ifade etmek üzere mansūb olmuştur.  ة  harfi merfû olarak  اَشِحَّةٌ  şeklinde de okunmuştur.  سَلَقُوكُمْ  kelimesi de  صَلَقُوكُمْ  şeklinde okunmuştur. (Keşşâf)

Buradaki, “Hayra karşı cimri” tabirindeki “hayır”ın mal manasına geldiği ileri sürülmüştür. Fakat bu ifadenin, “Onlar her iki halde de hayırları az, her iki vakitte de şerleri çok olan kimselerdir. Hem birincisi, hem ikincisi hususunda cimri davranırlar” manasında olması mümkündür. (Fahreddin er-Razi) 

اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْۜ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin müsnedün ileyh olarak marife olması, durumun kötülüğüne dikkat çekmek içindir ve tahkir ifade eder. 

İşaret ismiyle gelmesi; onları daha önce zikredilen kınanacak özellikleri dolayısıyla tam olarak belirli kılmak ve işaret isminden sonra gelen hükme layık olduklarını ifade etmek içindir. (Âşûr)

Cümlede müsned olan  يُؤْمِنُوا nün muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

إِحْبَاطٌ (Amelleri boşa çıkarma), yok etme, heder etme, boşa çıkarmadır. 

Ameller, gözle görülen şeyler değildir. Eğer bunlardan birşey kalmışsa, onun hükmü ve eserleri itibarı ile kalmıştır. Binaenaleyh bunların bir faydası ve değeri olmadığına göre bunlar hem gerçekte, hem hükmen yok demektir. Amellere itibar edilmediğinde, cismin hilâfına, o gerçekte yok demektir. (Fahreddin er-Razi)

الإحْباطُ  bir şeyi hüsrana uğratmak demektir. Başındaki hemze gidermek manasındadır. Aslında fayda ve ıslah beklenen bir şeyin bozulması manasındadır. (Âşûr)


وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً

 

Ayetin son cümlesi itiraziyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilenin önemini belirtir. 

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Mahsus şeyleri işaret etmekte kullanılan  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. Aklî olan hissî olana benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin, cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  عَلَى اللّٰهِ  car-mecruru ihtimam için amili olan  يَس۪يراً ’e takdim edilmiştir. Çünkü kolaylık Allah’a isnad edilmiştir. Aslında Allah Teâlâ’ya her şey kolaydır. Bu cümle Allah’ın sonsuz kudretinden kinayedir.

Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak için yapılan ıtnâbdır.

يَس۪يراً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Bütün işler, Allah'a göre kolay olduğu halde özellikle bunun zikre tahsis edilmesi, onların amellerinin, bâtıl olduğunun açığa çıkarılmaya müstahak olduğunu beyan etmek içindir. Zira bunun, pek kuvvetli sebepleri vardır ve hiçbir mani hal de mevcut değildir. (Ebüssuûd)

 
Ahzâb Sûresi 20. Ayet

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟  ...


Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَحْسَبُونَ sanıyorlardı ح س ب
2 الْأَحْزَابَ orduların ح ز ب
3 لَمْ
4 يَذْهَبُوا gitmediklerini ذ ه ب
5 وَإِنْ eğer
6 يَأْتِ gelseler ا ت ي
7 الْأَحْزَابُ ordular ح ز ب
8 يَوَدُّوا arzu ederlerdi و د د
9 لَوْ keşke
10 أَنَّهُمْ kendileri
11 بَادُونَ çölde bulunmayı ب د و
12 فِي arasında
13 الْأَعْرَابِ Araplar ع ر ب
14 يَسْأَلُونَ sorup öğrenmeyi س ا ل
15 عَنْ --den
16 أَنْبَائِكُمْ sizin haberleriniz- ن ب ا
17 وَلَوْ ve şayet
18 كَانُوا bulunsalardı ك و ن
19 فِيكُمْ içinizde
20 مَا
21 قَاتَلُوا dövüşmezlerdi ق ت ل
22 إِلَّا dışında
23 قَلِيلًا pek azı ق ل ل

  Bedeve بدو :  بَدَا bir şeyin apaçık ortaya çıkışını ifade eden bir fiildir. Mastarı بُدْوٌ ve بَداءٌ şekillerinde gelir.

بَدْوٌ kelimesi ise حَضَرٌ’un zıddıdır ve çöl manasındadır.

  Kur'an-ı Kerim'de de geçen بادٌ sözcüğü aslen بادِيَةٌ demektir ki o da içinde bulunan şeyi apaçık gösteren yer anlamına gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 31 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli Bedevi'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ 

 

Cümle önceki ayetteki اَعْمَالَهُمْ un hali olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir. يَحْسَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْاَحْزَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَمْ يَذْهَبُوا  cümlesi ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

يَذْهَبُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

 وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَأْتِ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. الْاَحْزَابُ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  يَوَدُّوا  cümlesi şartın cevabıdır.  

يَوَدُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَوْ  ve masdar-ı müevvel,  يَوَدُّ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.

لَوْ ’in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok  وَدَّ  ve  أحَبَّ  gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَوَدُّوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

بَادُونَ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi  olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. فِي الْاَعْرَابِ  car mecruru بَادُونَ ’ye mütealliktir. 

يَسْـَٔلُونَ  fiil cümlesi  بَادُونَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.

يَسْـَٔلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَنْ اَنْبَٓائِكُمْ  car mecruru  يَسْـَٔلُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَادُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan بدو  fiilinin ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.

كَانُوا  şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. ف۪يكُمْ  car mecruru كَانُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir.  

فَ  karinesi olmadan gelen  مَا قَاتَلُٓوا  cümlesi şartın cevabıdır.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

قَاتَلُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  istisna harfidir. قَل۪يلاً۟  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. 

قَاتَلُٓوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  قتل ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ

 

Ayetin ilk cümlesi istînâfiye veya önceki ayeteki  اَعْمَالَهُمْۜ ’daki zamirden hal olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Menfî muzari fiil sıygasında gelen  لَمْ يَذْهَبُواۚ  cümlesi,  الْاَحْزَابَ den sonra ikinci mef’ûldür.  لَمْ muzariyi cezm etmiş ve manasını olumsuz maziye çevirmiştir.


 وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ 

 

Atıfla gelen ikinci cümle, …يَحْسَبُونَ  cümlesine matuftur. Şart üslubunda gelen cümlenin haberî manada olması atfı mümkün kılmıştır.  اِنْ, iki fiili cezm eden şart harfidir.

Şart olan  يَأْتِ الْاَحْزَابُ  cümlesi ve  فِ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَوَدُّوا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

لَوْ  temenni harfi olarak masdariyyedir. Akabindeki  اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ, masdar harfi  اَنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi olup masdar teviliyle  يَوَدُّوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ nin haberi olan  بَادُونَ , ism-i fail vezninde gelerek istimrar ifade etmiştir.

يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْ  cümlesi,  بَادُونَ ’deki zamirden haldir. Veya  اَنَّ ’nin ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

فِي الْاَعْرَابِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  araplar, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْاَعْرَابِ, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

يَسْـَٔلُونَ [Sorarlar] ifadesi [birbirlerine sorarlar] anlamında  يسّائَلون  şeklinde de okunmuştur yani “Ne duydun? Sana ne haber geldi?” diye birbirlerine -veya bedevilere- sorarlar demektir. (Keşşâf)

لَوْ  harfi,  وُدٍّ  fiilinden sonra gelirse temenni ifade eder. (Âşûr)

Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır.
Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur.
Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu kelime Kur’ânda 6 ‘sı Tevbe suresinde olmak üzere 10 kere geçmiştir.

 
 

وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟

 

Son cümle, ayetin başındaki … يَحْسَبُونَ  cümlesine matuftur. Şart üslubunda gelen cümlenin haberî manada olması atfı mümkün kılmıştır.

Şart olan  كَانُوا ف۪يكُمْ  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur ف۪يكُمْ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Cevap cümlesi  مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

قَل۪يلاً۟ , mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Takdiri  قتالا قليلا  [az bir savaş]’ tır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille, mahzuf mef’ûlü mutlak arasındadır.

قَاتَلُٓوا  maksur/mevsûf, قتالا قليلا  maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber  inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

الْاَحْزَابَ , ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Ayette iki farklı görevdeki  لو ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

يَذْهَبُواۚ - يَأْتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ahzâb Sûresi 21. Ayet

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ  ...


Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 كَانَ vardır ك و ن
3 لَكُمْ sizin için
4 فِي
5 رَسُولِ Elçisinde ر س ل
6 اللَّهِ Allah’ın
7 أُسْوَةٌ bir örnek ا س و
8 حَسَنَةٌ en güzel ح س ن
9 لِمَنْ kimseler için
10 كَانَ ك و ن
11 يَرْجُو kavuşmaya inanan ر ج و
12 اللَّهَ Allah’a
13 وَالْيَوْمَ ve gününe ي و م
14 الْاخِرَ ahiret ا خ ر
15 وَذَكَرَ ve anan ذ ك ر
16 اللَّهَ Allah’ı
17 كَثِيرًا çokça ك ث ر

İnsanlar dünyada amaçlarına ulaşabilmek için uygun örnek ve rehberler edinirler, bunların yollarını izleyerek, tavsiyelerine uyarak hareket edip istediklerini elde etmeye çalışırlar. Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lutfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmeti, şahidi, müjdecisi, davetçisi, ışığı olan Muhammed Mustafa’dır. Onun örnekliği yalnızca Hendek Savaşı’ndaki davranışlarında değil müminlerin bütün hayatlarında geçerlidir. İlgili kaynaklarda onun yaptıklarını yapmanın, izinden gitmenin hükmü üzerinde durulmuş, ortaya üç görüş çıkmıştır: 1. Onu örnek almak farzdır, aksine bir delil bulunmadıkça her yaptığı yapılmalıdır. 2. Onun örnekliği, aksine bir delil bulunmadıkça müstehaptır (tavsiye edilmiştir). 3. Dinî konularda birincisi, dünya işlerinde ikincisi doğrudur (Kurtubî, XIV, 154). Bize göre Hz. Peygamber’in bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesi içine alınamaz. Başta Kur’an olmak üzere diğer delil ve karîneler de göz önüne alınarak her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilir, bağlayıcı olup olmadığı tayin edilir. Genellikle tefsir ve fıkıh âlimleri de böyle yapmışlardır.

Hendek Savaşı’nda müminler, Hz. Peygamber’i örnek almışlar, ona itaat ederek dünyada önemli bir zafer kazanmışlar, âhirette ise büyük bir ödülü hak etmişlerdir.

“Münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın” lafzından, münafıkların da affedilebileceği manası çıkarılabilir; ancak Kur’an âyetleri bir bütün olarak göz önüne alındığında cümleyi, “Tövbe ettikleri takdirde bağışlasın” şeklinde anlamak gerekecektir.

Riyazus Salihin, 169 Nolu Hadis
Âbis İbni Rabîa  şöyle dedi:
Ben, Ömer İbni Hattâb’ın Hacerülesved’i öptüğünü gördüm. O esnada diyordu ki:
Ben senin taş olduğunu, bir fayda ve zarar veremeyeceğini biliyorum. Şâyet Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim.  
(Buhârî, Hac 50; Müslim, Hac 251)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin  mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

ف۪ي رَسُولِ  car mecruru اُسْوَةٌ ’un mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اُسْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harfi ceriyle birlikte  لَكُمْ ’den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  يَرْجُوا اللّٰهَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin  mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  يَرْجُوا  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يَرْجُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْيَوْمَ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. الْاٰخِرَ  kelimesi  الْيَوْمَ ’nin sıfat olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذَكَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. كَث۪يراً  mef’ûlun mutlaktan naibdir. Takdiri,  ذكرًا كثيرًا (çok zikir) şeklindedir.

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

 

Müste’nefe olan ayete dahil olan  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Ayette kasem fiilinin mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş cümle, kasemin cevabıdır.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  لَكُمْ  car-mecruru, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ifadesi, كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nın gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ   cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde car-mecrur  لَكُمْ ’den bedeldir.  كَانَ ’nin haberi olan  يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ ’nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Makabline matuf olan  وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

كَث۪يراً , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib sıfattır. Amili, ذَكَرَ ’dir. Takdiri,  ذكرًا كثيرًا (çok zikir)’dir.

ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfi dolayısıyla tecrîd sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَسُولِ اللّٰهِ  izafetinde  اللّٰهِ  ismine muzaf olan Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. 

لَكُمْ  [sizin için] dedikten sonra Hz. Peygamberi örnek alması gerekenlerin Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler olarak ayrıntılanmasında ıtnâb ve taksim sanatı vardır.

Allah lafzının ayette üç kez geçmesi, onun kudret ve celâlini hissettirmek içindir.

كَانَ  ve  اللّٰهَ  kelimelerinin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

O'na ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça, çok zaman zikredenlerdir. Zira Allah'ın devamlı zikri, kişiyi itaate bağlar ve işte ancak onunla Resulullah'ı örnek almak gerçekleşir. (Ebüssuûd)

 
Ahzâb Sûresi 22. Ayet

وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ  ...


Mü’minler, düşman birliklerini görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا zaman
2 رَأَى gördükleri ر ا ي
3 الْمُؤْمِنُونَ mü’minler ا م ن
4 الْأَحْزَابَ (düşman) orduları ح ز ب
5 قَالُوا dediler ق و ل
6 هَٰذَا bu
7 مَا
8 وَعَدَنَا bize va’dettiğidir و ع د
9 اللَّهُ Allah’ın
10 وَرَسُولُهُ ve Resulünün ر س ل
11 وَصَدَقَ ve doğrudur ص د ق
12 اللَّهُ Allah
13 وَرَسُولُهُ ve Resulü ر س ل
14 وَمَا ve
15 زَادَهُمْ artırmadı ز ي د
16 إِلَّا başka bir şey
17 إِيمَانًا imanlarını ا م ن
18 وَتَسْلِيمًا ve teslimiyetlerini س ل م

وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا :  Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzâri fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur. 

b) (لَمَّا)ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَاَ الْمُؤْمِنُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَاَ  fiili mahzuf  ى  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. الْمُؤْمِنُونَ  fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. الْاَحْزَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  karinesi olmadan gelen   قَالُوا  cümlesi şartın cevabıdır. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  هٰذَا مَا ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İşaret ismi  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مَا  müşterek ism-i mevsûlü mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

وَعَدَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا   mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  

رَسُولُهُ  atıf harfi و ‘ la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ  cümlesi atıf harfi و ’la  وَعَدَنَا  cümlesine matuftur.

صَدَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

رَسُولُهُ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمُؤْمِنُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

زَادَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّٓا hasr edatıdır. ا۪يمَاناً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. تَسْل۪يماً  atıf harfi و ’la makabline matuftur.

وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ 

 

وَ , atıftır. Şart üslubunda gelen ayet haberî manadadır.  حين  manasında şart anlamı taşıyan  لَمَّا , zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ  cümlesi, şarttır ve  لَمَّا ’nın muzafun ileyhidir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  هٰذَا  ile Allah ve rasulünün vaadine işaret edilerek konunun önemi vurgulanmış ve tazim ifade edilmiştir. Ayrıca işaret isminde istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Haber konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.

Haberin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur.  

وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olmasında mütekellimin kastı, telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَسُولُهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olan  رَسُولُ şan ve şeref kazanmıştır. 

Bu cümlelerde zahir isim tekrarlanmak suretiyle itnâb yapılmıştır. Şereflendirme ve yüceltme için yüce isim tek­rar edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Allah’a ait zamire muzaf olması resul için şan ve şereftir. Allah ve resulünün tekrarlanışı telezzüz ve muhabbet içindir.

اللّٰهُ - رَسُولُهُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ

 

Ayetin son cümlesi, makablindeki şart üslubunda gelen haber cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille, mef’ûl arasındadır.

زَادَهُمْ  maksur/sıfat,  ا۪يمَاناً  maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat da olabilir. O takdirde fail, mef’ûle hasredilmiş olur.

Mef’ûl olan  ا۪يمَاناً  ve  تَسْل۪يماًۜ  kelimelerindeki tenvin, kesret ve tazim içindir.

