بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ ١٤٧
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | كَذَّبُوكَ | seni yalanladılarsa |
|
3 | فَقُلْ | de ki |
|
4 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
5 | ذُو | sahibidir |
|
6 | رَحْمَةٍ | rahmet |
|
7 | وَاسِعَةٍ | bol |
|
8 | وَلَا | (fakat) |
|
9 | يُرَدُّ | geri çevrilmez |
|
10 | بَأْسُهُ | O’nun azabı |
|
11 | عَنِ | -dan |
|
12 | الْقَوْمِ | toplum- |
|
13 | الْمُجْرِمِينَ | suçlu |
|
Hz. Peygamber’den, eğer müşrikler İslâm’ın çağrısına uyarak eski bâtıl uygulamalarından vazgeçer ve yeni dinin hükümlerini tatbik ederlerse Allah’ın rahmetinin son derece geniş olduğunu, bundan yararlanma imkânlarının bulunduğunu, şayet kendisini yalanlayarak eski fikirlerinde devam ederlerse, O’nun son derece şiddetli olan azabından bütün mücrimler gibi onların da kurtulmalarının mümkün olmadığını hatırlatması istenmektedir
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 482
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوكَ şart fiili olup, damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبُّكُمْ mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ذُو haber olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak ref alameti و ’dır. Aynı zamanda muzâftır. رَحْمَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَاسِعَةٍ kelimesi رَحْمَةٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاسِعَةٍۚ kelimesi sülâsî mücerredi وسع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُرَدُّ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. بَأْسُهُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنِ الْقَوْم car mecruru يُرَدُّ fiiline mütealliktir. الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ ‘nin sıfatı olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
عَنْ harf-i ceri mecruruna mücaveze, sebep, kaynak-rivayet, bedel, hal, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُجْرِم۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ
Şart üslubunda gelen ayet فَ ile 145. ayetteki … قل (De ki) cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan, şart üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasındaki şart cümlesi كَذَّبُوكَ , temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
كَذَّبُوكَ fiili تفعيل babındadır. Bu babın cümleye kattığı en belirgin anlam, fiilin, fail veya mef’ûldeki ziyadeliğidir.
كَذَّبُوكَ fiili istimrar manasındadır. Yani; bu hüccetten sonra da hala yalanlamaya devam ederlerse, demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hz. Peygambere söylemesi emredilen sözlerdeki رَبُّكُمْ izafetinde inanmayanlara ait zamirin Rab ismine izafe edilmesi, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak kastına matuftur.
Müsned olan ذُو رَحْمَةٍ ‘in izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade etmiştir.
Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzâf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَحْمَةٍ ‘in sıfatı olan وَاسِعَةٍ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
رَحْمَةٍ ‘deki nekrelik, kesret, nev ve tazim ifade eder.
وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
وَ istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْمُجْرِم۪ينَ - كَذَّبُوكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yüce Allah’ın rahmeti çok geniş olmakla beraber, günahkârlara er veya geç azabı da kesindir. Şu halde Allah’ın iradesini ilgilendiren şeylerin bazılarının ceza ve azab olduğu da muhakkaktır. İlâhî takdirde insan için serbestlik de var, zorlama da vardır. Ayette özetlendiği üzere ilâhî, buyruklar, emir ve yasak, helal ve haram, sevap ve ceza mecburiyette değil serbestlikte vardır. Taat, bu buyruklara serbestçe uymak; günah ise bu buyruklara yine serbestçe karşı gelmektir. Böyle serbest davranışları ve kulun dilemesini yaratmayı takdir, İlâhî iradeyi, kulun iradesine bağlamak ve tertib demek olduğundan bunlar da kaza ve kaderdir, sırf zorlama değildir. Gerçi Allah dilemeyince kimse bir şey yapamaz. Ancak suçun takdir edilmesi ve ilâhî iradeye yakınlığı Allah’ın rızası değil, suçlunun rızası bakımındandır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ ١٤٨
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَيَقُولُ | diyecekler ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | أَشْرَكُوا | ortak koşan(lar) |
|
4 | لَوْ | şayet |
|
5 | شَاءَ | isteseydi |
|
6 | اللَّهُ | Allah |
|
7 | مَا |
|
|
8 | أَشْرَكْنَا | biz ortak koşmazdık |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | ابَاؤُنَا | babalarımız da |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | حَرَّمْنَا | haram yapmazdık |
|
13 | مِنْ | hiçbir |
|
14 | شَيْءٍ | şeyi |
|
15 | كَذَٰلِكَ | öyle (demişlerdi) |
|
16 | كَذَّبَ | yalanlayanlar |
|
17 | الَّذِينَ |
|
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | قَبْلِهِمْ | onlardan önce |
|
20 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
21 | ذَاقُوا | tadmışlardı |
|
22 | بَأْسَنَا | azabımızı |
|
23 | قُلْ | de ki |
|
24 | هَلْ | var mı? |
|
25 | عِنْدَكُمْ | yanınızda |
|
26 | مِنْ | hiç |
|
27 | عِلْمٍ | bir bilgi |
|
28 | فَتُخْرِجُوهُ | çıka(rıp gösterece)ğiniz |
|
29 | لَنَا | bize |
|
30 | إِنْ |
|
|
31 | تَتَّبِعُونَ | siz uyuyorsunuz |
|
32 | إِلَّا | sadece |
|
33 | الظَّنَّ | zanna |
|
34 | وَإِنْ | ve eğer |
|
35 | أَنْتُمْ | siz |
|
36 | إِلَّا | sadece |
|
37 | تَخْرُصُونَ | saçmalıyorsunuz |
|
Yüce Allah, Hz. Peygamber’le tartışırken, her şeyin Allah’ın dilemesine bağlı olduğu gerçeğini, kendi bâtıl uygulamalarının haklılığına gerekçe olarak gösteren ve sanki “Böyle inanıp böyle yaşamamız Allah’ın dilemesi olduğuna göre biz O’nun iradesine uyuyor, böylece günah işlemiş de olmuyoruz” diyerek söz konusu gerçeği hedefinden saptıran, istismara kalkışan müşriklerin kötü niyetlerini yüzlerine vurmakta, onların böyle bir gerekçeye dayanarak Hz. Peygamber’i ve onun tebliğlerini yalanlamaya hakları olmadığını bildirmekte; nitekim daha önce de aynı mantıkla yalanlamada bulunan milletlerin azaba mâruz kalmaktan kurtulamadıklarını hatırlatmaktadır. Elbette evrende bütün olup bitenler, Allah’ın hür ve mutlak iradesiyle koymuş olduğu kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir. İnsanın, kendi irade ve aklını kullanarak doğru ve yanlış olanı birbirinden ayırması, doğruyu seçme imkânına sahip olması da aynı kanunun bir parçasıdır. Bu sebeple inkârcıların kendi kötülüklerini Allah’ın irade ve meşîetine yüklemeye kalkışarak kendilerini mâzur göstermeleri, O’nun azabını gerektirecek bir suçtur. Nitekim âyetin devamı da, müşriklerin bu istidlâllerinin, ilmî bir değer taşımayıp sadece bir zan ve kuruntudan ibaret olduğunu göstermektedir (âyetteki hars kavramı hakkında 116. âyetin tefsirine bk.).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 483-484
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ
Fiil cümlesidir. Fiilin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.Mekulü’l kavli, لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ ’dur. سَيَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوۡ gayri cazim şart harfidir. شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı مَٓا اَشْرَكْنَا ’dır.
مَٓا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَشْرَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اٰبَٓاؤُ۬نَا atıf harfi وَ ile اَشْرَكْنَا’ daki zamire matuftur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. حَرَّمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَوۡ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
مِنْ nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, meful ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )
اَشْرَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi شرك ‘dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَرَّمْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” anlamındadır. Bu ibare, amili كَذَّبَ olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri; كذّب الذين من قبلهم تكذيبا كذلك التكذيب الذي فعله هؤلاء (Onlardan öncekiler de bu kimselerin de inkar ettikleri gibi inkar ettiler.) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. ذَاقُوا mazi fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel كَذَّبَ fiiline müteallik olup, mahallen mecrurdur.
ذَاقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَأْسَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l kavli, هَلْ عِنْدَكُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. عِنْدَكُمْ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ harf-i ceri zaiddir. عِلْمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فَ harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir. اَنْ ve masdar-ı müevvel önceki kelama matuftur. Takdiri; هل عندكم من علم فإخراجه لنا (ilminiz varsa bize versenize) şeklindedir.
تُخْرِجُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لَنَا car mecruru تُخْرِجُوهُ fiiline mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaiddir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayette اَنْ harfi sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُخْرِجُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dir.
اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
Fiil cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَّبِعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. الظَّنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. تَخْرُصُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَخْرُصُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّبِعُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. سَ harfi vaid ve vaad siyakında tekid ifade eder.
س lafzı ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف lafzı ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)
Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَيَقُولُ fiilinin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اَشْرَكُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsulle marife olması bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
سَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ terkibi, şart üslubunda gelmiştir. لَوۡ gayri cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوۡ muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder.(Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, 5/63)
Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi olan شَٓاءَ اللّٰهُ ifadesinde شَٓاءَ fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا cümlesi şartın cevabıdır. Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
مَٓا اَشْرَكْنَا fiilinin failine atfedilen وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا izafetindeki nefy harfi لَٓا zaiddir. Tekid ifade eder.
اَشْرَكُوا - اَشْرَكْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan terkip şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ cümlesi aynı üslupta gelerek اَشْرَكْنَا ’ya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûl olan مِنْ شَيْءٍ ‘deki مِنْ , tekit ifade eden zaid harftir.
شَيْءٍ ’deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye dahil olan zaid مِنْ harfi ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, selbin umumuna işaret eder.
Mazi fiilin مَٓا harfiyle olumsuzlanması, لَمْ harfiyle olumsuzlanmış muzari fiilden daha kuvvetlidir. Çünkü مَٓا harfiyle olumsuzlanmış mazi fiil, لَمْ ile olumsuzlanmış fiilin aksine, kasemin cevabı olarak gelir. Dolayısıyla bu tabir tekitli bir olumsuzluk demektir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir yolu, c. 3, s. 219)
Genel olarak شَٓاءَ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu ayet-i kerime, müşriklerin küfürlerinden başka bir çeşidini anlatır. Ayetin, henüz gerçekleşmemiş bir hadiseyi önceden haber vermesi ve olayın,”Allah’a ortak koşanlar şöyle dediler: Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmazdık. O’nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık.” ayetinde belirtildiği gibi aynen gerçekleşmesi onun Allah Teâlâ katından olduğuna apaçık bir delildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ
Cümle, itiraziyye veya istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili كَذَّبَ olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri; كذّب الذين من قبلهم تكذيبا كذلك التكذيب الذي فعله هؤلاء [Onlardan öncekiler de bu kimselerin inkâr ettikleri gibi inkâr ettiler.] şeklindedir.
Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كَذَّبَ fiili تفعيل babındadır. Bu babın cümleye kattığı en belirgin anlam, fiilin, fail veya mef’ûldeki ziyadeliğidir.
كَذَّبَ fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlere tahkir ifade eder.
Gaye bildiren cer harfi حَتّٰٓى ‘nın gizli أن ’le masdar yaptığı ذَاقُوا بَأْسَنَا cümlesi كَذَّبَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, sübut, istikrar ve temekkün ifade eden mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذَاقُوا بَأْسَنَا [Azabı tattılar] tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili, kişinin azabı ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’ hissetmektir.
كَذَّبَ - اَشْرَكُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَا ifadesi, yalanmanın son noktasıdır. Maksat, varlıklarının son vaktine kadar azabın devam etmesidir. Öyle ki onlar Allah’ın azabını tattıklarında helak olur ve gözden kaybolurlar. Buradaki gaye, yasaklamak ve fiilden dönmek için değil, onlara azap ulaştıktan sonra geri dönmeyi hayal edemeyeceklerini izhar etmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
هَلْ inkâri manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında, inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca cevap bekleme kastı olmayan soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
عِنْدَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ عِلْمٍ muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhe dahil olan مِنْ harf-i ceri zaiddir. Tekid ifade eder.
Müsnedün ileyh olan مِنْ عِلْمٍ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid مِنْ harfi de kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَتُخْرِجُوهُ لَنَا cümlesi, masdar teviliyle, kelamın öncesindeki nehiyden kaynaklanan masdara matuftur.
Takdiri; هل عندكم من علم فإخراجه لنا... (İlminiz varsa bize versenize) olan masdarın hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır.
İlim cehlin mukabilidir. Onu çıkarmak; ilan etmek demektir. Bilmeyen kişiye malumu ifade etmek, gizli bir şeyi ortaya çıkarmaya benzetilmiştir. Bu; Resulullah’ın (s.a.v) وعِلْمٌ بَثَّهُ في صُدُورِ الرِّجالِ (İlim insanların göğüslerinde, kalplerinde yayılır.) sözüne benzer. Bundan dolayı lafzın عِنْدَكُمْ ile gelmesi, güzel olmuştur. Çünkü عِنْدَ asılda, izafe edilen lafza ait hususi bir mekâna delalet eder ki onu gizlemek uygun olur. Mecazî anlamdaki kullanımı o kadar yaygındır ki adeta hakiki manası olmuştur. عِنْدَ’nin zikri, burada bilgiyi çıkarmanın ilan manasında kullanıldığı istiareyi, istiare-i muraşşaha yapar. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. اِنْ ve اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. تَتَّبِعُونَ maksûr/ sıfat, الظَّنَّ maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الظَّنَّ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ ifadesinde istiare sanatı vardır. الظَّنَّ , tabi olmak fiiline isnad edilerek bir şahsa benzetilmiştir. Zanna bir şahıs gibi uyarak onu takip etmek, zannın kötülüğünü, artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Aynı üsluptaki وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
İsim cümlesi formundaki cümle kasrla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اَنْتُمْ mevsûf/maksûr, تَخْرُصُونَ sıfat/maksûrun aleyh olur. Onlardan başka yalancılar da vardır, fakat onlar yalancı olmaya tahsis edilmişlerdir.
Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat, zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.
Ayetteki muzari fiiller hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خْرُصُ kelimesi ‘tahmin etmek’ demektir. Bu, ilmin zıddıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.109)
الظَّنَّ - عِلْمٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
كَذَّبَ - تَخْرُصُونَ - الظَّنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalan söylemek manasındaki خْرُصُ kelimesi Kur’an’da ikisi bu surede olmak üzere dört kere ve her biri de kasr cümlesi şeklinde gelmiştir.
Bu ayet, mutlak olarak her çeşit zanna uymanın dinen yasak olduğuna delalet etmez; fakat karşısında kesin delil bulunan zanna uymanın yasaklandığına delalet eder.(Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ ١٤٩
Asıl güvenilecek olan üstün ve gerçek delil, Allah’ındır; O’nun ortaya koyduğu, akla, ilme, irfana dayalı delildir ki o da Allah’ın gerek vahyedilen bilgilerde, gerekse akıl ve basîret sahiplerine hitap eden tabiat düzeninde sergilediği gerçeklerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 484
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli şart ve cevab cümlesidir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن لم تكن لكم حجّة فلله الحجّة (Sizin bir deliliniz yoksa da Allah’ın delili vardır.) şeklindedir.
İsim cümlesidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحُجَّةُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. الْبَالِغَةُ kelimesi الْحُجَّةُ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayri cazim şart harfidir. شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup damme ile merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
هَدٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَجْمَع۪ينَ kelimesi هَدٰيكُمْ ’deki muhatap zamiri tekid edip nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.
Manevi te’kid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. Ayet manevi tekiddir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
الْبَالِغَ kelimesi sülâsî mücerredi بلغ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ şart üslubunda gelmiştir.
Şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَ , takdiri ... إن لم تكن لكم حجّة (Sizin bir deliliniz yoksa da …) olan mahzuf şart cümlesinin cevabına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi olan فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحُجَّةُ muahhar mübtedadır.
Car-mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Yani: hüccet sizin değil Allah’ındır, demektir. Böylelikle onların hüccetlerinin geçersiz olduğu anlaşılmış olur. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لِلّٰهِ , maksurun aleyh/sıfat, الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuarâ/113)
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْحُجَّةُ için sıfat olan الْبَالِغَةُۚ mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
الْحُجَّةُ [delil ]’den maksat Kitap, Resul ve Sünnet’tir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Şart üslubunda gelen terkip, atıf harfi فَ ile mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasındaki فَلَوْ شَٓاءَ cümlesi şarttır. لَوْ , cezmetmeyen şart harfidir.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَٓاءَ fiilinin mef'ûlu bu cümlede olduğu gibi çoğu zaman mahzuftur.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Genel olarak شَٓاءَ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Şartın cevabı olan ve لَ karinesiyle gelen لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Manevî tekit lafzı اَجْمَع۪ينَ , fiildeki mef’ûl olan muhatap zamirini tekit etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَجْمَع۪ينَ lafzî tekiddir.
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟ ١٥٠
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | هَلُمَّ | haydi getirin |
|
3 | شُهَدَاءَكُمُ | tanıklarınızı |
|
4 | الَّذِينَ | o ki |
|
5 | يَشْهَدُونَ | şahidlik edecek |
|
6 | أَنَّ |
|
|
7 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
8 | حَرَّمَ | yasakladığına |
|
9 | هَٰذَا | bunu |
|
10 | فَإِنْ | eğer |
|
11 | شَهِدُوا | şahidlik ederlerse |
|
12 | فَلَا |
|
|
13 | تَشْهَدْ | sen şahidlik etme |
|
14 | مَعَهُمْ | onlarla beraber |
|
15 | وَلَا | ve |
|
16 | تَتَّبِعْ | uyma |
|
17 | أَهْوَاءَ | keyiflerine |
|
18 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
19 | كَذَّبُوا | yalanlayan(ların) |
|
20 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
21 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
22 | لَا |
|
|
23 | يُؤْمِنُونَ | ve inanmayanların |
|
24 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
25 | وَهُمْ | ve onlar |
|
26 | بِرَبِّهِمْ | Rablerine |
|
27 | يَعْدِلُونَ | eş tutmaktadırlar |
|
Müşrikler, haram olduğunu ileri sürdükleri şeylerden herhangi biri için “Allah şunu yasak etti” diyebilecek herhangi bir tanık gösteremezler; tanık diye ortaya çıkardıklarına da asla itibar edilemez. Eşyada asıl olan mubahlıktır; eğer bir şeyin haram olduğu ileri sürülüyorsa bunun Allah tarafından haram kılındığının kanıtlanması gerekir. Burada, müşriklerin, daha önceki âyetlerde belirtilen bazı hayvanlarla ilgili hüküm ve kanaatlerinin asılsız olduğu, bunların Allah’ın hükümleri olmadığı belirtilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 484
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلُمَّ emir manasında isim fiildir. أحضروا (getirin) manasındadır. Faili müstetir olup takdiri أنتم ’dir. شُهَدَٓاءَكُمُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl شُهَدَٓاءَكُمُ ’un sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشْهَدُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشْهَدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. حَرَّمَ cümlesi, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle يَشْهَدُونَ fiiline mütealliktir.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. İşaret ismi هٰذَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Buradaki هَلُمَّ ifadesi emir manasında isim fiil olup هَاتُوا (getirin) anlamında kullanılmıştır. İsim fiilde Hicazlılara göre müfred ve cemi, müzekker ve müennes birdir. Benî Temim ise bunların müennesini ve cemisini de kullanır. (Sinan Yıldız, Vehbe ez-Zuhaylî’nin et-Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَهِدُوا şart fiili olup, damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَشْهَدْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. مَعَهُمْ mekân zarfı, تَشْهَدْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. اَهْوَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ile birinci ism-i mevsûle matuf olup, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِرَبِّهِمْ car mecruru يَعْدِلُونَ۟ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْدِلُونَ۟ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْدِلُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّبِعْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. هَلُمَّ isim-fiildir. أحضروا (getirin) manasındadır.
قُلْ fiilinin atıfsız olarak tekrarı, işitmeyi sağlamak ve diyalog tarzı içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
هَلُمَّ; gelin, getirin demektir. Ayetteki bu kelime, bir şeye çağırmayı ve davet etmeyi ifade eder. هَلُمَّ ,هيهات ,هي vb. kelimeler fiil - isimdir. Bunların çekimi yoktur. Fiil manasındadırlar. Fiilden daha kuvvetli mana ifade ederler. Mebnîdirler, cinsiyet ayrımı da yoktur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
Emir fiili korkutma, gözdağı verme, tehaddî, aciz bırakma anlamında kullanılanılarak tehdit manasında gelmiştir. Dolayısıyla cümle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
شُهَدَٓاءَكُمُ ’un sıfatı konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَا cümlesi, masdar tevilinde olup takdir edilen ب harfi ile يَشْهَدُونَ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Mef’ûl konumundaki هٰذَاۚ ism-i işareti, müşarun ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip onun durumunu belirtir.
شُهَدَٓاءَ lafzının muhatap zamirine izafeti onların acziyetini daha kuvvetle ifade etmek içindir. Çünkü doğrunun gereği onları bilen şahitlerin olmasıdır. Bu şahitler hakkı tasdik etmeye çağrıldıklarında hazır olurlar. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Onların şahitleri, sözlerini tuttukları liderleridir. Liderlerin çağrılmalarının sebepleri; hüccetin onlar aleyhine sabit olması, önderlerle onlara uyanlar arasındaki irtibatın kesilmesi ve onların dalalette olduklarının ortaya çıkması, onların sözlerinin bir dayanağı olmadığının anlaşılması içindir. İşte bundan dolayı “şahitleriniz” buyrulmuştur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ
Cümle, atıf harfi فَ ile istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan, şart üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan شَهِدُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اِنْ , şart fiilinin vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece ve müşakele sanatları vardır.
فَلَا تَشْهَدْ nehiy cümlesi, müşriklerin yalancılığından kinaye olarak gelmiştir. Kinayenin karînesi zahirdir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
شَهِدُوا - شُهَدَٓاءَكُمُ - يَشْهَدُونَ - تَشْهَدْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تَشْهَدْ - شَهِدُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
Cümle, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَهْوَٓاءَ ’nin muzâfun ileyhi olan ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
كَذَّبُوا fiili تفعيل babındandır. Bu babın cümleye kattığı en belirgin anlam, fiilin, fail veya mef’ûldeki ziyadeliğidir.
كَذَّبُوا fiiline müteallik olan بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Cümledeki ikinci cemi müzekker has ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la birinciye atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.
Menfi muzari fiil sıygasında gelen sıla cümlesi olan لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
كَذَّبُوا - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi olan وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟ cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine, menfî sıygadan müspet sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlenin müsnedinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifadesi yanında hükmü takviye etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur بِرَبِّهِمْ , ihtimam için, amili olan يَعْدِلُونَ۟ ‘e takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّهِمْۚ izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا , izhar makamında muzmar ifadedir. Onların Allah’ın ayetlerini yalanlaması ve ayetlerden yüz çevirmesi sadece اَهْوَٓاءَ lafzıyla ifade edilmiştir.
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ١٥١
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | تَعَالَوْا | gelin |
|
3 | أَتْلُ | okuyayım |
|
4 | مَا | şeyleri |
|
5 | حَرَّمَ | haram kıldığı |
|
6 | رَبُّكُمْ | Rabbinizin |
|
7 | عَلَيْكُمْ | size |
|
8 | أَلَّا | asla |
|
9 | تُشْرِكُوا | ortak koşmayın |
|
10 | بِهِ | O’na |
|
11 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
12 | وَبِالْوَالِدَيْنِ | ve ana babaya |
|
13 | إِحْسَانًا | iyilik edin |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | تَقْتُلُوا | öldürmeyin |
|
16 | أَوْلَادَكُمْ | çocuklarınızı |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | إِمْلَاقٍ | fakirlik korkusuyla |
|
19 | نَحْنُ | biz |
|
20 | نَرْزُقُكُمْ | sizi besliyoruz |
|
21 | وَإِيَّاهُمْ | onları |
|
22 | وَلَا |
|
|
23 | تَقْرَبُوا | yaklaşmayın |
|
24 | الْفَوَاحِشَ | fuhuşlara |
|
25 | مَا | ne |
|
26 | ظَهَرَ | açığına |
|
27 | مِنْهَا | onun |
|
28 | وَمَا | ve nede |
|
29 | بَطَنَ | kapalısına |
|
30 | وَلَا |
|
|
31 | تَقْتُلُوا | ve kıymayın |
|
32 | النَّفْسَ | cana |
|
33 | الَّتِي |
|
|
34 | حَرَّمَ | yasakladığı |
|
35 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
36 | إِلَّا | olmadan |
|
37 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
38 | ذَٰلِكُمْ | işte |
|
39 | وَصَّاكُمْ | size tavsiye etti |
|
40 | بِهِ | bunları |
|
41 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
42 | تَعْقِلُونَ | düşünürsünüz |
|
Yukarıda müşriklerin temelsiz hükümleri ve kuralları eleştirildikten sonra bu âyetlerde asıl benimsenmesi gereken başlıca ilâhî kurallar ve hükümler yer almakta; biri tevhid inancına, diğerleri ahlâka dair olmak üzere İslâm’ın dokuz temel buyruğu sıralanmakta, son olarak da bütün bu buyurulanları kapsayıcı küllî bir ödev olmak üzere, Allah’ın dosdoğru olan yolundan gidilmesi emredilmektedir. 151. âyetin başındaki “Gelin, rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım” meâlindeki ifade muhatapların ilgisini, müteakip ifadelerdeki ilkeleri ihtiva eden yolun tek doğru ve izlenmesi zorunlu yol olduğu gerçeğine çekme gayesini gütmektedir. Bu âyetlerde sıralanan buyruklar şunlardır: 1. “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın.” Bu, İslâm’ın ana ilkesi olanAllah’ın her yönden birliği inancının bir gereği olup müslüman olmanın da ilk şartıdır. Fahreddin er-Râzî, ilgili âyetlere göndermeler yaparak, bu sûrede çeşitli müşrik zümrelerin en iyi şekilde açıklandığını belirttikten sonra bunları şöyle sıralamaktadır: Putperestler, yıldızperestler, Yezdân ve Ehrimen’in tanrılığını iddia edenler, Allah’a erkek ve kız çocuk isnat edenler (Râzî, XIII, 232). 2. “Anne babaya iyilik edin.” Âyetin bu kısmında geçen ihsân “güzellik, iyilik” anlamına gelen hüsn kelimesinden türetilmiş olup en geniş anlamda “iyilik etmek, güzel davranmak” demektir. Âyette bu buyruğun, Allah’ın birliğine inanmayı emreden ifadeden hemen sonra gelmesi, anne baba hakkının önemini gösterir (geniş bilgi için bk. İsrâ 17/23). 3. “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.” Özellikle geçim kaygısıyla çocuk öldürmenin, Allah’ın hazinesinin herkesi rızıklandıracak kadar zengin olduğundan şüphelenme anlamı taşıdığına bir işaret vardır. Ayrıca burada, sadece eski tefsirlerde söz konusu edilen Câhiliye dönemindeki çocuk öldürme uygulaması (bilgi için bk. En‘âm 6/137, 140) kastedilmeyip özellikle “fakirlik korkusuyla” veya “geçim kaygısıyla” şeklindeki kayıttan hareketle, anne karnındaki çocuğun öldürülmesinin de yasaklandığı dikkate alınmalıdır; ayrıca böyle bir uygulamanın Câhiliye döneminde de mevcut olduğu düşünülebilir. Günümüzde bir baba veya annenin kendi çocuğunu öldürmesi bütün dünyada suç sayılmakta ve nâdiren vuku bulmaktaysa da, bu ve benzeri âyetler, doğum kontrolü ve nüfus planlaması gibi meseleler dolayısıyla güncelliğini korumakta ve bu bakımdan ilgili âyet ve hadislere dayanılarak söz konusu meseleler hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Hz. Peygamber’in, doğum kontrolünün en basit şekli olan azil (meniyi rahimin dışına akıtma) uygulamasına izin verdiğine dair hadisler vardır (Buhârî, “Nikâh”, 96, “Megåzî”, 32; Müslim, “Nikâh”, 125, 134, 136, Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 49; Tirmizî, “Nikâh”, 39; Müsned, III, 33, 51, 53, 309; el-Muvatta’, “Talâk”, 95). Çeşitli mezheplerin âlimlerinin çoğunluğu da azlin câiz olduğunu kabul etmişlerdir (geniş bilgi için bk. Gazzâlî, İhyâ’, II, 47-49). Azlin mubah olması, gebe kalmamak için –başka bir yasak çiğnenmedikçe ve zararlı olmamak kaydıyla– daha başka tıbbî önlemlere başvurmanın da câiz olduğunu gösterir. Çünkü Kur’an’da gebe kalmamak değil, çocuk öldürmek yasaklanmıştır. Bununla birlikte evlenmenin asıl amacı, neslin devamı ve gelişmesi için çocuk yapmaktır. Bu sebeple kadının güzelliğinin bozulması, çocuğun bir ayak bağı telakki edilmesi gibi keyfî sebeplerle fıtratın tabii akışına müdahale etmek, özellikle müslüman nüfusun artmasının gerekli olduğu hal ve şartlarda çocuk yapmaktan kaçınmak doğru değildir. Âyetteki “Çocuklarınızı öldürmeyin” emri, günümüzde yaygın olarak uygulanan ve ciddi tartışmalara yol açan kürtaj konusuyla yakından ilgilidir. Günümüz âlimlerinin büyük çoğunluğu, hamileliğin hangi safhasında olursa olsun, çocuk düşürme ve aldırmanın haram olduğu görüşündedirler. 4. “Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın.” Burada geçen fevâhiş kelimesi fuhş kökünden gelmekte olup “çirkin ve yüz kızartıcı, utanç verici söz ve davranışlar”ı ifade eder. İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre Câhiliye Arapları açıktan zina edilmesini hoş karşılamaz, ancak gizli gizli zina ederlerdi (İbn Âşûr, V, 160). Âyette onların bu anlayış ve tutumları reddedilmiştir. Bununla birlikte, âyetteki fevâhiş lafzı çoğul olduğundan ve ayrıca bununla sadece zinanın kastedildiğini gösteren belirleyici bir ifade bulunmadığından, bu yasağı zina ile sınırlamak doğru değildir. Burada kötülüklerin gizlisinin de açığının da özellikle tasrih edilmesi ilgi çekicidir. Çünkü eğer bir insan, açıktan işlemeye çekindiği bir kötülüğü gizli olarak yapabiliyorsa, bu onun, insanlar tarafından kınanmaktan çekindiği halde Allah’ın buyruğunu ihlâl etmekten çekinmediğini gösterir. Ayrıca kötülüğü “yapmayın” veya “işlemeyin” yerine “yaklaşmayın” buyurulması, insanı kaçınılmaz olarak kötülük işlemeye sevkedebilecek ortam ve şartlardan uzak durmayı öngörmektedir. 5. “Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın yasakladığı cana kıymayın.” Buradaki tahrîmde “yasaklama” yanında “muhterem ve dokunulmaz kılma” anlamı da vardır. Bunun özellikle belirtilmesi, insan hayatının Hz. Âdem’den beri dokunulmaz olduğunu ima eder (İbn Âşûr, VIII, 161). Âyetteki hak kelimesi bâtılın zıddı olup din ve aklın doğru, gerçek, meşrû saydığı durumu ifade eder. Burada “doğru, gerçek, geçerli, meşrû sebep” anlamında kullanılmıştır (geniş bilgi için bk. Mâide 5/32).
Kuran Yolu Diyanet Tefsiri
Riyazus Salihin, 415 Nolu Hadis
Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir bedevî geldi ve:Ey Allah’ın Resûlü! Kişinin cennete veya cehenneme girmesini gerektiren iki etken nedir? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’a ortak koşmadan ölen cennete girer; Allah’a şirk koşarak ölen de cehennemi boylar” buyurdu.
(Müslim, Îmân 151)
Abdullah İbni Mes’ud şöyle demiştir: “ Resûl-i Ekrem Efendimize:’ En büyük günah nedir?’ diye sordum. Efendimiz de: “Allah seni yarattığı halde O’na ortak koşmandır “ diye cevap verdi. ‘Sonra hangisidir?’diye sordum: “ Yemeğine ortak olacak endişesiyle çocuğunu öldürmendir “ buyurdu.
( Buhâri ,Tefsir 2/3, 25/2, Edeb 20; Müslim ,Îman 141,142).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
بَطْنٌ kelimesinin aslı bildiğimiz karındır. Çoğulu بُطُونٌ şeklinde gelir. Ayrıca بَطْنٌ sözcüğü her şeyde ظَهْرٌ un karşıtını ifade eder. بِطَانَة içlik ve astar demektir. Yine bu kelime istiâre yoluyla bir kişinin kendi işinin iç yüzüne ( باطِن ) muttâli olabilme ayrıcalığı verdiği kimse manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri batın, bâtınî, battaniye ve badanadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فُحْشٌ – فاحِشَةٌ – فَحْشاءُ kelimeleri çirkinliği, fenalığı büyük olan fiiller ve sözler demektir. فاحِشَةٌ kelimesi pek çok ayette zinadan kinaye olarak kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fuhûş, fâhiş ve fahişedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli تَعَالَوْا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تَعَالَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen اَتْلُ cümlesi şartın cevabıdır.
اَتْلُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası حَرَّمَ رَبُّكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكُمْ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَيْكُمْ car mecruru حَرَّمَ fiiline mütealliktir.
اَنْ masdar harfidir. Tefsiriyye olması da caizdir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel مَا حَرَّمَ ’den bedel olarak mahallen mansubdur.
تُشْرِكُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru تُشْرِكُوا fiiline mütealliktir. شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تُشْرِكُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْوَالِدَيْنِ car mecruru mahzuf أحسنوا fiiline müteallik olup, müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir. اِحْسَانًا mahzuf fiilin mef'ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْتُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَوْلَادَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ اِمْلَاقٍ car mecruru تَقْتُلُٓوا fiiline mütealliktir.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَرْزُقُكُمْ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
نَرْزُقُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir اِيَّاهُمْ atıf harfi وَ ’la نَرْزُقُكُمْ ’deki muttasıl zamire matuf olup, mahallen mansubdur.
وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْرَبُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْفَوَاحِشَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl الْفَوَاحِشَ ’den bedel-i iştimal olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَهَرَ مِنْهَا ’dır. İrabtan mahalli yoktur.
ظَهَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. مِنْهَا car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir. مَا بَطَنَ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْتُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. النَّفْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl النَّفْسَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası حَرَّمَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. بِالْحَقّ car mecruru تَقْتُلُوا’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, لا تقتلوها إلّا متلبسين بالحقّ (Onları sadece hak ettikleri takdirde öldürün.) şeklindedir.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44) حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
وَصّٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِه۪ car mecruru وَصّٰيكُمْ fiiline mütealliktir.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَعْقِلُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَعْقِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَصّٰيكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi وصي ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan تَعَالَوْا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emrin cevap cümlesi olan اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً , müspet muzari fiil sıygasında faidei haber ibtidaî kelamdır.
اَتْلُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبُّكُمْ izafetinde, muhataplarla ünsiyet, emre itaate teşvik ve Allah’ın onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak kastı vardır.
Tefsiriyye olarak fasılla gelen اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
اَلَّا , tefsir harfi أن ve nefiy harfi لا ‘dan müteşekkildir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan شَيْـٔاً ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
Son üç ayet قُلْ emriyle başlamıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قُلْ تَعالَوْا أتْلُ ما حَرَّمَ رَبُّكم عَلَيْكُمْ ile başlayan ve birbirine atfedilen cümlelerde yer alan hükümler üç kısma ayrılmıştır.
İlki, umumi olarak insanlar arasındaki ictimai durumun düzeltilmesidir: اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً ile başlar.
İkincisi, insanların birbiriyle ilişkilerinde nizamın korunmasıdır: وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ ile başlar.
Üçüncüsü, hidayetin tümünü kapsayan İslam’ın aslına tabi olup dalalet yollarından kaçınmaktır. وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ sözüyle başlar. ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ sözü ise bu kısımlardan her biri için tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Önceki ayette, kâfirlerin Allah'a ortak koşmak ve bazı şeyleri haram saymak gibi fiil ve hareketlerinin O’nun emri ve dilemesiyle gerçekleştiği yolundaki iddialarının batıl olduğu ifade edilmişti. Bu ayette ise hikmetli bir üslup ile Resulullah’a haramları beyan etmesi emir buyuruluyor. Amaç, onların bu haramlardan sakınmaları gerektiğini bildirmektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ
Tefsiriyeye matuf olan bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِالْوَالِدَيْنِ ‘nin takdiri أحسنوا (... güzel davranın.) olan fiil mahzuftur. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
Mef’ûl olan اِحْسَاناً ‘deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. اِحْسَاناً kelimesinin mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olduğu da söylenmiştir.
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la tefsir cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَقْتُلُٓوا fiiline müteallik olan car-mecrurundaki مِنْ sebebiyyedir.
اِمْلَاقٍۜ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Kelime bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
مِنْ اِمْلَاقٍۜ , ayette fakirlik manasında kullanılmıştır. Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
اَوْلَادَكُمْ - الْوَالِدَيْنِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ
Bu cümle ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Munfasıl zamir وَاِيَّاهُمْۚ , fiildeki muttasıl zamir كُمْ ‘e atfedilmiştir.
مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ sözündeki geçen gaib zamirden نَرْزُقُكُمْ ‘ daki mütekellim zamirine dönülmesi bu sözlerin tümünü emredeni hatırlatır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Takdim, azamet ve ihtimam içindir. Burada Hak Teâlâ önce “Sizi Biz rızıklandırırız.” buyurmuş, sonra da “Onları da (Biz rızıklandırırız).” buyurmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
‘’Sizi de onları da Biz rızıklandırıyoruz.’’ Bunun benzeri olan ayet Kehf suresinde bunun tersi bir sıralama ile gelmiş; ‘’Onları ve sizi Biz rızıklandırıyoruz’’, buyurulmuştur.
Zengin olanlara hitap ederken önce “sizi”, fakir kişilere hitap ederken önce “onları” buyurulmuştur. Zengin kişiler fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürürken kendilerinde olan paranın biteceği korkusu taşıyorlar. Allah diyor ki: ‘’Size bu zenginliği veren Biziz, onlara da Biz vereceğiz.’’ Ama fakirlikte insanların zaten kaybedeceği bir şey yok. O yüzden diyor ki: ‘’Sen onların rızkını düşünme. Onları Biz rızıklandırıyoruz, sizi de Biz rızıklandırıyoruz.’’ (Fâdıl Sâlih Sâmerrrâî; Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Benzer bir ayet İsrâ Sûresi’nde de geçer. Ancak bu iki ayet arasında nazım bakımından fark vardır: İsrâ Sûresi’nde خَشْيَةَ إمْلاقٍ , En’âm/151’de مِن إمْلاقٍ buyurulmuştur. Bu da kızlarını öldürenlerin iki amacı olduğunu gösterir:
Ya bu kişiler fakirdir, kızlarına infak edecek gelirleri yoktur ve bu kızların büyüdüğü zaman da kendilerinin para kazanmasına yardım edeceğini düşünmüyorlardır. En’âm/151’deki مِن إمْلاقٍ sözü bunun için gelmiştir. Çünkü مِن ta’liliyedir. Yoksulluğun kızlarını öldürme sebebi olduğunu ifade eder.
Ya da bu öldürmenin sebebi babanın yoksulluğu değildir. Ama fakirleşmekten veya kendisinin ölümüyle kızının fakirleşmesinden korkuyordur. Çünkü cahiliyede kız çocuklarına miras bırakamıyorlardı.
En’âm/151’de نَحْنُ نَرْزُقُكم وإيّاهُمْ şeklinde buyurularak babalara ait zamir çocuklara ait zamire takdim edilmiştir. İsrâ Sûresi’nde ise نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ buyurularak zamirlerin sırası değişmiştir. Çünkü İsrâ sûresi’nde bahsedilen fakirleşme, gerçekleşmesinden korkulan fakirleşmedir ve en çok da beyitlerde gördüğünüz gibi kız çocuklarının fakirleşmesidir. Bu nedenle çocukların rızkını Allah'ın verdiği takdim edilmiş, babalarına verdiği rızık tehir edilmiştir ki bu da Kur'an'ın nüktelerindendir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ
Tefsiriyeye matuf bu cümle nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
الْفَوَاحِشَ ’den bedel-i iştimal olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sıla cümlesi olan ظَهَرَ مِنْهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki ikinci ism-i mevsûl birinciye matuftur.
ظَهَرَ- بَطَنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ ifadesinde istiare sanatı vardır. Bu fuhuş, gözle görülür, elle tutulur bir maddeye benzetilmiştir. Çünkü yaklaşma, gerçekte maddi şeyler arasında söz konusudur. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Zina yasağının وَلَا تَقْرَبُوا [yaklaşmayın] kelimesiyle ifadesi, ya zina isteği kuvvetli olduğundan yasağı da kuvvetlice vurgulamak ya da yaklaşmak, bilfiil işlemeye sebep olduğu içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Büyük, açık günahlara yaklaşmayın (Zina gibi. Yaklaştıkça içine düşersiniz, kurtulmak çok zordur. Bunun için yapmayın değil, yaklaşmayın buyurulmuştur.)
[َFuhşiyata yaklaşmayın] nehyi, “fuhşiyat yapmayın” nehyinden daha tesirli ve daha sakındırıcıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ
Tefsiriyeye matuf bu cümle de nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
النَّفْسَ için sıfat konumunda olan müfret müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ٓي ‘nin sılası olan حَرَّمَ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildiren kelimelerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
النَّفْسَ ‘deki marifelik cins içindir. İstiğrak da ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve emre itaati teşvik içindir.
اِلَّا istisna edatı بِالْحَقِّۜ müstesnadır. Cümledeki istisna müferrağdır.
بِالْحَقّ car mecruru تَقْتُلُوا fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْحَقّ ‘teki marifelik cins içindir. Bununla kastedilen öncesinde belirtilen hakkın mahiyetini açıklamaktır. Hak, İslam hakkında kullanıldığında, İslam nazarındaki mahiyeti kastedilir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Nefy harfi لَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Fiille hal arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. لَا تَقْتُلُوا maksûr, haber olan بِالْحَقّ maksûrun aleyhtir.
حَرَّمَ - لَا تَقْتُلُوا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اللّٰهُ - رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪
Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, وَصّٰيكُمْ بِه۪ haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin, sebat, temekkün ve istikrar ifade eden mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda olan ذٰلِكُمْ ile beş yasak işaret edilmiştir. Sayılan yasaklar işaret isminde cem edilmiştir. Cem’ meat taksim sanatı oluşmuştur.
İşaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)
لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Ayetin son cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَعْقِلُونَ ’nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Anne babaya iyilik yapmak onlara güzel davranıp Allah teâlâ'ya isyan olmayan hususlarda itaat etmek bir zorunluluktur.
Fakirlik veya başka bir sebeple çocukları öldürmek haram kılınmıştır.
Kişinin kendisini öldürmesi ve başkalarının canına kast etmesi de haram kılınmıştır.
Allahım! Bizi; dünya üzerinde uymadığımız sınırlar, yapmadığımız ibadetler ve işlediğimiz günahlar için bahaneler üretmekten muhafaza buyur.
Rabbim! Şirk koşanlardan değil, Sana hakkıyla kulluk edenlerden. Zanna uyanlardan değil, hakikati araştıranlardan. Bahanelere sığınanlardan değil, elinden geleni yapanlardan. Cahilliğiyle övünenlerden değil, düşünüp de anlayanlardan olmamızı nasip et.
Allahım! Nefsimizin cahilliğine ve aceleciliğine yenik düşmeden; Anne babasına iyilikte bulunanlardan. Rızkın, Senden geldiğini hatırlayarak, Sana güvenenlerden. Kötülüğün açığından da, gizlisinden de – günahın büyüğünden de, küçüğünden de uzak duranlardan. Her cana, sırf Sen yarattın bilinciyle, değer verenlerden. Ve hiçbir canın – bilerek ya da bilmeyerek – hakkına girmeden huzuruna gelenlerden olmamızda yar ve yardımcımız ol.
Amin.
***
Hasan el Benna’nın ‘Hatıralarım: Müslüman Kardeşler’ kitabında şu manada toplanan cümleler geçmektedir: “Kimi müslümanlar, Batı dünyasına şiddetli bir hayranlık duymaktadır. O kadar ki, sanki onlar İslam’ı kabul etse ve iyi bir şey olduğunu söylese, rahatlayacaklar ve ancak o zaman tam anlamıyla teslim olup mensup oldukları din ile övünecek ve İslam yolunda çalışacaklar.”
Bu hayranlık, toplumları dinlerinden ve kültürlerinden uzaklaştırmaktadır. ‘Modern olmak’ adı altında üstün kabul edilenlerin uydurduğu kalıplara sıkışılmaktadır. Batı’nın kabul ettiği, reklamını yaptığı ve kınadığı konular hakkında doğru yorumlar yapılması şarttır. Sosyal medyada daha başarılı olmak ve belki de daha çabuk kabul görmek bile buna bağlıdır.
Allah’ın haram kıldıklarında, dünyevi sebeplerden dolayı, ‘modern’ yaklaşımlar benimsenerek tavizler verilmektedir. Halbuki ‘modern olmak’ zamanın teknolojisinden ve bilimin getirdiği kolaylıklardan faydalanmaktır. Bir başkasının dünyalık heveslerden dolayı daha doğru olduğunu iddia ettiği ve yarın fikrini değiştireceği kılık kıyafette dolaşmak veya uç fikirlerini sahiplenmek değildir.
Bazen bulunduğun zamanı bir kenara koyarak düşünmek gerekir. Tek Allah yolunda yürümenin, eskilerin masalı olduğu 1400 sene ve daha öncesinde de inkarcılar tarafından dile getirilmiştir. İnsan ve uydurduğu bahaneleri, her zaman ve her yerde, özünde aynıdır. Herkesin hakikati kabul edeceği günden önce Allah’a tam anlamıyla teslim olmak ve bir müslüman olarak bilinçlenme-bilinçlendirme zamanı gelmiştir.
Ey Allahım! Emirlerinle süslediğin hakikat yolun ile kullarının iki cihandaki hayatlarını; maddi-manevi anlamda kolaylaştıran, zenginleştiren ve güzelleştirensin. Bir gün her şey gibi ölüp yeryüzünden silinecek yaratılmışların ardından giderek, dünyasını ve ahiretini tehlikeye atanlara benzemekten ve onların fikirlerine meyil etmekten koru. Bizi Sana hakiki manada teslim olan ve ihlasla emirlerine itaat eden kullarından eyle. Hakikatin anlaşılacağı gün yüzleri ve gönülleri; nurun, huzurun ve kurtuluşa ermenin rahatlığı ile dolup aydınlananlardan eyle.
Amin.