Anasayfa / Ders Notları / Kur'ânî Kullanımların Özellikleri

 

KUR’ÂNÎ USLÛBDAN İNCİLER

 

Kur’ân-ı Kerîm, kelimeleri ve tabirleri kısmen muayyen manalarında, kısmen de  bu manalardan birine has kılarak kullanmıştır. Bu özellikte olan riyh ve riyâh, a’yun ve uyûn gibi bazı kelimeler vardır. 

Bu kelimeler veya tabîrlerin bir kısmından örnekler vereceğiz. Bu; Kur’ânî tabirlerin belli bir maksada delâlet ettiğini gösterir.

1. İqâmet kelimesi göçebelik ve yolculuğa mukabil olarak kullanılırken, iqâm kelimesi إقام الصلاة (Namazı yerine getirmek) şeklinde namaza mahsus olarak kullanılmıştır. 

2. Kur’ân-ı Kerîm gelmek manasındaki câe fiilini sadece mâzi olarak kullanılmış, muzâri, emir, ismi fâil ve ismi mefûl olarak kullanmamıştır. Buna karşılık aynı manadaki etâ fiili her şekilde zikredilmiştir. 

3. Kur’ân sene, yıl manasındaki âm kelimesini müfred ve müsennâ olarak kullanmış, çoğul olarak â’vâm şeklinde kullanmamıştır. Aynı manadaki sene kelimesini ise müfred ve cem’i müzekker sâlim olarak kullanmış, müsennâ ve cem’i müennes sâlim olarak kullanmamıştır. 

4. Yâ dışında hiç bir nida harfini  kullanmamıştır. 

5. Peygamberimizin ümmeti olan Müslümanlardan başkaları için min harfi olmaksızın يَغفِر لَكُمْ ذُنُبكم [Sizin günahlarınızı affetsin] tabiri gelmemiştir,

Ama يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبَكُمْ [Sizin günahlarınızı affetsin] tabiri diğer peygamber ümmetleri için kullanılmıştır.

Muhammed sallâhu aleyhi ve sellem’e imân eden cinlerin de kavimlerine sözleri şöyledir:

يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ    [(Ardından da dediler ki:)“Ey kavmimiz! Allâh'ın da‘vetcisine [Muhammed'e ve da‘vetine] icâbet edin ve ona îmân getirin ki, (Allâh) ba‘zı günâhlarınıza [tüm günâhlarınızı] mağfiret buyursun [bağışlasın].] (Ahkâf/31) 

6. Allah Teala’nın iki azîm isminden Ğafûr ve Rahîm’in  bir arada olduğu her yerde, Sebe Sûresi’ndeki bir tek yer hariç, Ğafûr Rahîm’in önüne geçmiştir. 

وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ [Hem O öyle rahîm [rahmeti/lütf u ihsânı sürekli], öyle ğafûr [bağışlayıcı].] (Sebe/2)

7. Kur’ân’daki fasılalarda ha (خ) harfi hariç bütün harfler gelmiştir. 

8. Şu cümle sadece Bakara Sûresi’nde 4 kez gelmiş, başka hiç bir yerde geçmemiştir.

فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ [(Âhiret'te) bir korku yoktur ve bunlar mahzûn olacak [üzülecek] değillerdir.] (Bakara/62]

لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

[ Rabb'leri indinde [yanında/nezdinde] onların ecr/[mükâfât]leri vardır, onlara bir korku yoktur ve onlar mahzûn olmayacak/[üzülmeyecek]lardır.] (Bakara/262)

فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

[ Rabb'lerinin yanında ecr/[mükâfât]leri sırf kendilerinindir ve onlara bir korku yoktur ve mahzûn olacak [üzülecek] değildir onlar.] (Bakara /274)

لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

[ Rabb'leri indin/[yanın]de ecr/[mükâfât]leri, şübhesiz kendilerinindir ve onlara bir korku yoktur ve mahzûn olacak [üzülecek] değildir onlar.] (Bakara /277)

9. İrâde fiili kötülük veya zararla ilgili olarak hiç bir zaman Rab ismine isnad edilmemiş, Subhân olan Allah’a isnâd edilmiştir. 

وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ

[(Nefslerindekini/kendilerindekini bozan) bir kavme de Allâh (–günâhları, zulm ve isyânları sebebiyle–) bir kötülük irâde buyurdumu, artık onun reddine [geri çevrilmesine] çâre bulunmaz.] (Râd/11)

اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَراًّ اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعاًۜ

[Eğer size bir zarar (vermeyi) irâde buyurur yâhûd bir menfaat (sağlamayı) irâde buyurursa?!”] (Fetih/11) 

İrâde dışındaki fiiller cezâ ve benzeri gibi konularla alakalı olarak Rabbe isnâd edilerek gelmiştir.

 اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ

[Hakîkat(en) Rabbinin (yakalayıp) tutuşu (kesinlikle) şedîd/[çok şiddetli]dir.

(Buruc/ 12)

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍۙۖ

[Gör(müş gibi bil)medin mi; Rabbin nasıl yaptı âd'a ireme zâti'l-imâda.] (Fecr /6) 

10. İ’tâ, Rabb dışında Allah teala’nın hiç bir ismiyle birlikte gelmemiştir. 

11. Duaların çoğu Rabb lafzıyla birlikte gelmiştir. Aşağıdaki ayet dışında tek başına Allahümme ile birlikte gelmemiştir.

وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ [Bir vakit de, “Ey Allâh! Eğer bu (–Muhammed'in iddiâ ettiği gibi–) Senin tarafından gelmiş hakk kitâb ise, durma üzerimize gökten taşlar yağdır veyâ bize daha elîm [acı] bir azâb ver!” demişlerdi.(Enfâl/32). 

Burada Rab isminin zikredilmesi münâsib olmamıştır. Çünkü kendi kendine azab isterken Rab ismini zikretmek doğru olmaz. Rabb, insanların işlerini yöneten, yürüten, terbiye eden ve rızıklandırandır. 

Rab ve Allahümme lafzı yan yana gelebilir:

قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ

[Îsâ ibn Meryem [Meryem oğlu Îsâ] şöyle yalvardı [dedi]: “Yâ Allâh! Ey bizim yegâne Rabbimiz! Bize semâ/[gök]dan bir mâide [yemekli sofra] indir ki.] (Maide/114) 

Aşağıdaki ayete gelince;

دَعْوٰيهُمْ ف۪يهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ [Du‘âlarının sonu da, “Hakîkat(en) el-hamdu lillâhi rabbi'l-âlemîn” [sâdece âlemlerin rabbi Allâh her türlü hamde/sevgi ve ta‘zîm ile senâya lâyıktır] (şeklinde olacaktır).] (Yûnûs/10) 

Buradaki dua; bir şeyi taleb etmek  ve bir hâcet için değildir. 

 

12. Savm kelimesi, susma anlamına tahsis edilmiştir, asla bilinen ibâdet manasında kullanılmamıştır. Bilinen ibâdet manasında sadece siyâm kelimesi kullanılmıştır.

 

13. Beraret melekler için kullanılmış, asla beşer için kullanılmamıştır. Mükellefler için ise sadece ebrâr kelimesi kullanılmıştır. 

14. Qâ’id'in çoğulu olan qâ’idîne lafzı, cihâddan vazgeçenlere tahsis edilmiştir. Qıyâm'ın zıttı manasındaki oturanlar için ise sadece qâid'in kırık çoğulu olan qu'ûd kelimesi kullanılmıştır.

Aşağıdaki söz buna örnektir:

 قِيَاماً وَقُعُوداً [Onlar ki, gerek kıyâm u kuûdda [ayakta ve otururken]] (Âl-i İmrân/191)

15. Qâim'in çoğulu olan qâimîne lafzı Allah'ın emirlerini yerine getirenlere tahsis edilmiştir. Oturmak manasındaki qu'ûd'un zıttı olarak kalkmak manasında olan qıyâm için ise qâim'in çoğulu olan qıyâm kullanılmıştır.  

Bunun sebebi belki de bu çoğul şekillerinin nisbî olarak delalet ettiği çokluk veya azlık manalarıdır. Çünkü cem'i sâlim bilindiği gibi aslen azlık çoğuludur. Hiç şüphe yoktur ki, cihâddan vazgeçenler veya Allah'ın emrini yerine getirenler, hakiki manada oturan ve ayağa kalkan kişilerden daha azdır.  

Allahu alem cem'i sâlimler azlık için, çokluğa delalet eden cem'i teksîr kalıbı ise çokluk için kullanılmıştır. 

16. Meyyit kelimesinin çoğulu olan mevtâ, hakiki manada ölen kimseden başkası için kullanılmamıştır. 

Emvât, umumi olarak ölen kimseler için de, başkaları için de kullanılmıştır. 

Meyyitûne ise henüz ölmemiş olan kimseler hakkında kullanılmıştır. 

17. Hımâr'ın çoğulu olan hamîr sadece ehli eşekler için kullanılmıştır

Humûr ise, sadece yaban eşeği için kullanılmıştır. 

18. Seleke fiili ahiret hakkında nâr'a giriş için kullanılmakla beraber cennete giriş için kullanılmamıştır. 

Duhûl ise hem cennet, hem de nâr için kullanılmıştır. 

19. Cennet ashâbı hakkında tekil olan hâliden kelimesi değil, çoğulu olan hâlidîn kelimesi kullanılmamıştır ki böylece cennete ünsiyet artsın.

Nâr ashâbı için ise hem tekil, hem de çoğul şekil kullanılmıştır. 

20. Adn ile birlikte olmadıkça cennet için mesâkin kelimesi geçmemiştir. Belki de bunun sebebi Adn cennetinin ikâmetgah olmasıdır. İkametgahta meskene ihtiyaç duyulur. 

 

21. A’bede fiili men ile değil, ile müteaddi olarak kullanılmıştır.

لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ [O işitmez, görmez ve sana hiç faydası olmaz şeylere niçin taparsın [ibâdet edersin]?](Meryem/42) 

اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًۜ [ Size kendiliklerinden ne bir zarara (mâni olmaya), ne bir fayda (sağlama)ya mâlik olmayan (âciz) şeylere mi tapıyor/[ibâdet ediyor]sunuz? ] (Maide/76) 

22. Küfrân kelimesi şükür’ün mukabili olarak kullanılmıştır. 

23. Â’lim kelimesi tekil olarak gaybı bilmeye tahsis edilmiştir.

عَالِمُ الْغَيْبِ veya عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ buyurulmuştur. 

A’llâm kelimesi mübalağaya uygun olarak gaybın çoğulu olan ğuyûb kelimesine tahsis edilmiştir.

A’lîm kelimesi ise kayıtsız olarak kullanılmıştır. 

24. Kur’ân-ı Kerîm tartmak manasındaki vezn lafzını, a’dl değil kıst lafzıyla birlikte kullanmıştır. 

25. Âkıbet kelimesinin fiili müzekker olarak geldiğinde azab manası kastedilmiştir.

كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ [[yalanlayanların/yalanlayıcıların] âkıbeti nasıl olmuş!?”] (En’âm/11)

Fiilin müennes olarak geldiği yerlerde cennet manası kastedilmiştir.

تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ [Evinin sonu [âqıbetu'd-dâr: yurdun âkıbeti/cennet] kimin olacak.] (En’âm/135)

Lafız ve mana birbirine uygun olmuştur. 

26. Yağmur manasındaki ğays hayır, matar ceza ve şerr hakkında kullanılmıştır. 

Vedq kelimesi ise bunun dışındaki durumlarda kullanılmıştır. 

فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ [Görüyorsun hilâlin/[araların-deliklerin]den çıkıyor.]

(Nûr/43 ve Rûm/48) 

27. Baba ve anneye ihsân ve iyilikten bahsedilirken veya onlar için dua söz konusu olduğunda vâlideyn lafzı zikredilmiş, ebeveyn lafzı zikredilmemiştir. 

28. Kur’ân’da geçen rahmeten minnâ, rahmeten min ındinâ tabirlerinden rahmeten min ındinâ sadece mü’minlere has olarak kullanılmıştır. 

Rahmeten minnâ ise mü’min ve kâfirler için umûmi olarak kullanılmıştır. 

29. Kur’ân’da geçen ni’meten minnâ ve ni’meten min indinâ tabirlerinden ni’meten min indinâ mü’minlere tahsis edilmiş, diğeri ise umumi olarak hem mü’minler, hem de kâfirler için kullanılmıştır. 

 

30. Vea’de fiilinin Allah lafzına isnâd edildiği sûrelerde -Nisâ, Mâide, Tevbe ve diğerleri gibi uzun olan sûrelerde bile- Rahmân ismi zikredilmemiştir.

31. Vea’de fiilinin Allah lafzına isnâd edildiği yerlerde kelam mü’min ve kâfirlere tahsis edilmiştir. 

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ [Allâh, mü’minlerin erkeğine altından ırmaklar akar cennetler  va‘d buyurdu.]  (Tevbe/72)

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ [Allâh münâfıkların erkeğine, ebedî olarak cehennem ateşini va‘d buyurdu.] (Tevbe/68)

Vea’de fiilinin Rahmân ismine isnâd edildiği yerlerde ise genel olarak kullar zikredilmiştir.

جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ [Rahmân'ın [rahmeti/lütf u ihsânı bol olanın], kullarına bi'l-ğayb [ğaybta/ğıyâben] va‘d buyurduğu adn [ikâmet] cennetlerine!]  (Meryem/61)

32. Kur’ân’da geçen hakkal qavlü (Söz gerçekleşti) sözü, sebete’l azâb (Azab sabit oldu) manasındadır.

33. Aşağıdaki sözler; 

هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟ [Her hâlde [elbette] çekecekleri, sırf kendi (kötü) amellerinin cezâsı/[karşılığı]dır.] (A’râf/147 ve Sebe/33)

وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ [Ma‘mâfih [bununla birlikte], başka değil, hep yaptığınız amellerinizle (karşılık görüp) cezâlan(dırıl)acaksınız.] (Sâffât/39)

Kur’ân’da mü’minler hakkında geçmemiş, sadece kâfirler veya mahlûkâtın geneli için geçmiştir. 

Bi harfi ceri ile birlikte gelen cezâ’ fiili ise hem mü’minler, hem kafirler için kullanılmıştır.

وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ [Amellerin daha güzeliyle (veyâ amellerinin en güzeline göre) ecr/[ödül]lerini muhakkak vereceğiz.] (Nahl/97)

34. Allah Subhanehu kendisinden çoğul zamir ile bahsettiğinde, önünde veya ardında O’nun tekliğine delalet eden bir kelime gelmesi gerekir. Böylece bu zamirden maksadın O’nun Allah olduğunu ve bu zamirin zihinlerde şirk şüphesi olmaması için tazim manasında olduğu ifade edilir. 

35. Tesbih fiili “sebbeha lillahi” örneğindeki gibi lâm ile müteaddî olduğunda, akıllı ve akılsızlar için kullanılmıştır. 

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ [(Öyle ki,) O'nu yedi semâ [gök] ile arz [yer] ve bütün bunlardaki zevi'l-ukûl [akıl sâhibleri] tesbîh [tenzîh ve takdîs] eder.]

(İsrâ /44) 

يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ [Onlarda sabâh ve akşam-üstleri [her dâim] O'na tesbîh eder(ek o yüce)ler (yücesini tenzîh ve takdîs eden) ] (Nûr/36) 

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ [Nice erler (vardır); ki ne ticâret [alım/alış], ne bey‘ [satım/satış] kendilerini (oyalayıp da) zikrullâh/[Allâh'ı hatırlamak]tan.] (Nûr/37)

Kendisine müteaddî olduğu zaman akıllılara tahsis edilmiş, akılsızlar için kullanılmamıştır. 

 يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۙ(٤١)وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً(٤٢)

[Ey o bütün îmân edenler! Allâh'ı çok anış anın ve O'na sabâh-akşam tesbîh edin [O'nu, şânına lâyık olmayan her şeyden her dâim tenzîh edip yüceltin]!] (Ahzâb/41-42)

 

36. Tesbih fiili sebbehallahu örneğindeki gibi mâzi olarak sûrenin başında yer aldığında  savaş manasındaki qıtâl zikredilmiştir. 

Sûre yüsebbihu lillahi şeklinde muzâri ile başladığında qıtâl zikredilmemiştir. 

37. Aşağıdaki ayette olduğu gibi tesbih fiilinden sonra ismi mevsulunun iki kez geldiği ayetlerde kelam arz ehli hakkında devam etmiştir.

سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ [(Dilleri veyâ lisân-ı hâlleriyle) tesbîh [tenzîh ve takdîs] etmekte Allâh için göklerdeki ve yerdeki(ler). ] (Haşr/1)

Aşağıdaki ayette olduğu gibi ismi mevsulunun sadece bir kere geldiği durumlarda ise kelam arz ehli hakkında devam etmemiştir. 

سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ [(Dilleri veyâ lisân-ı hâlleriyle) tesbîh [tenzîh ve takdîs] etmekte Allâh'ı göklerde ve yerdeki(ler).] (Hadîd/1)

38. Cennet içindeki nehirlerden bahsedilirken aşağıdaki tek ayeti kerime hariç nehir kelimesi çoğul olarak gelmiştir. 

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍۙ [Muttakîler cennetlerde nûr [neher: nûr/aydınlık veyâ bolluk] içinde,](Kamer/54)

Burada nehir kelimesi müfred olarak gelmiştir. Bu nehir bilinen manasına ilaveten genişlik ve ışık manasında tefsir edilmiştir. 

39. Cennetteki nehirlerden bahsedilirken nehir kelimesinin çoğul olarak zikredildiği yerlerde nehirler, akmak manasındaki cereyân ile nitelenmiş aşağıdaki gibi veya benzer bir şekilde buyurulmuştur:

 تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ [Altından ırmaklar akar cennetler var; ] (Bakara/25)

Muhammed Sûresi’nde nehirler bu şekilde vasıflanmamış, bunun yerine şöyle buyurulmuştur:

ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ مِنْ مَٓاءٍ غَيْرِ اٰسِنٍۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ [Onda ırmaklar var bir sudan ki, (bayatlaması, kokup) bozulması yok; ırmaklar var bir sütten ki, tadı değişmez; ırmaklar var bir şarâb/[hamr]dan ki, içenlere lezzet (verir); ırmaklar var bir baldan ki, sâfi süzme.] (Muhammed/15)

Akmayan nehirin bu bozulma ihtimalini ortadan kaldırmak için gayri âsin buyurulmuştur.

40. Mûsâ as İsrailoğullarına yâ benî isrâîl şeklinde değil, yâ kavmî şeklinde nidâ etmiştir. İsâ as ise İsrailoğullarına yâ kavmî şeklinde değil, yâ benî isrâîl şeklinde nidâ etmiştir. Çünkü o onların soyundan değildi. 

41. Kur’ân’da inne lenâ ed dünya ve’l âhirete veya el âhireti ve’d dünya tabirleri geçmemiş, bu manada aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi ahiretle birlikte her zaman ûlâ kelimesi geçmiştir. 

فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُو۫لٰى۟ [Fakat Allâh'ındır âhiret [son/sonu] ve ûlâ [ilk/önü]; (yâni, son ve ilk, o ikisi arasıdaki tüm vakitler ve bunlardakiler Allâh'ındır; ] (Necm/25)

وَاِنَّ لَنَا لَلْاٰخِرَةَ وَالْاُو۫لٰى [Bizim, önü de {Âhiret de, dünyâ da} (veyâ başlangıç gibi, son/varış da Allâh'adır).] (Leyl/13)

42. Kur’ân’da hazırlamak manasındaki أَعَدَّ fiili ve zamirine isnâd edilerek أعددنا şeklinde gelmemiştir. Güvenmek, önemsemek manasındaki أعتد fiili de Allah’a isnâd edilerek gelmemiş, sadece azamet zamirine isnad edilerek أعتدنا şeklinde gelmiştir.

43. Kur’ân’da me’vâhüm cehenneme ve benzeri tabirler çok gelmiştir. Ama hiye mevlâküm ifadesi sadece Hadîd Sûresi’nde gelmiştir. 

هِيَ مَوْلٰيكُمْۜ [Lâyıkınız odur.] (Hadîd/15)

44. Kur’ân’da aleyhillahi şeklinde he harfi kesreli olarak veya dammeli olarak aleyhullahi gelmemiştir. Sadece Fetih Sûresi’nde şöyle buyurulmuştur:

وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟ [Allâh'a ahid [söz] verdiği şeyi îfâ ederse [yerine getirirse], O da ona yarın bir ecr-i azîm [büyük bir mükâfât: cennet] verecektir.]

(Fetih/10)

45. Gayb zamiri esreli fiille, zamirden önceki harfin de esireli olduğu bir durumda esreli olarak, yani arka arkaya üç esireli bir halde gelmemiştir.

Hareke+ meksûr harf+ meksûr gayb zamiri şeklinde bir kullanım yoktur.

Sadece Nûr/52’te ويَتَّقْهِ buyurulmuştur. Bu fiil anlattığımız duruma çok benzer, ama qaf harfi cezimlidir. 

46. Bakara Sûresi’nde inne rabbeke ğafûru’r rahîmun ibaresi değil, her yerde innallahe ğafûru’r rahîmun ibaresi gelmiştir.  

En’âm Sûresi’nde innallahe ğafûru’r rahîmun” değil, her yerde fe inne rabbeke ğafûru’r rahîmun ibaresi gelmiştir. 

47. En’âm Sûresi’nde alîmun hakîmun değil, her yerde hakîmun alîmun şeklinde hakîm ismi alîm isminin önünde gelmiştir. 

Yûsûf Sûresi’nde ise alîm isminin takdimiyle alîmun hakîmun buyurulmuştur.