Ayette iki farklı görevdeki  مَا ’lar arasında tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

رَسُولُ - الْمُؤْمِنُونَ - ا۪يمَاناً - تَسْل۪يماً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ, münafıkların durumunu anlatınca, müminlerin haline de değinmiştir. Bu da onların, “İşte bu, Allah’ın bizi imtihan edeceği hususundaki bize olan vaadidir” demeleridir. Daha sonra onlar, o münafıkların, “Allah ve Resulü bize bir aldatıştan başka bir şey vaad etmemiştir.” (Ahzab Suresi, 12) şeklindeki sözlerine mukabil, “Allah ve Peygamberi doğru söylemiş” demişlerdir. Müminlerin bu sözleri, o anda meydana gelen hâdise (ve hâdiselere) bir işaret değildir. Çünkü onlar, o şeyler meydana gelmeden önce de Allah’ın doğru söylemiş olduğunu biliyor, buna inanıyorlardı. Binaenaleyh bu söz bir müjdeye işaret olup bu da onların, “İşte bu Allah’ın ve Resulünün bize vaad ettiği şeyler. Bu vaad aynen vuku buldu. Allah her vaadinde doğrudur. O halde Mekke’nin, Rum’un (Anadolu’nun) ve Fars’ın (İran’ın) fethine dair bütün vaadler de tahakkuk edecektir.” seklindeki sözleridir. Bu, bu işin meydana geleceğine olan imanlarını artırdı, meydana gelince de teslimiyetlerini fazlalaştırdı. (Fahreddin er-Razi)

 
Günün Mesajı
Münafıklar sadece dünyevi kazanç peşinde oldukları ve her şeyi o andaki zahiri şartlara göre değerlendirdikleri için, Hendek Savaşı'nda kendilerini İslâm'ın merkezinde kuşatılmış bulunca, Allah ve Rasülü'nün İslâm'ın geleceğiyle ilgili va'dlerinin bir aldanıştan ibaret olduğu düşüncesine kapıldılar. Oysa Allahü Tealâ'nın icraatını, icraatının kanunlarını ve hikmetlerini çok iyi bilen müminler, Allah'ın ve, Rasülü'nün va'dinin gerçekleşmesinde kendilerine düşen pek çok vazifeler olduğunun şuurunda idiler. Allah'ın kendilerini “inandık” demekle bırakmayacağını ve nasıl daha önceki ümmetleri imtihanlardan geçirmişse, kendilerini de imtihandan geçireceğini çok iyi biliyorlardı. Bu, gerçek müminler ve münafıklar ortaya çıksın, kim daha güzel işlerde bulunuyor belli olsun, Allah müminleri her bakımdan arındırsın, kâfirleri perişan etsin ve müminlerden şehitler, şahitler edinsin diye idi (Ankebût Sûresi, 29/2-3; Mülk Sûresi, 67/2, Âl-i İmran Sûresi, 3/140-141, 166-167). Bu maksatla O, müminleri korkuyla, açlıkla ve servet, can ve kazançlardan eksiltme ile imtihan edecekti (Bakara Sûresi, 2/155-157) İmtihanda kazananlara ise elbette O, mükâfatını verecek ve onlara olan va'dini yerine getirecekti. Hendek Savaşı ve zaferi bunu bir daha ispatladı.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey Allahım! Yaşadıklarımızın sebep olduğu dünyalık duygu hallerine kapılıp gitmektense, bizi Sana hakiki manada teslim olanlardan eyle. Kalplerimize, ‘tevekkül’ün manasını bellet, yardımın ve iznin ile tevekkül edenlerden olalım. Nefsimizin ve şeytanın vesveselerinin, bizi, kul olarak yapmamız gerekenlerden alıkoymasından Sana sığınırız. 

Ey Allahım! Şüphesiz ki korktuklarımızdan ve bilmediğimiz her türlü şerden, bizi koruyan Sensin. Koruyucuların en hayırlısı Sensin. Bizi koru: nefsimizi zora sokacak ve dünyada bizi çaresizliğe sürükleyecek her türlü halden koru. Yaşadığımız hastalıkların ve sıkıntıların ecrini kazanmayı nasip eyle ve onları gönüllerimize ferahlık sebebi olacak hayırlarla değiştir.

Ey Allahım! Bizi; nefsin dünyaya meyil etmesinden doğan duyguların aşırıya kaçmasından muhafaza buyur. Yapmadıklarımızı yapmış gibi davranmak, dünyalık menfaat için haksızlık yapmak ve ibadetlerden taviz vermek gafletlerine düşmekten Sana sığınırız. Bizi; Senin lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlardan ve Seni çokça zikredenlerden eyle. 

Ey Allahım! Hayır kapıların sonsuzdur, bize hakkımızda hayırlı olanı ama rahmetinle kolaylaştırdığın, güzelleştirdiğin ve gönlümüze sevdirdiklerini nasip eyle. Aceleciliğimize ya da cahilliğimize yenik düşerek, sonucu hayırsızlıkla bitecek olanın peşinden gitmekten ya da o şeyi istemekten Sana sığınırız. Bizi affet ve bizden razı ol. Bizi ömrü boyunca, Sana olan imanı ve teslimiyeti artanlardan ve son nefesini de bu hal üzerinde verenlerden eyle. 

Amin.

***

İnsan, güvende hissetmek için bazı hallerden kaçar. Bazen tehlike olmamasına rağmen korkar ve tepki verir. Kaçılmaması gereken zamanlarda bile sakınmaya çalışır. Öyle ki yanlış seçimler yaparak çeşitli fırsatları iter. Demek ki kendini korumak ve kaçmak arasında fark vardır. Zira kendini korumak bir ihtiyaç hali yani bir gerekliliktir. Belli durumlarda harekete geçmediği zaman ya kısa ya da uzun vadede zarar görme ihtimali yüksektir. 

Burada yeni bir kapı açılır: Kendini Allah’ın bir kulu olduğu için korumaya çalışmakla, dünyalıkları yitirme korkusuyla savunma mekanizmasını çalıştırmak arasında ince görünümlü derin bir fark vardır. Sadece dünyayı isteyen kişi, istediği sonuca ulaşamadığında tam anlamıyla kayba ve hasret ile harmanlanmış bir hayal kırıklığına uğrar. Allah rızasını umarak çabalayan için ise tek bir sonuç yoktur. Allah’ın adıyla attığı adımların mükafatını alacağını bilir.

İnsan sahip olduğu her şeyi (canını, dinini, malını, işini, evliliğini, akrabalık ilişkilerini vb.) Allah’ın emirlerine itaat ederek Allah’a daha iyi bir kul olmak niyetiyle muhafaza etmelidir. Niyet çok önemlidir çünkü bazen koruduğunu düşündüğü yerlerde sıkıntıya düşebilir. Bedeni hastalanabilir, malını kaybedebilir ya da eşiyle anlaşamayabilir. Kimi popüler akımlar, burada da sorumluluğu tamamen kişiye bırakırcasına ‘yeterince istersen’ gibi mesajlar verir.

Dünyanın kontrol edilemez pekçok şartları arasındaki kişi bu tür yanılgılara heves ile sarıldığında yıpranır. Ölümsüz olmak ister ama ölecektir. Genç kalmak ister ama yaşlanacaktır. Bitmesin der ama her şey bitecektir. Elimizdeki nimetlerin övgüleri bize değil Allah’a aittir, yaşadığımız sıkıntıların dünyaya ya da ahirete yansıyacak hikmetleri vardır. Yaraların sarıldığı, tasaların bittiği, korkuların unutulduğu yer Allah’ın rızası ile kavuşulan Cennet’tir. Onun için de doğru niyetle, doğru şekilde çalışmak şarttır.

Ey Allahım! Senin, bizim üzerimize yüklemediklerini taşımaya çalışmaktan ve her şeyi kontrol edebileceğini sanan nefse kanmaktan Sana sığınırız. Bizi her şeyi Senin rızan için yapanlardan eyle. Ölmeyecekmiş gibi Sana itaat edenlerden ve Senin adın ile çalışanlardan; yaşı ilerlediğinde de Sana kolaylık ile ibadet etmek duasıyla sağlıklı yaşayanlardan eyle. Herhangi bir sıkıntı ile karşılaştığımızda dünyalık sebeplere sarılarak nefsani duygu ve düşüncelere kapılmaktan muhafaza buyur. İki cihanda da yüzlerimizi ve gözlerimizi güldür; gönüllerimizi ve sevdiklerimizi sevindir.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji