4 Mart 2025
Nahl Sûresi 7-14 (267. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 7. Ayet

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ  ...


Onlar ağırlıklarınızı, sizin ancak zorlukla varabileceğiniz beldelere taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَحْمِلُ ve taşırlar ح م ل
2 أَثْقَالَكُمْ ağırlıklarınızı ث ق ل
3 إِلَىٰ (uzak)
4 بَلَدٍ şehirlere ب ل د
5 لَمْ
6 تَكُونُوا olmadığınız ك و ن
7 بَالِغِيهِ varıyor ب ل غ
8 إِلَّا dışında
9 بِشِقِّ zahmetler çekmek ش ق ق
10 الْأَنْفُسِ canlar(ınız) ن ف س
11 إِنَّ doğrusu
12 رَبَّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
13 لَرَءُوفٌ çok şefkatlidir ر ا ف
14 رَحِيمٌ çok acıyandır ر ح م
Sûrenin ilk âyetinde yüce Allah’ın, putperestlerce ileri sürülen ortaklardan münezzeh olduğu, 2. âyetinde O’ndan başka tanrı bulunmadığı ifade buyurulduktan sonra 18. âyete kadar olan bölümde de bu gerçeği kanıtlamak üzere O’nun varlığının, birliğinin ve yaratıcı kudretinin bazı delilleri gösterilmekte, insanın yararlanmakta olduğu ilâhî lutuf ve nimetler hatırlatılmakta, nimetin sahibini tanıyıp O’na şükretmek gerektiği uyarısında bulunulmaktadır. 
 Tasavvuf ve felsefe kültüründe “büyük âlem” denilen yer ve göklerle “küçük âlem” denilen insanın yaratılması ve yaratılış keyfiyeti, insanı kuşatan canlı ve cansız tabiatın ona yararlı olacak şekilde nimet ve imkânlarla donatılması hep Allah’ın varlığına ve hikmetli yaratıcılığına delâlet etmektedir. 8. âyette Allah’ın, burada sayılanlar dışında, o günkü insanların veya her devirde yaşayanların bilmedikleri daha başka şeyler de yaratmakta olduğu ifade edilmek suretiyle hem yaratılışın akıp giden bir süreç olduğu belirtiliyor hem de insanlarda, gördükleriyle yetinmeyip tabiatın gizliliklerini keşfetme merakı uyandırılması hedefleniyor, bu keşiflerin Allah inancının gelişip güçlenmesine katkıda bulunacağına işaret ediliyor.
 Yeryüzünde insandan başka hiçbir varlık Allah’a karşı gelme gücüne ve özgürlüğüne sahip değildir. Bu sebeple 3. âyette insanın yaratılış sürecine dikkat çekilerek (bu hususta geniş bilgi için bk. Mü’minûn 23/12-14), “bir damla su”dan, bir spermden yaratılan insanın, yaratanına karşı çıkacak kadar irade ve eylem gücüyle, özgürlüğüyle donatıldığına, “alelâde bir nesne iken böylesine yüksek ve şerefli bir düzeye ulaşması”na (Râzî, XIX, 226); bunun da ilim ve hikmet sahibi yüce yaratıcının varlığı, birliği ve ulu kudretinin delili olduğuna dikkat çekilmesi son derece anlamlıdır. 
Müfessirler, 5 ve 6. âyetlerde, diğer maddî ve psikolojik faydaları yanında bilhassa tüylerinden, sütlerinden ve etlerinden istifade edilmek üzere yaratıldığı bildirilen ve en‘âm kelimesiyle ifade edilen hayvanların koyun, keçi, sığır ve deveden ibaret olduğunu belirtirler. 8. âyette ise at, katır ve eşek cinsinin diğerlerinden ayrı zikredilmiş; bunların taşıma aracı ve ziynet olarak yaratıldığı bildirilirken etlerinden ve sütlerinden söz edilmemiştir. Bazı fakihler bu ifadeleri de dikkate alarak, bu üç hayvanın etlerinin ve sütlerinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu âyetlerin Allah’ın yaratıcılığı ve nimetleriyle ilgili olduğu, buradan hareketle etleri yenen ve yenmeyen hayvanlar hakkında hüküm çıkarmanın isabetli olmayacağı kanaatindedirler (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1145 vd.; Râzî, XIX, 229-230; İbn Âşûr, XIV, 107-110).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 379-380
رأف Raefe : رَاْفَةٌ lafzı merhamet etme, şefkat gösterme veya acımadır. Merhamet eden, şefkat gösteren ve acıyana da رَإِفٌ ve رَؤُوفٌ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Râfet ve Rauf’dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَحْمِلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. اَثْقَالَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰى بَلَدٍ  car mecruru  تَحْمِلُ  fiiline mütealliktir. لَمْ تَكُونُوا  cümlesi,  بَلَدٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تَكُونُوا  nakıs, ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. تَكُونُوا  ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  بَالِغ۪يهِ  kelimesi  تَكُونُوا ’nün haberi olup nasb alameti  ي ’dir. İzafetten dolayı  ن  hazfedilmiştir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِشِقِّ  car mecruru  الِغ۪يهِ ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْاَنْفُسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette isim cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَالِغ۪ي  ; sülâsî mücerredi  بلغ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

 

 

اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

 

İsim cümlesidir . اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبَّكُمْ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. رَؤُ۫فٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup  damme ile merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

رَؤُ۫فٌ  -  رَح۪يمٌۙ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la 5. ayetteki …ف۪يهَا دِفْءٌ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Müspet muzari fiil sıygasında, lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiiller, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَحْمِلُ  fiiline müteallik olan  اِلٰى بَلَدٍ ’deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.

اَثْقَالَكُمْ ’den murad; ağırlıklar, yolcunun eşyasıdır. Yahut kendi bedenleridir. İbni Abbas (r.a) memleketlerden muradın, Yemen, Mısır ve Şam olduğunu İkrime ise Mekke olduğunu söylemiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِ  cümlesi  بَلَدٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Menfi muzari sıygada gelen nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberi olan  بَالِغ۪يهِ  izafeti, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade için izafetle gelen  بِشِقِّ الْاَنْفُسِ , müsned olan  بَالِغ۪يهِ ’daki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

اِلَّا  istisna edatı, بِشِقِّ الْاَنْفُسِ  muhatap zamirinin halinden istisna edilen müstesnadır.  

تَحْمِلُ - اَثْقَالَكُمْ - بِشِقِّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِشِقِّ الْاَنْفُسِ  ifadesi iki tevilden birine göre istiaredir. O (tevil) de mananın “Bu beldelere, ancak büyük meşakkat ve yorucu mesafe uzaklığı yüzünden (bitkin düşen) canlarınızın yarısıyla ulaşabilirsiniz.” şeklinde olmasıdır. Çünkü  شِقِّ  bir nesnenin iki parçasından biridir. Arapların (çok sevilen biri için söyledikleri) شقيق النفس (canın yarısı) sözleri de bu manadadır ki o (sevilen), sevenin canıyla kaynaştığı için onun yarısı gibidir.

Allah Teâlâ’nın burada zikrettiği  شِقِّ  kelimesinin “meşakkat, yorgunluk, gayret ve çaba” anlamında olduğunu söyleyen görüşe göre ifade istiare sınırı dışına çıkar, hakikat olur. Buna göre Yüce Allah sanki “Nefislerinizin ancak meşakkat ve yorgunluk çekmesiyle ulaşabileceğiniz beldeler” demiş olur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ  [Yüklerinizi ulaşamayacağınız memlekete taşır.] çünkü hayvanlar olmasa ve yaratılmasa idi, hele sırtınızda yükle hiç ulaşamazdınız, اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ [Ancak külfet ve meşakkatle ulaşırdınız.] Fetha ile  بشَقٍ  da okunmuştur, o da lügattir. Meftuh olması durumunda  بشَقٍ  kelimesi  شَقَ الامر ’den mastar olduğu da söylenmiştir ki aslı çatlamak manasındadır. Meksûr  بِشِقِّ  ise yarı manasında olup, sanki zorluktan yarı gücünüz gider demektir. “Şüphesiz Rabbiniz elbette çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” çünkü onları yaratarak yararlanmanız ve işinizi kolaylaştırmak için size acımıştır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)


اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّٓ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبَّكُمْ  izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamiri dolayısıyla muhataplar, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafette Allah’ın rububiyet vasfını öne çıkarma kastı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Allah'ın  رَؤُ۫فٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhte sürekli varlığına, onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

رَبَّ - رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  cümlesi,  والأنْعامَ خَلَقَها  için ta’liliyyedir. Yani “Onları bu menfaatler için yaratmıştır. Çünkü Rabbiniz çok affedici ve mağfiret edicidir.” demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

اِنّ۪ٓ  ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنّ۪ٓ  kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.2 s.176) 

Nahl Sûresi 8. Ayet

وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ  ...


Hem binesiniz diye, hem de süs olarak atları, katırları ve merkepleri de yarattı. Bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْخَيْلَ ve atları خ ي ل
2 وَالْبِغَالَ ve katırları ب غ ل
3 وَالْحَمِيرَ ve merkepleri ح م ر
4 لِتَرْكَبُوهَا binmeniz için ر ك ب
5 وَزِينَةً ve süs için ز ي ن
6 وَيَخْلُقُ yaratmaktadır خ ل ق
7 مَا şeyleri
8 لَا
9 تَعْلَمُونَ sizin bilmediklerinizi ع ل م

وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ 

 

الْخَيْلَ  atıf harfi  وَ ’la 5. ayetteki  الْاَنْعَامَ ’ye atfedilmiştir. 

Fiil cümlesidir. الْخَيْلَ , mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  خلق (yarattı) şeklindedir. الْبِغَالَ  ve الْحَم۪يرَ  kelimeleri  الْخَيْلَ ’ye matuf olup, fetha ile mansubdur. 

لِ  harfi, تَرْكَبُو  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile mukadder  خلق  fiiline mütealliktir.

تَرْكَبُو  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ز۪ينَةً  atıf harfi  وَ ’la masdar-ı müevvele matuftur.  ز۪ينَةً  mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı

1) Harfi cersiz kullanımı: Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b) Nekre (belirsiz) olmalıdır. c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d) Fiilin faili ile mef’ulün faili aynı olmalıdır. e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ulün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَخْلُقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَۚ ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsulun sılası  لَا تَعْلَمُونَ ’dir. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, تعلمونه  şeklindedir. Îrabtan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ 

 

الْخَيْلَ  atıf harfi  وَ ’la 5. ayetteki  الْاَنْعَامَ ’ye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

الْخَيْلَ  mahzuf fiilin mef’ûlün bihidir. Takdiri, خلق (yarattı)’dir. Amilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

وَالْبِغَالَ  ve  وَالْحَم۪يرَ , temâsül nedeniyle  وَالْخَيْلَ ’ye atfedilmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةً  cümlesi, harf-i cerle mukadder  خلق  fiiline mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar-ı müevvelin mahalline matuf olan  ز۪ينَةً , mef’ûlün lieclihtir.

لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةً  ile  ز۪ينَةً  kelimeleri arasında isim ve fiil arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)

Yaratılanların at, katır ve merkep olarak sayılıp, onların binmek ve süs özellikleri belirtilerek taksim sanatı yapılmıştır.

خَيْلَ - بِغَالَ - حَم۪يرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cenab-ı Hak bu ifadeleri, önce geçmiş olan  الأنعام  lafzına atfederek “Allah,  الأنعام ’ı, şu ve şu şeyler için; bunları ise binilmeleri için yaratmıştır.” buyurmuş olur. Cenab-ı Hak,  “hem ziynet için” buyurmuştur ki yani “Allah onları ziynet olsunlar diye yarattı.” demektir. Zeccâc, bu ifadenin, mef’ûlün leh olup manasının ise “Allah onları ziynet için yarattı.” şeklinde olduğunu söylemiştir. Cenab-ı Hak, at, katır, eşek gibi şeylerden bahsetmiş ve bunların binmek için yaratıldıklarını bildirmiştir ki bu da, yeme (helal olma) işinin  الأنعام  kelimesine tahsis edildiğini ifade eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ [Atları, katırları ve merkepleri] ifadesi,  5.ayetteki  الأنعام  kelimesine matuftur.  لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةً [binmeniz ve ziynet için] yani onlara binmeniz ve onlarla süslenmeniz içindir. Bunların  لِتَرْكَبُوهَا ’nın mahalline ma’tûf olduğu da söylenmiştir. Ayette üslubun لِتَرْكَبُو  şeklinde masdar-ı müevvelle gelerek değişmesi, ziynetlendirmenin hâlikın işi olmasından, binmenin ise mahlukun işi olmasındandır. Bir de onları yaratmaktan maksat binmektir. Ziynetlenmek ise dolaylı olarak meydana gelmektedir.  وَ  olmadan  ز۪ينَةً  de okunmuştur ki o zaman binmenin sebebi olur ya da iki zamirden birinin hal’i yerinde olur yani  متزينين  yahut  متزينيناً پها  demek olur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)


 وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la mukadder  خلق  fiile atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Nahl Sûresi 9. Ayet

وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟  ...


Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَلَى ve aittir
2 اللَّهِ Allah’a
3 قَصْدُ doğru ق ص د
4 السَّبِيلِ yol س ب ل
5 وَمِنْهَا fakat onun vardır
6 جَائِرٌ eğrisi de ج و ر
7 وَلَوْ şayet
8 شَاءَ dileseydi ش ي ا
9 لَهَدَاكُمْ doğru yola iletirdi ه د ي
10 أَجْمَعِينَ hepinizi ج م ع
Doğru yolu göstermek Allah’a aittir ve O, lutuf ve keremiyle kullarına doğru yolu mutlaka gösterir. İnsanların, bildikleri ve bilmedikleri bütün varlıkları yoktan yaratan, onların bir kısmından insanların yararlanmasını mümkün kılan Allah Teâlâ olduğu gibi, insanların doğru ve adaletli yolu görmelerine, o yolda yürümelerine, bu suretle evrenin en seçkin varlığı olarak insan olmanın şerefine uygun bir hayat tarzını benimseyip yaşamalarına imkân veren de O’dur. Yukarıdaki âyetlerde sıralanan delilleri iyi düşünüp değerlendiren bir insan, Allah’a giden doğru yolu da bulmuş olur. Ama yolun eğrisi de vardır; yani insan hayatı seçeneksiz, tek çizgi değildir; aksine insanlar kendi iradelerine göre Allah’ın doğru yol olarak bildirdiğini seçebilecekleri gibi yanlış bir yol da tutabilirler. “Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” Ama O, bu konuda insanları özgür bıraktı, tercihlerinin sonucundan da sorumlu tuttu. Şu halde insan bu sorumluluğunu asla unutmamalı; kendisinin, özgürlükten yoksun oldukları için sorumluluk da taşımayan diğer canlılardan farklı olduğunu, özgürlüğünün bir ayrıcalık olduğu kadar bir imtihan sebebi de olduğunu bilmeli; nasıl bir yol tuttuğunu, nasıl inandığını, nasıl yaşadığını çok iyi düşünüp değerlendirmelidir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 380

وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. قَصْدُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, بيان قصد السبيل (Yolun amacını açıklamak) şeklindedir. السَّب۪يلِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

وَ  itiraziyyedir.  مِنْهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جَٓائِرٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  

جَٓائِرٌ , sülasi mücerredi  جور  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ  gayr-i cazim şart harfidir. شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri;  هدايتكم (Sizin hidayetiniz) şeklindedir.   

