بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذْ اَخَذْنَا مِنَ النَّبِيّ۪نَ م۪يثَاقَهُمْ وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ وَاِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۖ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | أَخَذْنَا | biz almıştık |
|
3 | مِنَ | -den |
|
4 | النَّبِيِّينَ | peygamberler- |
|
5 | مِيثَاقَهُمْ | ahidlerini |
|
6 | وَمِنْكَ | ve senden |
|
7 | وَمِنْ | ve |
|
8 | نُوحٍ | Nuh’dan |
|
9 | وَإِبْرَاهِيمَ | ve İbrahim’den |
|
10 | وَمُوسَىٰ | ve Musa’dan |
|
11 | وَعِيسَى | ve Îsa’dan |
|
12 | ابْنِ | oğlu |
|
13 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
14 | وَأَخَذْنَا | ve almıştık |
|
15 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
16 | مِيثَاقًا | söz |
|
17 | غَلِيظًا | sapasağlam |
|
Sorgulanacak olanlar, bizim tercih ettiğimiz tercümeye göre peygamberlerdir; “Onlar bile sorgu göreceklerine göre diğerleri düşünsünler!” denilmek istenmiştir. Aynı cümleyi, “peygamberlerin dini tebliğ ettikleri kimseleri sorumlu tutmak ve sorgulamak için” şeklinde anlamak da mümkündür.
Bundan sonra Ahzâb (Hendek) Savaşı, bu savaşta müminlerin geçirdiği çetin imtihan, münafıkların ve müşriklerin, hak dine ve gerçek peygambere karşı yapıp ettikleri anlatılacağı için bir giriş olmak üzere ezelde veya her bir peygamber vazifelendirilirken yapılan kutsal sözleşme hatırlatılmıştır.
Peygamber’le yapılan sözleşme anlatılırken “yaptık”, sorgulama söz konusu edilirken “sorgulamak için yaptı” denilmesi (Arap edebiyatında iltifat adı verilen söz sanatının kullanılması), Allah-kul ilişkisi bakımından anlamlıdır. Cenâb-ı Mevlâ peygamberleriyle sözleşme yapmakla onlara büyük bir şeref bahşetmiştir, bu lutuftan söz ederken de “yaptık” demektedir. Sıra hesap sormaya gelince cemal ve lutuf sıfatlarının değil, celâl ve adalet sıfatlarının tecellisi devreye girmektedir; adaletin icrası farklı ve daha soğuk bir ilişki biçimi olduğundan “sorgulamamız için” değil “sorgulaması için” denilmiştir.
وَاِذْ اَخَذْنَا مِنَ النَّبِيّ۪نَ م۪يثَاقَهُمْ وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ وَاِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۖ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri أذكر olan mahzuf fiile mütealliktir.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun bih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخَذْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ النَّبِيّ۪نَ car mecruru اَخَذْنَا fiiline mütealliktir. م۪يثَاقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. مِنْكَ car mecruru اَخَذْنَا fiiline mütealliktir. مِنْ نُوحٍ car mecruru اَخَذْنَا fiiline mütealliktir.
اِبْرٰه۪يمَ atıf harfi وَ ’la نُوحٍ ’e matuf olup cer alameti fethadır. Çünkü alem isim olduğundan gayr-ı munsarıftır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ع۪يسَى , مُوسٰى atıf harfi وَ ’la نُوحٍ ’e matuf olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdurlar.
ابْنِ kelimesi ع۪يسَى ’dan bedel veya atf-ı beyân olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاًۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru اَخَذْنَا fiiline mütealliktir.
م۪يثَاقاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. غَل۪يظاً kelimesi م۪يثَاقاً ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ اَخَذْنَا مِنَ النَّبِيّ۪نَ م۪يثَاقَهُمْ وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ وَاِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۖ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاًۙ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر [Hatırla, düşün.] olan müteallakı mahzuftur. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan اَخَذْنَا مِنَ النَّبِيّ۪نَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Zaman ismi olan اِذْ ’in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi 26)
اَخَذْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Aynı üslupta gelen وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle …وَاِذْ اَخَذْنَا مِنَ cümlesine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
غَل۪يظاً kelimesi, م۪يثَاقاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَخَذْنَا - م۪يثَاقَ - مِنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
النَّبِيّ۪نَ dedikten sonra nebilerin isimlerinin sayılması taksim sanatıdır. Umumdan sonra husus babında ıtnâb sanatıdır.
نُوحٍ - اِبْرٰه۪يمَ - مُوسٰى - ع۪يسَى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Umumdan sonra husus söylenmiştir. Çünkü burada adı geçen peygamberler de peygamberler topluluğu içerisindedirler. Fakat bunların şanını yüceltmek ve üstün olduklarını ifade etmek için özel olarak zikredilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Ayette isimleri zikredilen peygamberlerin de peygamberlere dahil oldukları gayet açık iken özellikle bunların zikre tahsis edilmesi, bunların meziyetlerini, faziletlerini ve bunların, şeriat (ilahi kitap) sahibi olan peygamberlerin ünlülerinden ve ülü'l azim olan resullerin ileri gelenlerinden olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Bunların özellikle zikredilmesi şanlarına dikkat çekmek, Peygamberimizin önce zikredilmesi ise tazim içindir. Yani başta sen olmak üzere şanları en büyük olan ve ulü'l-azm denilen, özellikle bu meşhur peygamberlerden ki hep onlardan pek sağlam bir söz aldık. Ağır, kuvvetli birer misak. (Elmalılı)
م۪يثَاقاً غَل۪يظاًۙ [Katı bir söz] ifadesinde istiare vardır. Yüce Allah, maddî şeylerin özelliği olan katılık manasındaki غَل۪يظ kelimesini, ahde saygıyı, onun büyüklüğünü ve ağırlığını açıklamak gibi manevî bir şeyde müsteâr olarak kullandı. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Şayet م۪يثَاقاً غَل۪يظاًۙ [Sapasağlam] söz ile ne murat edilmiştir? dersen şöyle derim: O sözün kendisini murat etmiştir; çünkü bunun anlamı “Biz onlardan o söz ile sapasağlam bir söz aldık” demektir. Sapasağlamlık, cirimleri vasfetmekle birlikte isti‘âre yoluyla [ahd ü mîsāk anlamında] kullanılmıştır ki bununla, alınan sözün büyüklüğü ve kendi alanındaki önemi murat edilmektedir. Sapasağlam sözün, kendilerine yüklenen görevi yerine getireceklerine dair Allah’a yemin etmeleri olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
Ayetteki “evet, biz, onlardan sağlam söz aldık” cümlesiyle ifade edilen söz de birincinin aynısıdır ve bu sözün alınması, birinci sözün alınmasıdır. Bunun birinciye atıf yoluyla zikredilmesi, şânını yüceltmek içindir. Yani biz, onlardan şânı yüce yahut yemin ile tekit edilmiş bir söz aldık. (Ebüssuûd)
Bu izaha göre şayet birisi, “O halde Nuh’tan (a.s.) ziyade Âdem’in (a.s.) zikredilmesi daha uygun düşerdi” diyecek olursa biz deriz ki: Hz. Âdem’in (a.s.) yaratılışı, (dünyayı) mamur edip şenlendirmek içindir. Peygamberliği ise soyunu ve evlatlarını irşâd içindir. İşte bundan ötürü, onun zamanında hiçbir kavim helak olmamış, hiçbir kavme de azap olunmamıştır. Nuh’a (a.s.) gelince o, nübüvvet için yaratılmış, inzâr için nebî olarak gönderilmiştir. İşte bundan dolayı da onun kavmi imha edilmiş ve sularda boğulmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ عَنْ صِدْقِهِمْۚ وَاَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً اَل۪يماً۟
لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ عَنْ صِدْقِهِمْۚ
لِ harfi, يَسْـَٔلَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ‘den sonra, 3) Lamu’l cuhuddan sonra, 4) Lamu’t talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavu’l maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lamu’t talilden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَخَذْنَا fiiline mütealliktir.
يَسْـَٔلَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الصَّادِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
عَنْ صِدْقِهِمْ car mecruru يَسْـَٔلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً اَل۪يماً۟
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَعَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru اَعَدَّ fiiline mütealliktir. لِلْكَافِر۪ينَ ’nin cer alameti ى’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
عَذَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَل۪يماً۟ kelimesi عَذَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
اَعَدَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عدد ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَل۪يماً۟ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ عَنْ صِدْقِهِمْۚ
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ عَنْ صِدْقِهِمْ cümlesi, اَخَذْنَا fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَسْـَٔلَ Kelimesindeki lam talil içindir. Yani Allah'ın ahdini yerine getirenlerin ve ahidlerini bozmayanların mükafatlarını artırmak ve Allah'ın elçilerinin kendilerine getirdiklerini inkâr edenlere şiddetli bir azap vermek için onlardan sağlam bir ahit aldık. (Âşûr)
لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ [Doğrulara sorması için] cümlesinde, önceki ayetteki اَخَذْنَا fiilindeki 1. şahıs kipinden 3. şahıs kipine dönüş yani iltifat sanatı vardır. Bundan maksat, müşrikleri susturmak ve kınamaktır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
(Bunu Allah), sadıklara sadakatlerinden sormak için yaptı. Kâfirler için ise acı verecek bir azap hazırladı.
Niçin? Allah'ın, doğrulara doğruluklarını sorması için. Sözün gelişi, mütekellim yani birinci çoğul şahıs kipi ile “soralım diye” denilmesiydi. Ancak bu şekilde doğrudan doğruya fiiline bağlanacaktı. Böyle olmayıp başlı başına bağımsız bir cümle olmak üzere mukadder (var sayılan) bir fiile bağlandığının anlaşılması için, birinci şahıstan, üçüncü şahsa dönülerek “sorması için” denilmiştir ki öznesi gizli olan “O”dur ve Allah isminin yerine geçmiştir. Yani Allah peygamber gönderip söz almayı, o doğrulara doğruluklarını sormak, imtihan ile doğruluklarını ortaya çıkarmak için yaptı. Ve kâfirlere can yakıcı bir azap hazırladı. Görülüyor ki bu “hazırladı” mukadder (var sayılan) “yaptı” fiiline atfedilmiştir. Demek ki doğrulara “soru”, kâfirlere “azap” var; o halde Allah'tan korkmalı, kâfirlere bakmamalıdır. (Elmalılı)
الصَّادِق۪ينَ - صِدْقِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً اَل۪يماً۟
Cümle atıf harfi وَ ’la …اَخَذْنَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
وَاَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ cümlesi لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Kâfirlere olan azabın gerçekleşeceğinin kesinliğini belirtmek için üslup değiştirilmiştir ki, kendilerinin de cevap veya mazeretlerinin kendilerine işittirildiği kimseler gibi sorguya çekileceklerini vehmetmesinler. Bununla birlikte o kâfirlerin uğrayacağı azabın hazırlığının Allah indinde tamamlanmış ve onun ilminde kesinleşmiş olduğunu belirtilmektedir. (Âşûr)
اَل۪يماً۟ kelimesi, عَذَاباً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Burada zamir makamında zahir isim olarak لِلْكَافِر۪ينَ kullanılması dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Böylece azabın sebebine dikkat çekilmiştir.
عَذَاباً ’deki tenvin azabın bilenemeyecek türden bir azap olduğuna işaret olarak korkuyu artırmak içindir. اَل۪يماً۟ sıfatı da bu manayı destekler.
Bu cümle, اَخَذْنَا cümlesi üzerine atfedilmiştir. Çünkü mana; “Allah, müminleri ödüllendirmek için peygamberlerden dinine davet edeceklerine dair sapasağlam söz almış ve kâfirler için can yakıcı bir azap hazırlamıştır.” şeklindedir. Veya [doğruluklarını sorsun] diye cümlesinin delalet ettiği şeye atfedilmiştir; adeta bunun üzerine, müminleri ödüllendirmiş ve kâfirlere can yakıcı bir azap hazırlamıştır. (Keşşâf)
لِلْكَافِر۪ينَ - الصَّادِق۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً وَجُنُوداً لَمْ تَرَوْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | اذْكُرُوا | hatırlayın |
|
5 | نِعْمَةَ | ni’metini |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | عَلَيْكُمْ | size olan |
|
8 | إِذْ | hani bir zaman |
|
9 | جَاءَتْكُمْ | size gelmişti |
|
10 | جُنُودٌ | ordular |
|
11 | فَأَرْسَلْنَا | ve biz göndermiştik |
|
12 | عَلَيْهِمْ | onların üzerine |
|
13 | رِيحًا | bir rüzgar |
|
14 | وَجُنُودًا | ve ordular |
|
15 | لَمْ |
|
|
16 | تَرَوْهَا | sizin görmediğiniz |
|
17 | وَكَانَ | ve idi |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | بِمَا | şeyleri |
|
20 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
21 | بَصِيرًا | görmekte |
|
Birçok hüküm ve hikmet öğretimine vesile olmak üzere buradan 27. âyete kadar anlatılan olay Hendek adıyla da anılan Ahzâb Savaşı, bu savaşta müminlerin ve münafıkların geçirdikleri büyük imtihandır. İfadeden, âyetler geldiğinde Hendek Savaşı’nın geride kalmış olduğu anlaşılmaktadır. Yakında geçirilmiş olan bu tecrübe hatırlatılmakta ve sûrenin ileride gelecek olan âyetlerinde bahse konu olacak münafık davranışına karşı müminlerin nasıl bir tutum takınmaları gerektiğine işaret edilmekte, topluluk buna hazırlanmaktadır.
Selmân-ı Fârisî’nin tavsiyesi ile şehrin savunulması için kazılan hendek sebebiyle Hendek Savaşı diye tanınan; ayrıca saldırganlar Kureyşliler, Hayber yahudileri, Gatafânlılar, Fezâreliler, Esedoğulları, Süleymoğulları gibi birçok kabileden ve bunların tâbilerinden oluştuğu için “gruplar, hizipler” mânasında Ahzâb adıyla da anılan savaş, 7 Şevval 5 (1 Mart 627) tarihinde başlamış, bir aya yakın sürmüş, Zilkade’nin 1. günü sona ermiştir. Mekkeliler Suriye ticaret yolunu açmak üzere yaptıkları Uhud Savaşı’nda elle tutulur bir sonuç elde edememişlerdi. Buna karşılık müslümanlar Uhud’dan sonra gerçekleştirdikleri askerî harekatlarla, Suriye yoluna ek olarak Irak yolunu da kontrol altına almışlardı. Müslümanlarla yaptıkları antlaşmaları bozdukları, onlara karşı düşmanla iş birliği yaptıkları için 4. yılda Medine’den Hayber ve civarına sürülen Benî Nadîr yahudileri Mekke’ye bir heyet göndererek Kureyşliler’i, müslümanlara karşı kendileriyle birlikte savaşmaya ikna ettiler. Ayrıca yukarıda adları anılan kabileleri de çeşitli teşviklerle yanlarına almayı başardılar. Peygamberimiz düşmanın niyetini haber alınca hemen hazırlıklara girişti, Uhud tecrübesinden yararlanarak düşmanı açık arazide karşılamak yerine Medine yakınında, kuşatma altında karşılamayı ve savunma harbi yapmayı tercih etti. Şehrin üç tarafı sık ağaçlı bahçelerle ve dar yollarla çevrili idi. Düşmanın girmesi muhtemel bulunan yerlere 5,5 km. uzunluğunda, 9 m. eninde ve 4,5 m. derinliğinde bir hendek kazıldı, birkaç haftada bitirilen kazma işine Hz. Peygamber de bilfiil katıldı. 3000 mevcutlu müslüman kuvvetler şehrin doğusunda, Uhud tarafında, Seli’ dağının eteğinde mevzilendiler. Önlerinde de hendek bulunuyordu. Yaklaşık 12.000 mevcutlu düşman kuvvetleri de hendeğe kadar geldiler, daha önce böyle bir şey görmedikleri için şaşırdılar. Hendeği geçemedikleri için bulundukları yerde mevzilendiler. Müslümanlar yalnızca hendek yönünden değil, üstten (doğudan), alttan (batıdan) büyük bir güç tarafından kuşatılmışlardı. Medine’de yiyecek içecek bakımından hazırlıklar yapılmış, kadınlar ve çocuklar güvenli yerlere taşınmıştı; erzak tükenmesin diye asgari gıda ile yetiniliyordu. Kuşatmanın son günlerinde yiyecek iyice azaldığından, başta Hz. Peygamber olmak üzere birçok sahâbî, açlığı hissetmemek için midelerinin üzerine taş bağlamışlardı. Kureyş kısa bir sürede sonuç alacağını umduğu için kuşatma uzadıkça onlarda da sıkıntı başladı. Bu arada saldırganlar iki önemli teşebbüste bulundular: a) Kabilesinin ileri gelenlerinden Huyey b. Ahtab’ı müslümanlarla antlaşmalı bulunan Benî Kurayza yahudilerine göndererek antlaşmayı bozmaları ve müslümanlara karşı kendileriyle beraber hareket etmeleri konusunda onları ikna ettiler. Birleşmiş düşman kuvvetlerinin sayısı ve donanımına ek olarak bir de bu haberin gelmesi müslümanların moralini hayli bozdu. Müminler çetin bir imtihan geçiriyorlardı. Hz. Peygamber iki birlik göndererek Benî Kurayza mahallesini kuşatma altına aldı. b) Düşmanın ikinci teşebbüsü, başta meşhur savaşçı Amr b. Abdived olmak üzere birkaç süvariyi hendeğin dar bir yerinden karşı tarafa geçirtmek oldu. Amr müslümanlardan, teke tek vuruşmak için er diledi, başkaları cesaret edemeyince Hz. Peygamber, kendi kılıcını kuşattığı ve sarığını sardığı Hz. Ali’yi çıkardı, rakibini küçümseyen Amr onun kılıç darbesiyle can verdi; diğerleri ise içlerinden birini daha kaybetmiş olarak geri çekildiler. Hz. Peygamber, çeşitli tedbirler arasında bir de Gatafân ve Fezâre kabilelerine, o yıl çıkacak Medine hurmasının yarısı karşılığında sulh teklif etmeyi düşündü. Sa‘d b. Muâz, Sa‘d b. Ubâde gibi ensarın ileri gelenleriyle istişare etti. Bunlar, “Onlar müşrik iken satın almadan veya biz ikram etmeden hurmalarımızı yiyemezlerdi; şimdi Allah bizi İslâm’la ve seninle şereflendirdiği halde mi onlara malımızı vereceğiz? Vallahi onlara verebileceğimiz tek şey kılıç darbeleridir, gelsinler bakalım Allah ne gösterecek!” dediler, Peygamberimiz de bu teşebbüsten vazgeçti. Kuşatmanın son günlerinde bir gece, düşman karargâhını altüst eden büyük bir fırtına çıktı, yiyecek ve içecekler zayi oldu, hayvanlar sağa sola kaçıştı. Olup bitenden morali bozulan düşman, yiyecekleri de tükendiği ve haram aylar geldiği için çekilme kararı aldı, hiçbir şey elde edemeden çekilip gittiler. Hendek Savaşı, müslümanların savaş stratejisi bakımından bir dönüm noktası oldu. Artık taarruz sırası onlara gelmişti. İlk iş olarak da kendilerine ihanet eden Benî Kurayza yahudilerinin üzerine yürüdüler (bk. Muhammed Hamîdullah, “Hendek Gazvesi”, DİA, XVII, 194-195; İbn Kesîr, VI, 384 vd.; Kurtubî, XIV, 127 vd.).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 365-366
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Atfı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsmi işaretten sonra gelen camid ismin (müşarun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atfı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsûfun atfı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen
merfûdur. Nidanın cevabı اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ ’dır.
اذْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. نِعْمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru اذْكُرُوا fiiline mütealliktir.
اِذْ zaman zarfı نِعْمَةَ ’den bedel-i iştimâl olup mahallen mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel-i iştimal: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَتْكُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جُنُودٌ fail olup lafzen merfûdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً وَجُنُوداً لَمْ تَرَوْهَاۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
ر۪يحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جُنُوداً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَمْ تَرَوْهَا cümlesi جُنُوداً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَوْ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. Bu ayette تَرَوْ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراًۚ
İsim cümlesidir. وَ itiraziyyedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâl كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle بَص۪يراً ’e mütealliktir.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بَص۪يراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
بَص۪يراً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً وَجُنُوداً لَمْ تَرَوْهَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nidanın cevabı olan …اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
نِعْمَةَ ’nin lafza-i celâle muzaf olması nimeti teşrif ve tazim içindir. Nimetlerin Allah'a izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Zaman zarfı اِذْ, makablindeki نِعْمَةَ ’den bedel-i iştimâl olup mahallen mansubdur.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Zaman ismi olan اِذْ ’in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi 26)
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً وَجُنُوداً cümlesi atıf harfi فَ ile muzafun ileyh cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen uyum ve zaman bakımından münasebet vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَرْسَلْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
جُنُوداً ve ر۪يحاً ’deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder.
Menfi muzari fiil sıygasında teceddüt ve istimrar ifade eden لَمْ تَرَوْهَا cümlesi جُنُوداً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Rüzgâr kelimesi, çoğul olarak kullanıldığı zaman “hayır”, tekil olarak kullanıldığı zaman “şer” anlamına gelir. Bundan dolayı Hz. Peygamber bir duasında: “Allah’ım, Sen bunu rüzgârlar (riyâh) kıl, rüzgar (rîh) kılma” buyurmuşlardır. (Sâbûnî, Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, (https://www. Memleket.com.tr/rahmetin-mujdecisi-ruzgarlar-22863yy.htm)
اللّٰهِ - اَرْسَلْنَا kelimeleri arasında gâibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Lafza-i celâlin ve جُنُوداً ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ [Nimetimi anın] ifadesinde lef, فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً وَجُنُوداً لَمْ تَرَوْهَاۜ şeklinde nimetlerin görünmeyen ordular ve rüzgar olarak açıklanmasında neşir vardır.
Nidanın gayesi; nida edilene önemli bir şeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer‘î bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” Ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا : Bu nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, akabindeki kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. Bunun arkasından da bu kişilerin en sevgili vasfı olan iman kelimesiyle nida edilir. (Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzab, s. 43)
اٰمَنُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراًۚ
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراًۚ cümlesi نِعْمَةَ اللّٰهِ tamlamasındaki lafza-i celâlden hal olarak gelmiştir. Burada Allah Teâlâ’nın; Müslümanların hendek kazarken ve evlerini terk ederek ordugâha giderken çektikleri zorluğu ve sabrı, onların dinleri uğruna gösterdikleri fedakarlıkları bildiğine ve bu sebeple onları düşmanlarına karşı muzaffer kıldığına işaret vardır. İşte bu yüzden de onları apaçık bir zaferle ödüllendirmiştir. (Âşûr)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır. Ayette tekrarlanması, azamet ve kudretini vurgulamak içindir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl olan مَا ismi, بَص۪يرٌ ’e mütealliktir. Sılası تَعْمَلُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ önemine binaen amili olan كَانَ’nin haberi بَص۪يراًۚ ’e takdim edilmiştir.
Müsned olan بَص۪يراًۚ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Ayetin son cümlesi ufak değişikliklerle başka surelerde de mevcuttur.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)
اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | جَاءُوكُمْ | onlar gelmişlerdi |
|
3 | مِنْ | -den |
|
4 | فَوْقِكُمْ | üstünüz- |
|
5 | وَمِنْ | ve |
|
6 | أَسْفَلَ | alt tarafınızdan |
|
7 | مِنْكُمْ | sizin |
|
8 | وَإِذْ | ve hani |
|
9 | زَاغَتِ | kaymıştı |
|
10 | الْأَبْصَارُ | gözler |
|
11 | وَبَلَغَتِ | ve dayanmıştı |
|
12 | الْقُلُوبُ | yürekler |
|
13 | الْحَنَاجِرَ | hançerelere |
|
14 | وَتَظُنُّونَ | ve zanda bulunuyordunuz |
|
15 | بِاللَّهِ | Allah hakında |
|
16 | الظُّنُونَا | türlü düşüncelerle |
|
Hancera حنجر : Kur'an-ı Kerim'de geçtiği ayetlerde حَناجِر kelimesi, حَنْجَرَ kavramının çoğuludur. Bu da gırtlak kapağı yani yutağın baş kısmının dıştan görünüşüdür. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece 2 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hançer ve hançeredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا
Zaman zarfı اِذْ önceki ayetteki اِذْ ’den bedel olup mahallen mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاؤُ۫كُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاؤُ۫ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ فَوْقِ car mecruru جَٓاؤُ۫كُمْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ اَسْفَلَ car mecruru atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْفَلَ gayr-ı munsarıf bir isim olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayr-ı munsarıf isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarıf isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayr-ı munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْكُمْ car mecruru اَسْفَلَ ’ye mütealliktir. Zaman zarfı اِذْ atıf harfi وَ ’la öncekine matuftur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زَاغَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَاغَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْاَبْصَارُ fail olup lafzen merfûdur. بَلَغَتِ atıf harfi وَ ’la زَاغَتِ fiiline matuftur.
بَلَغَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْقُلُوبُ fail olup lafzen merfûdur. الْحَنَاجِرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَظُنُّونَ atıf harfi وَ ’la بَلَغَتِ fiiline matuftur.
تَظُنُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru تَظُنُّونَ fiiline mütealliktir. الظُّنُونَا mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. الظُّنُونَا ’nin sonundaki elif zaiddir.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا
Zaman zarfı اِذْ, önceki ayetteki اِذْ جَٓاءَتْكُمْ ’deki اِذْ ’den bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Muzâfun ileyh olan جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle …اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Zaman ismi olan اِذْ ’in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi 26)
وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ cümlesi bedel cümlesine atfedilmiştir ve tafsil (teferruat) cümlesindendir. الأبْصارُ , القُلُوبُ , الحَناجِرَ kelimelerinin marifeliği ise ahd içindir. Müslümanların gözleri, kalpleri ve boğazları demektir. Veya bu lam muzafun ileyhlerden ivaz olarak gelmiştir. Bu durumda mana: “Gözleriniz yerlerinden kaydı ve yürekleriniz ağzınıza dayandı” olur. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle زَاغَتِ الْاَبْصَارُ cümlesine atfedilmiştir.
وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا cümlesi atıf harfi وَ ’la زَاغَتِ الْاَبْصَارُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَظُنُّونَ şeklinde gelmiş muzari siygada, nimetleri hatırlatarak kınama manasıyla birlikte zanlarına karşı şaşkınlık manası vardır. (Âşûr)
Burada fiilin muzari olarak getirilmesi işaret edilen zanların, sebeplerinin yenilenmesiyle kendilerinin de yenilendiğine işaret eder. Bu durum üzerlerindeki bu belanın müddetinin uzunluğundan kinayedir. (Âşûr)
Mef’ûl olan الظُّنُونَا kelimesinin sonundaki elif Ahzab 66. ve 67. ayetteki ٱلرَّسُولَا۠ ve ٱلسَّبِیلَا۠’da olduğu gibi fasıla için gelmiş zaid harftir.
الظُّنُونَا ve benzerlerindeki elif ayet sonlarını kafiyeye benzetmekten dolayı getirilmiştir. Nâfi', İbn Mir ve Ebu Bekir de buralarda vaslı vakıf yerine koymuşlardır (her ikisini de elifle okumuşlardır). Ebu Amr, Hamze ve Yakub ise hiçbir yerde elif ilave etmemişlerdir ki, kıyasa uygun olan da budur. (Beyzâvî)
الظُّنُونا kelimesi adet bildiren mef’ûlü mutlaktır ve ظَنٍّ kelimesinin cemisidir. Elif lam ile marife olması cins içindir. Cemi gelmesi ise bulunabilecek zanların çeşitliliğine delalet etmesi içindir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِاللّٰهِ kelimesindeki بِ harf-i ceri mülabese içindir. (Âşûr)
تَظُنُّونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
الْاَبْصَارُ - الْقُلُوبُ - الْحَنَاجِرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, اَسْفَلَ - فَوْقِكُمْ arasında tıbak-ı îcâb vardır.
تَظُنُّونَ - الظُّنُونَا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَلَغَتِ - تَظُنُّونَ kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
بَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ [Kalpler, hançerelere ulaştı] cümlesindeki temsilde mübalağa vardır. Yüce Allah, kalpleri, titreme ve çarpıntı hususunda sanki gırtlaklara ulaşmış gibi tasvir etmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
زَاغَتِ الْاَبْصَارُ ve بُلُوغ الْقُلُوب إلى الْحَنَاجِر ifadelerinde istiâre vardır. وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ [O vakit gözler kaymıştı] ifadesiyle kastedilen, korkunun geldiği yönlere doğru bakma, kılıç darbelerinden sakınma sâikiyle, bakışların istikametinden sapması ve başka cihetlere kaymasıdır. Yüzün [o yana bu yana] dönmesi, bu dönüşlerin artması ve bakışların [korkudan sağa sola] çevrilmesi, tehlike beklentisi hissine kapılan ve korkan kişinin hallerindendir.
Yani gözler, hayret ve şaşkınlıktan, yerinden ve doğrultusundan kaymıştı. (Ebüssuûd)
بَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ [Yürekler boğaza dayanmıştı] ifadesine gelince bununla kastedilen, -Allah alem- korkudan ciğerlerinin şişmesidir. Nitekim korkan ve ürperen kimse hakkında söylenen إنْتَفَحَ سُحْرُهُ (ciğeri şişti) söylemi Arapların sözlerindendir. أ لسُحْرُ (akciğer ) demektir. Ayette göğüs boşluğunda birbirine komşu ve yakın organlar olmalarından dolayı kalp lafzı ile ciğerden ( ألرءة ) kinaye yapılmıştır. Yine kalpler boğazlara dayanmıştı ifadesinden, korkunun şiddeti ve aşırı üzüntü yüzünden kalplerin yerlerinden oynaması, yataklarından ayrılmasının anlaşılması da caizdir. Artık kalpler yerlerinden oynadığı zaman yükselmek isterler. Onun için kalpler boğazlara dayanmıştı buyurulması güzel düşmüştür. Yine burada kalplerin nefislerinden (ruhlar/canlar) kinaye olması caizdir. Buna göre canların boğazlara ulaşması da korkunun büyüklüğünden ve dehşetin şiddetinden dolayı bedenden çıkmaya yaklaşmaları anlamına gelir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Zira şiddetli korku halinde akciğer şişer ve onun yükselmesiyle yürek de gırtlağa kadar yukarı çıkar. Diğer bir görüşe göre ise hakikatte yürekler, gırtlağa çıkmaz; bu ifade, yürek acısı için bir temsildir. (Ebüssuûd)
Ayette geçen حَنَاجِرَ lâfzı حنجرة kelimesinin çoğuludur. حنجرة, boğazın uç noktası (gırtlak) demektir. (Celaleyn Tefsiri)
وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا Ve siz, Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz” ifadesindeki elif-lâm, daha ileri bir mana ifade etsin diye, “istiğrak-şümûl” manasına olması mümkün olup “Sizler, türlü türlü zanlara başvurdunuz” demektir. Çünkü herkes, büyük bir musibet ve sıkıntı, büyük bir şey esnasında, her türlü zanda bulunabilir. Ayetin bu ifadesiyle onlardan malûm ve makûd olan zanlarının kastedilmiş olması da mümkündür. (Yani elif-lâm “akd” ifade eder). Çünkü müminden alışılagelen ve malum olan şey, Allah hakkında hayır ve güzel zanda bulunmasıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), “Allah hakkında hüsnü zanda bulunun!” buyurmuştur. Kafirden beklenen ve vaki olan ise onun kötü zanda bulunuşudur. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Bu, o küfredenlerin zannıdır.” (Sad Suresi, 27) ve “Onlar zandan başkasına tabi olmazlar.” (Necm Suresi, 28) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالاً شَد۪يداً
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالاً شَد۪يداً
İşaret zamiri هُنَالِكَ mekân zarfı olarak ابْتُلِيَ fiiline müteallık, mahallen mansubdur.
ابْتُلِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْمُؤْمِنُونَ naib-i fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زُلْزِلُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. زِلْزَالاً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3 ’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَد۪يداً kelimesi زِلْزَالاً ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ابْتُلِيَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بلو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُؤْمِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالاً شَد۪يداً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekân zarfı, önemine binaen amili olan ابْتُلِيَ fiiline takdim edilmiştir.
ابْتُلِيَ fiili, اِفتعال babında meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
الِابْتِلاءُ kelimesinin aslı denemek manasındadır. Zorluk ve sıkıntının kişiye isabet etmesinden kinaye olarak kullanılır, çünkü denenmek, sabır ve sebat halini gerektiren bir durumdur. (Âşûr)
Öncesine matuf olan وَزُلْزِلُوا زِلْزَالاً شَد۪يداً şeklindeki ikinci cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. زِلْزَالاً mef’ûlun mutlaktır. Mef’ûlun mutlak cümleyi tekid eder. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Fiiller mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
زُلْزِلُوا - زِلْزَالاً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَد۪يداً kelimesi زِلْزَالاً için sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَزُلْزِلُوا زِلْزَالاً شَد۪يداً ifadesinde istiâre vardır. Savaş alanında müminlerin durumu yeryüzünün sarsılmasına benzetilmiştir. Müminlerin zelzelesinden kastedilen, düşman kuvvetlerinin sayıca fazla olmasından dolayı tedirginliklerinin ve paniklerinin şiddetidir. (Âşûr)
زُلْزِلُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اِلَّا غُرُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | يَقُولُ | diyordu |
|
3 | الْمُنَافِقُونَ | münafıklar |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve bulunanlar |
|
5 | فِي |
|
|
6 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
7 | مَرَضٌ | hastalık |
|
8 | مَا |
|
|
9 | وَعَدَنَا | bize vaadde bulunmadı |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | وَرَسُولُهُ | ve Resulü |
|
12 | إِلَّا | dışında |
|
13 | غُرُورًا | boş vaatler |
|
Hendek kazılırken büyük bir kayaya rastlanmıştı, kayayı sökmeyi veya kırmayı başaramayan askerler Peygamberimiz’e başvurdular. O, üst giysisini çıkardı, kazmayı eline aldı ve üç vuruşta kayayı parçaladı. Her vuruşta “Allahü ekber” diyor ve “İran, Suriye, Yemen” gibi yerleri zikrederek ileride müslümanların gerçekleştirecekleri fetihleri bir bir müjdeliyordu. Bu müjdeyi işiten yahudiler ve münafıklar ise “Biz korkudan helâya gidemezken o bize İran ve Bizans’ın hazinelerini müjdeliyor, bu aldatmadan başka bir şey değil” demişlerdi (Nesâî, “Cihâd”, 42; Kurtubî, XIV, 130).
Bu gruptaki âyetlerde münafıkların ortak karakteri, sözlerinden ve davranışlarından örnekler verilerek açıklanmaktadır: Bunlar söz verirler ama yerine getirmezler; fitne fesat fırsatı çıkınca ev bark aile düşünmeden o fırsatı değerlendirmeye koşarlar; hizmet gerektiğinde ise türlü bahaneler ileri sürerek izin almak isterler; sûret-i haktan görünerek müslümanların moralini bozarlar; çoluk çocuklarını, evlerinin tehlikede olduğunu hatırlatarak savaş alanından çekilmeyi tavsiye ederler; korkunun ölüme faydası olmadığı halde inançsızlıkları sebebiyle savaşmaktan ve ölümden fazlaca korkarlar, korku ortamı geçip zafer kazanılınca da bu sonuçta kendilerinin de payı varmış gibi konuşmaya ve hak talep etmeye kalkışırlar.
وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اِلَّا غُرُوراً
Zaman zarfı اِذْ atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki اِذْ ’e matuftur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقُولُ merfû muzari fiildir. الْمُنَافِقُونَ fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرَضٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l kavli, مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ ’dır. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
وَعَدَنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. رَسُولُـهُٓ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. غُرُوراً amili وَعَدَ ’nin ikinci mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.
مُنَافِقُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâ’ale babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اِلَّا غُرُوراً
Bu ayetteki zaman zarfı, 10. ayetteki zaman zarfına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan …يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin failine matuf has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Kalplerinde hastalık olanların ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, onların bilinen kişiler olduğunu belirtmenin yanında tahkir içindir.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اِلَّا غُرُوراً cümlesi, nefy harfi مَا ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan kasrla tekid edilmiş, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. İki tekid mesabesindeki kasır, fiil ve mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki nifakın derecesini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanların, sözlerini kasırla pekiştirerek söylemeleri inkârlarındaki kararlılığı gösterir.
رَسُولُ ve اللّٰهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَرَضٌ ’daki tenvin nev ve kesret, mef’ûl olan غُرُوراً ’daki tenvin kesret ifade eder.
Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede مَرَضٌ kelimesinde istiâre yapılmıştır. مَرَضٌ bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müsteâr olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. مَرَضٌ bedeni, nifak kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müsteâr olduğunun delili yani karine-i mânia ayet-i kerimenin küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını izhar eden münafıkları zem siyakında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil, kalbî fesadları zemmedilmektedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)وَاِذْ قَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُواۚ وَيَسْتَأْذِنُ فَر۪يقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ اِنْ يُر۪يدُونَ اِلَّا فِرَاراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | قَالَتْ | demişti ki |
|
3 | طَائِفَةٌ | bir grup |
|
4 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
5 | يَا أَهْلَ | halkı |
|
6 | يَثْرِبَ | Yesrib (Medine) |
|
7 | لَا | artık yoktur |
|
8 | مُقَامَ | duracak yer |
|
9 | لَكُمْ | size |
|
10 | فَارْجِعُوا | dönün |
|
11 | وَيَسْتَأْذِنُ | ve izin istiyordu |
|
12 | فَرِيقٌ | bir topluluk |
|
13 | مِنْهُمُ | onlardan |
|
14 | النَّبِيَّ | peygamberden |
|
15 | يَقُولُونَ | diyerek |
|
16 | إِنَّ | gerçekten |
|
17 | بُيُوتَنَا | evlerimiz |
|
18 | عَوْرَةٌ | (sağlam değil) açıktır |
|
19 | وَمَا | oysa değildi |
|
20 | هِيَ | onlar(ın evleri) |
|
21 | بِعَوْرَةٍ | açık |
|
22 | إِنْ |
|
|
23 | يُرِيدُونَ | istemiyorlardı |
|
24 | إِلَّا | başka bir şey |
|
25 | فِرَارًا | kaçmak(tan) |
|
وَاِذْ قَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُواۚ
Zaman zarfı اِذْ atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki اِذْ ’e matuftur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. طَٓائِفَةٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru طَٓائِفَةٌ ’nün mahzuf sıfatına mütealliktir. Mekulü’l kavli, يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ ’dır. قَالَتْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. اَهْلَ münadadır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَثْرِبَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı لَا مُقَامَ لَكُمْ ’dır.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. مُقَامَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَكُمْ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir.
ارْجِعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَيَسْتَأْذِنُ فَر۪يقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ
وَ istînâfiyyedir. يَسْتَأْذِنُ merfû muzari fiildir. فَر۪يقٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْهُمُ car mecruru فَر۪يقٌ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
النَّبِيَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَقُولُونَ fiili فَر۪يقٌ ’un hali olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ ’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
بُيُوتَنَا kelimesi, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَوْرَةٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
وَ haliyyedir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
هِيَ munfasıl zamir مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir.
عَوْرَةٍ kelimesi lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَأْذِنُ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, أذن ’dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
اِنْ يُر۪يدُونَ اِلَّا فِرَاراً
Fiil cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُر۪يدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. فِرَاراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُر۪يدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِذْ قَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُواۚ
Zaman zarfı اِذْ , önceki ayettekine matuftur. اِذْ ’in muzafun ileyhi olan قَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُواۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fail olan طَٓائِفَةٌ ’deki tenvin herhangi bir anlamında adet ve tahkir içindir.
قَالَتْ fiilinin mekulü’l kavl cümlesi يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُواۚ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan لَا مُقَامَ لَكُمْ cümlesine dahil olan لَا, cinsini nefyeden harftir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَكُمْ car mecruru, لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlesindeki فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. İnşa cümlesini haber cümlesine atfetmiştir.
وَاِذْ قَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ [O zaman içlerinden bir grup dedi] sözünde Evs bin Kayzî ile arkasına düşenler kastediliyor: (Ey Yesrib / Medîne halkı) اَهْلَ , halk demektir, Yesrib'in de bir yerin ismi olduğu ve Medîne'nin onun bir tarafına kurulduğu da söylenmiştir. لَا مُقَامَ duracak yer yoktur demektir. (Beyzâvî)
Zaman ismi olan اِذْ ’in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi 26)
Ayet-i kerime’de geçen يَثْرِبَ lafzı, alem olmasında rağmen fiil vezninde olmasından dolayı gayri munsariftir.
وَيَسْتَأْذِنُ فَر۪يقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ
وَ istînâfiyedir. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fail olan فَر۪يقٌ ’daki tenvin herhangi bir anlamında adet ve tahkir içindir.
فَر۪يقٌ ’dan hal olan يَقُولُونَ اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
النَّبِيَّ kelimesinde tecrîd sanatı vardır.
Fiillerin muzari sıygada gelmesi tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesidir. İnkârî kelam olan cümle kizbî haberdir.
ليس gibi amel etmiş nefy harfi مَا ’nın dahil olduğu وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ cümlesi, haldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. مَا ’nın haberi olan بِعَوْرَةٍۜ ’deki بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ cümlesiyle, وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَقُولُونَ - قَالَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَوْرَةٌ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
طَٓائِفَةٌ - فَر۪يقٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Fiilin, يَسْتَأْذِنُ [izin istiyor] şeklinde geniş zaman olarak getirilmesi, olayın şeklini zihinde canlandırmak içindir. Ayeti dinleyen, sanki o anda onları izin isterken görüyormuş gibi olur. (Sâbûnî, Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
عَوْرَةٍ ifadesinde istiâre vardır. Burada açık ile ( ألعَورَة ) kastedilen, insanın savaşta ve baskın halinde kendisinden sakınıp korunacağı yerdir. Nitekim عَاوَرَ فَﻻنٌ لِعَدُوِّ (falanca düşmanına açık verdi) denir ki ona arkasında [hançerleme] imkanı verdi demektir. Yine Arapların رَجُلُ مُعْوِرٌ sözü de bu anlamla ilgilidir. Bu ifade kusurunu arayana kusurları açık adam demektir. Bu söylemin aslı, عَورا َتُ الانْسَان’dan alınmıştır. Bu da insanlara açılması çirkin sayılan yer demektir. Buna göre ayetin manası sanki şöyledir: Evlerimiz, düşmanın oralardan şehre girebileceği şekilde açık ve saldırıya maruz durumdadır. Böylece evler şehrin, saldırıya elverişli, riske açık bölümü gibi görülmüştür. Bu, tıpkı savaşta bir insanın beklemediği bir yerden görülerek açık ve gedik bir mevziden saldırıya uğramasına benzer. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
اِنْ يُر۪يدُونَ اِلَّا فِرَاراً
İtiraziyye veya ta’liliye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil tecessüm ifade etmiştir.
Nefy harfi اِنْ ve istisna harfi اِلَّا ile kasır oluşmuştur. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır.
يُر۪يدُونَ maksur/sıfat, فِرَاراً maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. İstedikleri sadece firardır. Başka bir şey istemiyorlar anlamındadır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da câizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl olan فِرَاراً ’deki tenvin, tahkir içindir.
وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِنْ اَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَاٰتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَٓا اِلَّا يَس۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | دُخِلَتْ | girilseydi |
|
3 | عَلَيْهِمْ | onların üzerine |
|
4 | مِنْ | -dan |
|
5 | أَقْطَارِهَا | her yan- |
|
6 | ثُمَّ | sonra |
|
7 | سُئِلُوا | istenseydi |
|
8 | الْفِتْنَةَ | baskı ve işkence yapmaları |
|
9 | لَاتَوْهَا | elbette yaparlardı |
|
10 | وَمَا | ve |
|
11 | تَلَبَّثُوا | gecikmezlerdi |
|
12 | بِهَا | bunda |
|
13 | إِلَّا | dışında |
|
14 | يَسِيرًا | azıcık |
|
وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِنْ اَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَاٰتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَٓا اِلَّا يَس۪يراً
وَ atıf harfidir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir.
دُخِلَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى’dir. عَلَيْهِمْ car mecruru دُخِلَتْ fiiline mütealliktir.
مِنْ اَقْطَارِ car mecruru دُخِلَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُئِلُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. الْفِتْنَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
اٰتَوْ fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَلَبَّثُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِهَٓا car mecruru تَلَبَّثُوا fiiline mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. يَس۪يراً kelimesi mahzuf masdarın sıfatıdır. Takdiri, إلا تلبثا يسيرا (kısa bir süre dışında) şeklindedir.
تَلَبَّثُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi لبث ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِنْ اَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَاٰتَوْهَا
وَ ’la … يَسْتَأْذِنُ fiiline atfedilen ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِنْ اَقْطَارِهَا şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine atfedilmiştir.
Şartın cevabı olan ve لَ karinesiyle gelen لَاٰتَوْهَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidâî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Nahivciler لَوْ edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
دُخِلَتْ ve سُئِلُوا fiilleri, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Meçhul bina, naibu failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Ayetteki, دُخِلَتْ ifadesinin nâib-i faili يَثْرِبَ olabileceği gibi evlerimiz manasındaki بُيُوتَنَا kelimesi de olabilir. Yine ayetteki, لَاٰتَوْهَا ifadesindeki هَا (bunu) zamiri ile fitnenin kastedilmiş olması muhtemeldir. Bu [O fitneyi yapma hususunda pek az beklerler (duraklarlar)] demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada sözü edilen fitne’nin ne olduğu hususunda iki görüş vardır. Birincisi, [Eğer kavmiyet asabiyeti ile savaşmaları istenmiş olsaydı, bu çağrıya çabucak cevap verip giderlerdi.] Bu açıklamayı Dahhak yapmıştır. İkincisine göre [Sonra onlardan şirk koşmaları istenseydi, çabucak bu isteği yerine getirirlerdi.] Bu açıklamayı da Hasen yapmıştır. (Kurtubî)
عَلَيْهِمْ harfi ceri دُخِلَتْ fiiline mütealliktir. Çünkü دُخِلَتْ ifadesi mahzuf bir faili gerektiren, naibu fail alan meçhul kalıpta bina edilmiştir. Bu yüzden kastedilen, Maide Suresinin 23. ayetindeki ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ البابَ ifadesinde olduğu gibi Medine halkına dahil olanların girişidir. (Âşûr)
الأقْطارُ kelimesi قُطْرٍ ’un çoğuludur ve belirli bir mekanın bir yönüne işaret eder. أقْطار ’ın izafet şeklinde gelişi, çoğul olduğu için umum ifade eder. Yani şehrin her bir tarafından manası vardır. Bu yüzden bu, Yüce Allah'ın Ahzab Suresi 10. ayetinde إذْ جاءُوكم مِن فَوْقِكم ومِن أسْفَلَ مِنكُمْ (onlar size üstünüzden ve altınızdan geldikleri zaman) buyurduğu gibi düşmanın bir şehir üzerine yapılabileceği en şiddetli saldırısıdır. (Âşûr)
دُخِلَتْ fiili şehre giren failin fethe çıkan bir kavim olduğunu göstermek için meçhul kalıp üzere bina edilmiştir. (Âşûr)
وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَٓا اِلَّا يَس۪يراً
Hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Mazi fiil hudûs temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
يَس۪يراً kelimesi mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Takdiri, إلا تلبثا يسيرا (kısa bir süre dışında) şeklindedir.
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile kasır oluşmuştur. Kasr, fiille mahzuf mef’ûlün mutlak arasındadır.
تَلَبَّثُوا fiilinin faili maksur/mevsûf, تلبثا يسيرا (kısa bir süre dışında) maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani küfre saptıktan sonra Medine'de ancak az bir süre kalabilecekler ve sonradan helâk olacaklardı manasındadır. Bu açıklamayı Süddî, Kuteybî, Hasen ve Ferrâ yapmıştır. Müfessirlerin çoğunluğu ise şöyle demişlerdir: Şirk fitnesinden çok az bir süre dışında uzak kalmazlar ve hemen şirke yapılan daveti çabucak, hızlıca kabul ederlerdi. Buna sebep ise niyetlerinin zayıflığı, münafıklıklarının ileri derecede oluşudur. Eğer Ahzab aralarına girip birbirlerine karışacak olurlarsa hiç şüphesiz açıktan açığa küfürlerini izhar ederler. (Kurtubî)
تَلَبَّثُوا بِها sözündeki بِ harfi ceri tadiye(geçişlilik) içindir. (Âşûr)
وما تَلَبَّثُوا بِها cümlesi لَأتَوْها cümlesine matuftur. التَّلَبُّثُ : kalmak yani bir yere yerleşmek demektir ve burada إبْطاءِ (yavaşlık)’tan müsteardır. Yani fitne çıkarmaya çalışmakta gecikmediler ve evlerinin kendilerinden alınmasından (gasp edilmesinden) korkmadılar demektir. (Âşûr)
إلّا يَسِيرًا sözündeki istisna, onlarla istihza edildiğini gösterir. Bu yüzden bu istisnadan maksat, olumsuzluğu istisna şeklinde tekid etmektir. (Âşûr)
وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْاَدْبَارَۜ وَكَانَ عَهْدُ اللّٰهِ مَسْؤُ۫لاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | oysa |
|
2 | كَانُوا | idiler |
|
3 | عَاهَدُوا | söz vermişler |
|
4 | اللَّهَ | Allah’a |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلُ | daha önce |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يُوَلُّونَ | dön(üp kaç)mayacaklarına |
|
9 | الْأَدْبَارَ | arkalarına |
|
10 | وَكَانَ | ve idiler |
|
11 | عَهْدُ | verilen sözden |
|
12 | اللَّهِ | Allah’a |
|
13 | مَسْئُولًا | sorumlu |
|
وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْاَدْبَارَۜ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
عَاهَدُوا اللّٰهَ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
عَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru عَاهَدُوا filine mütealliktir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُوَلُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْاَدْبَارَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
عَاهَدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi عهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Musareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوَلُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَانَ عَهْدُ اللّٰهِ مَسْؤُ۫لاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَهْدُ اللّٰهِ izafeti كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَسْؤُ۫لاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
مَسْؤُ۫لاً sülâsi mücerredi سأل olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ
وَ atıftır. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
كَانَ ’nin dahil olduğu كَانُوا عَاهَدُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ cümlesi, kasemin cevabıdır. Kasem ve tahkik harfiyle tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. عَاهَدُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin mazi fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Eğer كان ’nin haberi mazi fiil ise bu, olayın bir kez vuku bulduğunu gösterir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Meani’n-Nahvi, c. 1, s. 211)
عَاهَدُوا fiili مفاعلة babındandır. Sülasisi عهد ’dir. Bu bab fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi manalar katar.
Burada, belirtilen iki toplulukta sözlerinden cayanların cezalandırılacağını ifade eden bir ikaz vardır. (Âşûr)
Burada kelam, müminlerden Allah yolunda sebat edecekleri hususundaki ahitlerinde tereddüt gösterenlere müvecceh olduğu için, hem kasem lamı ile, hem tahkik harfi ile, hem de كانَ fiili ile tekidli gelmiştir. (Âşûr)
لَا يُوَلُّونَ الْاَدْبَارَۜ
Fasılla gelen cümle عَاهَدُوا fiilinden anlaşılan mahzuf kasemin cevabıdır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
لَا يُوَلُّونَ الْاَدْبَارَ [Sırtlarını çevirmeyecekler] cümlesi, savaştan kaçmaktan kinayedir. (Sâbûnî, Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Ayette münafıkların ne olursa olsun düşman karşısında geriye dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a kesin söz verdikleri ifade edilmektedir.
لا يُوَلُّونَ الأدْبارَ cümlesi عاهَدُوا cümlesi için beyan cümlesidir. (Âşûr)
الأدْبارُ sırtlardır. Arkasına dönmek, kaçmaktan (الفِرارِ) kinayedir. (Âşûr)
وَكَانَ عَهْدُ اللّٰهِ مَسْؤُ۫لاً
وَ isti’nafiyedir. كَانَ ’nin geldiği sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَان ’nin ismi عَهْدُ اللّٰهِ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 124)
Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
عَهْدُ اللّٰهِ izafeti, عَهْدُ’nin şanı içindir. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
عَاهَدُوا - عَهْدُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مَسْؤُ۫لاً kelimesindeki zamir عَهْدُ kelimesine aiddir. Aslında isnad ahde değil, ahdin sahibine yani failine yapılmıştır. Burada ahde bağlı kalmanın zorunluluğu mübalağalı olarak ifade edilmek istendiği için, sorumlu olmak ahde isnad edildi. Ahd ile sahibi birbirine öylesine dolanmışlar/yapışmışlar ki artık ayrılmaları mümkün değilmiş gibi addedilerek (ki buna “mülâbeset” denir) ahdedene isnad edilecek olan kelime ahdin kendisine isnad edilmiş. Ayetin bu şekilde gelmesinde, ahde bağlı olmanın vücûbunu tekid manası vardır. Sorguya çekilen ahd değil, ahdin sahibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وكانَ عَهْدُ اللَّهِ مَسْئُولًا cümlesi ولَقَدْ كانُوا عاهَدُوا cümlesi için tezyildir. بِعَهْدِ اللَّهِ ile kastedilen, kişinin Rabbi ile yaptığı her ahitleşmedir. (Âşûr)
المَسْئُول kelimesi Efendimizin (s.a.) وكُلُّكم مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ (hepiniz bakmakta olduklarınızdan mesulsünüz) sözünde buyurduğu gibi kişiye kendisinden hesap sorulacaklardan kinayedir. (Âşûr)
Ey hastaları iyileştiren. Sıkılanları ferahlatan. Kaybolanları bulduran. İsteyenlere veren. İmtihanları kolaylaştıran. Hakikati hatırlatan. Kurtuluşa erdiren Allahım!
Bizi yapması gerekenleri, yapması gereken zamanlarda yapanlardan eyle. Nefsimizin dünyaya bağlanmış haline kanmaktan koru. Bizi hakikatin yanında olanlarla beraber kıl. Geçici menfaatlerin hevesine kapılıp batıldan yana hareket edenlerle olmaktan koru.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji