اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ٤١
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | انْفِرُوا | savaşa çıkın |
|
2 | خِفَافًا | (gerek) hafif olarak |
|
3 | وَثِقَالًا | (gerek) ağır olarak |
|
4 | وَجَاهِدُوا | ve cihad edin |
|
5 | بِأَمْوَالِكُمْ | mallarınızla |
|
6 | وَأَنْفُسِكُمْ | ve canlarınızla |
|
7 | فِي |
|
|
8 | سَبِيلِ | yolunda |
|
9 | اللَّهِ | Allah |
|
10 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
11 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
12 | لَكُمْ | sizin için |
|
13 | إِنْ | eğer |
|
14 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
15 | تَعْلَمُونَ | biliyor |
|
اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. اِنْفِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خِفَافاً kelimesi اِنْفِرُوا ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. ثِقَالاً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَاهِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاَمْوَالِكُمْ car mecruru جَاهِدُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْفُسِكُمْ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. فٖي سَبٖيلِ car mecruru جَاهِدُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَاهِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir. خَيْرٌ haber olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
تُمْ muttasıl zamiri كُنتُم ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ cümlesi, كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم تعلمون أنّه خير لكم فلا تثّاقلوا (Sizin için daha hayırlı olduğunu biliyorsanız ağırdan almayın) şeklindedir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خِفَافاً ve ثِقَالاً kelimeleri اِنْفِرُوا ’deki failin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Bu iki hal, her durumdan kinayedir. Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler. Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
خِفَافاً - ثِقَالاً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.
خِفَافاً وَثِقَالاً [hafif ve ağır olarak] ifadesi aşağıda gösterildiği gibi her hali kapsayan mütekabil zıt kavramlar şeklinde tefsir edilmiştir. Şöyle ki: Aile efradının azlığı (kılleti) hafif, çokluğu (kesreti) ağır, silahlardan bir kısmı hafif, bir kısmı ağır, süvari hafif, yaya ağır, genç hafif, yaşlı ağır, zayıf hafif, şişman ağır, sağlam hafif, hastalıklı ağır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Aynı üslupla gelen وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
وَاَنْفُسِكُمْ car mecruru, جَاهِدُوا fiiline müteallik olan بِاَمْوَالِكُمْ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezayüftür.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ ibaresindeki فٖي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada فٖي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Az sözle çok anlam ifade kastına matuf سَبٖيلِ اللّٰهِ izafetinde lafz-ı celâle muzâf olması سَبٖيلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَبٖيلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَبٖيلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
اِنْفِرُوا - جَاهِدُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِاَمْوَالِهِمْ - اَنْفُسِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cihad edenlerin hallerinin sayılması taksim sanatıdır.
المُجاهَدَةُ kelimesi düşman için kullanıldığında mübalağa manası taşır. Kelime ج harfinin dammeli haliyle geldiği الجُهْدِ masdarından türemiştir. Yani kudret ve kabiliyetin en azami derecede kullanılmasını ifade eder. Gerçek anlamı silahla savunma olup sebep bağı kurularak savaşta ordunun silah ve at temini için malın sarf edilmesi şeklinde mecaz olarak da kullanılabilir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنْفِرُوا - خِفَافاً - ثِقَالاً kelimeleri çok mana ifade eder. Yani îcâz-ı kasr vardır. Çünkü emir, cihad için seferber olmayı umumi olarak ifade eder. Cihada çıkmaya engel olacak her türlü vasıtayı ve delili çürütür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ [Mallarınızla ve canlarınızla cihat edin] ifadesi, mümkünse her ikisiyle de cihat etmenin; mümkün değilse, imkân ve ihtiyaçlara göre bunlardan biri ile cihat etmenin zorunlu olduğunu bildirir. (Zemahşeri, Keşşâf ’an Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l- Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin tecessüm ve cem’ ifade eden işaret ismi ذلك ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek, konunun önemini vurgulamak ve tazim içindir. ذٰلِكُمْ sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. İşaret ismi uyarı ifade eder.
Allah’ın koyduğu hükümlere işaret eden ذٰلِكُمْ ‘de istiare sanatı vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ذٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, S. 190)
لَكُمْ car-mecrurunun müteallakı olan خَيْرٌ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
خَيْرٌ sözündeki tenkir, ibham ifade eder. Çünkü dünya ve ahiret hayırlarının bir çok şekli vardır. Bunların en önemlisi de Romalılar tarafından işgal edilmeye karşı güvencedir. Bunun için arkasından اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ cümlesi gelmiştir. Yani bundaki hayrı ve çeşitlerini bilseydiniz demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkip, şart üslubundadır. Şart cümlesi olan كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.
كَانَ ’nin haberi olan تَعْلَمُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَان Ve Kur’an’da Kullanımı)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)
Takdiri فلا تثّاقلوا … (... ağırdan almayın.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin sonundaki şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakınlığı arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ [Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.] Yani hayrın ne olduğunu bilmek melekesine ve duygusuna sahip iseniz biliniz ki bu sizin için hayırdır. Bilirseniz cihada koşarsınız. Bu kayıtta hayır olan cihadın ilme yani bu işi iyi bilmeye bağlı olduğuna, bilginin özünde hangi işin daha hayırlı olduğunu bilmek demek olduğuna işaret vardır. Şu halde kılıçla cihadın temeli dahi bilgidir, eğitimdir. Ayrıca dış düşmanları tanımadan evvel kişinin kendi kendisini tanıması, bilgisizlikten kurtulup cehaletini yenmesidir ki bu da nefse karşı cihaddır. Buna “cihad-ı ekber” denilir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Müslümanları güçlü kılacak ve düşmanı vehim ve şüpheye düşürecek her türlü çaba ve gayret bizzat savaşa katılmak sayılır. Şu halde bu gibi hizmetlere koşarken kendi cebinden harcayacağı paralar da mal ile cihada girer. Bu konuda Allah rızası için çaba harcamak, her şeyden önce kendi nefsinin tembelliğine ve ataletine karşı, rahatına düşkünlüğüne karşı yapılmış bir fedakârlıktır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Cenab-ı Hakk, ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُون [Eğer bilirseniz bu, sizin için çok hayırlıdır.] buyurmuştur. Buna göre eğer “Savaşa katılmayarak oturup kalmada herhangi bir hayır bulunmazken cihat savaşa katılmamaktan daha hayırlıdır, şeklinde ifade edilmiş olması nasıl izah edilir?” denirse biz deriz ki: Buna şu iki şekilde cevap verilebilir: Birinci şekil: خَيْرٌ kelimesi iki manada kullanılır:
1. “Bu, şundan daha hayırlıdır.” manasında,
2. “Bu,haddizatında (aslında, gerçeğinde) hayırdır.” anlamında. Cenab-ı Hakk'ın,اِنّٖى لِمَا اَنْزَلْتَ اِلَیَّ مِنْ خَيْرٍ فَقٖيرٌ “Rabbim, gerçekten ben, bana indireceğin hayra muhtacım.” (Kasas Suresi, 24) ve وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدٖيد “Gerçekten o insan, mal sevgisine çok düşkündür.” (Adiyat Suresi, 8) ayetlerinde böyledir. Nitekim Arapçada اَلثَّرِيدُ خَيْرٌ مِنَ اللهِ “Serid Allah'tan bir hayırdır.” Allah'tandır yani Allah tarafından meydana gelmiş manasındadır. O halde Cenab-ı Hakk'ın, ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُم buyruğu ile bu ikinci mana kastedilmiştir. Bu izaha göre bu soru sakıt olmuş (geçerliliği kalmamış), düşmüş olur.
İkinci şekil: Biz bundan muradın, “daha hayırlı olmak” manası olduğunu kabul etsek bile ancak ne var ki kelamın takdiri, “Cihat ile elde edilen ahiret nimetleri, ona katılmayanların elde etmiş olduğu rahatlık, huzur ve bunlardan yararlanmak kabilinden elde etmiş oldukları nimetlerden daha hayırlıdır.” şeklinde olur. İşte bundan dolayı da Cenab-ı Hakk, “Eğer bilirseniz…” buyurmuştur. Zira cihattan dolayı ahirette elde edilecek olan hayırlar, ancak üzerine biraz düşünüldüğünde anlaşılabilir. Bunu ancak kıyametin hak olduğunu, mükâfat ve cezanın gerçek olduğunu delil ile bilen mümin anlayabilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)