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

هَدٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَجْمَع۪ينَ  kelimesi  هَدٰيكُمْ ’deki hitap zamiri için manevi tekid olup, nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Tekid, tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (ٌمُؤَكَّد) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Lafzî Tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. 

Manevi te’kid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. Ayette manevi te’kid şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  قَصْدُ السَّب۪يلِ  muahhar mübtedadır. Muahhar mübtedanın, takdiri  بيان  [Açıklamak] olan muzâfı mahzuftur.

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

قَصْدُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.

Sebil kelimesi Allah'ın hidayet yolunu gösterme vaadini belirtmek için Kur'an'da çok kere عَلى harfiyle birlikte müstear olarak kullanılmıştır.  إنَّ عَلَيْنا لَلْهُدى [Muhakkkak ki hidayet bize aittir] (Leyl 12) ayetinde olduğu gibi. Bu beyan ve vaadin yükümlüğü muhatabın hakkına ve görevine benzetilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

قَصْدُ السَّب۪يلِ  ibaresinde istiare sanatı vardır. Bu ifadede doğru yol manasındaki  السَّب۪يلِ , iyi ameller için müstear olmuştur. İyi ameller amaca götüren yola benzetilmiştir. Vech-i şebe, her ikisindeki hedefe ulaştırma özelliğidir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

Alimlerimiz ayetteki  وَعَلَى اللّٰهِ  “Allah üzerinedir, Allah'a aittir.” ifadesi ile “Allah'ın fazlı ve keremi ile hak yolu ve hak dini beyan etmesi, Allah'a aittir.” manası kastedilmiştir. Allah'ın dalalete sevk etme ve saptırmasının nasıl olduğunu beyan etmesi ise gerekmez demişlerdir. İşte bu ifadeden kastedilen bu manadır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

قَصْدُ السَّب۪يلِ , doğru ve istenen yola gitmek için yolun yardımını almak demektir. Mesela, طريق قاصد  ifadesi, maksada ulaştıran yol, demektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)


وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ 

 

وَ  itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

مِنْهَا  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جَٓائِرٌ  takdiri  سَّب۪يلِ  olan mahzuf muahhar mübtedanın sıfatıdır. 

جَٓائِرٌۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ [Doğru yolu göstermek Allah’a aittir] yani doğru yolun gösterilmesi, beyan edilmesi Allah’a aittir, demektir. Burada göstermek anlamındaki kelime olan muzâf, hazf edilmiştir. Daha sonra Cenab-ı Hak, وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ [Ondan bazısı ise eğridir.] buyurmuştur. Bu “meyleden, sapan yollar vardır” demektir. Arapçada چور  haktan sapmak, meyletmek demektir.  مِنْهَا  kelimesindeki zamir,  السَّب۪يلِ ’e racidir. Yol/ السَّب۪يلِ  kelimesi, Hicazlılara göre müennestir. Bu, “Bazı yollar haktan sapmıştır, hakka doğru değildir.” demektir. O yollar da küfrün ve dalaletin çeşitli yollarıdır. Cenab-ı Hakk’ın “Eğer dileseydi, muhakkak hepinizi toptan hidayete erdirirdi.” cümlesi, Allah Teâlâ’nın kâfirleri hidayete erdirmeyi dilemediğine ve onların iman etmelerini istemediğine delalet eder. Çünkü لَوْ  (eğer) edatı, bir şeyin olmamasından ötürü, diğer bir şeyin de olmayacağını ifade eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

سبيل جاءر  ifadesi istiaredir. Çünkü جاءر  “kendisini yoldan saptıran kişi” demektir. Nitekim (birisi) yolunu şaşırdığında  جار الرجل عن الطريق (Adam yoldan saptı) denir. Ancak Araplar, “düzgün ve doğru gidilen yol” anlamında  طريق قاسدٌ , dedikleri için “sapılan (yanlış) yol” anlamında  طريقٌ جارٌ  demeleri de caiz olmuştur. Bu tabirler, eylemlerin mekâna isnat edilmesine (mekâniyye alakası) dayanan aklî/isnadi mecazlardır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

 

وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘ la istînâfa atfedilmiştir. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. 

Şartın cevabı olan ve  لَ  karinesiyle gelen  لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.) 

Ayette icâz-ı hazif vardır. شَٓاءَ  fiilinin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri;  لو شاء هدايتكم (Sizin hidayetinizi dileseydi…) şeklindedir.

Genel olarak  شَٓاءَ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibhâm; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اَجْمَع۪ينَ  manevî tekid lafızlarındandır. Manevî tekid lafızları, cümlede cüzleri tekid eder.

Nahl Sûresi 10. Ayet

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ  ...


O, gökten sizin için su indirendir. İçilecek su ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla meydana gelir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O’dur
2 الَّذِي
3 أَنْزَلَ indiren ن ز ل
4 مِنَ -ten
5 السَّمَاءِ gök- س م و
6 مَاءً bir su م و ه
7 لَكُمْ sizin için
8 مِنْهُ ondandır
9 شَرَابٌ içeceğ(iniz) ش ر ب
10 وَمِنْهُ ve ondandır
11 شَجَرٌ (bitkiler) ش ج ر
12 فِيهِ onda
13 تُسِيمُونَ hayvanları otlattığınız س و م
“Gökten indirilen su”, Kur’an’ın en çok başvurduğu kozmik delillerdendir. Bunun sebebi de, bütünüyle hayatın varlığı ve devamının suya bağlı bulunması ve suyun yararlanılabilir hale gelmesinde yağmurun taşıdığı önemdir. Bütün gezegenler içinde dünyanın bilinen en farklı özelliği, Allah’ın burada suyu yaratmış olmasıdır. Ayrıca yağmurun insan ve diğer canlılar, bitkiler için taşıdığı özel önem dolayısıyla konumuz olan âyette de görüldüğü gibi Kur’an’da yağmur ve onun sonuçları sayesinde elde edilen bazı temel ürünler bilhassa hatırlatılmakta, Allah’ın bu benzersiz lutfuna dikkat çekilerek bunlar üzerinde düşünmek, lutuf sahibini tanıyıp şükretmek gerektiği bildirilmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 382

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsulun sılası  اَنْزَلَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline veya  مَٓاءً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. مَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْهُ  car mecruru  شَرَابٌ ’un mahzuf haline mütealliktir.  شَرَابٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. 

مِنْهُ شَجَرٌ  atıf harfi  وَ ’la  مِنْهُ شَرَابٌ ’a matuftur. ف۪يهِ  car mecruru  تُس۪يمُونَ  fiiline mütealliktir. تُس۪يمُونَ  cümlesi شَجَرٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

تُس۪يمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. 

تُس۪يمُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi سوم ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede her iki rüknun de marife olması kasr ifade etmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ  maksûr/mevsûf,  الَّـذ۪ٓي  sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. Gökten su indirme fiilinin faili Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık bu fiili yapamaz.

Haber konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan  اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak, tazim ve gelen habere dikkat çekmek içindir.

مَٓاءً ’deki nekrelik, kesret ve tazim ifade eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَٓاءً  için sıfat konumundaki  لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شَرَابٌ  muahhar mübtedadır. 

مِنْهُ  car-mecruru,  شَرَابٌ ‘un mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mübtedanın tenkiri nev, tazim ve kesret ifade eder.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelen  مِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatlarının bulunduğu cümle, önceki isim cümlesi gibi lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مِنْهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شَجَرٌ  muahhar mübtedadır.

مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ  ifadelerindeki  مِنْ  harf-i cerlerinde tecrîd sanatı vardır.

Terim olarak tecrîd, “mükemmelliğinde mübalağa yapmak için nitelendirilmiş bir durumdan, aynı nitelikte olan başka bir durumun çekip çıkarılması”dır. Bununla kendisinden çıkarılma yapılan birinci durumun kemâli hususunda mübalağa amaçlanmaktadır. (Kazvînî, el-Îzâh, s. 274)

ف۪يهِ تُس۪يمُونَ  cümlesi  شَجَرٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. ف۪يهِ  car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan  تُس۪يمُونَ  fiiline takdim edilmiştir.

ف۪يهِ تُس۪يمُونَ  ifadesinde istiare sanatı vardır. Zarfiye olan  ف۪ٓي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü zarfa benzetilen otlak hakiki manada içine girilmeye müsait değildir. Câmi, her iki durumdaki mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

Son ayetlerde Allah'ın insanlar için yarattığı nimetlerin sayılmasında aslında onun yaratıcı kudretini muhataplara bildirmek manası vardır. Bu üslup idmâc sanatıdır.

Zarfiye anlamındaki  ف۪ي  harf-i cerinin gelişi belâgi inceliklerdendir.  إسامَةُ  yenecek otların bulunduğu yer demektir. Yemek bu yerin içinde değil altındadır. Yani bu tabir develeri otlağa salmak manasındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

شَرَابٌ - مَٓاءً  ve  شَجَرٌ - تُس۪يمُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  شَرَابٌ  ve شَجَرٌ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.

Sudan elde edilen faydaların ayrı ayrı belirtilmesi taksim sanatıdır.

Nahl Sûresi 11. Ayet

يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  ...


Allah o su ile size; ekin, zeytin, hurma ağaçları, üzümler ve her türlü meyvelerden bitirir. Elbette bunda düşünen bir kavim için bir ibret vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُنْبِتُ bitirmektedir ن ب ت
2 لَكُمْ size
3 بِهِ onunla
4 الزَّرْعَ ekinler ز ر ع
5 وَالزَّيْتُونَ ve zeytin ز ي ت
6 وَالنَّخِيلَ ve hurma ن خ ل
7 وَالْأَعْنَابَ ve üzümler ع ن ب
8 وَمِنْ ve
9 كُلِّ her çeşitten ك ل ل
10 الثَّمَرَاتِ meyvalar ث م ر
11 إِنَّ şüphesiz
12 فِي
13 ذَٰلِكَ bunda
14 لَايَةً ibret vardır ا ي ي
15 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
16 يَتَفَكَّرُونَ düşünen ف ك ر
نخل Nehale : نَخْلٌ bildiğimiz hurma ağacı demektir. Bu lafız hem tekil hem de çoğul hakkında kullanılır. Ayrıca çoğulu نَخِيلٌ şeklinde de gelebilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) (Büşra Saicde Yılmaz)

يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ

 

Fiil cümlesidir.  يُنْبِتُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir. لَكُمْ  car mecruru  يُنْبِتُ  fiiline mütealliktir. بِ  sebebiyyedir.  بِهِ  car mecruru  يُنْبِتُ  fiiline mütealliktir.  الزَّرْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  الزَّرْعَ ’ya matuftur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ كُلِّ  car mecruru mahzuf sıfata mütealliktir. Takdiri; وشيئا من كلّ (Tamamından bir şey) şeklindedir. مِنْ  teb’ziyyedir. الثَّمَرَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

يُنْبِتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نبت ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir, 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup fethaa ile mansubdur. لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَةً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi,  لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)   

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَكُمْ  ve  بِهِ  car mecrurları, ihtimam için mef’ûllere takdim edilmiştir.

Birbirine atfedilmiş mef’ûl konumundaki  الزَّرْعَ - الزَّيْتُون - النَّخ۪يلَ - الْاَعْنَابَ  kelimelerinin atıf sebebi temasüldür.

وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ  car mecruru, mahzufun sıfatına mütealliktir. Takdiri, …وشيئا من كلّ  (Tamamından bir şey) şeklindedir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Sayılan meyvelere atfedilen  وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ , umumun hususa atfı babında ıtnâb sanatıdır.

مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ  ibaresindeki  مِنْ  ba’diyet,  بِهِ ’deki  بِ  harfi sebebiyet içindir.

الزَّرْعَ - لزَّيْتُونَ - النَّخ۪يلَ - الْاَعْنَابَ - الثَّمَرَاتِۜ - يُنْبِتُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Meyvelerin inbatı (yeşermesi) Allah’a isnad edilmiştir. Sebepleri ilham etmesinde ve asılları yaratmasında Allah’ın, insanların kendilerinde kudret var zannederek gururlanmalarını def etmek için bir tenbih vardır. Bundan dolayı bunda daha nice incelikler var diyerek  اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  buyurmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Yukarıdaki ayetlerde önce hayvanların besinlerinden, ardından insanların yiyeceklerinden belli bir sıraya göre bahsedilmesi Beyzâvî’nin dikkatini çekmiş ve bu sıralanıştaki sırrı son derece veciz ifadelerle şu şekilde ifade etmiştir: “Belki de hayvanların otlayacağı şeylerin insan yiyeceklerinden önce zikredilmesi, onların neticede (et, süt gibi) hayvansal gıdalara dönüşmelerindendir. Bunlar da gıdaların en kıymetlileridir. Ekinin meyvelerden (zeytin, hurma, üzüm) önce zikredilmesi de üstünlüğündendir. Üç meyve cinsinin açıklanıp sıralanması da bu hesaba göredir.” 

Bitkiler, hayvanların ve insanların beslenmeleri açısından iki kısımdır. Normalde ibarede insanların beslenecekleri yiyeceklerin önce zikredilmesi uygun olurdu, ancak hayvanlar bitkilerle beslendikten sonra o bitkiler artık hayvandan bir parça oluyor ve et, süt gibi hayvansal gıdaya dönüşüyor. Bu tür gıdalar da bitkisel gıdalardan daha üstündür. Bu itibarla hayvan yiyecekleri insanınkinden üstün oluyor. Bunun için birinci ikinciye takdim edilmiştir.

Bitkisel gıdalar ayrıca ekin ve meyve olmak üzere de iki kısımdır. Ayette  الزَّرْعَ  lafzıyla ekine  وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ  lafzıyla da meyvelere işaret edilmiştir. Ekinlerin beslenme bakımından meyvelere göre üstün olduğunda şüphe yoktur. Meyvelerin en üstünleri de zeytin, hurma ve üzümdür. Bundan dolayı “her türlü meyveler” diyerek kapalı bir ifade kullanırken bu üçünün adını özel olarak zikretmiştir. Bu üç meyvenin de en üstünü zeytindir. Zira o pek çok faydasından dolayı gıda olarak tüketildiği gibi içindeki yağı dolayısıyla başka alanlarda da kullanılmaktadır. Hurma da üzümden üstündür. Bu yüzden ekini meyveye, zeytini hurmaya, hurmayı üzüme takdim etmiştir.

Müfessirimiz ayetin, “İşte bunlarda düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır.” lafzıyla sona ermesindeki hikmeti de şu şekilde açıklar: “Bütün bu açıklananlar yaratıcının varlığına işarettir. Çünkü kim şöyle düşünürse tohum yere düşer, ona topraktan nem sızar, içine işler, böylece üstten çatlar ve ondan bitkinin gövdesi çıkar. Alttan da yarılır ve buradan da kökleri çıkar. Sonra büyür, ondan yapraklar, çiçekler, tomurcuklar ve meyveler çıkar. Bunların her biri içine şekilleri ve tabiatları ayrı cisimleri alır, halbuki maddesi, aşağıdaki tabii durumlar ve atmosfere ait etkiler hep birdir. İşte kim bu şekilde düşünürse bilir ki bu ancak seçme yetkisi kendisinde bulunan ve zıtların çekişmesinden azade bir yaratıcının işiyledir. Belki de ayetin bu şekilde sonlanması bu yüzdendir.” (Süleyman Gür, Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanış - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ayette geçen meyvelerin elif lamla marife gelişi cins içindir. Su ile yetişen yeryüzündeki ürün cinsleri ve her milletten insanın bulunduğu yer ve ortamdaki ürünler kastedilmiştir.  مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ  ibaresindeki  مِنْ  ba’diyyedir. Her milletin nail olduğu nimetleri çeşitlendirme amaçlanmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Cümledeki takdim işaret edilenin önemine binaendir. 

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden, uzak için kullanılan işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilen içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilen, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

لِقَوْمٍ  car mecruru  لَاٰيَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  اٰيَةً ‘in nekre gelişi, nev, kesret ve tazim,  قَوْمٍ ‘deki nekrelik ise muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder. 

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi, hudus teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Cümle  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Allah'ın insanlar için yarattığı nimetlerin sayılmasında taksim, bu sayılanların tefekkür eden kavim için ayet olmasında cem sanatı vardır.

Son ayetlerde Allah'ın insanlar için yarattığı nimetlerin sayılmasında aslında onun yaratıcı kudretini muhataplara bildirmek manası vardır. Bu üslup idmâc sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen,  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176) 

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Bunun tefekkür vasfına bağlanması; tedricen oluşumuna gizli bir işarettir. Allah Teâlânın ilâhi kudretinin delillerine rağmen hidayet etmeyen müşriklere tariz vardır. Çünkü onlar tefekkür etmeyen bir kavim idiler. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

اٰيَاتٍ  [ayetler] umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dilbilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Nahl Sûresi 12. Ayet

وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ  ...


O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَسَخَّرَ hizmetinize verdi س خ ر
2 لَكُمُ sizin
3 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
4 وَالنَّهَارَ ve gündüzü ن ه ر
5 وَالشَّمْسَ ve güneşi ش م س
6 وَالْقَمَرَ ve ay’ı ق م ر
7 وَالنُّجُومُ ve yıldızlar da ن ج م
8 مُسَخَّرَاتٌ boyun eğdirilmiştir س خ ر
9 بِأَمْرِهِ O’nun emriyle ا م ر
10 إِنَّ şüphesiz
11 فِي
12 ذَٰلِكَ bunda
13 لَايَاتٍ ibretler vardır ا ي ي
14 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
15 يَعْقِلُونَ aklını kullanan ع ق ل
Gece ile gündüzün, ay ile güneşin ve bir kıraate göre (bk. Zemahşerî, II, 324; İbn Atıyye, III, 382) yıldızların, çeşitli renklerdeki nebatatın insanların hizmetine verilmesi mecazi bir anlatım olup maksadı şudur: Dünyanın kutup bölgeleri dışındaki yerlerinde gece ve gündüz, insanın bedensel ve psikolojik sağlığına, çalışma ve istirahat etme ihtiyacına uygun periyotlarla, kusursuz bir düzen içinde yer değiştirmektedir; bu suretle –aksi de mümkün olmakla birlikte– genellikle gece insanların dinlenmesine, gündüz de çalışmasına daha elverişli kılınmıştır. Güneşin, ayın ve yıldızların, yeryüzünde hayatın oluşması, gelişmesi ve kolaylaşması yönündeki rolü de yeryüzü varlıkları içinde en çok insanlara yaramaktadır; çeşitli bitkilerden de birçok canlı istifade etmektedir. Ama sonuçta bütün canlılar içinde yeryüzünün imkânlarını kendi lehine en iyi şekilde kullanan varlık insandır. İşte bütün bu özellikleriyle gece ve gündüz, ay, güneş, yıldızlar ve yeryüzünün muhtelif bitkileri, doğru düşünmesini bilenleri metafizik hakikatlere yönelten deliller olarak Kur’ân-ı Kerîm’de sıklıkla tekrar edilmekte, insanın Allah’a inanıp şükretmesini gerektiren nimetler arasında zikredilmektedir.
 11. âyetin sonunda “İşte bunda düşünen bir topluluk için büyük ibret vardır” denildikten sonra 12. âyetin sonunda “Bunda aklını kullanan bir topluluk için önemli ibretler vardır”; 13. âyetin sonunda da, “Bunda düşünüp taşınan bir kavim için büyük ibret vardır” buyurularak insanın zihinsel kapasitesinin, âyetlerin metninde “tefekkür, akletme, tezekkür”kavramlarıyla ifade edilen işlevlerine dikkat çekilmektedir. Tefekkür, “zihni sürekli kullanarak varlığın gizli anlamlarını adım adım kavrama faaliyeti”; akletme, “duyu alanına giren varlık ve olaylardan hareket ederek görülmeyen gerçekler hakkında bilgi edinme şeklindeki aklî çaba”; tezekkür ise “üzerinde düşünülen varlıkların türlerini, özelliklerini hatırlayarak, dikkate alarak hakikati anlama gayreti” için kullanılır. Böylece üç âyette de varlık ve olaylardaki “âyet” kelimesiyle ifade edilen gizli ve derin anlamları, delilleri anlayıp kavrayabilmek, sonuçta ilâhî hakikatlere ve hidayete ulaşabilmek için insanın mutlaka zihin yeteneklerini, aklını kullanması gerektiği bildirilmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 382-383
نجم Neceme : نَجْمٌ kavramının aslı doğan ya da zuhur eden yıldız demektir. Çoğulu نُجُومٌ şeklinde gelir. Bitkinin ve bir düşüncenin zuhur edişi de buna benzetilerek kullanılmıştır. Yine Rahman, 55/6 وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ ayetindeki نَجْمٌ kelimesi bitkilerin yerde yayılanı/yukarı çıkmak için gövdesi bulunmayanlarıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Necmeddin, Necmiye, nücûm ve müneccimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. لَكُمُ  car mecruru سَخَّرَ  fiiline mütealliktir. الَّيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. النَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ  kelimeleri, atıf harfi  وَ ’la  الَّيْلَ ’ye matuf olup, fetha ile mansubdur. 

النُّجُومُ  mübteda olup damme ile merfûdur.  مُسَخَّرَاتٌ  haber olup damme ile merfûdur. بِاَمْرِه۪  car mecruru  مُسَخَّرَاتٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَخَّرَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُسَخَّرَاتٌ , sülasi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mefûludür.


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ  mahzuf sıfatına mütealliktir. يَعْقِلُونَ  cümlesi,  لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  

يَعْقِلُونَۙ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)   

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ  cümlesine atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Car mecrur  لَكُمُ , siyaktaki önemine binaen mef’ûllere takdim edilmiştir.

Birbirine atfedilen mef’ûl konumundaki  الشَّمْسَ - الْقَمَرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı hafîy ve  الَّيْلَ - النَّهَارَۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪  cümlesi, … وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber olan  مُسَخَّرَاتٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.

بِاَمْرِه۪  car-mecruru habere mütealliktir.

Veciz ifade kastına matuf  بِاَمْرِه۪  izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzaf olan  اَمْرِ  tazim edilmiştir.

الشَّمْسَ - الْقَمَرَۜ - النُّجُومُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

سَخَّرَ- لَكُمُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَسَخَّرَ - مُسَخَّرَاتٌ  fiilleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Gece ile gündüz, sizin uykularınız, geçiminiz, ürünlerin oluşması ve olgunlaşması için birbirini izlemektedir. Güneş ile ay da seyirlerinde ve doğrudan doğruya, yahut bir diğerinin halefi olarak aydınlatmalarında, salahları onlara bağlanmış ürünlerin ve ezcümle mufassal ve mücmel olarak anlatılan ürünlerin ıslahı için birbirini takip etmektedir. Bütün bunlar sizin maslahatlarınız ve menfaatleriniz içindir. Bunların insanlara teshir edilmiş (dikkati çekme) olmalarından murad, “Bunu bize teshir eden Allah'ı tenzih ederiz.” (Zuhruf Suresi, 13) ve benzeri ayetlerde olduğu gibi diledikleri şekilde onlarda tasarruf etme imkânına sahip olmaları demek değildir. Ancak insanların menfaatlerinin ve maslahatlarının tahakkuk edeceği şekilde Allah'ın onları yönetmesidir. Böylece sanki onlar insanlara teshir edilmiş ve insanlar istedikleri gibi onlarda tasarruf ediyorlar. Bunun teshir olarak ifade edilmesi, bu varlıkların idaresinin muhataplara göre ne kadar imkânsız olduğuna işaret etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Cümledeki takdim, işaret edilenin önemine binaendir. 

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden, uzak için kullanılan işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

لِقَوْمٍ  car mecruru  لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  اٰيَاتٍ ‘in nekre gelişi, nev, kesret ve tazim,  قَوْمٍ ‘deki nekrelik ise muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder. 

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki  يَعْقِلُونَ   cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari sıygada gelen cümle teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Allah'ın insanlar için yarattığı nimetlerin sayılmasında taksim, bu sayılanların akleden kavim için ayet olmasında cem sanatı vardır.

Son ayetlerde Allah'ın insanlar için yarattığı nimetlerin sayılmasında aslında onun yaratıcı kudretini muhataplara bildirmek manası vardır. Bu üslup idmâc sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen,  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176) 

Bu, Sâni’-i Hakîm’in vahdaniyetini, yarattıklarının ve ilminin mükemmelliğini göstermek için bir geçiştir. Hem istidlâl hem de minnet vurgusu birlikte verilmiştir. Bu alamet ve işaretlerin hepsi temelde akla hitap eder. Çünkü aklın mahiyeti, zikredilen delillerle birlikte istidlâl yoluyla Rabbimizin vahdaniyet ve kudretine ulaşmaya kâfidir. Zira o deliller, gecenin ve gündüzün müşahede edilmesiyle elde edilebilecek olan, apaçık ve aydınlık delillerdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

قَوْمٍ  ve  لَاٰيَاتٍ  kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder. 

اٰيَاتٍ  [ayetler] umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

Bu cümle ile bir önceki ayetin son cümlesi arasında mukabele vardır.

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dilbilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Nahl Sûresi 13. Ayet

وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ  ...


Sizin için yeryüzünde çeşitli renk ve biçimlerle yarattığı şeyleri de sizin hizmetinize verdi. Öğüt alan bir toplum için bunda ibretler vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve vardır
2 ذَرَأَ yarattıklarında ذ ر ا
3 لَكُمْ sizin için
4 فِي
5 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
6 مُخْتَلِفًا çeşitli خ ل ف
7 أَلْوَانُهُ renklerdeki ل و ن
8 إِنَّ şüphesiz
9 فِي
10 ذَٰلِكَ bunda
11 لَايَةً ibret vardır ا ي ي
12 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
13 يَذَّكَّرُونَ öğüt alan ذ ك ر
لون Levene : لَوْنٌ sözcüğü bildiğimiz renk demektir. لَوْنٌ temelde beyaz, siyah ve o ikisinden mürekkep olan renklere dayanır. Renkler demek olan ألْوانٌ kelimesiyle kimi zaman cinsler ve türlerde kastedilmiştir. Bir varlığın sahip olduğu renkten başka bir renge büründüğü de تَلَوَّنَ fiiliyle ifade edilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadee isim olarak 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Elvan’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, …سخّر لكم ما (...şeyi sizin emrinize verdi.) şeklindedir.

ذَرَاَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir.  لَكُمُ  car mecruru  ذَرَاَ  fiiline mütealliktir.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  ذَرَاَ  fiiline mütealliktir. مُخْتَلِفاً  hal olup fetha ile mansubdur.

اَلْوَانُ  ism-i fail  مُخْتَلِفاً ’nin faili olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُخْتَلِفاً  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir, 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur. لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. يَذَّكَّرُونَ  cümlesi, لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili  نَ ’un subutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)   

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَذَّكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Aslı  يَتَذَكَّرُونَ  şeklindedir.  تَ  harflerinden biri hazf edilmiştir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müşterek ism-i mevsûl, takdiri  سخّر لكم  (...şeyi sizin emrinize verdi) olan mahzuf fiilin mef’ûlü olarak mansub konumundadır. 

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ism-i mevsûlün sıla cümlesi olan  ذَرَاَ لَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَلْوَانُهُ  ‘nun amili olan  مُخْتَلِفاً  kelimesi ism-i mevsûlden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

مُخْتَلِفاً  ’in ism-i fail kalıbında olması,  اَلْوَانُهُ ’yu fail olarak almasını mümkün kılmıştır.

فِي الْاَرْضِ  ifadesinde istiare sanatı vardır. Zarfiye olan  ف۪ٓي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü hakiki manada içine girilmeye müsait değildir. Dünya, burada zarfa benzetilmiştir. Yeryüzü ile dünyada bulunan şeyler arasındaki ilişki, zarfla mazruf arasındaki irtibata benzetilmiştir. Câmi, her iki durumdaki mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُ  [Çeşitli renklerde] ayetindeki;  مُخْتَلِفاً  kelimesi, hal olarak nasb edilmiştir. Renklerden kasıt, şekil ve görünümleridir. Yani hayvanların, ağaçların ve diğer yaratıkların şekil ve görünümleri farklı farklıdır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

 

 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Cümledeki takdim işaret edilenin önemine binaendir. 

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden uzak için kullanılan işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilen içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilen, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

لِقَوْمٍ  car mecruru  لَاٰيَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  اٰيَةً ‘in nekre gelişi, nev, kesret ve tazim,  قَوْمٍ ‘deki nekrelik ise muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder. 

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَذَّكَّرُونَ  cümlesi, hudus teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Cümle  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Son ayetlerde Allah'ın insanlar için yarattığı nimetlerin sayılmasında aslında onun yaratıcı kudretini muhataplara bildirmek manası vardır. Bu üslup idmâc sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen,  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176) 

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

اٰيَاتٍ  [ayetler]  umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

Art arda gelen üç ayetin son kelimeleri dikkat çekicidir. يَتَفَكَّرُونَ  , يَعْقِلُونَۙ  ve  يَذَّكَّرُونَ Tefekkür etmek, akletmek ve zikretmek.

Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Nahl Sûresi 14. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ  ...


O, taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. (Bütün bunlar) O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz içindir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ O’dur
2 الَّذِي
3 سَخَّرَ hizmetinize veren س خ ر
4 الْبَحْرَ denizi ب ح ر
5 لِتَأْكُلُوا yemeniz için ا ك ل
6 مِنْهُ ondan
7 لَحْمًا et ل ح م
8 طَرِيًّا taptaze ط ر و
9 وَتَسْتَخْرِجُوا ve çıkarmanız için خ ر ج
10 مِنْهُ ondan
11 حِلْيَةً süsler ح ل ي
12 تَلْبَسُونَهَا kuşanacağınız ل ب س
13 وَتَرَى ve görüyorsun ki ر ا ي
14 الْفُلْكَ gemiler ف ل ك
15 مَوَاخِرَ denizi yara yara gitmektedir م خ ر
16 فِيهِ onun içinde
17 وَلِتَبْتَغُوا aramanız için ب غ ي
18 مِنْ
19 فَضْلِهِ O’nun lutfunu ف ض ل
20 وَلَعَلَّكُمْ ve olur ki
21 تَشْكُرُونَ şükredersiniz ش ك ر
Şimdi de sıra, insanı kuşatan tabii ortamın bir bölümü olarak deniz ve kara parçasına gelmiştir. Âyette denizin insanla ilgili başlıca üç özelliği söz konusu edilmektedir: a) Deniz önce bir besin kaynağıdır, b) Denizden mücevher elde edilir, c) Nihayet deniz taşımacılık açısından da büyük önem taşır. Bunlar denizin maddî faydalarıdır; ama âyette denizin sadece bunlar için değil, ayrıca insanlar, onu yaratan ve nimetlerle donatan Allah’ı tanıyıp O’na şükretsinler ve böylece denizi mânevî bakımdan da bir nimet olarak değerlendirsinler diye onların hizmetine verildiğine dikkat çekilmektedir. Şu halde 10-11. âyetlerde ifade buyurulduğu üzere, tatlı yağmur suyunu türlü ürünleriyle insanlara ve genel olarak tabiata bahşeden yüce kudret, tuzlu deniz suyunu da nimetlerle donatarak yararlı kılmıştır; bu da O’nun derin hikmetinin anlamlı tecellilerinden biridir. Eski tefsirlerde “O (Allah), sizi sarsmaması için yere sağlam dağlar yerleştirdi” ifadesi açıklanırken, dünyanın önce dümdüz ve üzerinde ikamet edilemeyecek kadar hareketli olduğu, daha sonra Allah’ın emriyle dağların yerleştirilmesi sayesinde yerin istikrarlı bir hale getirildiği ifade edilir. Gerek bu âyette gerekse Nebe’ sûresindeki (78/7) dağların birer kazık veya destek yapıldığını ifade eden âyette yer kabuğunun sertleşme sürecine değinildiği; yani yer kabuğunun, yer altındaki mağma ve gaz tabakalarının üzerini kapatıp dışa püskürmesini büyük ölçüde önleyecek bir yapı kazanmasıyla dünyanın üzerinde yaşanabilir hale gelişine işaret bulunduğu yönünde Muhammed Esed’in ileri sürdüğü görüş (II, 531-532) bizce de mâkul görünmektedir. Özellikle yeryüzünün dağlık kısımlarında zemin sağlam olduğu için, yapıların depremlerde daha az hasar görmesine karşılık vadilerin ve ovaların nisbeten riskli olduğu da bilinmektedir. Bilinen bir diğer husus da dağların yer hareketlerinde denge ve düzeni sağlama (balans) işlevinin bulunduğudur. “Daha nice işaretler koydu” ifadesinden yeryüzünün, o dönem insanlarının henüz bilmedikleri, zamanla fizikî coğrafya, jeoloji, biyoloji gibi bilimlerin gelişmesiyle keşfedilecek olan daha başka sırlar taşıdığına işaret edilmektedir.

لحم Lehame : لَحْمٌ bildiğimiz et kelimesidir. Çoğulu لُحُومٌ , لِحامٌ ve لُحْمانٌ şeklinde gelir. Yine لِحامٌ kabın çatlağının onarılmasını sağlayan ve kaynak yapılan lehimdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri lahmacun ve lehimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

حلي Haleye : حُلِيٌّ kelimesi zinet/süs anlamına gelen حَلْيٌ sözcüğünün çoğuludur. Yine aynı anlamda حِلْيَةٌ şeklinde de kullanıldığı ifade edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Hilye-i Şerif ve helvadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlu sılası سَخَّرَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. الْبَحْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

لِ  harfi,  تَأْكُلُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile  سَخَّرَ  fiiline mütealliktir.

تَأْكُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُ  car mecruru  تَأْكُلُوا  fiiline mütealliktir. لَحْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. طَرِياًّ  kelimesi  لَحْماً ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سخر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

طَرِياًّ ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  تَسْتَخْرِجُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la  تَأْكُلُوا  fiiline matuftur. 

تَسْتَخْرِجُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُ  car mecruru  تَسْتَخْرِجُوا  fiiline mütealliktir.  حِلْيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

تَلْبَسُونَهَا  cümlesi,  حِلْيَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

تَلْبَسُونَهَا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur. 

تَسْتَخْرِجُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  itiraziyyedir.  تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  الْفُلْكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَوَاخِرَ  hal olup fetha ile mansubdur. ف۪يهِ  car mecruru مَوَاخِرَ ’ya mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ل  harfi,  تَبْتَغُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile  تَرَى  fiiline mütealliktir.

تَبْتَغُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ فَضْلِ  car mecruru  تَبْتَغُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَبْتَغُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.  

مَوَاخِرَ ; sülâsi mücerredi  مخر  olan fiilin çoğul ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَشْكُرُونَ  cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَشْكُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede her iki rüknün de marife olması kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ  maksûr/mevsûf,  الَّـذ۪ٓي  sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Nahl/10) 

Haber konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak, tazim ve gelen habere dikkat çekmek içindir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  تَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ  cümlesi, harf-i cerle  سَخَّرَ  fiiline mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْهُ  car mecruru, konudaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir. 

طَرِياًّ , mef’ûl olan  لَحْماً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

لَحْماً ’deki nekrelik, kesret ve nev ifade eder.

وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ  cümlesi önceki masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْهُ  car mecruru, konudaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir. حِلْيَةً ’deki nekrelik, kesret ve nev ifade eder. تَلْبَسُونَهَا cümlesi  حِلْيَةً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Denizi insanların hizmetine verme sebeplerinin sayılması, taksim sanatıdır.

Allah'ın insanlar için yarattığı nimetlerin sayılmasında aslında onun yaratıcı kudretini muhataplara bildirmek manası vardır. Bu üslup idmâc sanatıdır.

Balıkların, hayvan oldukları halde ayette et olarak ifade edilmeleri, onlardan faydalanmanın ancak onları yemekle sınırlı olduğuna işaret etmek içindir. Taptaze olarak vasiflandırılmaları ise etlerinin lezzetini bildirmek ve bozulmaması için bekletilmeden bir an önce tüketilmesine dikkat çekmek içindir. Bir de Allah'ın acı sularda etleri taptaze lezzette hayvanları yaratmaya nasıl kadir olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ziynet takma/giyme ifadesinin müzekker çoğul zamire isnadı tağlîb ifade etmesinden dolayıdır. Zira yüzük ve kılıç kuşanmada kullanılan ziynetler dışındaki takıların çoğu yalnızca kadınlar tarafından kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ 

 

وَ , itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki muzari fiiller hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail vezninde gelen  مَوَاخِرَ  kelimesi haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

ف۪يهِ  car-mecruru fiil gibi amel eden  مَوَاخِرَ ‘ya mütealliktir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪  cümlesi, harf-i cerle تَرَى  fiiline mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مِنْ فَضْلِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  فَضْلِ  tazim edilmiştir.

الْبَحْرَ - فُلْكَ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Gayrı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تَشْكُرُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs , teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. El-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)

Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki  لَعَلَّ (umulur ki) harfinin  لَ  manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.

Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202) 

Günün Mesajı
Allah teala, hayatın gelişmesine paralel olarak insanların kullanması, bir ziynet ve hayatlarına katkı olması için, ayrıca daha başka sebeplerle sürekli yeni şeyler yaratmaktadır ve elbette daha da yaratacaktır. Bunlar içinde, bugün bilmediğimiz ve gelecekte keşfedilecek veya bize ebediyen meçhul kalacak bitkiler ve hayvanlar olduğu gibi Allah'ın insanın elinde yarattığı ve daha da yaratacağı yeni yeni aletler de vardır. Ayeti kerime, bitki ve hayvanların insana olan pek çok faydalarının yanısıra, onun hayatına süs olarak da katkıda bulunduğunu, hatta bazılarının sadece süs vazifesi gördüğünü de belirtmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Geçen gün kendi dünyama dalmış, yolda yürüyordum. Anı yaşamaktan uzaklaşmış, düşüncelerimin içinde yüzüyordum. Başım önüme düşmüş, nefsimin vesveselerine kulak veriyordum.

Düşmenin verdiği acıyla, bulunduğum halden uyandım. Takıldığım koca taşa, görmemenin verdiği şaşkınlıkla baktım. Gülme sesi duyduğumda, içimdeki kızgınlığın yükseldiğini hissettim.

Öfkemin sesini dinlediğimde, uzattığı eli reddetme ihtimalini düşündüm. Gözlerine baktığımda, yardım teklifini kabul etmeye karar verdim. Ellerini tuttuğumda, bambaşka bir aleme göç ettim.

Dünya ayaklarımın altına serilmiş, bütün canlılığıyla ışıldıyordu. Gözlerim büyüteçe dönüşmüş, her yerin detaylarını görüyordum. Sanki içime belgesel kanalı kaçmış, bedenimden göklere, her katmandaki düzene şahit oluyordum.

Bakışlarım hayranlıkla, oradan oraya kayıyordu. İman ettiğim kusursuzluğa, tekrar ve tekrar iman ediyordum. Aynı zamanda, beni yerden kaldıranın konuşmasını dinliyordum:

“Alemin bir melodisi vardır; kendisini yaratanı zikrederek insanı ibrete çağırır: Gece ve gündüzle, ay ve güneşle, yıldız ve yollarıyla, su ve yiyecekle, bitki ve hayvanlarla, deniz ve toprakla, renk ve süslerle. Aldığın her nefesle ve attığın her adımla, hayal ve gerçeklerinle, duygu ve düşüncelerinle, beden ve ruhunla. Aklına gelen gelmeyen her şeyle beraber Allah’a aitsin. İster doğru yolda yürü, istersen eğri yolda. İster kurtuluşa ulaşmak umuduyla yaşa, istersen ömrünü boşa harca. Eninde sonunda; seni ve beni yaratan Allah’a döneceksin. Aklını başına al ki, Allah’ın yardımıyla dönüşün kutlu olsun.”

 

Alemin zikrine dalmışım, ta ki o gidelim diyene dek. Dönüp giderken, “Sen kimsin?” diye sordum: “Ben, kalbindeki hakikatin sesiyim. Allah’ın kelamıyla dirilenim. Daldığında uyandırmak için buradayım. Ancak kulak verdiğin ve görmek istediğin kadar yanındayım.”

Ey bizi nimetleriyle kuşatan Allahım! Aklımın aldığı ve almadığı her nimetin için elhamdulillah. Bedenimin içinden dışına, şahit olduğum ve olmadığım her türlü yaşam döngüsü için elhamdulillah. Elimin altındakinin değerini unutarak ve elimin dışındakini de küçümseyerek; nankörlük ve cahillik hatasına düşmekten, Sana sığınırım.

Ey kullarına ilmi ve keşfi veren Allahım! Beni; sahip olduklarıyla rızanı kazananlardan, kalbindeki hakikat sesini diri tutanlardan, doğru yolunda yürüyenlerden, sayısız nimetlerine çokça şükredenlerden ve alemi bir kitap gibi okuyarak ibret alanlardan eyle. Öyle ki; zikrim alemin zikrine karışsın, yer ve gökler imanıma şahitlik etsin, huzuruna dönüşüm kurtuluşum olsun ve nurun ile yüzüm gönlüm aydınlansın.

Amin.

***

Aynı suda beslenmesine, aynı güneşte ısınmasına ve aynı toprakta gelişmesine rağmen yeryüzü çeşitli özelliklere sahip nice bitkilerle doludur. Faydalı ya da zehirli, renkli ya da sade, yenilebilir ya da bakılabilir, zararsız ya da saldırgan ve hatta verimli ya da çürük çıkması gibi farklılıklarla dikkat çekicidirler. Aynı şartlarda yetişseler bile tohumlarındaki çıplak gözlerden gizli kalan özleri farklıdır.

İnsan evladı da biraz tohum gibidir. Ailesi doğru şartları sunmaya çalışır. Aynı evin içinde yetişen, aynı anıları deneyimleyen ve bazen tamamen aynı genleri paylaşanların hatırladıkları, yürümeyi seçtikleri yolları, hedefleri ve hayalleri bambaşka olabilir. Bir yetişkinin çocuklarına karşı olan ebeveynlik görevlerini doğru şekilde yerine getirmesi önemlidir. Ancak her adımında bu bilgiyi de yanında taşımalıdır. 

Doğru şartları sağlayarak ve doğru bilgileri yükleyerek doğru şekilde yetiştirmek elle tutulabilir bir gerçekliktir. Ancak bir tohumu yetiştirmek için aracı kılınan kişinin sadece kendine güvenmemesi gerekir. Zira, Allah’ın bir kulu olarak evladındaki özün nasıl şekilleneceği yani topladıklarından hangilerini gerçek manada özümseyeceğini kestirmek mümkün değildir. İşte bu yüzden neslinin hayırlı olmasına dair nice dualar vardır. Kısacası evladını, iyi bir öze sahip olduğu duasıyla yetiştirmelidir. Yani her şeyde olduğu gibi gayret kuldan, takdir Allah’tandır.

Ey Allahım! Gördüklerimizi ve gözlerimizin algılayamadığı gerçekleri; sevdiklerimizi ve kalbimize gizli kalanları yaratansın. Hayatımızda olan insanlara ve tecrübelere dair haberdar olduğumuz ve olmadığımız halleri; iki cihanda da ferahlık vesilesi sevindirici hayırlardan eyle. Bizim ve sevdiklerimizin özlerini her türlü çirkinlikten arındır. Hepimizi Sana kulluk etmesini seven ve Senin rızana kavuşan takva sahibi iyilerin arasına kat. Yarattıklarınla bizi düşünmeye teşvik ettiğin ve hayallerle hayatımızı süslediğin için hamd olsun. Bizi yeryüzündeki ayetleri görenlerden, doğru şekilde düşünmesini bilenlerden ve doğru hayallerle meşgul olanlardan eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji