وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ٨
Adaletin tahakkuku bakımından sorgulamanın maksadı cezalandırma veya ödüllendirme olup bu da amellerin nicelik ve niteliğine göre değişir. Bu nicelik ve niteliğin tesbiti de bir ölçüyü, tartıyı gerektirir.
Âyette bu ölçü-tartı vezin kelimesiyle ifade buyurulmuştur. “O gün ölçü-tartı haktır” ifadesindeki hak kelimesi “adalet” veya “eşitlik” mânasına kullanılmıştır (İbn Âşûr, VIII/2, s. 30). Buna göre âhiret mahkemesinde ameller adaletli bir şekilde değerlendirilecek, karşılık verilirken asla haksızlık edilmeyecektir; yahut herkesin yaptıklarının karşılığı denk bir şekilde ödenecek; iyiliklerin karşılığı fazlasıyla verilecek (bilgi için bk. En‘âm 6/160), kötülüklerin karşılığı ise denk cezalar şeklinde olacaktır.
Şu kadar var ki tövbe, şefaat vb. sebeplerle yahut sırf Allah’ın rahmetinin bir nişanesi olarak müminlerin bazı günahlarının affedilmesi ya da bazı sevaplarının arttırılması mümkün olacaktır. Zira bunda adalete aykırı bir durum yoktur. Her hâlükârda “tartıları ağır gelenler” yani iyilikleri daha çok olanlar kurtuluşa erecektir.
Bazı müfessirlere göre burada tartılacağı bildirilen şeyler, somutlaştırılarak tartılabilir nesneler haline getirilecek olan ameller; bazılarına göre de “amel defterleri”dir.
Yine buradaki tartı ve ölçünün hakiki anlamda terazi ile tartma anlamına geldiği veya bunun bir mecaz olduğu şeklinde değişik yorumlar vardır. Bu ölçü ve tartının nasıl ve ne ile olacağını Allah bilir. Biz insanlar için önemli olan, kendi niyet ve irademizin sonuçları durumundaki inanç, düşünce, duygu, söz ve davranışlarımızın Allah tarafından tesbit edildiği, bilindiği, vakti gelince de tek tek sayılarak önümüze konacağı, bunlardan sorguya çekileceğimiz ve tamamen adaletli bir yargılanma neticesinde bu amellerimizin nicelik ve niteliğine göre ya mükâfat veya ceza şeklinde bir sonuçla karşılaşacağımızdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 503
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْوَزْنُ mübteda olup damme ile merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı الْوَزْنُ ‘ye mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır.
الْحَقُّ haber olup, damme ile merfûdur.
فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
ثَقُلَتْ şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Mahallen meczumdur. مَوَاز۪ينُهُ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. الْمُفْلِحُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُفْلِحُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesi, اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُفْلِحُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْوَزْنُ mübteda, الْحَقُّ haberdir. يَوْمَ zaman zarfıdır. الْوَزْنُ ‘ ye mütealliktir. ئِذٍ aslında sükun üzere mebni bir kelimedir. Burada kelimenin sonundaki tenvin, mahzuf muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır.
يَوْمَئِذٍۨ , hesap gününden kinayedir.
الْحَقُّ şeklindeki haber marife gelerek, bu vasfın kemal derecede olduğunu ve herkes tarafından bilindiğini ifade eder.
الْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ (kıyamet günündeki tartı) ibaresinde istiare sanatı vardır. Bu ifadede ameller tartılabilir bir maddeye benzetilmiştir. Çünkü tartma ağırlığı olan şeyler için söz konusudur. Kastedilen Allah'ın iyi ve kötü amelleri değerlendireceği ona göre hüküm vececeğidir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
فَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ cümlesi, şarttır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet mazi fiil sıygasındaki ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ cümlesi mübtedanın haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilenlerin önemini vurgulayarak, tazim ifade etmiştir.
ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ ibaresinde istiare sanatı vardır. Bu ifadede مَوَاز۪ينُهُ , ameller için müstear olmuştur. Ameller tartılabilir bir maddeye benzetilmiştir. Çünkü tartma işlemi, ağırlığı olan şeyler için söz konusudur. Kastedilen iyi amellerin fazlalığıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Cevap, isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta فَ ’si gelmiştir. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir.
الْمُفْلِحُونَ ’deki tarif cins veya ahd içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Fasıl zamiri hasr içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Haberin الْ takısıyla marife olması, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.
Fasıl zamiri kasr ifade eder. اُو۬لٰٓئِكَ maksûr/mevsûf, الْمُفْلِحُونَ maksurun aleyh/sıfat, yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, iddiaî kasrdır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kurtulanlar sadece onlardır. Onların kurtuluşa erenler olduğu, kesin bir dille bildirilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
ثَقُلَتْ - مَوَاز۪ينُهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Kimin mevâzîni ağır basarsa” ifadesinde مَوَاز۪ينُ, mîzân ya da mevzûn kelimesinin çoğuludur. Yani “kimin tartılan, ölçüye gelen amelleri, yani iyilikleri ağır gelirse” demektir. Ya da مَوَاز۪ينُ, onların iyiliklerinin kendisiyle tartıldığı şeydir. Hasan-ı Basrî’nin, “İyiliklerin konulduğu tartının ağır basması, kötülüklerin konulduğu tartının ise hafif gelmesi sezadır.” dediği nakledilmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)