26 Ekim 2022
İbrahim Sûresi 25-33 (258. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İbrahim Sûresi 25. Ayet

تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  ...


Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.

Bir gün Peygamber Efendimiz ashabına bir tür bilmece sordu: “ Yaprakları düşmeyen ve her zaman meyve veren , bu özellikleriyle de Müslümana benzeyen bir ağaç vardır; söyleyin bakalım, o hangi ağaçtır?” buyurdu. Onlardan cevap alamayınca, sorduğu ağacın hurma oldugunu söyledi.
(Buhâri ,İlim 4,5,50; Tefsir 14/1; Müslim,Münâfikin 63,64).

تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ

 

Fiil cümlesidir.  تُؤْت۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Ayet önceki ayette geçen  شَجَرَةٍ ‘in halidir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُكُلَهَا  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كُلَّ  zaman zarfı,  تُؤْت۪ٓي  fiiline müteallıktır.  ح۪ينٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  كُلَّ  kelimesi zaman veya mekân zarflarına muzâf olduğu zaman mef’ûlün fih manasında da değerlendirilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِاِذْنِ  car mecruru  تُؤْت۪ٓي  fiiline müteallıktır.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُؤْت۪ٓي  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.   

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ 

 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  يَضْرِبُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup merfûdur.

الْاَمْثَالَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  لِلنَّاسِ  car mecruru  يَضْرِبُ  fiiline müteallıktır.

 

لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

يَتَذَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.

يَتَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındandır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ 

 

Ayet önceki ayette geçen  شَجَرَةٍ ‘in halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümle, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ح۪ينٍ ‘deki tenvin kesret ve tazim içindir.

بِاِذْنِ رَبِّهَا  izafetinde, Rab isminin muzâfun ileyhi olan,  هَا  zamiri sebebiyle ağaç, Rab ismine muzâf olması sebebiyle  اِذْنِ  şeref kazandırmıştır.

Ayetteki "O, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir" ifadesinden murad şudur: "Bahsedilen ağaç, bu sıfatla muttasıftır; Bu sıfat da, onun meyvelerinin daima ve her zaman mevcut olması, meyveleri bazen bulunan bazen bulunmayan diğer ağaçlar gibi olmamasıdır." İşte Allah Teâlâ'nın bu Kitab-ı Kerim'de bahsettiği ağacın izahı budur. Kesin olarak bilinir ki, böyle bir ağacı elde etme arzusu son derece büyük olur. Akıllı olan bir kimsenin onu elde etme ve ona sahip olma imkânını bulduğunda, ondan gafil olması ve onu elde etme hususunda gevşeklik göstermesi mümkün değildir. (Fahreddin er-Râzî)

Alimlerden birisi, bu meseli izah için, zikredilmesinde sakınca olmayan şöyle bir söz söylemiştir: Allah Teâlâ imanı ağaca benzetti. Çünkü ağaç, ancak üç şey olursa ağaç diye isimlendirilmeyi hak eder: Derin kök, ayakta duran bir gövde ve yüksek dallar. İman da böyledir; ancak üç şeyle tamam olur: kalpteki marifetullah, dildeki ikrar ve bedenlerle amel etme... Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ  cümlesi birbirine atfedilmiş iki cümlenin arasına girmiş itiraziyye cümlesidir. Başındaki vav da itiraziyye vavıdır. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

رَبِّ  -  اللّٰهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

Allah Teâlâ daha sonra "Allah insanlara meseller getirir. Olur ki onlar, çok iyi düşünüp ibret alırlar" buyurmuştur. Bu, "Darb-ı meselde, daha çok anlatma, daha çok hatırlatma ve ibret verme, ve manaları daha iyi ortaya koyma bulunmaktadır" demektir. Bu böyledir zira sırf aklî konuları, his, hayal ve vehm anlayamaz. Dolayısıyla, bu konulara mahsusât aleminden benzer olan şeyler zikredildiğinde, his, hayal ve vehm, bu çekişmeyi terk eder, makul ile mahsus olan birbirine mutabık olur, böylece de tam bir anlayış meydana gelir; bu şekilde de matluba ulaşılmış olur. (Fahreddin er-Râzî)


لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu cümle, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Cümle inşâî formda geldiği halde haber manası taşımaktadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724),  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)

Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar.  َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.  لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Ayetteki  لَعَلَّ , Allah’a nispet edildiğinden “umulur ki tezekkür ederler” şeklinde değil, ”tezekkür etsinler diye” şeklinde tercüme edilir.

Ağacın meyve vermesi mecazî isnattır. Hakiki fail, ağaç değil Allah Teâlâ’dır.

رَبِّهَا  ile  اللّٰهُ  kelimeleri arasında yan anlam bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu  (Ülger)/Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
İbrahim Sûresi 26. Ayet

وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ  ...


Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir.

“Kötü söz” diye çevirdiğimiz kelime habîse tamlaması, “asılsız söz, çirkin söz”, Allah’ı inkâr etmek anlamına gelen her türlü söz, şirk ve benzeri İslâm dışı inançlar” anlamına gelir. Bu kötü söz âyette, kökleri kesilip gövdesi yerden koparılmış bir ağaca benzetilmektedir. Böyle bir ağaç nasıl meyve vermezse ve kuruyup yok olmaya mahkûmsa kötü söz de o şekilde sonuçsuz kalmaya mahkûmdur; ayrıca insanın hem dünyada, hem de âhirette felâketlere sürüklenmesine sebep olur.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 315-316

جثّ Cesse : إجْتَثَّ fiili cüsse/gövde/bedeni sökülüp veya çekilip çıkarılmak demektir. Birşeyin cüssesi onun çıkıntı yapan karaltısı, bedeni veya kalıbıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iftial babında fiil olarak sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli cüssedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَثَلُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  كَلِمَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

خَب۪يثَةٍ  kelimesi,  كَلِمَةٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

 كَشَجَرَةٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri  كمثل شجرة  (Ağacın hali gibidir.) şeklindedir.

 خَب۪يثَةٍ  kelimesi  شَجَرَةٍ ‘nin sıfatı olup kesra mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اجْتُثَّتْ  fiili,  شَجَرَةٍ  ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

اجْتُثَّتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

مِنْ فَوْقِ  car mecruru  اجْتُثَّتْ  fiiline müteallıktır.  الْاَرْضِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. 

لَهَا  car mecruru  مَا ‘ın mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  قَرَارٍ  kelimesi lafzen mecrur,  مَا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur.

اجْتُثَّتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  جثث ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.  Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَشَجَرَةٍ , mahzuf habere müteallıktır.

خَب۪يثَةٍ  kelimesi, tahkir maksadıyla nekre gelen  كَلِمَةٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Cümledeki ikinci  خَب۪يثَةٍ  kelimesi de  كَشَجَرَةٍ  için sıfattır. Kelimenin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

شَجَرَةٍ  için sıfat konumundaki  اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayette temsilî istiare vardır.

اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ  (Toprağın üzerinden koparılıveren) ifadesi, (önceki ayette) iyi ağaç hakkında kullanılan “kökü sabit” ifadesinin karşıtı olarak kullanılmıştır.  اجْتُثَّتْ  (kökü çıkarılmış) anlamına gelir.  اجتثاث  kelimesinin kök anlamı cesedin bütünüyle çekilip çıkarılmasıdır. (Keşşâf) 

Misal imana veya şirke davetle ilgilidir. Çünkü  كَلِمَةٍ ‘den herhangi bir şeye davet etmek ve herhangi bir söz söylemek anlaşılmaktadır. (Kurtubî)

Güzel söz; hakka, yahut iyiliğe daveti ifade eden şeydir, kötü söz de bunun tersidir. (Beyzâvî)

Bil ki kötü söz hakkında yapılan bu benzetme, son derece mükemmeldir. Çünkü Allah Teâlâ bu ağacı, çok zararlı ve bütün faydalardan hâlî olarak nitelemiştir. Zararlı oluşuna,  خَب۪يثَةٍ  tabiriyle işaret etmiştir; her türlü faydadan uzak olmasına da, “toprağın üstünden koparılıvermiş. Onun hiçbir sebatı yoktur” ifadesiyle işaret etmiştir. Allah (cc), en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

Kötü sözün durumu da, yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer. (Elmalılı)

Kötü ağaç misalinde üslubun değiştirilmiş olması, aslında maksadın bu misal olmadığını, bunun açık olup herkesçe bilindiğini bildirmek içindir.

İşte bu ağacın damarları, gövdeye yakın olduğu için, damarlar koparılınca ağacın ayakta kalma imkânı kalmaz. (Ebüssuûd)


مَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ  (Pis kelimenin durumu, pis ağaç gibidir) cümlesinde mürsel ve mücmel teşbih vardır.  مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ  Güzel kelime de bunun gibidir. (Safvetü't Tefasir)

مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ  ile 24. ayetteki  مَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ  ibareleri arasında mukabele sanatı vardır.


مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Veya  شَجَرَةٍ  için ikinci sıfat cümlesidir. Menfi isim cümlesi formunda gelmiştir.

مَا  nefy harfi, nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهَا , mukaddem mahzuf habere müteallıktır. Muahhar müsned olan  مِنْ قَرَارٍ ‘deki  مِنْ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

قَرَارٍ ‘deki tenvin tahkir içindir.

مَا لَهَا مِنْ قَرَار  ifadesinde delil ile desteklenmeyen çürük, mesnetsiz söz; sabit olmayan, istikrarsız bir ağaca benzetilmiştir. Kalıcı olmayan, istikrarsız şey ise, batıl olduğu için çok kısa sürede çöküp gider. (Keşşâf)

مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ  cümlesi kökünden sökme manasının tekididir. Çünkü kökünün tamamen sökülmesi kararsızlıktandır. (Âşûr)


İbrahim Sûresi 27. Ayet

يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟  ...


Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.

“Sağlam söz” diye çevirdiğimiz el-kavlü’s-sâbit tamlaması 24. âyette geçen “güzel söz” ile eş anlamlı olarak “kelime-i tevhid” veya “kelime-i şehâdet” mânasında kullanılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber de bu sözü “kelime-i şehâdet” olarak açıklamıştır (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 14/2). Allah Teâlâ, iman edenlerin kalbine bu sağlam sözü sarsılmaz bir biçimde yerleştirir ve onları hem bu dünya hayatında hem de âhirette iman üzerinde kararlı ve sabit kılar. Müminler imanın verdiği şuurla dünyada dengeli ve mutlu bir hayat yaşarlar, fitne, fesat ve kötülüklerden kendilerini korurlar; âhirette ise kurtuluşa erip bahtiyar olurlar. Bir görüşe göre âyette bildirilen dünya hayatından maksat, kabir hayatıdır; çünkü ölüler yeniden dirilinceye kadar dünyadadırlar. Âhiretten maksat ise hesap zamanıdır. Bir başka görüşe göre ise dünya hayatından maksat kişinin kabirde sorguya çekildiği andır; nitekim Hz. Peygamber de buna işaret buyurmuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 14/2). Âhiret hayatından maksat da kıyamet gününde sorguya çekildiği zamandır (Şevkânî, III, 122). Allah Teâlâ inananları hem dünyada hem de âhirette iman üzere sabit kılarak mutlu ederken, zalimleri de inkârcılıktaki ısrarları sebebiyle kendi hallerine bırakır; doğru yolu bulamazlar. Böylece onlar hem dünyada hem de âhirette bedbaht olurlar. Allah hidayete ermek isteyenleri hidayete erdirir, sapkınlıkta ısrar edenleri de kendi hallerine bırakır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 316

يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ 

 

Fiil cümlesidir.  يُثَبِّتُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِالْقَوْلِ  car mecruru  يُثَبِّتُ  fiiline müteallıktır.  الثَّابِتِ  kelimesi  بِالْقَوْلِ ‘nin sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  يُثَبِّتُ  fiiline müteallıktır.  الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

 فِي الْاٰخِرَةِۚ  atıf harfi  وَ  ile  فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَ  ‘a matuftur.

 

 وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟

 

 Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  يُضِلُّ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup merfûdur. 

الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlün bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

وَ  atıf harfidir.  يَفْعَلُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَشَٓاءُ۟ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ۟  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nın sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle belirtilmeleri, o kimseleri yüceltmek içindir.

الثَّابِتِ  kelimesi,  الْقَوْلِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

القَوْلُ : kelam, söz demektir.  الثّابِتُ : İçinde şüphe olmayan doğruluktur. Bundan murad ise Kur’an’ın sözleridir. (Âşûr)

Allah’ın iman edenleri sağlam söz üzerinde tutmasının dünyada ve ahirette olarak açıklanması taksim sanatıdır.

الدُّنْيَا  ve  الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُثَبِّتُ  -  الثَّابِتِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Allah Teâlâ, güzel kelimenin vasfının kökünün sabit olması; kötü kelimenin vasfının da köksüzlük ve istikrarsızlık olduğunu beyan edince, bundan sonra, kendilerinden dünya hayatında sadır olmuş olan sabit sözün, onlar için Allah’ın lütfunun ve mükâfatının sübutunu gerektirdiğini zikretmiştir. Buradaki  بِ  edatından murad şudur: Allah onları dünya hayatında iken bu söze devam etmeleri sebebiyle kabirde de sabit kılar, onlara kuvvet verir.

القَوْلِ  sözündeki tarif sabit sözleri istiğrak (yani bütün sabit sözler) içindir.  بِالقَوْلِ  sözündeki  بِ  harf-i ceri sebep içindir. (Âşûr)


  وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟

 

Cümle istînâfa matuftur. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Aynı üslupta gelen …  وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟  cümlesi, istînâfa  وَ ‘la atfedilmiştir.

Müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.


ويَفْعَلُ اللَّهُ ما يَشاءُ  cümlesi öncesindeki şeyler için tezyîl gibidir. (Âşûr)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibhâm; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedün ileyh olan Allah lafzı iki kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur. 

…. يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesi ile  وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ne zaman bir fiile çokça devam edilirse, bu halin akılda ve kalpte kök salması, daha güçlü ve kuvvetli olur. Bu yüzden kulun, “Lâ ilahe illallah” zikrine; bunun hakikatlerini ve inceliklerini düşünmeye devam etmesi ne kadar mükemmel ve tam olursa, bu marifetullahın, ölümden sonra da aklında ve gönlünde kök salması daha güçlü ve daha mükemmel olur. (Fahreddin er-Râzî)

Allah (cc), müminleri üzerinde sebatlı kıldığı haktan, hür irade ve seçimlerinin gereği olarak zalimleri saptırır; istedikleri sapkınlığı onlarda yaratır.

Bu zalimlerden murad, kâfirlerdir. Zira bu zalimlerin mukabili müminlerdir. Kâfirlerin zalim olarak vasıflandırılmaları, eşyayı yerine koymadıkları, hakkı sahibine vermedikleri içindir. Yahut kendi nefislerine zulmettikleri içindir. Nitekim onlar, Allah'ın, insanları üzerinde yarattığı fıtratı değiştirmişler de, sabit söze gelmenin yolunu bulamamışlardır.

Yahut bu zalimlerden murad, taklitte kalmak ve apaçık delillerden yüz çevirmekle kendi nefsine zulmeden, bu yüzden de fitne yerlerinde sebatlı bir duruş ortaya koyamayan ve hakk ve hidayet yoluna girmeyen herkestir. (Ebüssuûd)

 
İbrahim Sûresi 28. Ayet

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ  ...


28-29. Ayetler Meal  :   
Allah’ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini helâk yurduna, yaslanacakları cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O, ne kötü duraktır!

İbrâhim sûresi Mekke döneminde indiği halde bu iki âyetin Medine döneminde hicretin 2. yılında meydana gelen Bedir Savaşı’na katılan müşrikler hakkında indiğine dair rivayetler vardır (Taberî, XIII, 219-223). Burada insanları cehenneme sürükleyenlerden maksat da Kureyş’in ileri gelenleridir. Allah Teâlâ insanlara doğru yolu göstermek ve insanca yaşamalarını sağlamak için başta Peygamber ve onun vasıtasıyla gönderdiği kitap olmak üzere sayılamayacak kadar nimet lutfetmiştir. Bu nimetler karşısında insanların Allah’a şükretmeleri gerekirken birçok kimse O’na ortak koşmak, peygamberi yalancılıkla itham etmek ve Kur’an’ı kabul etmemekle nankörlük etmişlerdir (Bedir ve Bedir Savaşı hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/123; Enfâl 8/5-19).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 318
Allah’ın insanlar üzerindeki en büyük nimeti onlara peygamber göndermesidir. Peygamber’e inanmamak bu nimete nankörlük etmektir. İbni Abbas, âyetteki sözü edilen “nankörlerin” , Resûl-i Ekrem’in kendileri için büyük bir nimet olduğunu anlamayan Mekkeli kâfirler olduğunu söylemiştir. (Buhâri, Tefsir 14/3)

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ

 

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü  اِلَى  harf-i ceriyle birlikte  تَرَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  بَدَّلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

بَدَّلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  نِعْمَتَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

كُفْراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  اَحَلُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

قَوْمَهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

دَارَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  الْبَوَارِ  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

بَدَّلُوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ

 

Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzari fiile dahil olan  لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze, takriri manada soru harfidir.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ  , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329) 
اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)

 

Ayetteki istifham üslubundaki talebî inşâ cümlesi, gerçek manada soru değil, taaccüp ve kınama amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Görmeye teşvik etmek için istifham üslubu kullanılmıştır. (Âşûr)

Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

İstifham harfleri asıl olarak soru için vaz edilmiş olmakla berâber siyâkdan anlaşılan başka mânâlar da ifâde edebilirler. Bunlardan biri olan takrîrde, muhâtabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda iknâ edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası olan  بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

التَّبْدِيلُ  kelimesi bir şeyi, başka bir şeyin hak ettiği konuma getirmek için istiare yapılmıştır. Çünkü bu, zatın zat ile değiştirilmesine benzer. Bu değişmeyi yapanlar  ألَمْ تَرَ إلى الَّذِينَ  sözünün karînesiyle tanınan bir fırkadır. (Âşûr)

نِعْمَتَ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olan  نِعْمَتَ  tazim edilmiştir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Sıla cümlesine matuf olan  وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَحَلُّوا  kelimesinin mazi sıygasıyla kullanılması kesin gerçekleşeceğini bildirmek içindir. (Âşûr)

اَحَلُّوا  fiili mecaz-ı aklî yoluyla onlara isnad edilmiştir. (Âşûr)

دَارَ الْبَوَارِۙ  cehennemden kinayedir.

احلى دار البوار  ifadesi istiaredir. Bununla şu anlam kastedilmiştir: Küfrün önderleri ve şirkin rehberleri kendilerine tabi olunan liderler ve ön safta yer alan başlar gibidir. Peşlerine takılan kavimleri de onların yaktığı ateşe doğru körü körüne ilerleyen, onların sözlerini dinleyen kimselere benzer. Böyle olunca onlar (önderler) diğerlerini (peşlerine takılanları) dalalete sevk etmişler, kayıp yollarına sürüklemişler, bu sebeple (ayette) bu küfür ve şirk önderleri, toplum önderlerine ve ordu komutanlarına benzetilmiştir. Çünkü bu küfür ve şirk önderleri, kendilerine tabi olanları helak yerlerine ve bela darboğazlarına sürüklemişlerdir. Neticede kendileri helak oldukları gibi kavimlerinin de helakına sebep olmuşlar, onları dönüşü olmayan bir felaketin içine düşürmüşlerdir. Buradaki  دَارَ الْبَوَارِۙ  (helak yurdu) ifadesi gerçekte Cehennem ateşidir. Ondan Allah’a sığınırız. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Bu, Mekkeliler hakkında nazil olmuştur. Çünkü Allah Teâlâ onları, emin haremine yerleştirmiş, onlara bol ve geniş bir geçim vermiş ve kendilerine Muhammed’i (sav) göndermişti. Ama onlar, bu nimetin kadri kıymetini bilmemişlerdi. İman yerine küfrü tercih etmişlerdi. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayet ile  دَارَ الْبَوَارِۙ  (helak yurdu)nun İbn Zeyd’in dediği gibi cehennem olduğunu beyan etmektedir. Buna göre; دَارَ الْبَوَارِۙ  kelimesi üzerinde vakıf yapmak caiz değildir. Çünkü cehennem  دَارَ الْبَوَارِۙ  kelimesini açıklamak üzere nasb edilmiştir. (Kurtûbi)

Allah Teâlâ onlara, peygamberini ve Kur’an’ı nimet olarak verdi, buna karşılık ise onlar iman yerine küfrü tercih ettiler.

"Allah'ın nimetlerini nankörlükle değiştirenleri."

Bu kelam, Resulullah'ı (sav) veya herkesi, en az seviyede bir idrake sahip olan kimseden bile sadır olmaması gereken o batıl fiilleri işleyen kâfirlere taaccüp ettirmek içindir. (Ebüssuûd)

نِعْمَتَ  ve  كُفْراً  arasında tıbâk-ı hafî vardır.

بَدَّلُوا - اَحَلُّوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


İbrahim Sûresi 29. Ayet

جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ  ...


جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ

 

جَهَنَّمَ  kelimesi  دَارَ الْبَوَارِ ‘dan bedeldir.

جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. 

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَصْلَوْنَهَا  fiili,  جَهَنَّمَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye), ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَصْلَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بِئْسَ  camid fiil olup zem fiillerindendir.  الْقَرَارُ  fail olup lafzen merfûdur. Mahsusu mahzuftur. Takdiri  هى  şeklindedir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ

 

جَهَنَّمَ  kelimesi  دَارَ الْبَوَارِ ‘dan bedeldir. Âşûr ise bu cümlenin müstenef olduğu görüşündedir.  يَصْلَوْنَهَا  fiili  جَهَنَّمَ ‘in halidir. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَبِئْسَ الْقَرَارُ   cümlesindeki  وَ  , haliyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili olan  بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri  هى ’dir. 

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder. 

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

الْبَوَارِۙ  kelimesi, helak anlamına gelir. Bu manada olmak üzere, “helak olmuş adam” ve “helak olmuş kavim” denilmektedir. Cenab-ı Hakk’ın, “Helake mahkum bir kavim oldunuz” (Fetih, 12) ayeti de böyledir. Allah Teâlâ, “Helak yurdu” ile cehennemi kastetmiştir. Çünkü, Cenab-ı Hak, helak yurdunu “onları cehenneme sokanlar… o ne kötü bir karargâhtır” diyerek onu “cehennem” olarak tefsir etmiştir.  قَرَارٍ  kelimesi,  مقَرَارٍ  anlamındadır. Bu, ism-i mekân yerinde kullanılan bir masdardır. (Fahreddin er-Râzî)

"Onları cehenneme sürükleyecekler. Ne kötü karargâh orası!"

Burada olduğu gibi önce ibhâm, sonra da beyan yapılması, açıkça korkunçluğu ifade etmektedir. (Ebüssuûd)


İbrahim Sûresi 30. Ayet

وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ  ...


Allah’ın yolundan saptırmak için O’na ortaklar koştular. De ki: “Bir süre daha faydalanın. Çünkü varışınız ateşedir.”

Müşrikler, Allah’ın kendilerine lutfetmiş olduğu nimetlere karşı nankörlük etmekle kalmadılar; aynı zamanda Allah’a ortak koşmak suretiyle hem kendilerini hem de başkalarını Allah yolundan saptırdılar. Bu sebeple müşrikler âyetin son cümlesinde “Biraz daha oyalanınız; sonunda döneceğiniz yer ateştir!” buyurularak kınanmış ve tehdit edilmişlerdir.
 “Halkı O’nun yolundan saptırsınlar” şeklinde çevirdiğimiz cümleye farklı okunuşlara göre şöyle de mâna verilebilir: “Sonuç olarak kendileri Allah’ın yolundan saptılar.” Buna göre müşriklerin Allah’a ortaklar koşmaları sonuçta kendilerinin Allah yolundan sapmalarına sebep olmaktadır (Râzî, XIX, 123-124; Şevkânî, III, 124).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 318

وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَعَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِلّٰهِ  car mecruru  جَعَلُوا  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlün bihine müteallıktır.  اَنْدَاداً  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi,  يُضِلُّوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  جَعَلُوا  fiiline müteallıktır.

يُضِلُّوا  fiili  نْ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (  حَتّٰٓى  )’dan sonra, 2) Atıf olan  اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ  ) sonra, 5) Vav-ı maiyye ( وَ )’den sonra, 6) Sebep fe ( فَ )’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ  ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَنْ سَب۪يلِه۪  car mecruru  يُضِلُّوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  تَمَتَّعُوا ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَمَتَّعُوا  fiili  نْ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

مَص۪يرَكُمْ  kelimesi  اِنَّ ‘in ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَى النَّار  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.

اِلٰى  harf-i ceri mecruruna yönelme, intiha, tahsis, musahabe, zaman zarfı, mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada yönelme manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَمَتَّعُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ 

 

Ayet,  وَ ’la 28. ayetteki sılaya matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle,  جَعَلُوا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

سَب۪يلِه۪  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  سَب۪يلِ , şan ve şeref kazanmıştır.

سَب۪يلِه۪ۚ  (O’nun yolu) ibaresinde tasrihî istiare vardır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.

لِيُضِلُّوا  ……  ifadesinin başındaki  لِ , netice bildiren “lâm-ı akıbet”dir. Çünkü, putlara tapmak dalalete götüren bir sebeptir. Bunun  كي  (için) manasında bir lam olması da muhtemeldir. O zaman ifade, “Başkalarını saptırmak için putlar edinen kimseler” manasında olur. Bu kelime damme ile  يُضِلُّوا  şeklinde okunduğunda, işte bu iki manaya da muhtemeldir; ama nasb ile okunduğunda ise, sadece “akıbet lamı” manasını ifade eder. Buna göre onlar, sadece kendileri sapmak istemişlerdir. Lâm-ı akibet hakkındaki sözün hakikati şudur: Bir şeyden kastedilen husus ancak o işin en son safhasında hasıl olur. (Fahreddin er-Râzî)

سَب۪يلِه۪ۜ  (Onun yolu)ndan murad, Allah’ın dini ve Resulüne ittibadır.

جَعَلُوا  -  لِيُضِلُّوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


 قُلْ تَمَتَّعُوا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Buradaki  تَمَتَّعُوا  (Faydalanın) emri tehdit ve vaîd anlamındadır. Yani fani dünyanızla keyiflenin, hayvanlar gibi yiyin için. Sonunda döneceğiniz yer cehennem ateşidir demektir. Bu söz tabibin hastaya yemek konusundaki ihtimamı ile ilgili tavsiyesine benzer. Eğer hastalığın sonu ölümse perhiz yapmasını söylemez. “İstediğin her şeyi yiyebilirsin” der. Eğer tabip onu bu konuda uyarıyorsa tabibin öğüdünü dinlemelidir. (Sâbûnî, İbdâ-ul Beyan)


"- De ki: Biraz yaşayın; sonunda gidişiniz o ateşedir." Bu kelamda, her türlü ifadenin üstünde, ağır tehdit ve kuvvetli vaat vardır.

Yahut onların halini tasvir etmek ve onları bu sonuca götüreni ifade etmek üzere de ki: "Biraz yaşayın!.."

Buna göre bu kelam bildiriyor ki, onlar içinde bulundukları zevklere, şehvetlere tamamen daldıkları ve hiçbir şey onları bundan alıkoymadığı için, şehvet ve zevklerin amiri tarafından buna memur edilmişler, onun hükmüne ve emrine boyun eğmişlerdir ve tıpkı itaat edilen bir amirin hizmetine koşan bir memur gibi olmuşlardır. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ "De ki: "(Şimdilik) faydalanın! Çünkü, dönüşünüz muhakkak ki ateşedir" buyurmuştur. Bundan maksad şudur: Dünyada kâfirin durumu nasıl olursa olsun, ahirette başına gelecek ikâba nispetle bu bir faydalanma ve bir nimettir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, "De ki: "(Şimdilik) faydalanın" buyurmuştur. Bir de bu hitap, Allah Teâlâ'nın, nimeti küfürle değiştirdiklerini haber verdiği kimselere yöneliktir. Onlar bu dünyada birçok nimet içindeydiler. Dolayısıyla, "(Şimdilik) faydalanın. Çünkü, dönüşünüz muhakkak ki ateşedir" denilmesi uygun olmuştur. Bu emre, "emr-i tehdit" denilir. Bunun bir benzeri de, "Siz dilediğinizi yapın" (Fussilet, 40) ve: "De ki: "Küfrünle biraz eğlenedur. Çünkü sen muhakkak ateş ehlindensin" (Zümer. 8) ayetidir. (Fahreddin er-Râzî)

28-29-30. Ayetlerde  بَوَارِۙ  ve  الْقَرَارُ  (Kalma yeri) ile  النَّارِ  (Ateş) gibi kelimelerde tekellüfsüz murassa’ seci’ vardır. (Safvetü't Tefasir)

تَمَتَّعُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ

 

فَ  ta’liliyyedir.  إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyh  مَص۪يرَكُمْ  , az sözle çok anlam kastına matuf olarak izafetle gelmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِلَى النَّارِ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.

النَّارِ , cehennemden kinayedir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
İbrahim Sûresi 31. Ayet

قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ  ...


İnanan kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.

Buradaki “alım satım” ifadesi mecazi anlamda kullanılmış olup maksat fidye vermektir. Hesap gününde böyle bir fidyenin kimseden kabul edilmeyeceği Kur’an’da sık sık ifade edilmektedir (krş. Bakara 2/254; Mâide 5/36; namaz hakkında bilgi için bk. Bakara 2/238-239; infak hakkında bk. Bakara 2/245, 254, 261).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 318
بيع Beye’a : بَيْعٌ değeri belirlenmiş birşeyi verip karşılığında bir değer almaktır. شِراءٌ ise bir değeri verip onun karşılığında değeri belirlenmiş birşeyi alma anlamındadır. Bazen bu iki kelime birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Bunun temelinde ise değerin ve değeri belirlenmiş şeyin ne olduğuna dair esas alınan düşünce yatmaktadır. بَيْعَةٌ ve مُبايَعَةٌ bütün gücüyle sultana itaat edeceğine dair sorumluluk altına girmek ve ona bağlı olacağına söz vermektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 15 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri bâyi’, biat ve mübayaadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.     لِعِبَادِيَ  car mecruru  قُلْ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  يَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِعِبَادِ ‘ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

فَ  karînesi olmadan gelen  يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن يؤمروا بإقامة الصلاة يقيموها  (Namazı ikame etmeyi emrolunurlarsa yerine getirirler) şeklindedir.

يُق۪يمُوا  fiili talebin cevabı olduğu için  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّلٰوةَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

يُنْفِقُوا  fiili atıf harfi  وَ ‘la  يُق۪يمُوا  fiiline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنْفِقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ismi mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  يُنْفِقُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  رَزَقْنَاهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

رَزَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

سِراًّ  hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عَلَانِيَةً  atıf harfi  وَ ‘la  سِراًّ ‘e matuftur.

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  يُق۪يمُوا  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  مِنْ قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasbettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar. 

Ayette  قَبْلَ  muzâf olup başına harf-i cer geldiği için mecrurdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتِيَ  mansub muzari fiildir.  يَوْمٌ  fail olup lafzen merfûdur.

لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ  cümlesi  يَوْمٌ  ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  بَيْعٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

خِلَالٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  بَيْعٌ ‘e matuftur.

قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

[‘’İman eden kullarıma söyle ki, namazlarını gereğince kılsınlar; kendisinde ne alış- veriş, ne de dostluk bulunmayan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli - açık harcasınlar!"]

İman eden kulların zikre tahsis edilmesi, onları yüceltmek ve kulluk vazifelerini ve hukukunu ifa edenlerin onlar olduklarına dikkat çekmek içindir.

Bu ayet, iman eden kulların Resulullaha (sav) son derece itaatkâr olduklarını ve onun emirlerine süratle uyduklarını bildirmektedir. (Ebüssuûd)

Allah (cc) için yapılan harcamalarda en faziletli olan, nafile harcamalarda gizli yapmak, vâcip harcamalarda ise açık yapmaktır.

Bu emirlerden murad, müminleri Allah'ın nimetlerine, bedenî ve mâli ibadetlerle şükretmeye ve kâfirlerin yaptıkları gibi dünya nimetlerine dalmayı, onlara ziyadesiyle meyletmeyi terk etmeye teşvik etmektir. (Ebüssuûd)

لِعِبَادِيَ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  … اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

عِبَادِيَ  kelimesinin Allah’a raci olan mütekellim  يَ ‘sına muaf olmasında iman eden kulları tazim ve yüceltme kastı vardır.

Sıfat, mevsufun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا  cümlesi, takdiri …  إن يؤمروا بإقامة الصلاة   (Namazı ikame etmekle emrolunurlarsa) olan, mahzuf şartın cevap cümlesidir.  ف  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, mekulü’l-kavldir.

Veya cümleye emir lamı takdir edilir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مِمَّا  başındaki harf-i cerle birlikte,  يُنْفِقُوا  fiiline müteallıktır. Sılası olan  رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً  , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, S.107)

رَزَقْنَاهُمْ  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)

سِراًّ  kelimesinin  عَلَانِيَةً  kelimesine takdim edilmesi, riya düşüncelerinden uzaklaştırmak için iki halden evla olana tenbih içindir. (Âşûr)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَأْتِيَ يَوْمٌ  cümlesi,  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَبْلِ  zaman isminin önüne harf-i cer getirilmesi,  قَبْلِ  kelimesini tekid etmek içindir. (Âşûr)

لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ  cümlesi  يَوْمٌ  için sıfatdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

ف۪يهِ ’nın müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

لَا بَيْعٌ ‘ya tezâyüf sebebiyle atfedilen  وَلَا خِلَال  ibaresindeki  لَا , zaiddir, tekid ifade eder.

خِلَالٌ  kelimesi karşılıksız vermekten kinayedir. (Âşûr)

الصَّلٰوةَ  -  يُنْفِقُوا  -  عِبَادِ  -  رَزَقْنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

سِراًّ  وَعَلَانِيَةً  lafızları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

عِبَادِيَ  (kullarım) şeklinde müfret mütekellim sıyga ile başlayan ayette daha sonra  رَزَقْنَاهُمْ  (rızıklandırdık) şeklindeki cemi mütekellim sıygaya iltifat vardır.

Ayetteki  يُق۪يمُوا  kelimesiyle ilgili olarak iki izah bulunmaktadır:

1) Bunun, mahzûf bir  قُل  [de] emrinin cevabı olması mümkündür. Buna göre, kelamın takdiri: “İman eden kullarıma, namazı kılın ve infak edin” de! Böylece onlar da namazı kılar ve zekâtı verirler” şeklindedir.

2) Bunun,  قال  fiilinden, emir lâm’ı düşmüş bir emr-i gâib olması da mümkündür. Yani, “namazı kılsınlar” demektir. Bu, “Zeyd’e söyle, Amr’a vursun” demen gibidir. Bu  ل ’ın hazf edilmesi caiz olmuştur; çünkü  قُل  sözü, bu emir lâmının yerini tutmaktadır. Eğer cümleye, başında  قُل  [De ki] emri olmaksızın  يُق۪يمُوا  denilerek başlanmış olsaydı, bu caiz olmazdı.

Ayetteki  سِراًّ  ve  عَلَانِيَةً  kelimesinin mansub oluşuyla alakalı birkaç izah bulunur:

1) Bu, “açıktan açığa ve gizli olarak veren kimseler olarak” manasında olmak üzere haldir.

2) Bunlar, “gizli ve açık zamanlarda” manasında, zarf olarak mansubdurlar.

3) Bunlar, “gizli bir infak ve de açık bir infakla” takdirinde olmak üzere, mef’ûl-ü mutlak olarak mansub kılınmışlardır. Bundan murad, nafile olanları gizlice vermek, farz olanları açıkça vermektir. (Fahreddin er-Râzî)

[İçinde alışveriş olmayan gün gelmeden önce] alışveriş olsa kusur eden taksiratını telâfi edecek şeyler satın alır ya da onu kendine fidye yapar. (Ve dostluğun olmadığı) dostluk da yoktur ki dostun sana şefaat etsin. Ya da içinde ne alışveriş ne de dostlukla yaralanma olmayan gün gelmeden önce demektir. Onda ancak Allah rızası için infakta bulunan yararlanır. (Beyzâvî)

Kıyamet gününde alışveriş ve dostluk bulunmamaktan murad, bir bedel ödemek, malından fidye vermek veya bir dostun şefaat etmesiyle ilâhî azaptan kurtuluş mümkün olmayacağını bildirmektir.

Yahut onların dünyada konuştukları alışveriş ve dostluğun eserinin ve faydasının olmayacağını, ancak, Allah için yapılan harcamaların faydalı olacağını bildirmektir.

Bunların faydalarının kalmayacağını hatırlatmak, faydası ebedi olan Allah yolunda harcamayı en güçlü şekilde teşvik etmektir. (Ebüssuûd)

Eğer "Allah Teâlâ, "Dostlar o gün birbirine düşmandır, takva sahipleri müstesna" (Zuhruf, 67) buyurarak o günde bir dostluğun olduğunu bildirdiği halde, niçin bu iki ayette, Kıyamet günü hiçbir dostluğun olmadığını söylemiştir?" denirse, biz deriz ki: O gün dostluğun olmadığını ifade eden ayet, insan tabiatının temayülü ve nefsin arzusu sebebiyle olan bir dostluğun bulunmadığı manasına; dostluğun bulunduğunu gösteren ayet de, Allah Teâlâ'ya kullukta bulunmak ve O'nu sevmekten dolayı olan bir dostluğun olacağı manasına hamledilir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


اٰمَنُوا - يُق۪يمُوا - يُنْفِقُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
İbrahim Sûresi 32. Ayet

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ  ...


Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır.

Göklerin ve yerin yaratılması, bulutlardan suyun indirilmesi, bu su sayesinde ölmüş olan yeryüzüne yeniden hayat verilmesi, burada canlılar için rızık olarak türlü türlü bitkilerin bitirilmesi olayı Allah’ın varlığı ve birliğini ispat konusunda Kur’an’ın sıkça başvurduğu delillerdendir. Yeryüzündeki canlı varlıkların sudan yaratıldığı (Enbiyâ 21/30), suyun bunlar için hayat kaynağı olduğu, özellikle yağmurun canlılar ve bitkilerin yaşayıp gelişmesindeki rolü, aynı yağmurla sulandığı halde çeşit çeşit bitki ve ürünler veren yeryüzünün bu muhteşem zenginliği göz önünde bulundurulduğunda, bu nimetlere şükretmenin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Müfessirler Allah’ın eşyayı ve tabii güçleri insanın emrine vermesinin, onlardan süreklilik içinde yararlanmasını sağlamak anlamında mecazi bir ifade olduğu kanaatindedirler. Denizde yüzen gemilerin, vadilerden akan ırmakların, düzenli olarak seyreden ay ve güneşin, birbirini izleyen gece ve gündüzün insanın emrine veya hizmetine sunulması, insanın bunlardan yararlanabileceği şekilde yaratılmış olduklarını ifade eder (Taberî, XIII, 225; İbn Âşûr, XIII, 235-236). İnsan, hayatının her safhasında bu nimetlerden faydalanmaktadır. Elbette ki Allah’ın lutfettiği nimetler bunlardan ibaret değildir. O, insana maddî ve mânevî daha nice nimetler bahşetmiştir. Nitekim 34. âyette Allah insanların istediği her şeyi verdiğini, bu nimetlerin sayılamayacak kadar çok olduğunu ifade buyurmuştur. Bütün bu nimetlerden faydalanan insanoğlunun her an Allah’a şükretmesi gerektiği halde o, nimetleri vereni görmezlikten gelerek nankörlük etmekte, O’na ortak koşmaktadır. Bu sebeple Allah, “İnsanoğlu çok zalim, çok nankördür!” buyurarak onun fıtratındaki olumsuz özelliklerine dikkat çekmiştir.

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْۚ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

السَّمٰوَاتِ  mef’ûlün bih olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ‘la  السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  مَٓاءً  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَخْرَجَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

بِه۪  car mecruru  اَخْرَجَ  fiiline müteallıktır. 

مِنَ الثَّمَرَاتِ  car mecruru  رِزْقاً ‘nın mahzuf haline müteallıktır. 

رِزْقاً  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  رِزْقاً ‘ın mahzuf sıfatına müteallıktır.


وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

لَكُمُ  car mecruru  سَخَّرَ  fiiline müteallıktır.  الْفُلْكَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.   

لِ  harfi,  لِتَجْرِيَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (  حَتّٰٓى  )’dan sonra, 2) Atıf olan  اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ  ) sonra, 5) Vav-ı maiyye ( وَ )’den sonra, 6) Sebep fe ( فَ )’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ  ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  سَخَّرَ  fiiline müteallıktır.

بِاَمْرِه۪  car mecruru  تَجْرِيَ ‘nin failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَخَّرَ  atıf harfi  وَ ‘la birinci  سَخَّرَ  fiiline matuftur.

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

 لَكُمُ  car mecruru  سَخَّرَ  fiiline müteallıktır.  الْاَنْهَارَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.    

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca isnadın Allah’a olması karînesiyle haberin mevsûlle marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat babında hakiki kasrdır. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası  خَلَقَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

السَّمٰوَاتِ  -  الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ  lafzından sonra  الْاَرْضَ ’ın zikri umumdan sonra husus babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ , tağlib yoluyla  الْاَرْضَ ‘ı da kapsamaktadır.

"- Allah, O'dur ki, gökleri ve yeri yarattı; "

Bundan önce Allah'ın nimetlerine nankörlük eden kâfirlerin halleri zikredildikten ve müminlere de, Allah'ın nimetlerine şükür olarak ibadet merasimlerini ifa etmeleri emredildikten sonra, burada da, bütün insanlar için şükretmeyi ve itaat etmeyi gerektiren muazzam nimetlerin ve büyük lütufların tafsilatına başlanmaktadır. Bundan amaç, müminleri buna teşvik etmek, şükre halel getiren, onun yerine küfür ve günahları koyan kâfirleri de takbih (kınama) etmektir. (Âşûr)


Kelam Yaradanın ismiyle başlamıştır. Çünkü O’nu tayin etmek en önemli amaçtır ve O’nunla ilgili haber mevsûl ile gelmiştir. Çünkü sıla O’na bağlı olanların bilindiğini ve O’nun için sabit olanların da bilindiğini ifade eder. Nitekim müşrikler  mahlukatın sahibinin Allah olduğu ve putların herhangi bir şey yaratmadığı konusunda tartışmazlar. (Âşûr)

Göklerin ve yerin yaratılması, onları yaratanın ilâhlığına delildir ve onlara vadedilen nimetlerin habercisidir (önsözü niteliğindedir). Bu nimetler semadan yere su indirmesi, yerden meyveler, denizler ve nehirler çıkarması; semadaki güneş ve ay, gece ve gündüz vs dir. (Âşûr) 

Sılaya matuf olan  وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَٓاءًۚ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Aynı üslupta gelen  فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ  cümlesi,  فَ  ile  وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً  cümlesine atfedilmiştir.

Gökten de su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler yetiştirdi; "

Buluttan su indirdi. Zira yüksekte bulunan her şeye sema denir. Yahut felekten su indirdi. Çünkü nasların zahirlerinden anlaşıldığına göre, yağmur, felekten başlayarak bulutlara, oradan da su olarak yeryüzüne inmektedir. Yahut yağmuru semavî sebeplerle indirdik.

Şöyle ki, bu sebepler (kâinat sistemi), yerden aldıkları nemi (buharı) yükseklere çıkarmakta ve ondan da yağmur yağdıran bulutlar oluşmaktadır.

Ürünlerin yetişmesi, her ne kadar Allah'ın (cc) irade ve kudretiyle oluyorsa da, cari olan Allah'ın âdetine göre; ürünlerin şekil ve keyfiyetleri, su ve toprak karışımından meydana gelen maddelerden vücut bulmaktadır.

Allah (cc) suda etken bir kuvvet ve toprakta da kabil bir kuvvet yaratmıştır. İşte bu iki kuvvetin birleşmesiyle ürün çeşitleri doğmaktadır. Allah (cc), sebeplerin kendilerini hiç yoktan yarattığı gibi, eşyayı da sebepsiz ve maddesiz olarak da yaratmaya kadirdir.

Fakat ürünlerin böyle tedrici ve aşama olarak meydana getirilmesinde, gerçek basiret sahipleri için, Allah'ın muazzam kudretine delalet eden yeni yeni birçok hikmetler ve ibretler vardır. (Ebüssuûd)


Su, aslında bulutlardan iner. Bulut, "yüksek" "üstte" demek olan "sümüvv" masdarından türemiş "semâ" (gök) kelimesi ile ifade edilmiştir.(Fahreddin er-Râzî)

السَّمٰوَاتِ  -  السَّمَٓاءِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 السَّمَٓاءِ  -  مَٓاءً  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.

 الثَّمَرَاتِ  -  رِزْقاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ 

 

Sılaya  و ’la atfedilen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur  لَكُمُ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ  cümlesi, mecrur mahalde olup  سَخَّرَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

“Allah'ın izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin yararınıza akıttı."

‘’Allah'ın izniyle" denmesi, zahiri halden görüldüğü gibi, bu işin, insanların emekleri ve aletleri kullanmalarıyla gerçekleşmediğini sarahaten bildirmek içindir.

Yine Allah (cc) ekinlerinizi, bahçelerinizi sulamak ve diğer ihtiyaçlarınızı karşılamak için nehirleri de sizin yararınıza akıttı. (Ebüssuûd)

Gemiyi boyun eğdirmenin anlamı, insanlara onu denizde hiçbir engel olmadan akacak şekilde yapmaları ve şekillendirmeleri için ilham vererek hizmetine vermektir. (Âşûr)

الرِّزْقُ ; azık, التَّسْخِيرُ  boyun eğdirmek demektir. Bu fiilin aslı; zillet içinde bırakmaktır. Burada bir şeyi, başkasının kendi üzerinde tasarruf yetkisini kabul eder hale getirmek manasında mecazdır. (Âşûr) 


الفُلْك  : Müfred gibi gözüken cemi bir lafızdır. (Âşûr)

بِاَمْرِه۪ۚ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اَمْرِ  tazim edilmiştir.


 وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ

 

Cümle  و ’la  sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur  لَكُمُ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

السَّمَٓاءِ  -  اَنْهَارَۚ  -  بَحْرِ  -  مَٓاءً  ve  الْبَحْرِ  -  الْفُلْكَ  -  تَجْرِيَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

سَخَّرَ  -  لَكُمُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


"Allah Teâlâ o meyveleri ve mahsulleri, insanların gayretine göre gökten inen yağmurlar vasıtası ile çıkarmıştır. Çünkü böyle olmasında insanların faydası vardır. Çünkü onlar, bu azıcık menfaat ve faydaların bile elde edilmesinde onca zorluk ve yorgunluğun sırtlanılması gerektiğini anlayınca, ahiretin devamlı ve büyük faydasının elde edilmesi için de birtakım zorluklara katlanılması gerektiğini haydi haydi anlarlar. İnsan, bu fazla önemli ve büyük olmayan faydaları elde etmek için rahatını ve huzurunu terkedince, Allah'ın mükâfatını elde edip, ilâhi ikabdan (azaptan) kurtulabilmek için, dünyevî lezzetleri bırakması öncelikle gerekir. İşte bu sebepten ötürü, ahirette mükellefiyet bulunmadığı için, Allah Teâlâ her insanı orada yorulmadan ve usanmadan arzu ettiği şeye ulaştırır" demişlerdir. Bu, kelamcıların görüşüdür. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki, "Akan sular da yine size musahhar kılmıştır" ifadesinin anlattığı husus; Bil ki denizin suyundan, sulamada hiç istifade edilemediği için, Hak Teâlâ nehirleri ve kaynakları çıkarıp akıtmak suretiyle, mahlûkata nimet vermiş olduğunu söylemektedir. Öyle ki bu nehir ve gözelerden ekinlere, bağlara ve bahçelere sular verilir. Deniz suyu içmeye de elverişli değildir. Buna elverişli olan, yine nehir sularıdır. (Fahreddin er-Râzî)

 
İbrahim Sûresi 33. Ayet

وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ  ...


O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir.

مر Qamer : قَمَرٌ kelimesi gökteki ay demektir. Bu içi dolmaya başladığında yani üçüncü geceden sonra ona söylenen isimdir. Bir görüşe göre yıldızların ışığına galip gelmesinden ya da ele geçirmesinden dolayı bu manadaki قَمَرَ – يَقْمُرُ fiilinden türeyerek böyle adlandırılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de aynı formda 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kamer, kameri, kumar ve kumrudur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَكُمُ  car mecruru  سَخَّرَ  fiiline müteallıktır.  الشَّمْسَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

الْقَمَرَ  atıf harfi  وَ ‘la  الشَّمْسَ ‘ye matuftur.

دَٓائِبَيْنِ  hal olup müsenna olduğu için nasb alameti  ى  ile mansubdur. 

و  atıf harfidir.  سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. لَكُمُ  car mecruru  سَخَّرَ  fiiline müteallıktır.

الَّيْلَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

النَّهَارَ  atıf harfi  وَ ‘la  الَّيْلَ ‘e matuftur.

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ

 

Önceki ayetteki sıla cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur  لَكُمُ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

الشَّمْسَ  için hal olan  دَٓائِبَيْنِۚ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Allah'ın (cc), insanlara bahşedilmiş olan çeşitli nimetleri zikretmesi ve her birini de müstakil bir cümle ile ifade buyurması, onların şanını yüceltmek, değerlerinin yüksek olduğuna dikkat çekmek ve her birinin kendi başına, şükrü gerektiren pek büyük bir nimet olduğunu sarahaten (açık açık) bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

الشَّمْسَ  -  الْقَمَرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı hafî sanatları vardır.

الَّيْلَ  -  النَّهَارَۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

سَخَّرَ  -  لَكُمُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

دأب الشمس والقمر  ifadesi istiaredir. Çünkü  الدائب  gerçek manada ‘’işine yoğunlaşan, sürekli çalışan insan’’ demektir. Ancak bu iki ışıklı cisim (Güneş ve Ay) kendilerine çizilen yolda takdir edilen görevlerine devam eder, yörüngelerinde sürekli seyreder oldukları için ’’yorulma’’ (nasab) ile nitelenmeleri güzel düşmüştür. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Göklerin yaratılması ile güneş ve ayın yaratılması arasında açık bir münasebet olduğu halde onların bir arada zikredilmeyip güneş ile ayın sonra zikredilmesi, şunun içindir: Göklerin zikri, yerin zikrini gerektirir. Yerin zikri de, yağmurun gökten yere indirilmesinin zikrini gerektirir. O da, yerden rızkın çıkarılmasının zikrini gerektirir ki felek ve nehirler vasıtasıyla hasıl olanlar da bu cümledendir.

Yahut Bakara Suresinde de belirtildiği gibi, göklerin ve yerin yaratılması ile güneş ve ayın memur edilmesinin bir tek nimet gibi vehmedilmesinden kaçınılması içindir. (Ebüssuûd)


Günün Mesajı
27 ayette Allah'ın müminlere sebat verdiği sabit söz iman hakikatidir. Bu hakikat sabittir, değişmez. Ama müminin amellerinde sürçmeler, düşmeler olabilir. Kafirlerin ise ne imanları ne de amelleri sabittir. Rüzgara göre değişir, her zaman bir sapkınlık içindedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Erdemler Şehri’nde, Adalet kendisini dinleyenlere, sürgün günlerine ait bir anısını daha anlatıyordu:

Yolda giderken, yorulduğumu hissettiğim için kısa bir süre dinlenmeye karar verdim. Yolum bir bahçeye çıktı. Sahipleri olduğunu düşündüğüm insanların içeride çalıştığını görünce, oraya uğradım.

Kendimi tanıtıp, biraz dinlenmek istediğimi belirtince, beni hemen içeri aldılar. Bahçe çok ilgi çekiciydi. Bir tarafta, dünya güzeli ve mis kokulu çiçekler varken; diğer tarafta dünya çirkini ve çöp kokulu çiçekler vardı.

 

Verdikleri ikramların ve biraz kestirmenin ardından toparlandım. Gün bitmeden tekrar yola çıkmak istiyordum. Bahçe kapısına doğru yürürken, tekrar hayretle çiçekleri izledim. Tam çıkıp gidecekken merakıma yenildim ve bahçe sahiplerine döndüm.

Çiçekleri sorduğumda gülümsediler ve: “İşte şimdi, bu şehre yabancı olduğunuzdan iyice emin olduk.” dediler.

“Bu çiçeklerin hepsi, insanların sahip oldukları faziletleri ve reziletleri temsil ediyor. Her çiçeğin yapraklarında, kime ait olduğu yazar ama ancak sahipleri kendi isimlerini görür. Böylece kimse, bir başkasına mahçup olmamış ve özeli de açığa çıkmamış olur. Ancak; Rezilet çiçeklerinden biri, sahibi yüzünden çok semirirse, bazen arsızlaşır ve sahibini ifşa eder.

Biz bu bahçenin koruyucularıyız ama bu çiçeklerin besleyicileri değiliz. Onları besleyenler, yine kendi sahipleri. Belli aralıklarla, onlar bu bahçeye uğrarlar ve iç dünyalarının ne hal üzerine olduğunu kontrol ederler. Eğer faziletler arasında bir çiçekleri varsa, onu beslemek için ya da reziletler arasında bir çiçekleri varsa, onu da çürütmek için hayatlarına yön verirler. Eğer dilerlerse yeni bir tohum da ekebilirler.”

“SubhanAllah!” dedim ve teşekkür edip yoluma devam ettim. İnsanların kalplerinin halini gösteren bu bahçeye hayran kalmıştım. Sonra kendime yöneldim ve uzun bir süre kalbimin üzerinde bulunduğu hali ve neyi beslemek veya çürütmek istediğimi düşündüm.

Ey suyu ve toprağı yaratan Allahım! Beni; kalbinin halini güzelleştirmek için elinden geleni ve doğrusunu yapanlardan eyle. Kalp bahçemi rahmetinle; tevekkülle, huzurla ve nice faziletlerle doldur. Beni, yalnız Senin rızan için; nankörlüktense şükrü, cimriliktense cömertliği, tembelliktense çalışkanlığı, korkaklıktansa cesareti, öfkedense sükuneti, yalancılıktansa doğruluğu, cahilliktense ilmi, ahlaksızlıktansa edebi, zulümdense adaleti ve her türlü kötülüktense iyiliği seçenlerden eyle. Nefsime yenik düştüğüm zamanlarımı affet ve hatalarımın üzerini ört. Dünya üzerindeyken, iyiliklerimi çoğalt ve bana merhametinle muamele et.

Amin.