بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ رَبَّـنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَـالِحاً اِنَّا مُوقِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | تَرَىٰ | bir görsen |
|
3 | إِذِ | (demekte) iken |
|
4 | الْمُجْرِمُونَ | suçluları |
|
5 | نَاكِسُو | öne eğmiş |
|
6 | رُءُوسِهِمْ | başlarını |
|
7 | عِنْدَ | huzurunda |
|
8 | رَبِّهِمْ | Rablerinin |
|
9 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
10 | أَبْصَرْنَا | gördük |
|
11 | وَسَمِعْنَا | ve işittik |
|
12 | فَارْجِعْنَا | bizi geri döndür |
|
13 | نَعْمَلْ | yapalım |
|
14 | صَالِحًا | iyi iş |
|
15 | إِنَّا | artık biz |
|
16 | مُوقِنُونَ | kesin olarak inandık |
|
Çoğu zaman insanlar peygamberleri yalancılıkla itham etmişlerdir. Hz. Mûsâ böyle bir durumla karşılaşmaktan endişe ettiği için moralinin bozulacağını, bunun da dilinin dolaşmasına sebep olacağını (krş. Tâhâ 20/27), dolayısıyla peygamberlik görevini yerine getirirken rahat konuşamayacağını Allah Teâlâ’ya arzetmiş; ya kendisine yardımcı olmak veya tek başına Firavun’a elçi olarak gitmek üzere kardeşi Hârûn’un görevlendirilmesini niyaz etmiştir. Ayrıca İsrâiloğulları’ndan biriyle kavga eden bir Kıptî’yi öldürmüş olmasından dolayı kendisinin de öldürülmekten korkması böyle bir talepte bulunmasına sebep olmuştur (bu konuda bilgi için ayrıca bk. Kasas 28/15).
Nekese نكس : نَكْسٌ kelimesi bir nesneyi başı üzere (baş aşağı)çevirmektir.
Hastayla ilgili kullanılan nüks نُكْسٌ sözcüğü hastanın sağlıklı, sıhhatli durumuna döndükten sonra tekrar hastalığına dönmesi (hastalığın nüksetmesi) demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de herbiri farklı formda sadece 3 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli nüks (etmek)tür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. لَوْ ’in cevabı mahzuftur. Takdiri, لرأيت أمرا عجبا (şaşılacak durumu görseydin.) şeklindedir.
تَرٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت ’dir. تَرٰٓى ’nın mef'ûlü bihi mahzuftur. Takdiri, البصرية (Manzarayı) şeklindedir. Sonrasındaki mübteda olan الْمُجْرِمُونَ buna delalet eder.
Kalp fiilleri (iki mef'ûl alan fiiller); bir mef'ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef'ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef'ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. Bu ayette تَرٰٓى fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef'ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذِ zaman zarfı olup تَرٰٓى fiiline mütealliktir.
الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef'ûlun fih, mef'ûlun bih, mef'ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُجْرِمُونَ mübteda olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. نَاكِسُوا haber olup lafzen merfûdur. İsm-i failin sonundaki نَ izafetten dolayı mahzuftur. رُؤُ۫سِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ zaman zarfı olup نَاكِسُوا ’ya mütealliktir. رَبِّهِمْۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَاكِسُوا kelimesi, sülasi mücerredi نكس olan fiilin ism-i failidir.
الْمُجْرِمُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبَّـنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَـالِحاً
Cümle hal konumunda olan mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur.
Takdiri, يقولون (derler) şeklindedir.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef'ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبْصَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
سَمِعْنَا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
فَ sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir.
ارْجِعْنَا dua manasında sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت ’dir. Mütekellim zamir نَا mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen نَعْمَلْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن ترجعنا نعمل (Bizi geri döndürürsen ... yaparız) şeklindedir.
نَعْمَلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. صَـالِحاً mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَبْصَرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
صَـالِحاً kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا مُوقِنُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُوقِنُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُوقِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki قُلْ يَتَوَفّٰيكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ, müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilmiş cümle sübut ve istimrar ifade eder.
نَاكِسُوا ’nun sonundaki نَ , muzâfun ileyh olan رُؤُ۫سِهِمْ ’e muzaf olduğu için düşmüştür. Cemi müzekker salim kelimeler muzaf olduklarında sonlarındaki نَ düşer.
عِنْدَ رَبِّهِمْ izafeti, عِنْدَ için tazim ve teşrif ifade eder.
Şartın cevabının takdiri, لرأيت أمرا عجبا [Acayip bir iş, durum görürdün] olabilir. Cevabın mahzuf olması îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olmak müşrikleri tahkir içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
Makam mütekellimin konuşma makamı olduğu zaman müsnedün ileyh mütekellim zamiriyle gelir. Muhatab zamirinin gelişi esasen muhatabın karşıda olmasını gerektirse de bazen kalpte ve zihinde hazır olan muhatab için de gelebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümlede durumun korkunçluğunu ifade etmek için لَوْ edatının cevabı söylenmemiştir. Yani (Mutlaka korkunç bir olay görmüş olurdun) demektir. (Safvetu't Tefasir)
لَوْ تَرٰٓى [Âh, sen görecektin…] Bu hitabın Hz. Peygambere (s.a.) yönelik olması mümkündür. Bu durumda iki şekilde izah edilebilir:
1- Temennî anlamının kastedilmiş olması: Sanki وَلَيْتَكَ ترى (Keşke görseydin!) der gibi. Tıpkı Hz. Peygamberin (s.a.) Mugîre’ye لَوْ نَظَرْتَ إلَيْهَا (Keşke o [talip olduğun kadı]na bir baksaydın!) demesi gibi. Peygamberin temennîsi (Temennî olması mümkün olmayan şeylerin, teraccî ise olabilecek şeylerin istenmesidir.) de لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ [Belki yola gelirler.] [Secde Suresi, 3]) ifadesindeki teraccînin Peygambere (s.a.) ait olması gibidir; çünkü Peygamber (s.a.) onlardan çok çekmiş, düşmanlıklarından, davranışlarından çok zarar görmüştü. Buna mukabil, Allah Teâlâ onları bu son derecede utanç verici, rezil, kederli ve korkunç halleri üzere görmeyi onun için temennî kılmıştır ki böylece onların bu haline bakarak biraz olsun rahatlasın, sevinsin.
2- لَوْ ’in, cevabı hazfedilmiş lev-i imtinâiyye olması da mümkündür; cevap da [Korkunç bir durum görmüş olurdun!] ya da [Görebileceğin en kötü şeyi görmüş olurdun!] şeklinde olur. لَوْ ve اِذِ her ikisi de mazi içindir. Böyle olması da mümkündür, çünkü Allah’ın, olacağını belirttiği şey, gerçekleşmesi kesin olan varlık mesabesindedir. تَرٰٓى fiili için mef'ûl takdiri yoluna gidilmez. Sanki وَلَوْتَكُونُ مِنك الرُؤيةُ denilmiş gibidir. اِذِ, onun zarfıdır. (Keşşâf)
Ayette şartın cevabı mahzûftur. Yani bunu görseydin, anlatılması imkânsız pek korkunç bir şey görürdün.
Bu hitap, kim olursa olsun muhatap olabilen herkes içindir. Zira bundan murat, o kâfirlerin kıyametteki kötü hallerini ve bu hallerin korkunçluğunun ve fecaatinin idrakinin, garip ve pek çetin hadiseleri görebilen binlerine mahsus olmayıp fakat görebilen herkesin bunun korkunçluğundan ve dehşetinden taaccüp ettiğini ifade etmektir.
Bazılarına göre bu hitabın umumî olmasından maksat, onların halinin, gizli kalmasının asla mümkün olmayacak kadar aşikâr olduğunu, bu itibarla bunun, birilerine mahsus olmadığını, fakat görebilen herkes için geçerli olduğunu beyan etmektir. Ancak bu izahı yapanlar, hakkın tahkikinden sapmışlardır. Zira burada maksat, onların halinin son derece perişan olduğunu beyan etmektir; yoksa maksat, onların halinin son derece aşikâr olduğunu beyan etmek değildir. Zira bu, müsellem hususlardandır. O halde bunu böyle izah etmek gerekir. (Ebüssuûd)
Ayetteki تَرٰٓى (görsen) kelimesinin, Hz. Peygamberin (s.a.) kalbini yatıştırmak için ona bir hitap olması mümkündür. Çünkü onlar, yalanlayarak ona eziyet vermişlerdi. Yine bunun herkes için genel bir hitap olması da muhtemel olup tıpkı bir kimsenin, hususi oluşu kastetmeksizin, “Falanca cömert bir insandır. Ona bir an bile hizmet etsen, sana ömür boyu iyilikte bulunur” demesi gibidir.
Ayetteki, عِنْدَ رَبِّهِمْۜ [Rabbleri huzurunda] tabiri de bu mahcûbiyyetin derecesini ve şiddetini anlatmak içindir. Çünkü kul, Rabbine karşı kötülükte bulunup sonra onun huzuruna varıp durduğunda, son derece bir pişmanlığa düşmüş olur.
Ayetteki, رَبَّـنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا [Rabbim, gördük, işittik.] ifadesi, “Onlar, ya Rabbi gördük ve işittik” diyordu manasına olup burada “diyerek” ifadesi, onların alabildiğine pişmanlığa düşmüş olduklarına bir işaret olmak üzere hazfedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Mücrimler 10. ayette أاْذا ضَلَلْنا في الأرْضِ إنّا لَفي خَلْقٍ جَدِيدٍ [Toprağa karışıp yok olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız?] şeklinde ifade edilen sözü söyleyenlerdir. Bunu söylemekle suçlu olduklarını kayıt altına almak maksadıyla zamir makamında zahir olarak ifade edilmiştir. (Âşûr)
رَبَّـنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا
Cümle hal konumunda olan mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur.
Takdiri, يقولون (derler) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mekulü’l-kavl cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Cümle nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Nidanın cevabı olan اَبْصَرْنَا cümlesi, mazi fiil uslubunda lazım-ı faidei haber ibtidâî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَسَمِعْنَا cümlesi, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَـالِحاً
فَ harfi, sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. نَعْمَلْ صَـالِحاً cümlesi, takdiri …إن ترجعنا [Bizi geri döndürürsen...] olan şart cümlesinin, فَ karinesi olmadan gelmiş cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terkedilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
اِنَّا مُوقِنُونَ
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan مُوقِنُونَ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَلَوْ شِئْنَا لَاٰتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدٰيهَا وَلٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنّ۪ي لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve şayet |
|
2 | شِئْنَا | dileseydik |
|
3 | لَاتَيْنَا | verirdik |
|
4 | كُلَّ | her |
|
5 | نَفْسٍ | nefse |
|
6 | هُدَاهَا | hidayetini |
|
7 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
8 | حَقَّ | hak oldu |
|
9 | الْقَوْلُ | söz |
|
10 | مِنِّي | benden |
|
11 | لَأَمْلَأَنَّ | mutlaka dolduracağım |
|
12 | جَهَنَّمَ | cehennemi |
|
13 | مِنَ | bir kısmiyle |
|
14 | الْجِنَّةِ | cinlerden |
|
15 | وَالنَّاسِ | ve insanlardan |
|
16 | أَجْمَعِينَ | tamamen |
|
وَلَوْ شِئْنَا لَاٰتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدٰيهَا
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. شِئْنَا dua manasında sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
كُلَّ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُدٰيهَا ikinci mef'ûlü bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنّ۪ي لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَقَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْقَوْلُ fail olup lafzen merfûdur. مِنّ۪ي car mecruru الْقَوْلُ’ün mahzuf haline mütealliktir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
اَمْلَـَٔنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
جَهَنَّمَ mef'ûlun bih olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
مِنَ الْجِنَّةِ car mecruru اَمْلَـَٔنَّ fiiline mütealliktir. النَّاسِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَجْمَع۪ينَ kelimesi, الْجِنَّةِ ve النَّاسِ ’ın hali olup mahallen mansubdur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile mecrur olurlar.
Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ شِئْنَا لَاٰتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدٰيهَا وَلٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنّ۪ي
وَ ’la önceki ayetteki … وَلَوْ تَرٰٓى cümlesine atfedilen bu ayet, şart üslubunda haberî isnadtır. Cümleler arasında lafzen mutabakat vardır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Şart cümlesi olan شِئْنَا, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı لَ karinesiyle gelen لَاٰتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدٰيهَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nahivciler لَوْ edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنّ۪ي cümlesi, وَ ’la شِئْنَا لَاٰتَيْنَا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
الْقَوْلُ ile kastedilen, Allah'ın şirk ve dalalet ehline vaat ettiği şeylerdir. (Âşûr)
لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ
Ayetin son cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Kasemin cevap cümlesi لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اَجْمَع۪ينَ, manevi tekid harfidir.
İbtidaiyye olan مِنَ harfi ceri, Allah tarafından olduğu için şanı büyük olan bu sözün tazimi içindir. (Âşûr)
الْجِنَّةِ - النَّاسِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icab, كُلَّ - اَجْمَع۪ينَ ve نَفْسٍ - النَّاسِ - الْجِنَّةِ , gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
شِئْنَا مِنّ۪ي kelimelerinde müfret - cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nun, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Ayetteki اَجْمَع۪ينَ [bütün] ifadesi,
a) Tekid olabilir. Açık olan budur.
b) Hal de olabilir yani “toplanmış oldukları halde" manasınadır.
Allah Teâlâ niçin bütün insanları ve cinleri cehennemi dolduracaklarından saymıştır? Biz deriz ki: Buradaki min edatı, cinsin beyanı içindir yani “Başkasından değil, cin ve insan cinsinden doldurulur o cehennem” demek olup bu, meleklere güven vermek içindir. Ayetteki bu ifade, bütün insanların ve cinlerin, oraya girmesini gerektirmeyip tıpkı bir kimsenin, “Kesemi dirhemlerden doldurdum” şeklindeki sözünden, kesenin dışında artık hiç dirhem kalmadığı manasının anlaşılmaması gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
فَذُوقُوا بِمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۚ اِنَّا نَس۪ينَاكُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَذُوقُوا | o halde tadın |
|
2 | بِمَا | karşılığını (cezasını) |
|
3 | نَسِيتُمْ | unutmanızın |
|
4 | لِقَاءَ | karşılaşmayı |
|
5 | يَوْمِكُمْ | gününüzle |
|
6 | هَٰذَا | bu |
|
7 | إِنَّا | biz de |
|
8 | نَسِينَاكُمْ | sizi unuttuk |
|
9 | وَذُوقُوا | ve tadın |
|
10 | عَذَابَ | azabı |
|
11 | الْخُلْدِ | ebedi |
|
12 | بِمَا | ötürü |
|
13 | كُنْتُمْ | oluklarınızdan |
|
14 | تَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
فَذُوقُوا بِمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۚ
Fiil cümlesidir. Mekulü’l kavl olan ayet, atıf harfi فَ ile mukadder söze matuftur. Takdiri, قيل لهم: تركتم الإيمان (Onlara şöyle denildi: İmanı terk ettiniz.) şeklindedir..
ذُوقُوا nunun hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle ذُوقُوا fiiline mütealliktir. ذُوقُوا ’nun mef'ûlü bihi mahzuftur. Takdiri, ذوقوا العذاب (Azabı tadın.) şeklindedir.
نَس۪يتُمْ fiili sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
لِقَٓاءَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَوْمِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَاۚ işaret zamiri يَوْمِكُمْ ’den bedel olup mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا نَس۪ينَاكُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَس۪ينَاكُمْ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَس۪ينَا fiili ي üzere mukadder sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef'ûlün bih olarak mahallen mansubdur. ذُوقُوا atıf harfi وَ ’la birincisine matuftur.
ذُوقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَذَابَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْخُلْدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِ sebebiyyedir. مَا masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle ذُوقُوا fiiline mütealliktir.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamir, كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْمَلُونَ fiili كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.فَذُوقُوا بِمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۚ
Cümle takdiri, …قيل لهم : تركتم الإيمان [Onlara şöyle denildi: İmanı terk ettiniz.] olan mukadder sözün mekulü’l kavline matuftur.
فَذُوقُوا بِمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۚ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَذُوقُوا fiiline müteallık olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. بِ sebebiyyedir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
فَذُوقُوا [(Azabı) tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.
لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا ifadesi hesap gününden kinayedir.
يَوْمِكُمْ ’den bedel olan işaret ismi هٰذَاۚ, hesap gününe dikkat çekerek tazim ifade eder.
Ayetteki, هٰذَا kelimesi, gün’e, o günün likasına (kavuşmasına) ve azaba bir işaret olabilir. Daha sonra Allah Teâlâ “Biz de sizi unuttuk” buyurmuştur. Bu, “Tıpkı unutanın yaptığı gibi ümitlerinizi tamamen kırmak için sizi büsbütün terk ettik. Artık size dönüp bakmayacağız” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّا نَس۪ينَاكُمْ
İtiraziyye olarak fasılla gelen cümle, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Aciz bırakma ve yergi kastıyla gelen bu itiraz cümlesi itnab babındandır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ, isim cümlesi isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)
Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
نَس۪يتُمْ - نَس۪ينَاكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ [Bugününüze kavuşmayı unuttunuz] ile اِنَّا نَس۪ينَاكُمْ [biz de sizi unuttuk] arasında müşâkele vardır. Musakele, lafızların bir, mananın farklı olması demektir. Çünkü Yüce Allah unutmaz. Maksat, (unutulmuş bir şeyin bırakılması gibi sizi azap içinde bırakırız). (Safvetu't Tefasir)
وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Emir üslubunda talebî inşâî isnad formundaki وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesi, birinci فَذُوقُوا cümlesine atfedilmiştir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mecrur mahalde, harfi cerle birlikte ذُوقُوا fiiline mütealliktir. Sılası كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
ذُوقُوا عَذَابَ [Azabı tadın] ibaresinde istiare vardır. Azab, tadılması arzu edilen lezzetli bir yiyeceğe benzetilmiştir. Bu istiareden amaç, azabın korkunçluğunu muhataba hissettirmektir. عَذَابَ ’ın الْخُلْدِ ile izafeti bu etkiyi iyice artırmaktadır.
Az sözle çok anlam ifade eden عَذَابَ الْخُلْدِ izafetinde, sıfat mevsûfuna izafe edilmiştir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 20)
Ayette anlamları farklı olan مَا ’larda tam cinas ve bu kelimelerle ذُوقُوا fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ [Yaptığınız şeylerden dolayı ölümsüzlük azabını tadın.] emrinin tekrar edilmesi; tekid içindir, bir de mef'ûl açık verildiği içindir. Ayrıca kötü fiillerinin yalanlama ve isyanlar gibi sebebi de gösterilmiştir. Nitekim buna akıbetlerini düşünmemeleri de gerekçe gösterilmiştir ki bu, ikisinin de bunu gerektirdiğini gösterir. (Beyzâvî)
Ayetin son cümlesi, tekidi tekrar ve pekiştirmek mahiyetindedir. (Ebüssuûd)
Ayet-i Kerime’deki ذُوقُوا [tadın] ifadesinin tekrarlanması, pekiştirmek, inkârcılara karşı olan öfkeyi ortaya çıkarmak için ve bir de söz konusu azabın sebebinin sadece belirtilen unutma olmadığını; aksine dünyada devam etmiş oldukları inkâr ve günahlarından ibaret başka sebepleri olduğunu bildirmek içindir. (Ruhul Beyan)
اِنَّمَا يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّداً وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ۩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | ancak |
|
2 | يُؤْمِنُ | inanırlar |
|
3 | بِايَاتِنَا | bizim ayetlerimize |
|
4 | الَّذِينَ | o kimseler ki |
|
5 | إِذَا | zaman |
|
6 | ذُكِّرُوا | öğüt verildiği |
|
7 | بِهَا | kendilerine |
|
8 | خَرُّوا | derhal kapanırlar |
|
9 | سُجَّدًا | secdeye |
|
10 | وَسَبَّحُوا | ve tesbih ederler |
|
11 | بِحَمْدِ | överek |
|
12 | رَبِّهِمْ | Rablerini |
|
13 | وَهُمْ | ve onlar |
|
14 | لَا | asla |
|
15 | يَسْتَكْبِرُونَ | büyüklük taslamazlar |
|
İnkârcıların hakikatleri açık seçik gördükten sonra “Artık kesin olarak inandık” diyeceklerini, ama bunun Allah katında bir değer taşımayacağını bildiren âyetleri takiben, kimlerin gerçek mânada iman etmiş sayılacakları açıklanmakta, bu kapsamdakilerin övgüye lâyık hallerinden ve kendileri için hazırlanan nimetlerin eşsizliğinden söz edilmektedir. Buna göre gerçek müminler Allah’ın âyetlerine sırf O’nun katından gelmiş olduğu için teslimiyet gösterenlerdir. Müminlerin övgüyle anılan özelliklerinin başında kibirden uzak olmaları, Allah’ın âyetlerine derin bir saygı duymaları ve rablerini hamd ile tesbih etmeleri gelmektedir. Bu da kişinin ancak, kendisi için en büyük değerin yüce yaratıcıya kul olma idrakinde yattığını anlaması halinde evrendeki yerini iyi belirleyebileceğini ve insana yaraşır bir hayat sürmeyi başarabileceğini göstermektedir.
İbn Âşûr, burada müminlerin Allah’ın âyetleri hatırlatıldığında hemen secdeye kapanmalarından ve rablerini hamd ile tesbih etmelerinden söz edilmesinin, imanın en üst düzeyinde bulunanları ve Resûlullah’ın ashabının o gün bilinen bir durumunu anlatmak üzere yapılmış bir tasvir olduğunu, dolayısıyla bu nitelikleri taşımayanların gerçek mânada iman etmiş sayılmayacakları gibi bir anlam çıkarılamayacağını belirtir (XXI, 227-228). Secdeye kapanmanın tam teslimiyetin ve kulun mâbuduna olan derin saygısının sembolü olduğu ve âyette büyüklük taslamamaya özel vurgu yapıldığı dikkate alındığında, kanaatimizce, o dönem için dahi lafzî bir yoruma gitmeksizin, burada Allah’a gayb yoluyla iman etme, kulluk tevazuu ve bilinci içinde O’na gönülden teslimiyet ve saygı göstermenin övüldüğü anlamı öne çıkarılabilir.
Âyetin, “Vücutları yatak görmez” diye çevrilen kısmını lafzan “Yanları yataklardan ayrı kalır, uzak durur” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Tefsirlerde, burada övgüyle sözü edilen müminlerin Allah’ı anmak, O’na yalvarmak, ibadet etmek ve özellikle nâfile namaz kılmak için gece uykularını terketmelerinin kastedildiği yorumuna ağırlık verildiği ve değişik gece namazı türlerinin zikredildiği görülmektedir (bk. Taberî, XXI, 99-102; Râzî, XXV, 180; Şevkânî, IV, 291). Burada daima Allah’ı anan ve O’nu asla dilinden, gönlünden uzak tutmayan müminlerin kastedildiği yorumunu yapanlar da olmuştur (Taberî, XXI, 101). Âyette geçen korku ve ümit, bir taraftan Allah’ın azabına uğramaktan endişe duyarken diğer taraftan da O’nun rahmetinden ümit kesmemek şeklinde açıklanır. Müminin hayata ve geleceğe bakışı konusunda dengeli olmayı öğütleyen bu içerikteki âyet ve hadislerden hareketle İslâm âlimleri havf ve recâ terimlerini geliştirmişlerdir. Özellikle tasavvufta bu terimler üzerinde geniş bir biçimde durulmuştur (bu konuda bk. Hicr 15/49-50).
15-16. âyetlerde müminlerin övgüyle anılan özelliklerinin başında kişinin rabbine mutlak saygı ve teslimiyet içinde bulunması gelmektedir. Böyle bir imanın davranışlara yansıması da iki yönlü olmaktadır. Bu tezahürün psikolojik yönü, insanın kendisini sürekli kontrol altında tutabilmesi, ne kadar geniş imkânlar içinde veya ne büyük mahrumiyetlerle karşı karşıya olursa olsun kendisini olayların akışına bırakıvermemesi, özellikle ibadet ve duadan güç alarak bir irade sınavı içinde olduğunun bilincini koruması; sosyal yönü de, kişinin içinde yaşadığı sosyal ortamı ve başkalarına karşı ödevlerini görmezden gelmemesi şeklinde ifade edilebilir ki, âyette “Kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah için harcarlar” buyurularak bu hususa dikkat çekilmiştir (infak hakkında bk. Bakara 2/245, 254, 261).
Dünya hayatını insana yaraşır biçimde değerlendirebilenlerin âhiretteki en büyük ödülleri Allah’ın kendilerinden hoşnut olduğunu öğrenmeleri olacaktır. Dünyadaki güzel davranışları karşılığında orada verilecek nimetlerin bu hayattaki tasavvurlara sığmayacağı birçok âyet ve hadisten anlaşılmaktadır. Resûl-i Ekrem Cenâb-ı Allah’ın, “Ben sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hayal edemeyeceği şeyler hazırladım” buyurduğunu ifade ettikten sonra Secde sûresinin 17. âyetini okumuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 32/1). 19. âyette geçen cennetü’l-me’vâ tamlamasını bazı âlimler müstakil bir isim olarak düşünmüşlerdir; bu anlayışa göre tamlamayı “Me’vâ cenneti” şeklinde ve bir özel isim tarzında çevirmek gerekir. Fakat hâkim kanaate göre burada geçen “sığınılacak, barınılacak yer” anlamındaki me’vâ kelimesi cenneti nitelemektedir (Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376); bu sebeple, belirtilen tamlama, meâlinde “huzur içinde kalacakları cennetler” şeklinde çevrilmiştir.
İnsanların dinden bağımsız değer ölçüleri dinî-ilâhî olanlarla örtüşmeyebilir. 18. âyette mümin ile inanmayanların veya günaha batmış bulunanların aynı değerde olmadıkları ortaya konmakta; takip eden âyetlerde de bu değer farkının âhiretteki yansıması açıklanmaktadır.
اِنَّمَا يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّداً وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يُؤْمِنُ damme ile merfû muzari fiildir. بِاٰيَاتِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline mütealliktir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اِذَا ذُكِّرُوا بِهَا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذُكِّرُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذُكِّرُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. بِهَا car mecruru ذُكِّرُوا fiiline mütealliktir.
خَرُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. سُجَّداً hal olup fetha ile mansubdur. سَبَّحُوا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَبَّحُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِحَمْدِ car mecruru سَبَّحُوا fiiline mütealliktir. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَبَّحُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. يُؤْمِنُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَسْتَكْبِرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَسْتَكْبِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَكْبِرُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, كبر ’dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
اِنَّمَا يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّداً وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ
İstiînâfiyye olarak fasılla gelen ayete dahil olan اِنَّمَا, kâffe ve mekfufe’dir.
Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup buradaki مَا kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan/alıkoyan مَا demektir.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyâkında gelir (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr, fiille fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
Ayetlere inananların, sadece ayetleri işittikleri zaman secdeye kapananlar olduğu vurgulanmıştır.
Kasr, izafîdir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsulle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, onlara tazim ifadesi içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِاٰيَاتِنَا önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olan ayetler, şan ve şeref kazanmıştır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nın sılası olan cümle, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın dahil olduğu şart cümlesidir.
ذُكِّرُوا بِهَا cümlesi, muzâfun ileyhi konumunda şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi خَرُّوا سُجَّداً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
ذُكِّرُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Müsnedin ileyh, tazim ve teşvik için ism-i mevsûlle marife olabilir.
İsm-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme ifade eden سُجَّداً kelimesi, خَرُّوا fiilinin failinden haldir. Hal, cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ cümlesi, atıf harfi وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
رَبِّهِمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
خَرُّوا - سُجَّداً ve سَبَّحُوا - بِحَمْدِ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِاٰيَاتِنَا - رَبِّهِمْ kelimeleri arasında mütekellimden geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Ayetin metninde Rabb kelimesinin, onlara ait zamire izafe edilmesi (Rabblerini... denilmesi), tesbih ile hamdin illetini ve onların bunu, Allah'ın, kendilerinin Rabbi olduğu mülahazasıyla yaptıklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Hal و ’ıyla gelen وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedi olan لَا يَسْتَكْبِرُونَ, menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Onların kibirsiz oldukları; ihtisas ifadesi için fiil şeklindeki müsned olarak gelmiştir. Yani kibirsizlik, onlara tahsis edilmiştir. Kibirli olan müşriklerdir. Onların tabiatında kibir vardır demektir. (Âşûr)
Kasr, müsnedün ileyhle, müsned arasındadır. هُمْ maksurun aleyh/mevsûf, لَا يَسْتَكْبِرُونَ maksur/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet secde ayetidir. Tilavet secdesi yapmak gerekir.
Namaz kılan kişinin namazda secde ayeti okuması halinde, secde ayetinden sonra üç ayetten daha fazla okumayıp rükûya eğilecekse tilavet secdesine niyet ederek rükûya gider. Yapmış olduğu bu rükû aynı zamanda tilavet secdesi yerine de geçer. Şayet üç ayetten daha fazla okuyacaksa tilavet secdesine niyet ederek doğrudan secdeye gider ve bir defa secde yaptıktan sonra ayağa kalkıp kaldığı yerden kıraate devam eder. (el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 147)
Tilavet secdesi, namaz değilse de taharet, kıbleye dönmek, niyet etmek, avret yerlerinin örtülü olması gibi namazda aranan şartlar tilavet secdesinde de aranır. Ancak tilavet secdesinde iftitah tekbiri sünnettir.
Tilavet secdesi yapacak kişi, ellerini kaldırmadan doğrudan doğruya أللّه أكبر diyerek bir kere secdeye gidip üç defa سُبحان ربِّي العالي dedikten sonra yine أللّه أكبر diyerek secdeden kalkar. Böylece tilavet secdesi tamamlanmış olur. Yani tilavet secdesinden sonra teşehhüt miktarı oturmak ve selam yoktur.
Tilavet secdesini gerektiren ayetleri işiten kişinin, hemen secde yapmaya fırsat bulamaz ise سَمِعۡنَا وَأَطَعۡنَاۖ غُفۡرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَیۡكَ ٱلۡمَصِیرُ demesi müstehaptır. O anda yapamadığı secdeyi daha sonra yapar. (Şürünbülâlî, Merâkı’l Felâh, s. 183)
Kur'an-ı Kerim okunurken secde ayetlerini okuyan veya dinleyen kimsenin tilavet secdesi yapması vaciptir. Secde ayeti okuyan kişi namazda değilse ister ayeti okur okumaz, ister daha sonra kalkıp secdeyi yapar. (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 254)
تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاًۘ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تَتَجَافَىٰ | uzaklaşır |
|
2 | جُنُوبُهُمْ | yanları |
|
3 | عَنِ | -dan |
|
4 | الْمَضَاجِعِ | yataklar- |
|
5 | يَدْعُونَ | du’a ederler |
|
6 | رَبَّهُمْ | Rablerine |
|
7 | خَوْفًا | korkarak |
|
8 | وَطَمَعًا | ve umarak |
|
9 | وَمِمَّا | ve şeylerden |
|
10 | رَزَقْنَاهُمْ | rızıklandırdığımız |
|
11 | يُنْفِقُونَ | hayır için harcarlar |
|
Cefeve جفو : Cefâ جَفاءٌ lafzı aslen bir vadi ya da derenin veya kaynayan tencerenin kenarlarına ya da dışına attığı köpük, çer çöp türünden şeylerdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece bu ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli cefâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاًۘ
تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ cümlesi سَبَّحُوا ’nun failinin hali olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. تَتَجَافٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. جُنُوبُ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنِ الْمَضَاجِعِ car mecruru تَتَجَافٰى fiiline mütealliktir. يَدْعُونَ cümlesi جُنُوبُهُمْ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّهُمْ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَوْفاً mef'ûlü lieclih olup fetha ile mansubdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef'ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı
1) Harfi cersiz kullanımı:
Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef'ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef'ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَمَعاً atıf harfi وَ ’la خَوْفاً ’e matuftur.
تَتَجَافٰى sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındandır. Sülâsîsi جفو ’dir. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Musareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef'ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef'ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef'ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَّا müşterek ism-i mevsûl مِن harf-i ceriyle يُنْفِقُونَ fiiline mütealliktir.İsm-i mevsûlun sılası رَزَقْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.
رَزَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُنْفِقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُنْفِقُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نفق ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاًۘ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Cümle önceki ayetteki سَبَّحُوا ’nun failinin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
جُنُوبُهُمْ ’un, تَتَجَافٰى fiiline isnadı cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
Sülâsisi جفو olan تَتَجَافٰى fiili تفاعلة babındadır. Bu bab, fiile müşareket, izhar, tedric, mutavaat anlamları katar. Bu bab türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda da kullanılır.
تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ [Onların yanları, yataklarından uzaklaşır.] cümlesi, geceleyin çok ibadet etmek ve zühd hayatı yaşamaktan kinayedir. (Safvetu't Tefasir)
يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاً cümlesi جُنُوبُهُمْ ’un halidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müminlere aid zamirin Rabb ismine izafesi onları tazim ve teşrif ifade eder.
خَوْفاً ve tezat nedeniyle ona atfedilen وَطَمَعاًۘ, mef'ûlü lieclihtir.
خَوْفاً (Korku) - طَمَعاًۘ (Ümit) kelimeleri arasında tıbak-ı hafiyy sanatı vardır. (Safvetu't Tefasir)
Öncesine atfedilen وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ, amili olan يُنْفِقُونَ ’ye, ihtimam için takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan رَزَقْنَاهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir. Rızık verenin Allah Teâlâ olduğunu vurgulamak içindir.
رَزَقْنَاهُمْ fiilinin, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.
رَبَّهُمْ - رَزَقْنَاهُمْ kelimeleri arasında gâibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Secde edenlerin hallerinin sayılması taksim sanatıdır.
Ayet-i kerimede kastedilen, gece ibadetidir. Yani ayet, gece ibadetinde bulunanların durumu hakkında inmiştir. Şüphesiz farz namazın dışında en faziletli namaz gece namazıdır. (Ruhu’l Beyan)
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَٓا اُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ اَعْيُنٍۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَا | ve asla |
|
2 | تَعْلَمُ | bilemez |
|
3 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
4 | مَا | ne |
|
5 | أُخْفِيَ | saklandığını |
|
6 | لَهُمْ | onlar için |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | قُرَّةِ | aydınlatıcı |
|
9 | أَعْيُنٍ | gözler |
|
10 | جَزَاءً | karşılık olarak |
|
11 | بِمَا | şeylere |
|
12 | كَانُوا | oldukları |
|
13 | يَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَٓا اُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ اَعْيُنٍۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûlü mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُخْفِيَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُخْفِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir.
لَهُمْ car mecruru اُخْفِيَ fiiline mütealliktir. مِنْ قُرَّةِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. اَعْيُنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
جَزَٓاءً amili اُخْفِيَ ’in mef'ûlü lieclihi olup fetha ile mansubdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef'ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı
1) Harfi cersiz kullanımı:
Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef'ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef'ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle جَزَٓاءً ’e mütealliktir.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اُخْفِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَٓا اُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ اَعْيُنٍۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
فَ atıf harfidir. Ayet hükümde ortaklık nedeniyle 15. ayetteki …إنّما يؤمن cümlesine atfedilmiştir.
Ayetteki ilk cümle فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَٓا اُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ اَعْيُنٍۚ , menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan نَفْسٌ ’daki tenvin kesret ifade eder. Nefiy siyakında nekre, umum ve şumûle işarettir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan اُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ اَعْيُنٍۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اُخْفِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
قُرَّةَ اَعْيُنٍ [Göz aydınlığı] ifadesi; sevinç ve mutluluktan kinayedir.
اَعْيُنٍ kelimesinin, özel gözler, secde edenlerin gözleri anlamında olduğu için nekre kullanıldığı da söylenebilir.
جَزَٓاءً , mef'ûlü lieclih veya mahzuf fiil için mef'ûlü mutlak olarak mansubdur.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, masdar tevilinde بِ harfi ile birlikte جَزَٓاءً ’e mütealliktir. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi مَا ’ya dahil olan بِ , harfi sebebiyyedir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Ayetteki مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَعْلَمُ - يَعْمَلُونَ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَٓا اُخْفِيَ لَهُمْ [kendileri için saklanmış bulunan] ifadesi meçhul fiil-i mazi kipindedir. مَا أخْفي لهمْ [Allah’ın, kendileri için saklamış olduğu] şeklinde ma‘lûm olarak da okunmuştur; bu durumda özne Allah olur. مَٓا harfi, الَّذ۪ي ya da أىُّ anlamındadır. (Keşşâf)اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ
اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ
Hemze istifhâm harfidir. فَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur.İsm-i mevsûlun sılası كَانَ مُؤْمِناً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مُؤْمِناً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
كَمَنْ car mecruru mübteda مَنْ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. فَاسِقاً kelimesi كَانَ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
لَا يَسْتَوُ۫نَ
Fiil cümlesidir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَسْتَوُ۫نَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ
فَ atıf harfi, hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nin sılası كَانَ مُؤْمِناً şeklinde sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Teşbih harfi كَ nedeniyle mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mübteda olan مَنْ ’in mahzuf haberine mütealliktir. Sılası olan كَانَ فَاسِقاً, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-u şebeh hazfedildiği için mücmeldir.
Haber olan مُؤْمِناً ve فَاسِقاًۜ kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek sübût ve süreklilik ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مَنْ كَانَ مُؤْمِناً cümlesiyle, مَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مُؤْمِناً - فَاسِقاً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
كَانَ - مَنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا يَسْتَوُ۫نَ cümlesi, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
مُؤْمِناً - فَاسِقاًۜ - يَسْتَوُ۫نَ müfret ve cemi arasında geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Fiilin cemi olması manaya göredir. (Beyzâvî)
Yani mümin ile fâsık arasındaki apaçık fark ortaya çıktıktan sonra o üstün vasıfları zikredilen mümin, halleri zikredilen fâsık gibi olur mu hiç! (Ebüssuûd)
Bundan önceki cümle ile aralarında benzerlik olmadığının ifade edilmesiyle, bu cümle ile ifade edilen mana, en beliğ ve kuvvetli şekilde tamamıyla bildirildiği, halde bu cümle ile de sarih olarak ifade edilmesi, bundan sonra gelecek tafsilatın buna bina edilmesi içindir. (Ebüssuûd)
17-18-19-20. ayetlerde cem mea-t tefrîk ve-t taksîm sanatı vardır.
اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّا | fakat |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | امَنُوا | inananlar |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
6 | فَلَهُمْ | onlar |
|
7 | جَنَّاتُ | cennetlerde |
|
8 | الْمَأْوَىٰ | durulmağa değer |
|
9 | نُزُلًا | ağırlanırlar |
|
10 | بِمَا | karşılık |
|
11 | كَانُوا | olduklarına |
|
12 | يَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
اَمَّا şart ve tafsil harfidir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ mef'ûlun bihtir. Aslında أعمالا (ameller) şeklindeki mahzuf mef'ûlün bihinin sıfatıdır. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰى cümlesi mübteda الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جَنَّاتُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْمَأْوٰى muzâfun ileyh olup ىۘ üzere mukadder kesra ile mecrurdur. نُزُلاً kelimesi جَنَّاتُ ’nün hali olup fetha ile mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harfi-i ceriyle نُزُلاً ’e mütealliktir. كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart ve tafsil harfi اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî, اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır, demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Casiye Suresi 31, c. 6, s. 267)
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tazim ve teşvik ifade eder.
Sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Aynı üsluptaki وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle sılaya atfedilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰى, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle اَمَّا ’nın cevabı aynı zamanda الَّذ۪ينَ ’nin de haberidir.
Cevap cümlesinde, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جَنَّاتُ الْمَأْوٰى muahhar mübtedadır.
Az sözle çok anlam ifade eden جَنَّاتُ الْمَأْوٰى izafetinde, sıfatın mevsûfuna izafeti söz konusudur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 20, c. 7, s. 238)
الْمَأْوٰىۘ ’nın harf-i tarifle gelmesi ahd içindir. الْ takısı, muzafun ileyhten ivazdır. Takdiri مَأْواهم [Onların sığınağı] şeklindedir. (Âşûr)
Haber, fiil cümlesi olursa teceddüd [yenilenmek] ifade eder. Muzari fiil hem hudûs hem de gelecek zaman ifadesi sebebiyle teceddüd (fiilde yenilenme/tekrarlanma) ifade eder. Fiil cümlesi aynı zamanda istimrârî teceddüd ifade edebilir. Teceddüd, olayın ortaya çıkışının yenilenmesi/tekrarlanması yani azar azar gerçekleşmesidir. Ancak fiil cümlesinin teceddüdî istimrâr (devamlı olarak yenilenme) ifade etmesi için bazı karineler olması gerekir. Aksi halde istimrârî teceddüd ifade etmez. Bu da medh ve övünme gibi özel bazı makamlara mahsustur. İsim cümlesinde haber, fiil olarak geldiği zaman hükmü takviye eder. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bundan önce anılan iki fırkanın dünyadaki halleri zikredildikten sonra burada da onların mertebeleri açıklanmaktadır.
Ayetin metninde cennet, الْمَأْوٰى ’ya izafe edilmiş, çünkü gerçek yurt cennettir; dünya ise mutlaka terk edilecek bir geçici konaktır.
Diğer bir görüşe göre ise me'vâ, muayyen bir cennetin adıdır. Hangi mânâ olursa olsun, bu ifade de yukarıda zikredildiği gibi onların, dünyada konakları olan yataklarından yanlarını uzak tuttuklarına işaret edilmiş olması, uzak bir ihtimal değildir. (Ebüssuûd)
نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
نُزُلاً kelimesi, جَنَّاتُ ’dan haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, masdar tevilinde بِ harfi ile birlikte نُزُلاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıla cümlesi, كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve istimrarî teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 93)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
عَمِلُوا - يَعْمَلُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمَأْوٰىۘ - نُزُلاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نُزُلاً , müfessirlerin çoğuna göre konaklanan yer (المنزل) ve konuk olmak (ألنُزول ) anlamındadır. Buna göre sanki Allah Teâlâ onlar için inip yerleşecekleri konak, kalacakları vatan olarak Firdevs cennetleri vardır buyurmuş oluyor. Ancak biz, bu surenin bu ayetine geldiğimize baktık ki bu sözcüğün (نُزُل) kendisini istiâre kapsamına sokan bir başka mecaz anlamı varmış. İşte bundan dolayı onu burada zikrettik. Onun da kimilerine göre نُزُل kelimesi ile (konuk gelmeden önce onun için hazırlanıp da ilk ayak bastığında kendisine ikram edilen (konukluk) hoş geldin ikramı demek olduğu ifade edilmiştir. Bu sebeple Allah Teâlâ’nın فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ [İşledikleri amellerine karşılık, ağırlama (نُزُلاً ) olarak onlara barınak cennetleri vardır] sözündeki نُزُلاً kelimesi [(konuklara ikram edildiği gibi cennetlikler için hazırlanmış konukluk olarak] demektir. Çünkü onlar, Allah Teâlâ’nın cennetlerinde ağırladığı konukları, evinde ikram ettiği komşuları ve dostları konumundadır. Bu ifadede gerçek manada mesafe yakınlığı ve ikametle niteleme söz konusu değildir. Bu ifade sadece (Allah’ın evinin, sakinleri) diye isimlendirilmişlerdir. İşte ayetteki bu ifade, bu söze benzemektedir. Çünkü Kureyşliler, Allah’ın kendisine özgü saydığı, hac ile ziyaret etmeyi insanlara farz kıldığı evinin komşularıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)
17-18-19-20. ayetlerde cem mea-t tefrîk ve-t taksîm sanatı vardır.
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ فَسَقُوا فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَٓا اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَق۪يلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَمَّا | ve fakat |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | فَسَقُوا | yoldan çıkanların |
|
4 | فَمَأْوَاهُمُ | barınacakları yer |
|
5 | النَّارُ | ateştir |
|
6 | كُلَّمَا | her |
|
7 | أَرَادُوا | istediklerinde |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يَخْرُجُوا | çıkmak |
|
10 | مِنْهَا | oradan |
|
11 | أُعِيدُوا | yine geri çevrilirler |
|
12 | فِيهَا | oraya |
|
13 | وَقِيلَ | ve denilir |
|
14 | لَهُمْ | onlara |
|
15 | ذُوقُوا | tadın |
|
16 | عَذَابَ | azabını |
|
17 | النَّارِ | ateş |
|
18 | الَّذِي |
|
|
19 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
20 | بِهِ | onu |
|
21 | تُكَذِّبُونَ | yalanlamakta |
|
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ فَسَقُوا فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayete matuftur. Şart ve tafsil harfidir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlü mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası فَسَقُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
فَسَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُ cümlesi mübteda الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
مَأْوٰيهُمُ mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. النَّارُۜ haber olup lafzen merfûdur.
كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَٓا اُع۪يدُوا ف۪يهَا
كُلَّمَٓا şart mansında zaman zarfıdır. اُع۪يدُوا ’nun cevabına müteallık olup mahallen mansubdur.
اَرَادُٓوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرَادُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel amili اَرَادُٓوا ’nün mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَخْرُجُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَٓا car mecruru يَخْرُجُوا fiiline mütealliktir.
اُع۪يدُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru اُع۪يدُوا fiiline mütealliktir.
وَق۪يلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ
ق۪يلَ atıf harfi وَ ’la اُع۪يدُوا ’ya matuftur. ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru ق۪يلَ fiiline mütealliktir.
ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ذُوقُوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَذَابَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl عَذَابَ ’ın sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru تُكَذِّبُونَ fiiline mütealliktir.
تُكَذِّبُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تُكَذِّبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُكَذِّبُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ فَسَقُوا فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ
Önceki ayetteki istînâfa matuf ayetin atıf sebebi tezattır. Şart ve tafsil harfi اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî, اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır, demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Casiye Suresi 31, c. 6, s. 267)
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tahkir ifade eder.
Sılası olan فَسَقُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle اَمَّا ’nın cevabı aynı zamanda الَّذ۪ينَ ’nin de haberidir.
Müsnedün ileyh olan مَأْوٰيهُمُ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُ [Onların sığınağı ateştir.] ifadesi azabı müjdelemek gibi bir tehekkümî istiare ifade eder. Alay ve hor görmek maksadıyla yapılan istiaredir.
Müsned olan النَّارُ ’ın marife gelişi, kemal vasıflara sahip olduğunun işaretidir.
Müsned, iki durumda marife olur.
1. Muhatap; müsned ve müsnedün ileyhden birini biliyor diğerini bilmiyordur. Bildiği müsnedün ileyh, bilmediği müsned olur.
2. Muhatap ikisini de biliyordur ama siyak, birinin takdimini gerektiriyordur. Mütekellim muhatabın bildiği şeyi ya da siyakın gerektirdiği şeyi takdim ederek müsnedün ileyh yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
19-20. ayetler arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَٓا اُع۪يدُوا ف۪يهَا
Fasılla gelen ayetteki كُلَّمَٓا kelimesi, حين anlamında zaman zarfıdır. كُلَّمَٓا, umum ifade eden كُلَّ ile masdariyye مَٓا ’sının birleşimidir. Cümleye muzaf olan cezmetmeyen şart edatlarındandır.
كُلَّمَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam, şart cümlesidir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَٓا cümlesi, masdar teviliyle اَرَادُٓوا fiilinin mef'ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi اُع۪يدُوا ف۪يهَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اُع۪يدُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
وَق۪يلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ
Cümle وَ atıf harfiyle şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Önceki cümlenin haber manalı olması atfı mümkün kılmıştır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ fiilinin naib-i faili, aslı mekulü’l-kavl olan ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ [Ateş azabını tadın] ifadesinde istiare vardır. Azap, tadılması arzu edilen lezzetli bir yiyeceğe benzetilmiştir. Bu istiareden amaç, azabın korkunçluğunu muhataba hissettirmektir. عَذَابَ ’nin النَّارِ ile izafeti bu etkiyi iyice artırmaktadır. Alay, korkutmak ve hor görmek maksadıyla yapılan tehekkümî istiaredir.
Tatmak (zevk; tadı alınan) hem maddi, hem manevi şeyler hakkında kullanılır. (Kurtubî)
النَّارِ için sıfat konumundaki has ismi mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ cümlesi, كَان’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِه۪, amili olan كُنْتُمْ ’un haberi olan تُكَذِّبُونَ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberi olan تَعْمَلُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Azabın korkunçluğunu artırmak için tekrar edilen النَّارِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve aralarında iştikak cinası olan الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sayfadaki ayetlerin istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- نَ ve ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem vardır.
17-18-19-20. ayetlerde cem mea-t tefrîk ve-t taksîm sanatı vardır.
Ey Allahım! Hakikati görüp de pişman olanların ama geç kalmışların ve unutulmuşların haline benzemekten koru. Yardımın ile; ayetlerini birbirinden ayırmadan hepsine iman edenlerden, ayetlerle öğüt verildiği zaman büyüklük taslamadan secdeye kapananlardan ve daima Seni hamd ile ananlardan olalım.
Kulun korkuya ihtiyacı vardır ki dünyaya kapılmasın, nefsine güvenmesin ve kalbindeki faziletleri beslesin. Kulun ümide ihtiyacı vardır ki dünyaya tamamen sırtını dönmeden hayatını ve ibadetlerini kolaylaştırsın, verdiğin nimetlere hamd etsin ve hatasında affedilmeyi, zorluklarda rahmetini, amellerde ecrini, hastalıklarda şifanı umsun. Rızan ile; dünyanın rahatlığına ve nimetlerine kapılıp gitmeden Sana gönülden ibadet edenlerden ve gerektiğinde korku ile ümit arasında gidip gelenlerden olalım.
Mahşer günü bizi: “Rabbim! İşittik ve itaat ettik. Senin rızan için çabaladık. Huzuruna geldik. Kabul buyur. Bize rahmet et. Bizden razı ol.” diyenlerden eyle. Cehennem ateşini görmeden ve ne olduğuna şahit olmadan cennetine; azabının şiddetini bilmeden huzuruna ve gazabına uğramadan rahmetine kavuşalım.
Amin.
***
Unutmanın çeşitleri sayılabilir. Yenilere yer açmak için kullanılmayan eski bilgilere yol verilmesi, elinin altındaki işlere ya da zamanın akışına kapılıp bazı konuların dikkatten kaçması ve akılda tutulmak istenen ama yeterince tekrar edilmemenin sonucunda kaybolanlar gibi çeşitleri normal kabul edilir. Beynin yaşlanması, zarar görmesi, bedendeki bir dengenin şaşması ya da travmatik olayların savunma mekanizmasıyla beraber bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde derinlere gömülmesi gibilerin dışında kalan ve nefsin silahı olan kasıtlı unutmak vardır.
Bu unutma hali, yapılan tercihlerin sonucunda doğar. Bazı durumlarda, amaç belki doğrudan unutmak değildir ancak hatırlamak gibi bir niyet de yoktur. Belki de nefsin en çok kullandığı yöntemdir. İyi bir iş yapmak ya da ibadete başlamak fikri doğduğu anda önce erteleme tekniğini kullanır. Kişi uyanık davranıp harekete geçmezse unutur gider. Allah’ı ve O’nun için yaşadığını unutur. Namazının dünyalık her işten daha önemli olduğunu unutur. Kalbinin hakikati hatırlatan ve Allah’a yaklaşmak isteyen halini unutur. Ölümü ve ahireti unutur. Unutulduğu diriliş günü gelince de bizi geri gönder diye boşa yalvarmaktan başka çaresi yoktur.
Denir ki: Kul, Allah rızası için yapacağı işleri ve Allah’ın emirlerine itaati, ertelenebilecek dünyalıkların arasına sıkıştırma huyundan vazgeçmelidir. Ertelemesi gerektiği durumlarda ise hatırlamak için önlemler almalıdır. İnanan her kul ister ki Allah dualarını kabul etsin ve kendisinin yanında olduğunu maddi ve manevi hallerle hissettirsin. Halbuki hatırlanmak için hatırlamalıdır. Hakiki huzur için doğru huzurda hazır bulunmalıdır. Nice basit işler için bile nice basit dünyalıkların kapısında vakit harcarken, her şeyini veren Allah’a kulluğa öncelik vermek zor olmamalıdır.
Ey Allahım! Bizi nefsimizin unutma, erteleme ve hakikati hatırlamayı istememe hastalıklarından kurtar. Merhametin ile iyileştir. Gönüllerimize Sana ibadeti ve itaati sevdir. Bunları bize kolaylaştır ve bizden kabul buyur. Bizi her anında, Senin kulun olduğunu ve dönüşünün yine Sana olduğunu hatırlayanlardan eyle. Bu bilinç ile kararlarını alıp ümit ile korku arasında koşarken tercihlerini doğru yapanlardan eyle. Her türlü pişmanlık halinden korunan ve hatırlanan, Senin selamın ile seslenilen ve ebedi huzura kavuşan hakiki iman sahibi kullarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji