بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi |
|
3 | أَنَّ | şüphesiz |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | يُولِجُ | sokuyor |
|
6 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
7 | فِي | içine |
|
8 | النَّهَارِ | gündüzün |
|
9 | وَيُولِجُ | ve sokuyor |
|
10 | النَّهَارَ | gündüzü |
|
11 | فِي | içine |
|
12 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
13 | وَسَخَّرَ | ve emrine boyun eğdirmiştir |
|
14 | الشَّمْسَ | güneşi |
|
15 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
16 | كُلٌّ | her biri |
|
17 | يَجْرِي | akıp gider |
|
18 | إِلَىٰ | kadar |
|
19 | أَجَلٍ | bir süreye |
|
20 | مُسَمًّى | belli |
|
21 | وَأَنَّ | ve elbette |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | بِمَا |
|
|
24 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınızı |
|
25 | خَبِيرٌ | haber almaktadır |
|
Leyele ليل : Bildiğimiz gece anlamına gelen لَيْلٌ ve لَيْلَةٌ sözcükleri çoğul olarak üç şekilde söylenir: لَيالٌ - لَيائِلٌ - لَيْلاتٌ (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 92 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Leyla'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Nehera نهر : نَهْرٌ taşan suyun mecrası, süratle aktığı veya geçip gittiği yerdir. Çoğulu أنْهارٌ şeklinde gelir.
نَهَرٌ ise suyun akışına benzetme yapılarak genişlik ve bolluk için kullanılmıştır.
نَهارٌ kavramı temelde güneşin doğuşundan batışına kadar geçen zaman aralığıdır. Şer'i dilde ise fecrin doğuşundan güneşin batış vaktine kadar geçen zaman aralığıdır.
Son olarak نَهْرٌ ve إنْتِهارٌ sözcükleri sert bir şekilde azarlamaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli kalıplarda 113 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli nehirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ
Hemze istifhâm harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel تَرَ fiilinin iki mef'ûlu yerinde mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef'ûl alan fiiller); bir mef'ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef'ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef'ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef'ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef'ûl alanlar, 2) İki mef'ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef'ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَرَ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef'ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
يُولِجُ الَّيْلَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahalen merfûdur.
يُولِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الَّيْلَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي النَّهَارِ car mecruru يُولِجُ fiiline mütealliktir.
يُولِجُ atıf harfi وَ ’la makablindeki يُولِجُ fiiline matuftur.
يُولِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. النَّهَارَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الَّيْلِ car mecruru يُولِجُ fiiline mütealliktir.
سَخَّرَ atıf harfi وَ ’la يُولِجُ fiiline matuftur.
سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الشَّمْسَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْقَمَرَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى
İsim cümlesidir. كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâfun ileyhi mahzuf olup tenvin muzâfun ileyhden ivazdır. يَجْر۪ٓي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَجْر۪ٓي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يَجْر۪ٓي fiiline mütealliktir.
اِلٰى harf-i ceri mecruruna yönelme, intiha, tahsis, musahabe, zaman zarfı, mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada intiha manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ’nin sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُولِجُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ولج ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
سَخَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُسَمًّى sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef'ûludür.
Maksur isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli أَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harfi ceriyle خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَب۪يرٌ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
خَب۪يرٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriri manadadır.
Ayetteki istifham, muhatabın tasdik etmek zorunda olduğu ve tazim manası taşıyan bir sorudur. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, uyarı ve ikrar manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.
İlimlerinden faydalanmadıkları için alimler alim olmayan menziline konulmuştur. İstifham, görmemeyi inkâr içindir. (Âşûr)
Menfi muzari fiil sıygasındaki cümlede تَرَ fiili iki mef'ûle müteaddi olan fiillerdendir. اَنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ cümlesi masdar teviliyle, تَرَ fiilinin iki mef'ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel olan cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَنَّ ’nin haberi olan يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اَنَّ ’nin haberine matuf olan وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ cümlesiyle, يُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ cümleleri arasında mukabele, tıbâk ve aks sanatı bir aradadır. Böyle tıbâkla birlikte başka bedî sanatların bir arada bulunması tıbâk-ı terşihtir.
الَّيْلَ - النَّهَارِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb, الشَّمْسَ - الْقَمَرَۘ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı ve bu iki gruptaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tıbâk’ın yer aldığı kelamda bunun yanında bedî’ veya belâğî sanatlardan başka birinin daha bulunması durumu terşih-i tıbâktır. Böylece kelama bir tatlılık ve güzellik katılır, mana daha açık bir hale gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
فِي النَّهَارِ , فِي الَّيْلِ ibarelerindeki فِي harflerinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gece ve gündüz, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Gece ve gündüz, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
يُولِجُ - لَّيْلَ - النَّهَار - فِي kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İbn Aṭıyye, اَلَمْ تَرَ şeklinde başlayan diğer ayetlerden farklı olarak bu ifadenin Hz. Peygambere bir uyarı ifade ettiğini, kastedilen muhatabın ise bütün insanlar olduğunu söylemiştir. (İbn Aṭıyye, el-Muḥarraru’l-Vecīz, c. 7, s. 59)
Ṭaberî, اَلَمْ تَرَ [görmedin mi?] ifadesini gözle görmek olarak yorumlamıştır. Ayrıca ayetin Hz. Peygambere hitap şeklinde gelse de müşriklere yönelik olduğunu belirtmiştir. (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, c. 20, s. 154)
Görmek gibi sayılan kuvvetli bir bilgi ile bilmiyor musun ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü de geceye eklemektedir ve böylece uzunluk ve kısalık olarak onlar değişmektedir. (Ebüssuûd)
Ayet-i kerime geceyi zikrederek başlamıştır, çünkü gece gündüzden daha öncedir. Güneş yaratılmadan önce gündüz yoktu. Güneş de aya takdim edilmiştir, çünkü daha önce yaratılmıştır, Allahu alem.
Bu olay her an yenilenerek tekrarlandığı için يولج fiili muzari olarak gelmiştir. Boyun eğdirmek manasındaki سخّر fiili ise mazi olarak gelmiştir. Çünkü bu gecenin gündüze girmesi gibi tekrarlanan bir fiil değildir. Tefsîrü'l Kebîr'de şöyle yazılıdır: Bu fiillerin birinin muzari, diğerinin mazi gelişi, gecenin gündüze sokulmasının her mevsim, hatta her gün yenilenmesi ve değişmesidir. Güneş ve ayın boyun eğdirilmesi ise devam edegelen bir durumdur. Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Fiil sigaları farklı olmasına rağmen سخّر fiilinin يولج fiiline atfı; gecenin gündüze sokulmasının her an yenilenen bir görüntüsü olması dolayısıyladır. Boyun eğdirme fiilinde ise böyle bir yenilenme söz konusu değildir, sadece etkileri tekrarlanır. Burada muayyen bir vakit zikredilmiştir ki bu da nimetlerin zikrine münasip değildir. Çünkü nimetin tamam olması için devamlı olması gerekir, halbuki burada devamlılık söz konusu değildir. Bunun için muayyen bir vaktin zikredildiği yerde سخّر لكم [Size musahhar kılmıştır] buyurulması uygun değildir.
Burada يجري إلى أجل (bir vakte kadar akıp gidecek) buyurularak fiil إلى harfiyle müteaddi olmuştur. Başka bir yerde ise ل harfiyle gelmiştir. إلى harfi, gayenin sonunu ifade eder, ل ise ihtisas ve talil ifade eder. Dolayısıyla يجري لأجل ifadesi bu gaye için yani muayyen bir vakti yakalamak için akıp gittiğini ifade eder. Bu ayette إلى harfinin gelmesi daha münasiptir. Çünkü haşr ve yeniden yaratmaya tenbih siyakında gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 491-492)
Allah Teâlâ, Kur'an'da pekçok yerde, gecenin icadını, gündüzün icadından önce zikretmiştir. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık” (İsra Suresi, 12); “Karanlıkları ve nuru yarattı” (Enam Suresi, 1) ve “Gece ile gündüzün birbirini izlemesi…” (Âl-i İmran Suresi, 190) buyurmuştur. Cenab-ı Hakk'ın, “O, hanginiz daha güzel amel edecek diye imtihan etmek için, ölümü de hayatı da takdir eden, yaratandır” (Mülk Suresi, 2) ayeti de aynı anlamda bir ifade olup bu şöyle hikmetli bir meseleye işarettir: Karanlığın, bazen ışığın olmayışı olduğu sanılır. Gece de ışığın olmayışının; gündüzün bulunmayışı sebebiyle olduğu zannedilir. Yine hayatın da ölümün olmayışı olduğu sanılır. Halbuki durum hiç de böyle değildir. Çünkü ezelde, mümkin bir varlık için, ne gündüz, ne ışık, ne de hayat söz konusudur. Orada, ölüm veya karanlık veyahut da gecenin olduğu da söylenemez. Binaenaleyh, bütün bu işler, tıpkı, “kör ve sağır” lafızları gibidir. Körlük ve sağırlık, sırf görmeme ve duymama değildir. Çünkü taşın da ağacın da gözü kulağı yoktur ama bunlardan hiçbiri için “kör ve sağır” ifadeleri kullanılmaz. Bunun böyle olduğu iyice kavranınca şimdi biz diyoruz ki kendisinde körlük ve sağırlığın bulunduğu şeyde mutlaka onların aksini gerektirecek bir vasfın bulunması gerekir. Aksi halde o şey hakkında “kör veya sağır” ifadeleri kullanılmaz. Kendisinde herhangi bir şeyi iktizâ eden bir hususun bulunduğu ve bu şeyin muktezâsının da tahakkuk ettiği şey için insanın nefsi bir sebep aramaz. (Normal hali öyle olan bir şey için sebep aranmaz.) Mesela, çarşı ve pazardan geçimini temin eden birisini gören kimse, onun için “Onun çarşıda pazarda ne işi var?” diyemez. Ama muktezânın (olması gerekli olan şeylerin) aksine durumlarda ise insanın nefsi, onun sebebini araştırmayı arzular. Bu da mesela birisinin hükümdarı çarşıda görüp “Bunun çarşıda pazarda ne işi var?” demesi gibidir. İşte bu sebeple her bir insan, körlüğün ve sağırlığın sebebini sorar soruşturur ve “Falanca niçin kör oldu?” der ama “Niçin görüyor, kör değildir?” demez. Durum böyle olunca Allah Teâlâ, insanların, sebebini araştırdığı şeyi önce getirmiştir ki bu da herkes sebebini araştırdığı için körlük, karanlık ve ölüm kabilinden olan gecedir. Daha sonra Cenab-ı Hakk diğer kısmı zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk, gece için muzari sıygasıyla, يُولِجُ buyurmuş, ama, güneş ve ay hakkında, mazi sıygasıyla سَخَّرَ lafzını kullanmıştır. Çünkü gecenin gündüze sokulması, her mevsim hatta her gün yenilenen ve değişen bir husustur. Halbuki güneşin ve ayın musahhar kılınması ise devam ede gelen bir iştir. Nitekim Cenab-ı Hakk, bir başka ayetinde de “Nihayet o, eski hurma salkımının eğri çöpü gibi bir hale dönmüştür” (Yasin Suresi, 39) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى
Cümle, الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ’den hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekit edici halin başına وَ gelmez.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كُلٌّ mübteda, يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى cümlesi, haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كُلٌّ ’daki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hazfedilen muzafun ileyhin takdiri şöyledir. كُلٌّ مِنَ الشَّمْسِ والقَمَرِ يَجْرِي إلى أجَلٍ (Güneş ve ayın her biri belli bir dönem boyunca akıp gider.) (Âşûr)
مُسَمًّى kelimesi, اَجَلٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اَجَلٍ ’deki tenvin belirsiz bir süre olduğuna işarettir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
اِلٰٓى Harfi cerinin müteallakı ile ilgili iki görüş vardır. Birincisi zarfı lağvdır. Ve müteallakı يَجْرِي fiilidir. Yani Allah katında akıp gitmesi belli bir zamana kadardır. Belli bir zaman sonra biter.
İkinci müteallak ihtimali سَخَّرَ fiilidir. Yani güneşin ve ayın hareketlerinin kontrolü onun kudretindedir. Ve bu hareketler belli bir zamana kadardır. Her iki görüşte de اِلٰٓى harfi ceri intiha manasınadır. (Âşûr)
وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’yi takip eden اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, onun kudret ve celâlini hissettirmek için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, بِ harf-i ceriyle birlikte خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ, amili olan خَب۪يرٌ ’a, ihtimam için takdim edilmiştir.
خَب۪يرٌ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. -faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
“Ve şüphesiz Allah, yaptıklarınızı tamamen bilir.” cümlesi, ayetteki “Görmedin mi?” hitabı hususî de olsa umumî de olsa görmek kapsamına dahildir. Zira bu harika işleri ve üstün tedbirleri gören kimse, bunları gerçekleştiren Allah'ın ilminin, kendi amellerinin büyüklerini de küçüklerini de kuşatmış olduğu hakikatinden gafil kalmaz. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | böyledir |
|
2 | بِأَنَّ | çünkü |
|
3 | اللَّهَ | Allah |
|
4 | هُوَ | O |
|
5 | الْحَقُّ | haktır |
|
6 | وَأَنَّ | ve elbette |
|
7 | مَا |
|
|
8 | يَدْعُونَ | yalvardıkları |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
11 | الْبَاطِلُ | batıldır |
|
12 | وَأَنَّ | ve gerçekten |
|
13 | اللَّهَ | Allah’tır |
|
14 | هُوَ | O |
|
15 | الْعَلِيُّ | ulu |
|
16 | الْكَبِيرُ | ve büyük |
|
Allah’ın irade, ilim ve kudreti hakkındaki bu kesin bilgilerden sonra 30. âyette artık reddedilmesi mümkün olmayan kesin hüküm ortaya konmaktadır: “Allah hakikatin kendisidir; O’nun dışında taptıkları şeyler ise asılsızdır ve Allah, yalnızca O, en yücedir, en büyüktür.”
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 344
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ
İsim cümlesidir. İşaret zamiri ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle mübteda ذٰلِكَ ’nin haberine mütealliktir. اللّٰهَ lafza-i celâli أَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
هُوَ fasıl zamiridir. (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsûf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsûf olma durumları ortadan kalkar, mevsûf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْحَقُّ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ’la birinci masdar-ı müevvele matuftur.
مَا müşterek ism-i mevsûl أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
مِنْ دُونِهِ car mecruru mahzuf aid zamirin haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟
Ayet, اَنَّ ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ’la birinci masdar-ı müevvele matuftur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâli أَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir.
الْعَلِيُّ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْكَب۪يرُ۟ kelimesi الْعَلِيُّ ’nün sıfatı olup merfûdur.ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ
Önceki ayette bildirilenler için ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede haberin hazfi nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır. Işaret ismi ذٰلِكَ, mübtedadır.
Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilenin önemini belirtmek ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamak içindir.
ذٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 57, c. 7, s. 190)
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile insanın yaratılmasına ve yerin ölümünden sonra diriltilmesine yani Allah’ın kudretine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsnedün ileyh, kalplerde haşyet duygularını artırmak tazim için lafza-i celâlle gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve akabindeki isim cümlesi, masdar tevilindedir. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel sebebiyye ifade eden بِ harfiyle birlikte mahzuf habere mütealliktir.
Masdar-ı müevvel olan بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ cümlesinde haber olan هُوَ الْحَقُّ; sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. هُوَ, fasıl zamiridir.
Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedanın kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani Hakk olma vasfı O’ndan başkasında kemal derecede bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi tezattır. اَنَّ ’nin ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası olan يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzuf aid zamirden hal olan دُونِه۪ izafeti gayrının tahkiri içindir.
الْبَاطِلُ kelimesi, اَنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani batıl sadece onda bulunur, başkasında bulunmaz.
Esnamdan başkasında batıl yokmuş gibi iddiaî kasr ve esnamı tahkirde mübalağadır. (Âşûr)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ cümlesiyle, وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الْحَقُّ - الْبَاطِلُۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْبَاطِلُۙ ve الْحَقُّ kelimelerindeki tarif cins içindir. (Âşûr)
Keşşâf'ta da şöyle bir açıklama vardır: ذٰلِكَ, kâdir ve âlim canlıların aciz kaldığı Allah'ın müthiş hikmeti ve kudretidir. O halde tapılan cansız şeylerin ne gibi bir gücü vardır! Çünkü Allah haktır, ilahlığı sabittir. Onun dışındaki şeylerin ilahlığı bâtıldır.
وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُ (O’ndan başka taptıklarınız ise hiç şüphesiz bâtıldır) cümlesinde O'nun dışında tapılanların batıl olduğu manasını tekit etmek için اَنَّ harfi tekrarlanmıştır. Burada bu harf olmaksızın وما يدعون من دونه الباطل buyurulabilirdi ama bu durumda tekid daha zayıf olurdu. Burada الباطل kelimesi de marife olarak gelmiştir. Halbuki burada وأن ما يدعون من دونه باطل buyurulabilirdi. Böylece O'nun dışında dua edilenlerin hepsinin batıl olduğu ifade edilebilirdi. Ayette gelen ifade evladır, çünkü onların batıl olarak vasıflanmasının ikincil veya cüzi bir mesele olmadığını ifade eder. الباطل kelimesinin marife oluşu, bunun en kamil ve açık batıl olduğuna delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 496)
Ayet-i kerimede من يدعون değil ما يدعون buyurulması onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade eder. Çünkü ما harfi akılsızlar için kullanılır ve onlar aslında akletmeyen şeylere tapmaktadır. İşte bu da en açık bâtıldır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 496)
وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟
Masdar harfi اَنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan masdar tevilindeki اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ cümlesi önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
اَنَّ ’nin haberi olan هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Ya da هُوَ fasıl zamiridir, الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ mübtedanın iki haberidir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar O’ndan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَلِيُّ ,الْكَب۪يرُ sıfatlarının aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sıfat-ı müşebbehe kalıbındaki الْعَلِيُّ, mecazî manevi yükseklik manasında kutsiyet ve şeref demektir. (Âşûr)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübûtu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devâmlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ الْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | أَنَّ | ki |
|
4 | الْفُلْكَ | gemiler |
|
5 | تَجْرِي | gidiyor |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْبَحْرِ | denizde |
|
8 | بِنِعْمَتِ | ni’metiyle |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | لِيُرِيَكُمْ | size göstersin diye |
|
11 | مِنْ | bir kısım |
|
12 | ايَاتِهِ | ayetlerini |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | فِي | vardır |
|
15 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
16 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
17 | لِكُلِّ | herkes için |
|
18 | صَبَّارٍ | sabreden |
|
19 | شَكُورٍ | şükreden |
|
Allah’ın insanlığa sayısız nimetlerinden biri daha hatırlatıldıktan sonra 32. âyette insanların çaresiz kaldığı zamanlarla esenlik zamanlarındaki dinî tutumları arasında görülen tutarsızlığa dikkat çekilmekte; 33. âyette ise ön yargı, inat, taassup gibi olumsuz şartlanmalarla gönül ve zihin dünyası yoksullaşmamış her normal insan için kurtarıcı değer taşıyan uyarılar yer almaktadır.
“... orta yolu tutar” diye çevirdiğimiz muktasıd kelimesi tefsirlerde farklı şekillerde açıklanmıştır. İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Râzî, Şevkânî gibi âlimler bu kelimeyi, “Tehlike sırasında ulaştığı samimi inancını kurtulunca da sürdürür” şeklinde olumlu bir tutum olarak açıklarken Mücâhid, Taberî gibi bazı müfessirler de “Sözüyle dengeli, ölçüye uygun yani doğru bir inancı ifade etmekle birlikte inkârını içinde saklar” şeklinde olumsuz bir anlamda yorumlamışlardır (bu yorumlar için bk. Taberî, XXI, 85; İbn Atıyye, IV, 355; İbn Kesîr, VI, 353-354; Râzî, XXV, 162; Şevkânî, IV, 281). Bize göre –Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ında, Fâtır sûresinin 32. âyetindeki aynı kelimeye getirdiği açıklama dikkate alındığında– âyetin bağlamına, “İnkâr etmekle inanmak arasında tereddüde düşer, ortada kalır” şeklindeki yorum daha uygun düşmektedir; meâlde de bu anlam tercih edilmiştir (muktasıd kelimesinin anlamı için ayrıca bk. Fâtır 35/32).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 344
اَلَمْ تَرَ اَنَّ الْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ
Hemze istifhâm harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَرَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel تَرَ fiilinin iki mef'ûlu yerinde mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef'ûl alan fiiller); bir mef'ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef'ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef'ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef'ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef'ûl alanlar, 2) İki mef'ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef'ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَرَ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef'ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. الْفُلْكَ kelimesi اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. فِي الْبَحْرِ car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. بِنِعْمَتِ car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لِ harfi, يُرِيَكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte تَجْر۪ي fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,
2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra,
4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’den sonra,
6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ اٰيَاتِه۪ car mecruru يُرِيَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُرِيَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رأي ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. لِكُلِّ car mecruru اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. صَبَّارٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَكُورٍ kelimesi صَبَّارٍ ’ın sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَبَّارٍ - شَكُورٍ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ الْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriri veya inkâri istifhâmdır. Muhatabın tasdik etmek zorunda olduğu ve tazim manası taşıyan bir sorudur.
Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen, uyarı ve ikrar manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.
Muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden تَرَ fiili iki mef'ûle müteaddi fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ الْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ cümlesi, masdar teviliyle, تَرَ fiilinin iki mef'ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Sebep bildiren lam-ı ta’lil ve akabindeki لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ cümlesi, masdar teviliyle تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نِعْمَتِ izafetinde lafz-i celâle muzâf olması nimete tazim ve teşrif, اٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olması ayetler için tazim ve teşrif ifade eder.
الْفُلْكَ - الْبَحْرِ - تَجْر۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَرَ - لِيُرِيَكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِنْ اٰيَاتِه۪ ’deki مِنْ teb’ız içindir. Yani hepsini değil bir kısmını demektir.
İbn Şecere de şöyle demektedir: “Ayetlerinden bir kısmı” ibaresi sizin kendilerinde Yüce Allah'ın kudretinin bir bölümünü gördüğünüz, bir bölümüne şahit olduğunuz. manasındadır, Nekkaş da: Kasıt Yüce Allah'ın denizden kendilerine rızık olarak verdiği şeyler olduğunu söylemiştir. (Kurtubî)
Bu kelam-ı kerim, Allah'ın üstün kudretine, sonsuz hikmetine ve sınırsız ihsanına diğer bir delildir. (Ebüssuûd)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Ayetin bu bölümü istînâf-ı beyâniyye olarak fasıldan şibh-i kemali ittisaldir. Buradaki gizli soru: Müşrikler nasıl olur da bu ayetlerle hidayete eremezler sorusudur. (Âşûr)
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ, tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tecessüm ve cem ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ذٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan Suresi 57, c. 5, s. 190)
اٰيَاتٍ kelimesi ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Kelimedeki tenvin nev, tazim ve kesret içindir.
شَكُورٍ kelimesi, صَبَّارٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
صَبَّارٍ شَكُورٍ [Çok sabreden, çok şükreden] kelimeleri mübalağa sıyğalarındandır. Çok sabretmek, Allah’a itaat ve başa gelen sıkıntılar konusunda; çok şükretmek ise Allah'ın ihsan ettiği nimetler veya çeşitli yardım ve başarılar dolayısıyladır. Sabır, itaat veya sıkıntılarda söz konusu olur. Allah'a itaat, mesela namaz sabır gerektirir. صَبَّارٍ vasfının yanında شَكُورٍ vasfı gelmiştir. Kur'an'da yanında bu vasfın gelmediği صَبَّارٍ kelimesi yoktur. Her iki sıfat da bunların devamlı olması gerektiğine delalet etmek için mübalağa sıygasında gelmiştir. İnsanın Rabbine devamlı olarak itaat etmesi, bunun için de devamlı olarak sabretmesi gerekir. İtaat için hoşlanmadığı şeylere maruz kalır, bu da hoşlanmadığı şeylere sabretmesini gerektirir. Şükre de devam etmek gerekir, çünkü Allah'ın nimetleri devamlı olarak ona ihsan edilir. Kur'anî tabirlerde denizdeki bir tehdit veya korkudan bahsedildiği vakit, sabrın şükürle birlikte geldiği göze çarpar. Bir korku hali veya tehlikeden bahsedilmediği vakit sadece şükür zikredilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 502-503)
“Hiç şüphe yok ki bunda, çok sabreden çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır.”
Bu kelam, makabline illet ve sebep mahiyetindedir. Yani zikredilenlerde, meşakkatlere ziyadesiyle sabredip de dahili ve haricî delilleri tefekkür etmekte kendini yoran ve Allah'ın nimetlerine çok şükreden kimseler için bir çok büyük ibretler vardır.
Çok sabretmek ve çok şükretmek, müminin vasıflarıdır. Bu itibarla sanki “her mümin için” denilmiş sayılır. (Ebüssuûd)
Sabır ve şükür burada imanın şubelerinden kinaye olarak gelmiştir. Çünkü denizci de, seyir durumunda tehlike ve emniyet durumlarını yaşar ve bu durumlar sabır ve şükrün tecellisidir. (Âşûr)وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | غَشِيَهُمْ | onları sardığı |
|
3 | مَوْجٌ | dalga(lar) |
|
4 | كَالظُّلَلِ | gölgeler gibi |
|
5 | دَعَوُا | yalvarırlar |
|
6 | اللَّهَ | Allah’a |
|
7 | مُخْلِصِينَ | yalnız has kılarak |
|
8 | لَهُ | O’na |
|
9 | الدِّينَ | dini |
|
10 | فَلَمَّا | fakat o zaman |
|
11 | نَجَّاهُمْ | onları kurtarınca |
|
12 | إِلَى |
|
|
13 | الْبَرِّ | karaya çıkarıp |
|
14 | فَمِنْهُمْ | içlerinden bir kısmı |
|
15 | مُقْتَصِدٌ | orta yolu tutar |
|
16 | وَمَا | zaten |
|
17 | يَجْحَدُ | inkar etmez |
|
18 | بِايَاتِنَا | bizim ayetlerimizi |
|
19 | إِلَّا | başkası |
|
20 | كُلُّ | her |
|
21 | خَتَّارٍ | gaddarlardan |
|
22 | كَفُورٍ | inkarcıdan |
|
وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَشِيَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَشِيَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَوْجٌ fail olup lafzen merfûdur. كَالظُّلَلِ car mecruru مَوْجٌ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen دَعَوُا اللّٰهَ cümlesi şartın cevabıdır.
دَعَوُا fiili mahzuf وَ üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مُخْلِص۪ينَ hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ car mecruru الدّ۪ينَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. الدّ۪ينَ kelimesi ism-i fail olan مُخْلِص۪ينَ’nin mef'ûlü olup fetha ile mansubdur.
İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْلِص۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a) (لَمَّا) muzâri fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجّٰيهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَجّٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَى الْبَرِّ car mecruru نَجّٰيهُمْ ’e mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
مِنْهُمْ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُقْتَصِدٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُقْتَصِدٌ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجّٰيهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجْحَدُ merfû muzari fiildir. بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru يَجْحَدُ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. خَتَّارٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كَفُورٍ kelimesi خَتَّارٍ ’nin sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَتَّارٍ كَفُورٍ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ
وَ atıf harfidir. Şart üslubunda haberî isnad olan ayette şart cümlesi غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki لِكُلِّ صَبّارٍ شَكُورٍ ifadesinde hüsnü tehallus sanatı vardır. (Âşûr)
مَوْجٌ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
مَوْجٌ كَالظُّلَلِ [Dağlar gibi dalga] ibaresi, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-u şebeh hazfedildiği için mücmeldir.
كَالظُّلَلِ car mecruru, مَوْجٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
الغِشْيانُ (Örtmek) kelimesi gelmek manasında müsteardır. Çünkü gelmek örtmeye benzer. Araf Suresi 54. ayetteki “يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهارَ (Geceyi gündüze katar)” ifadesine benzer. (Âşûr)
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَهُ , ihtimam için mef'ûl olan الدّ۪ينَۚ ’ye takdim edilmiştir.
دَعَوُا fiilinin failinden hal olan مُخْلِص۪ينَ, ism-i fail kalıbındadır. الدّ۪ينَۚ ’yi mef'ûl, لَهُ ’yu harf-i cer olarak alabilmesi bu sayededir.
İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90, Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
مَوْجٌ كَالظُّلَلِ, mücmel teşbihtir.
فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ
Cümle فَ ile hükümde ortaklık nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ cümlesi aynı zamanda şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ, faide-i haber ibtidaî kelam, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنْهُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُقْتَصِدٌ muahhar mübtedadır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَنْجَيْنَاكُمْ fiili اِفعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise تفعيل babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanimanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur'an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَٓا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, fiil ve fail arasında gerçekleşmiştir. يَجْحَدُ maksur/sıfat, كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat alel’l-mevsûftur. Yani ayetlerimizi sadece nankör olanlar inkâr eder, başkaları ise tasdik eder manasındadır.
وَمَا يَجْحَدُ cümlesi sonuna kadar tezyîldir. (Âşûr)
اٰيَاتِنَٓا izafetinde ayetlerin azamet zamirine muzaf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.
خَتَّارٍ için sıfat olan كَفُورٍ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
خَتَّارٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
نَجّٰيهُمْ - بِاٰيَاتِنَٓا kelimeleri arasında gâipten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
خَتَّارٍ كَفُورٍ (Çok hain, çok nankör) kelimeleri mübalağa sıyğalarındandır ve aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْماً لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّاسُ | insanlar |
|
3 | اتَّقُوا | korkun |
|
4 | رَبَّكُمْ | Rabbinizden |
|
5 | وَاخْشَوْا | ve çekinin |
|
6 | يَوْمًا | günden (ki) |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يَجْزِي | ödeyemez |
|
9 | وَالِدٌ | baba |
|
10 | عَنْ |
|
|
11 | وَلَدِهِ | çocuğunun |
|
12 | وَلَا | değildir |
|
13 | مَوْلُودٌ | çocuk da |
|
14 | هُوَ | o |
|
15 | جَازٍ | ödeyecek |
|
16 | عَنْ | için |
|
17 | وَالِدِهِ | babası |
|
18 | شَيْئًا | bir şey |
|
19 | إِنَّ | şüphesiz |
|
20 | وَعْدَ | va’di |
|
21 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
22 | حَقٌّ | gerçektir |
|
23 | فَلَا | asla |
|
24 | تَغُرَّنَّكُمُ | sizi aldatmasın |
|
25 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
26 | الدُّنْيَا | dünya |
|
27 | وَلَا | ve asla |
|
28 | يَغُرَّنَّكُمْ | sizi aldatmasın |
|
29 | بِاللَّهِ | Allah hakkında |
|
30 | الْغَرُورُ | aldatıcı (şeytan) |
|
Ğarra غرّ: غَرَرْتُ فُلاناً falan kişiyi gaflet anında yakaladım ve istediğimi ondan aldım denir. غِرَّةٌ uyanık iken gaflete düşmektir. غِرارٌ ise uyuklama esnasında gaflet etmektir. Bu kelimenin aslı, bir şeyin belli ve aşikar olan izi ya da etkisi anlamına gelen غَرٌّ sözcüğünden gelir.
غَرَّهُ كَذا وَ غُرُوراً falan şey onu kandırdı, yani sanki kıvrımları üzere katladığı söylenmek istenir.
غَرُورٌ a gelince insanın aklını çelen mal, makam, şehvet ve şeytan gibi herşeydir.
غَرَرٌ tehlike manasındadır ve bu kökten gelir.
Güzel huyluya da aldatılabildiği için غَرِيرٌ denmiştir.
غارَت النَّاقَةُ tabiri dişi devenin azalmayacağı zannedilirken sanki sütünün azalmasıdır. Dolayısıyla bu kullanımda sanki onu sahibini kandırdığı söylenmek istenir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 27 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri gurur ve mağrurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْماً لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef'ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّكُمْ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اخْشَوْا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اخْشَوْا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يَوْماً mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَا يَجْز۪ي fiili يَوْماً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَجْز۪ي fiili elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. وَالِدٌ fail olup lafzen merfûdur. عَنْ وَلَدِه۪ car mecruru يَجْز۪ي fiiline mütealliktir.
لَا مَوْلُودٌ atıf harfi وَ ’la وَالِدٌ ’e matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
هُوَ جَازٍ cümlesi مَوْلُودٌ ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. جَازٍ haber olup mahzuf يْ üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir:
a) Merfu halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) irab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنْ وَالِدِه۪ car mecruru جَازٍ ’e mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَيْـٔاً amili جَازٍ masdarından naib mef'ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlün mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlün mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlün mutlak cümle olmaz. Mef’ûlün mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef'ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef'ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef'ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Kökü وقي olup iftial babından gelmiştir. Not: a) İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت ’si ط harfine çevrilir.
b) İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت ’si د harfine çevrilir.
c) İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
Burda gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَازٍ kelimesi, sülasi mücerredi جزي olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَوْلُودٌ kelimesi, sülasi mücerredi ولد olan fiilin ism-i mef'ûlüdür.
اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. وَعْدَ اللّٰهِ izafeti, اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَقٌّ kelimesi اِنّ ’nin haber olup lafzen merfûdur.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عرفتم هذه الأحكام فلا تغرّنكم (Bu hükümleri biliyorsanız, sizi aldatmasın.) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَغُرَّنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Muttasıl zamir كُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَيٰوةُ fail olup afzen merfûdur. الدُّنْيَا۠ kelimesi, الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَغُرَّنَّكُمْ atıf harfi وَ ’la لَا تَغُرَّنَّكُمُ ’ye matuftur. بِاللّٰهِ car mecruru يَغُرَّنَّكُمْ fiiline matuftur. الْغَرُورُ fail olup lafzen merfûdur.
الْغَرُورُ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْماً لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ
İbtidaiyye olarak fasılla gelen cümle nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kur'an’da يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır.
İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Arkadan اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile arkadan gelen elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur'anî, s. 43) (Ahzab Suresi, 70)
Nidanın cevabı olan اتَّقُوا رَبَّكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
رَبَّكُمُ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla رَبْ isminde tecrîd sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur'an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur'an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nidanın çok olması, içinde tekit türlerini barındırdığı içindir. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
Nidanın cevabına matuf olan وَاخْشَوْا يَوْماً cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَوْماً ’deki tenkir, özel bir nev ifadesi içindir.
اتَّقُوا - اخْشَوْا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
خَشْيَةُ اليَوْمِ (Günün korkusu): İçinde olacak olan şeylerin dehşetinden korkmaktır. Çünkü zamanın kendisinden korkulmaz. يَوْمًا mef'ûlun bih olarak gelmiştir. Günden korkmak; korkunun vukuunu içerir. Bu; ba’s’in yani yeniden dirilmenin ispatından kinayedir. (Âşûr)
لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ cümlesi, يَوْماً için sıfattır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber, talebî kelamdır.
لَا مَوْلُودٌ kelimesi وَالِدٌ ’a matuftur. Kelimeye dahil olan لَا, olumsuzluğu tekid için gelmiş, zaid harftir.
Kemâl-i ittisal nedeniyle fasılla gelmiş olan هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ cümlesi ise مَوْلُودٌ için sıfattır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Haber جَازٍ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Sıfat cümleleri, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَالِدٌ - مَوْلُودٌ ismin iki sıygası arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ cümlesiyle, هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اتَّقُوا - اخْشَوْا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَوْلُودٌ - وَلَدِه۪ۘ - وَالِدِه۪ ve يَجْز۪ي - جَازٍ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَوْلُودٌ - وَلَدِه۪ۘ - وَالِدِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
شَيْـٔاً amili جَازٍ olan mahzuf mef'ûlün mutlaktan naibdir.
Allah Teâlâ يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ [Ey insanlar, Rabbinizden korkun] buyurarak insanların Rabblerine karşı takvalı olmalarını emretmiştir. Bu ibarede insanlara ait zamir çoğul gelirken Rabb kelimesi tekil olarak gelmiş ve Rabbin tek olduğuna; grupların, kabilelerin veya halkların ayrı ayrı Rabbleri olmadığına, hepsinin bütün insanların tek bir Rabbi olduğuna delalet edilmiştir.
Burada Rabb kelimesinin seçilmesi delaletleri dolayısıyladır. O; mürebbidir, maliktir, efendidir, nimetlendirendir, kayyimdir. Yani fayda ve zarar onun elindedir ve insana düşen zarar görmemek ve fayda temin etmek için bunlara sahip olan Rabbe karşı takvalı olmasıdır. İnsan adeten menfaati olan veya kendisine zarar verebilecek şeylere karşı tetikte olur. Böyle bir durum söz konusu olmadığında ise dikkatli olmaz. Bunun için burada O'nun rububiyeti hatırlatılmıştır ki bunun gereği olan takva yerine gelsin.
Bunun yanında Rabb isminin tercih edilmesi arkadan baba ve çocuğun zikredilmesine de münasiptir. Çünkü Rabb mürebbidir, muallimdir, mürşittir, kayyimdir. Baba da böyledir. O da çocuğunu yetiştirir, terbiye eder. Dolayısıyla bunların arasında latif bir münasebet vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 512)
Kelime seçimlerinde de te’kîd olabileceğini ifade eden Zemahşerî, kıyamet günü çocuklar ve babalarının birbirlerine fayda veremeyeceklerini, suçlarından dolayı sorumlu tutulamayacaklarını, cezalarını yüklenemeyeceklerini beyan eden ayet-i kerimede, (Lokman Suresi, 33) diğer tekid unsurlarının yanı sıra وَلَدِ kelimesi yerine مَوْلُودٌ kelimesinin kullanıldığını belirtir. Zira وَلَدِ kelimesi, birinci ve ikinci derece oğullar, مَوْلُودٌ kelimesi ise sadece birinci derece oğul anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kıyamet günü birbirlerine en yakın olan oğul-baba ilişkisinin bile cezayı yüklenme konusunda etkili olamayacağı tekid edilmektedir. (İsmail Bayer, Keşşaf Tefsirinde Belagat Uygulamaları)
Ayette, muktezâ-i zâhire göre وَلَا مَوْلُودٌ ibaresi yerine وَالدٌ عنْ وَلَدِهِ ifadesinin mukabili olan وﻻَ وَلَدٌ عَنْ وَالِدِهِ lafzı yer almalıydı. Ancak zâhirin hilâfına olarak nazım değişmiş ve وَلَدِ kelimesi yerine مَوْلُودٌ ismi kullanılmıştır. Ayetin zâhirin hilâfına geliş sebebini ve bundaki hikmeti Beyzâvî şöyle açıklar: Nazmın değişik gelmesi, çocuğun babasına hiçbir şeyle fayda veremeyeceği hususunun, babanın çocuğuna fayda veremeyecek olmasından daha evla olduğuna delâlet etmek ve kâfir olan babasına ahirette fayda vereceğini uman müminlerin bu arzularının gerçekleşmeyeceğini göstermek içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Baba hakkında لا يجزي والد [babanın evladına hiçbir şeyle fayda veremeyeceği] buyurularak fiil, çocuk hakkında ise ولا مولود هو جاز عن والده [bizzat evladın babasına hiçbir şeyle fayda veremeyeceği] buyurularak isimle haber verilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ insana anne babasına ihsanda bulunmasını vasiyet etmiştir ve insan devam ve subut üzere bununla mükelleftir. Baba ise buluğ çağına kadar çocuğundan mükelleftir. Onu buluğ çağına kadar korur ve şefkat duygusuyla muamele eder. Aralarında fark vardır. Mükellefiyeti uzun olan isim sıygasıyla, mükellefiyeti buluğa kadar olan fiil cümlesiyle haber verilmiştir. Çünkü isim sübuta delalet eder, fiile göre daha sabit ve devamlıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 515)
Babanınki fiil cümlesi ile evladın ki ise isim cümlesi ile zikredilmesi, şunun içindir: babanın, evladına faydası olmayacağına göre evladın, babasına faydası haydi haydi olmayacaktır. Bir de bazı müminlerin, kâfir olan babalarına ahirette faydaları olacağı beklentisini tamamen kesmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayette geçen شَيْـٔاًۜ kelimesinin iki manası vardır:
- Masdariyyedir yani çocuk babası için herhangi bir karşılık ödemez, demektir.
- Mefuliyyedir yani çocuk babası için herhangi bir şey ödemez, demektir.
Burada her iki mana da murad edilmiştir. Çocuk o gün babası için ne bir şey ne de bir karşılık verebilir demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 516)
اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle nidaya dahildir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan وَعْدَ اللّٰهِ, veciz anlatım kastına binaen, izafetle gelmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَعْدَ kelimesinin Allah lafzına izafeti, vaade dikkat çekip önemini vurgulamak ve tazim içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu mananın içine bütün vaadler, vaad edilen şeyler dahildir. Ahirette kullara verilen vadedilen şeyler de bu kapsamdadır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, Lokman Suresi s. 516)
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
فَ, mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri, إن عرفتم هذه الأحكام [Eğer bu hükümleri biliyorsanız…] olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkur cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Fiilin, dünya hayatına isnadı mecâz- aklîdir.
الْحَيٰوةُ için sıfat olan الدُّنْيَا۠, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Aynı üslubla gelen وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayetteki tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَغُرَّنَّكُمُ - الْغَرُورُ - يَغُرَّنَّكُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَقٌّ - الْغَرُورُ kelimeleri arasında tıbakı hafiy sanatı vardır.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ [O halde zinhar sizi dünya hayatı aldatmasın] ki dünya ile meşgul olarak ahireti unutmayın. Fiil, dünya hayatına isnad edilmiştir. Mana şöyledir: Dünya hayatının çağrısına aldanıp bu konuda tedbir almamazlık etmeyin. Buna ilaveten burada bir mecazi kullanım da söz konusudur. Sanki hayat toy insanlar arasında şirki yayar.
الْغَرُورُ ; mübalağa kalıbıdır. İnsanları çok kandırdığı için şeytanın sıfatı olmuştur. Şeytan için bu sıfatın seçilmesi, kandırdığı her şeyi kapsaması ve bunu ilk olarak şeytanın yapması dolayısıyladır. Olumsuz emri pekiştirmek ve hem şeytanın hem de dünyanın insanları aldattığını pekiştirerek ifade etmek için her iki fiil de şeddeli tekid nunu ile tekid edilmiştir. Hatta bu ikisi aldatmaya sebep olan en büyük iki şeydir, Allahu alem. Dünya hayatı şeytana takdim edilmiştir, çünkü insanın arzu ettiği ve en çok önem verdiği şeyler dünya ile ilgilidir. İnsan dünya hayatında istediği şeyler nedeniyle her türlü zorluğa katlanır. Şeytan da insanı dünya hayatıyla kandırır ve aldatmasının ortağı olarak kullanır. Ayet-i kerimede sadece dünya değil, dünya hayatı buyurulmuştur, çünkü insanın istediği ve murad ettiği ilk şey hayattır, Allahu alem. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 516)
اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | عِنْدَهُ | O’nun yanındadır |
|
4 | عِلْمُ | bilgisi |
|
5 | السَّاعَةِ | sa’atin |
|
6 | وَيُنَزِّلُ | ve O yağdırır |
|
7 | الْغَيْثَ | yağmuru |
|
8 | وَيَعْلَمُ | ve bilir |
|
9 | مَا | olanı |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْأَرْحَامِ | rahimlerde |
|
12 | وَمَا | ve |
|
13 | تَدْرِي | bilmez |
|
14 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
15 | مَاذَا | ne |
|
16 | تَكْسِبُ | kazanacağını |
|
17 | غَدًا | yarın |
|
18 | وَمَا | ve |
|
19 | تَدْرِي | bilmez |
|
20 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
21 | بِأَيِّ | hangi |
|
22 | أَرْضٍ | yerde |
|
23 | تَمُوتُ | öleceğini |
|
24 | إِنَّ | şüphesiz yalnız |
|
25 | اللَّهَ | Allah |
|
26 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
27 | خَبِيرٌ | haberi olandır |
|
Sûre, Allah’ın ilminin ve kudretinin kusursuzluğunu özetleyen ve ilâhî bilgi ile insan bilgisi arasındaki büyük farkı gösteren ifadelerle son bulmaktadır. Klasik tefsirlerde bu âyete dayanılarak, kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, rahimlerdeki bebeğin cinsiyetinin ve ten renginin ne olduğunu, insanın ileride neler elde edeceğini, gelecekte ne gibi durumlarla karşılaşacağını ve ne zaman nerede öleceğini Allah’tan başkasının bilemeyeceği ileri sürülmüş, dolayısıyla bunlara “mugayyebât-ı hams” (beş bilinmeyen) denilmiştir (meselâ bk. Taberî, XXI, 88-89; İbn Atıyye, IV, 356). Halbuki âyette kıyametin ne zaman kopacağı bilgisinin sadece Allah’a ait olduğu, kezâ hiç kimsenin yarın ne elde edeceğini ve nerede öleceğini bilemeyeceği, dolayısıyla bu bilgilerin de sadece Allah’a ait olduğu belirtilmekte; fakat yağmurun yağma zamanı ve rahimdeki bebek hakkında “Bunları da yalnız Allah bilir” gibi bir sınırlama bulunmamakta; sadece yağmuru Allah’ın yağdırdığı, dolayısıyla zamanını da bildiği; kezâ O’nun rahimlerdekini de bildiği ifade edilmektedir. Bu ifadeden kesinlikle bu iki konuda Allah’tan başkasının önceden bilgi sahibi olamayacağı anlamı çıkmaz; diğer bir ifadeyle âyette diğer üç konudaki bilginin yalnız Allah’a mahsus olduğu açıkça belirtilirken yağmurun vakti ve henüz doğmamış olan bebeğin cinsiyeti ve özellikleri hakkında, böyle bir sınırlamaya yer verilmemiştir; bu da –eski tefsircilerin iddiasının aksine– belirtilen iki konuda insanların önceden bilgi sahibi olabileceklerini gösterir. Nitekim çağımızda bilim bu noktaya gelmiştir. Ancak, kuşku yok ki bu, insanın belirtilen konularda veya benzerlerinde önceden bildiklerinin mutlaka aynıyla gerçekleşeceği anlamına gelmez; zira olmuş ve olacak tabiat olaylarını bütün yönleriyle eksiksiz bilen yüce Allah, insanların bilgilerini ve tahminlerini alt üst eden yeni durumlar yaratabilir ve böylece insanların olmasını bekledikleri olaylar gerçekleşmeyebilir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 344-345اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
عِنْدَ mekân zarfı olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِلْمُ muahhar mübteda olup merfûdur. السَّاعَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يُنَزِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الْغَيْثَۚ mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
يُنَزِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَا müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْاَرْحَامِۜ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَدْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur. مَاذَا istifhâm ismi, mukaddem mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَكْسِبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. غَداً zaman zarfı olup تَكْسِبُ fiiline mütealliktir.
مَاذَا تَكْسِبُ غَداً cümlesi تَدْر۪ي ’nin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَدْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur. بِاَيِّ car mecruru تَمُوتُۜ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
اَرْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَمُوتُۜ fiili تَدْر۪ي ’nin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
تَمُوتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عَل۪يمٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. خَب۪يرٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ - خَب۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mukadder soruya cevap olarak (Âşûr) gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned olan عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عِنْدَهُ mahzuf mukaddem habere müteallık, عِلْمُ السَّاعَةِۚ ise muahhar mübtedadır. Haber isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu isim cümlesinin haberi takdim edilmiştir.
Ayetteki takdim kasr ifade ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. “Saatin bilgisi sadece Allah katındadır, başka hiç kimsede bu bilgi yoktur” anlamını verir.
عِنْدَهُ, maksurun aleyh/sıfat, عِلْمُ السَّاعَةِۚ, maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuara Suresi 113)
عِنْدَهُٓ izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan عِنْدَ, tazim edilmiştir.
Cümlede müsned عِلْمُ السَّاعَةِۚ şeklinde veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir.
يُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ cümlesi, haber olan عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Yağmurun indirilişi tahsis ifade eder. Maksat sadece yağmuru Allah’ın indirdiğini haber vermek değildir. Çünkü bunu inkâr eden yoktur. Aynı zamanda yağış vaktinin bilgisinin de Allah’ta olduğunu bildirmektir. Cümlenin muzari fiil üslubunda gelmesi bu evrelerin ve koşulların değişim bilgisinin Allah’ın tekelinde olduğuna delalet etmek ve bunun nimet olduğunu hatırlatmak içindir. (Âşûr)
Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-91)
Aynı üslupta gelen وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِ cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. Car-mecrur فِي الْاَرْحَامِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sonra ينزل الغيث [yağmuru O indirir] sözü gelmiştir. Bunun yerine aynı manada ويعلم نزول الغيث veya benzeri bir söz buyurulmamıştır. Çünkü yağmurun indirilmesi yaratmayı ifade eder. İnsanın hayatı onunla başlamıştır ve maslahatı da onunla tamamlanır. Onun için nimete daha çok delalet eden ibare seçilmiştir. Muzari fiil; teceddüd ve tekrar ifadesi sebebiyle tercih edilmiştir. Arkadan يعلم ما في الأرحام [Rahimlerde olanı O bilir] cümlesi gelmiştir. Bu ilim cinsiyeti kapsadığı gibi bunun yanında tam veya noksan oluşunu, zeki olup olmadığını, uzun veya kısa oluşunu, bedeni ve psikolojik istidatlarını vs. her türlü hali ile alakalı ilmi kapsar, bedene mahsus değildir. Bu ilim rahimlerde zaman içinde olan her şeyi kapsar. Bu ilmin tekrarlanarak devam ettiğine delalet için muzari fiil gelmiştir. Âşûr da şöyle açıklamıştır: Bu ayetin ilk cümlesindeki عنده [O'nun nezdindedir] sözünde bu ilmin sadece Allah katında olduğunu ifade eden ihtisas manası vardır. Çünkü bu kelime, tekelleşmeyi ifade eder. Ayrıca bu müsnedün ileyhe takdim edilmiş bir zarftır ve ihtisas ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 518)
يعلم - عِلْمُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu ayette yağdırma eylemi hakiki olarak sahibine isnad edildiği için hakikat manasındadır.
وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ
Cümle, istînaf cümlesi …إن الله عنده cümlesine matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.
مَاذَا şeklindeki istifhâm harfi تَكْسِبُ fiilinin mukaddem mef'ûlüdür. مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ cümlesi تَدْر۪ي fiilinin mef'ûlü olarak mahallen mansubtur. Cümle talebî inşâî isnaddır.
Müsnedün ileyh olan نَفْسٌ ’deki tenvin kıllet ve cins ifade eder. Nefy sıyakında nekre selbin umumuna işarettir.
Aynı üslubta gelen وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ cümlesi, bu cümleye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ cümlesi, مَا تَدْر۪ي fiilinin iki mef'ûlü yerindedir. İstifham harfi بِاَيِّ , mecrur mahalde تَمُوتُۜ fiiline mütealliktir.
Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
بِاَيِّ ’nin muzafun ileyhi اَرْضٍ ’deki tenvin cins ifade eder.
Farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas, نَفْسٌ ,تَدْر۪ي ve مَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَيِّ - مَاذَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِاَيِّة أرضٍ şeklinde de okunmuştur. Sîbeveyhi أيُّ kelimesinin müennes yapılmasını, كُلُّ kelimesinin, Arapların كُلّتُهُنَّ (bütün kadınlar) sözünde müennes yapılmasına benzetmiştir. (Keşşâf)
Nefy siyakında gelen nekre müfred olursa, cemi olduğu hale göre daha umumi bir mana ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın, عَل۪يمٌ ve خَب۪يرٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
عَل۪يمٌ ve خَب۪يرٌ kelimelerinin her ikisi de mübalağa ifade eden kiplerdir. (Safvetu't Tefasir)
İlim ve haberdar olmak bir arada gelerek Allah'ın bunlarla kemal olarak vasıflandığını haber vermiştir. İlmi tamam ve kemal olan haberdar olur. İlminin çokluğuna ve haberdar olma kapasitesinin genişliğine delalet etmek için bu iki vasıf da mübalağa kalıbıyla gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 523)
Surenin son cümlesi mesel tarikinde tezyil olarak tetmim ıtnâbıdır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an
Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- ر , ي - رٌ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalardaki secî gibi son derece dikkat çekicidir.
Kur'an’daki bütün surelerde olduğu gibi bu surenin de son ayeti, hüsn-i inteha sanatının güzel bir örneğidir.
Bu sanatta mütekellim sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlar. Kur'an’daki sûrelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Kur'an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona erer ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer.
“Bir kimse, Lokman Suresini okursa kıyamet günü Hz. Lokman ona arkadaş olur ve bu surede zikredilen iyilikleri yapan ve zikredilen kötülüklerden sakınan insanların sayısının on katı kadar ona sevap verilir.” (Ebüssuûd)
Bazı insanlar vardır; kendisini ebeveyninin, eşinin ya da evladının ismiyle tanıtır. Bunun birden fazla sebebi olabilir ancak hepsinin kesiştiği bir nokta vardır: itibar. İnsanın, kendi kimliğini bir başkasıyla olan ilişkisiyle bütünleştirmesi sıkıntılı sonuçlara sebep olur. Bunlar özellikle de; o ilişkilerde bir değişim yaşandığı veya kimliğin yetersizliği hissedildiği zamanlarda ortaya çıkar.
Başkalarından beslenerek bir kimliğe sahip olmak dünyada geçici güzelliklere sebep olabilir. Ancak ahirette, insan, Allah’ın huzurunda, Allah’ın kulu olduğu bilinciyle yaptığı amelleriyle yapayalnız kalır. Peygamber Efendimiz (sav)’in kızı hz. Fatıma’yı: “Ey Resulullah’ın kızı Fatıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış; zira senin için de bir şey yapamam.” uyarısı, dünya üzerinde kimliğimizi doğru belirlemenin ve dünya hayatını ona göre yaşamanın önemini bize de hatırlatır.
Her insan; bir evlat, bir eş veya bir ebeveyn olmadan önce: Allah’ın kuludur ve bu hiçbir zaman değişmez. İnsan kimliğini, Allah’ın kulu olmak üzerine inşa ettiği zaman: hayatının her alanında, yüklendiği her rolde çok daha başarılı ve mutlu olur çünkü artık o rollerin hepsi, çok daha değerli bir kimliğin bir parçasıdır. Böylece insan kendisine dönüp yanlışlarına müdahale edebilir, beklentilerini doğru seviyede tutabilir ve sorumluluklarını üstlenebilir.
Ey Allahım! Dünya üzerinde yarattığın - farkında olduğumuz ya da olmadığımız - müthiş düzenin her parçası için hamd ederiz. Bizi, Seni bize hatırlatan delilleri görenlerden ve şükredenlerden eyle. Dünya hayatının aldatmasından Sana sığınırız. Dünyada bulunduğumuz her anımızı Senin kulun olduğumuz bilinciyle yaşamamız, her işimizi Senin rızan için yapmamız ve dünya üzerinde bize nasip ettiğin rollerin (evlat, eş, ebeveyn, arkadaş gibi) kıymetini bilerek hakkını vermemiz için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Zorluklarımızı kolaylaştır. Sıkıntılarımızı şifalandır. Bizi affet. Bizden razı ol.
Amin.
***
Lokman Suresi 34. ayetinde yer alan ‘hiç kimse nerede öleceğini bilemez’ ifadesini okuduktan sonra aynasına yapıştırdığı kağıdı okudu:
“Nasıl ölmek istiyorsan, öyle yaşa!”
Bu cümlenin gölgesinde yaşamak istiyordu. Zira ölüm bir andı ve ne zaman geleceği belirsizdi. Kıyafetlerine, düşüncelerine, kelimelerine ve işlerine çekidüzen vermek için elinden geleni yapan arkadaşını düşündü.
O, haramdan ve haramın işlendiği mekanlardan uzak durmaya çalışırdı. Zira öyle bir halde ve yerde canını teslim etmek istemezdi. Nefsinin heveslerinden başını kaldırdığında Allah’a sığınır, O’ndan af dilerdi. Kelimelerine dikkat eder, küfürden ve bedduadan sakınırdı. Son anında, Allah’ın adını söylemek isterdi. Son anının, ömrünün en güzel anı olması için dua ederdi.
Derdi ki: “Dua ettikten sonra duanın kabulüne de hazırlanmak gerekir.” Bunu da hamile bir kadının doğacak bebeği için hazırlık yapmasına ve doğum anı yaklaştığı zaman doğru yerde, doğru kişilerle bulunmaya çalışmasına benzetirdi. Sonra tebessüm eder, ölümün de bir doğum yani bir kavuşma hali olduğunu söyler ve her seferinde benzer duayı mırıldanırdı:
Ey Allahım! Bizi rızana uygun şekilde yaşayıp, rızana uygun şekilde ölenlerden eyle. Kalan ömrümüz maddi-manevi afiyet içinde geçsin ve ölümümüz Senin katından gelen rahmet rüzgarlarıyla gelsin. Bizi Senin adın ile yaşayanlardan ve yine Senin adın ile ölenlerden eyle. Canımızı teslim ettiğimizde, sadece bizim değil, etrafımızdaki herkesin dilinde ve kalbinde Senin adın olsun. Dirildiğimiz gün bizi selam ile, hamd ile Sana ve Senin sevdiklerine kavuşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji