وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | zaman |
|
2 | رَجَعَ | döndü(ğü) |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | إِلَىٰ |
|
|
5 | قَوْمِهِ | kavmine |
|
6 | غَضْبَانَ | kızgın |
|
7 | أَسِفًا | ve üzgün bir halde |
|
8 | قَالَ | dedi |
|
9 | بِئْسَمَا | ne kötü işler yaptınız? |
|
10 | خَلَفْتُمُونِي | arkamdan |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | بَعْدِي | benden sonra |
|
13 | أَعَجِلْتُمْ | acele mi ettiniz? |
|
14 | أَمْرَ | emrini (beklemeyip) |
|
15 | رَبِّكُمْ | Rabbinizin |
|
16 | وَأَلْقَى | ve yere attı |
|
17 | الْأَلْوَاحَ | levhaları |
|
18 | وَأَخَذَ | ve tuttu |
|
19 | بِرَأْسِ | başını |
|
20 | أَخِيهِ | kardeşinin |
|
21 | يَجُرُّهُ | çekmeye başladı |
|
22 | إِلَيْهِ | kendine doğru |
|
23 | قَالَ | (Kardeşi) dedi |
|
24 | ابْنَ | oğlu |
|
25 | أُمَّ | anamın |
|
26 | إِنَّ | gerçekten |
|
27 | الْقَوْمَ | bu insanlar |
|
28 | اسْتَضْعَفُونِي | beni hırpaladılar |
|
29 | وَكَادُوا | ve az daha |
|
30 | يَقْتُلُونَنِي | beni öldürüyorlardı |
|
31 | فَلَا |
|
|
32 | تُشْمِتْ | güldürme |
|
33 | بِيَ | üstüme |
|
34 | الْأَعْدَاءَ | düşmanları |
|
35 | وَلَا | asla |
|
36 | تَجْعَلْنِي | beni tutma |
|
37 | مَعَ | beraber |
|
38 | الْقَوْمِ | bu kavimle |
|
39 | الظَّالِمِينَ | zalim |
|
Bu levhalarda, yüce Allah’ın, kendisinden korkanlara, yani O’na iman edip buyruklarıyla amel edenlere, hidayet ve rahmetini kazanmaları için gönderdiği hükümler vardı. Buradaki “hidayet” (hüden) ve “rahmet” kelimeleri, bir ilâhî kitabın ve onunla ortaya konan dinin bütün işlevlerini özetler mahiyettedir. Zira hidayet ancak sahih iman ve sâlih amellerle gerçekleşir; bu da insanların, fert ve toplum olarak rahmete yani yüce Allah’ın hidayet üzere yaşayanlara bahşedeceği engin sevgisinin eseri olarak, dünya ve âhiret hayatında huzurlu ve mutlu olmaya götürür.
Âyette, öfkenin insanlara doğru olmayan işler yaptırdığına dolaylı bir işaret vardır. Nitekim Mûsâ’nın öfke sebebiyle Tevrat levhalarını yere atması, bilinçsizce yapılmış yanlış bir iş olduğu için, öfkesi yatışınca bunun farkına vararak yerdeki levhaları tekrar eline almış ve af dilemiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 597-598
أسف Esefe : أسَفٌ esefün kelimesi hem hüzünlenme ile birlikte olan öfkelenme hakkında hem de ayrı ayrı bunların her biri hakkında kullanılabilmektedir. Asıl manası kalpteki kanın intikam duygusunu harekete geçirmesidir. Bu duygu eğer kişinin kendisinden aşağı düzeyde birine karşı olursa yayılıp öfkeye, kendisinden üst düzeyde birine karşı olduğundaysa içe dönerek hüzne ve kedere dönüşür.İbn Abbas (r.a.) öfke ve hüzün nedir diye sorulduğunda ”kaynakları bir ama isimleri farklıdır” demiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri esef, (maal)esef, teessüf, müessif ve müteessiftir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
شمت Şemete :
Şemâte شَماتَةٌ kelimesi, kendisine düşmanlık edilen ve kendisinden de düşmanlık görülen kimsenin bir belaya uğramasından dolayı sevinmek/sevinç duymaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de if'al fiil formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli şamatadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. رَجَعَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَجَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Gayri munsariftir. اِلٰى قَوْمِه۪ car mecruru رَجَعَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَضْبَانَ hal olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda sonunda elif ve fethalı nun انَ bulunan özel isimlerden olup gayri munsariftir. اَسِفاً ikinci hal olup fetha ile mansubdur.
Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَضْبَانَ - اَسِفاً kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l kavl, بِئْسَمَا ‘dır. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
بِئْسَمَا zem anlamı taşıyan camid fiildir. بِئْسَمَا kelimesinde bulunan مَا harfi, بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekra-i mevsufedir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, خلافتكم (Halef oluşunuz.) şeklindedir. خَلَفْتُمُون۪ي cümlesi, مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
خَلَفْتُمُون۪ي sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. مِنْ بَعْد۪ي car mecruru خَلَفْتُمُون۪ي fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Cemi müzekker muhatab mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. خَلَفْتُمُون۪ي fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
Failinin ال ’lı gelmesi, Failinin ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi, Bu fiillerin مَا Harfine Bitişik Olarak Gelmesi, Failinin İsm-i Mevsûl Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. عَجِلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اَمْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَلْقَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْاَلْوَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِرَأْسِ car mecruru اَخَذَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اَخ۪يهِ muzâfun ileyh olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti ى ‘dir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِ cümlesi, اَخَذَ ‘deki failin veya رَأْسِ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.
يَجُرّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُٓ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِ car mecruru يَجُرُّ fiiline mütealliktir.
اَلْقَى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l kavli, ابْنَ اُمَّ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan ابْنَ muzâf olup, fetha ile mansubdur. اُمَّ kelimesi يَ ‘den dönüşmüş mahzuf elif üzere mukaddder kesra ile mecrurdur. Nidanın cevabı اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي ‘dır.
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الْقَوْمَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. اسْتَضْعَفُون۪ي cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اسْتَضْعَفُون۪ي damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. كاد mukarebe fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder.
كَادُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَادُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَقْتُلُونَن۪ي cümlesi, كَادُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَقْتُلُونَن۪ي fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur.
اسْتَضْعَفُون۪ي fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi ضعف ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُشْمِتْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. بِيَ car mecruru تُشْمِتْ fiiline mütealliktir. الْاَعْدَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَجْعَلْن۪ي sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur.
مَعَ mekân zarfı تَجْعَلْن۪ي fiiline mütealliktir. الْقَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ ‘nin sıfatı olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
تُشْمِتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شمت ’dir.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ
وَ , atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkip, önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, c. 7, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ şeklindeki şart cümlesi aynı zamanda لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
غَضْبَانَ ve اَسِفاً Musa’dan (a.s.) haldir. Hal anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de nekre gelerek nev ve kesret ifade etmiştir. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪ي , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Şart üslubunun tercih edilmesi, daha beliğ ve etkili olmasındandır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪ي cümlesi, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Mazi sıygadaki بِئْسَ camid zem fiilidir.
بِئْسَمَا ifadesindeki مَا nekre-i mevsûfe olup بِئْسَ fiilindeki müstetir zamir için temyizdir. مَا için sıfat olan خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪ي cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtdaî kelamdır.
Mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, خلافتكم [Halef oluşunuz] şeklindedir.
Ayette geçen اَسِفاًۙ kelimesi hakkında şu iki görüş ileri vardır:
a.) Bu, şiddetli öfke ve kızgınlık manasına gelir. Bu, Ebu'd-Derda ile Atâ'nın İbni Abbas’tan rivayet etmiş olduğu görüştür. Zeccâc da bunu tercih etmiştir. Onlar bu kelimenin bu manaya geldiğine, Cenab-ı Hakk’ın, “Nihayet onlar bizi gazaplandırınca kendilerinden intikam aldık…” (Zuhruf Suresi, 55) ayetini delil getirmişlerdir.
b.) Bu, İbni Abbas’ın ve Hasan el-Basri ile Süddî’nin görüşü olup buna göre اَسِفاًۙ kelimesi, esef edip hüzünlenen demektir.
Vâhidi şöyle demektedir: “Bu iki görüş de birbirine yakındır. Çünkü gazap, hüzünden; hüzün de gazaptan meydana gelmektedir. Dolayısıyla senden daha aşağı derecede olan kimselerden sana hoşlanmadığın bir şey gelir, isabet ederse o zaman kızar ve öfkelenirsin. Ama senden üstün olan kimselerden hoşlanmadığın bir şey gelir de sana isabet ederse o zaman üzülürsün. Binaenaleyh bu iki durumdan birisi öfke ve kızgınlık diğeri de hüzün, keder adını alır. Bu sebeple Hz. Musa, kavminin buzağıya ibadet etmesinden dolayı onlara öfkelenmiş; Allah Teâlâ’nın, kavmini sınayıp imtihana çekmesinden dolayı da üzülmüş ve kederlenmiştir. Nitekim Cenab-ı Hakk, Hz. Musa’ya, ‘Biz senden sonra kavmini imtihan ettik.’ (Ta-Ha Suresi, 85) demiştir.”(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
بِئْسَمَا ifadesindeki مَا nekre olup بِئْسَ fiilinin failini izah eden mansub bir harftir; ne kötü bir şeydir, anlamındadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t- Te’vîl)
بِئْسَ fiilinin gerektirdiği fail ile “mahsûsun bi’z-zemm ‘’(özellikte kınanan, zemmedilen şey) nerededir? Cevap: Fail, مَا خَلَفْتُمُون۪ي kelimesinin tefsir ettiği zamirdir. “Mahsusun biz zemm” ise mahzûf olup kelamın takdiri; بِئْسَ خِلَافَةٌ خَلَفْتُمُونِيهَا مِنْ بَعْدِى خِلَافَتُكُمْ (Benden sonra benim yerime geçerek yapmış olduğunuz temsilcilik, haleflik ne kötü bir haleflik ve temsilciliktir.) şeklindedir.
İkinci soru; خَلَفْتُمُون۪ي tabirinden sonra مِنْ بَعْد۪ي ifadesinin gelmesindeki hikmeti nedir?
Cevap: Bunun manası, “Benden, Allah’ın birliğini, O’nun ortaklarının olmadığını ve ibadetin sırf O’na yapılacağını görüp anlamanızdan sonra” veya “ Onlar, ‘Onların nasıl tanrıları varsa sen de bize öyle bir tanrı yap!’ (Araf Suresi, 138) dediklerinde, benim İsrailoğullarını tevhid akidesine sevketmem ve onları sığıra tapmaktan men etmemden sonra…” şeklindedir. Halbuki halef olan kimselerin, kendilerini halef bırakanların yolundan gitmeleri gerekir. Bu yerine getirilmesi gereken bir vazifedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
خَلَفْتُمُون۪ي [Bana halef oldunuz] dedikten sonra gelen مِنْ بَعْد۪يۚ, ıtnâb sanatıdır.
اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ
Mekulü’l-kavle dahil olan bu cümle fasılla gelmiş müstenefedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî manadadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâm-ı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (Avnullah Enes Ateş, İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması )
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama, taaccüp ve inkâr manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf اَمْرَ رَبِّكُمْ izafetinde Rab ismine muzâf olması اَمْرَ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır. Yine bu izafette Rab isminin buzağıya tapanlara ait zamire muzâf olmasında, Musa (a.s)'ın muhataplarına, Rabbin onlar üzerindeki ihsan ve rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
Bir kimse bir işi tamamlamadan bıraktığı zaman عجل عن الامر; aksi için ise تم عليه denir. Başkası birinin bir işi yarım bırakmasına sebep olunca اعجله عنه غيره denilir. Bu fiilde سبق (geçti) anlamı bulunduğu için tıpkı سبق gibi عن ’sız geçişli olabilir; اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ ifadesi, اَعَجِلْتُمْ عن اَمْر رَبِّكُمْۚ (Rabbinizin emrini yarım mı bıraktınız?) anlamındadır ki o, Musa’nın ahdini ve tavsiyelerini muhafaza ederek onu beklemekti; oysa siz verilen sürenin sonuna gelindiği halde dönmediğimi görerek içten içe benim öldüğüm kanaati üzerine kurduğunuz bu emri (durumu) ve birçok kavmin peygamberlerinin ardından değiştirdikleri gibi siz de değiştirdiniz! (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Ayetteki, اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ “Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele ettiniz ha?!” ifadesine gelince burada geçen “acele etme”nin manası, bir şeyi vaktinden önce yapmak istemek ve ona yönelmektir. İşte bundan dolayı, acele etmek kınanmış; bir şeyi süratle yapmak, çabuk yapmak ise kınanmamıştır. Çünkü hızlılık, bir şeyi, yapılabileceği zaman dilimlerinin ilkinde yapmaktır. Vahidî, bu şekilde söylemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ
وَ , istinafiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında tezat ilişkisi bulunan cümleler manen ve lafzen mutabıktır.
اَخَذَ fiilinin بِ harfiyle almak, başlamak manasına gelmesi tazmin sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِ cümlesi, بِرَأْسِ ’den veya اَخَذَ ‘deki failden haldir. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلْقَى - اَخَذَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ cümlesiyle, وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan … ابْنَ اُمَّ ifadesiyle başlayan cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, mütekellimin münadaya yakın olma ve onu etkileme isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي şeklinde, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
اِنّ ’nin haberi olan اسْتَضْعَفُون۪ي cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِنَّ ’nin haberinin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Makabline matuf olan وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nakıs fiil كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَاد ’nin haberi olan يَقْتُلُونَن۪ي cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesinin bir sebebi de olayın zihinde muzari fiil sayesinde daha kolay canlandırılmasıdır. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. كَاد , nakıs fiillerdendir, ‘neredeyse’ anlamına gelir.
Kardeşi Harun, Musa’ya (a.s.) ismiyle veya kardeşim diye değil, anamın oğlu diyerek şefkatini celbetmek istemiştir.
ابْنَ - اُمَّ - اَخ۪يهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Mekulü’l kavle dahil olan cümlede فَ fasihadır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِيَ , ihtimam için mef’ûl olan الْاَعْدَٓاءَ ‘ye takdim edilmiştir.
Aynı üsluptaki وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nefy harfinin tekrarı, nefyi tekid için ıtnâbdır.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ için sıfattır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْاَعْدَٓاءَ - الظَّالِم۪ينَ - بِئْسَمَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَالَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ضْعَفُ ; zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem kat kat hem de zayıf manası vardır.
تَجْعَلْن۪ي - اَعَجِلْتُمْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hadis-i Şeriflerde gazap ateşinin, yine ateşten yaratılan şeytanla yakından ilgisi olduğu ifade edilmiş, öfke halinde tatbik edilmesi gereken belli başlı prensipler şöyle belirlenmiştir:
1. Allah’a sığınmak: Resulullah (s.a.v), huzurunda birbirine söven iki kişiden birinin yüzünde öfke hali belirince şöyle buyurdu: “Ben bir söz biliyorum, eğer şu adam bunu söylerse öfkesi geçer. Bu söz, eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racîm: kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım, cümlesidir.” (Buharî, Edeb, 76; Ebu Davud, Edeb, 3) Ayrıca Efendimizin Ümmü Seleme annemize öğrettiği, “Ey Nebî olan Muhammed’in Rabbi Allahım! Günahlarımı bağışla ve kalbimin öfkesini gider.” (İbni Hanbel, VI, 302) mealindeki duası da gazap ateşinden kurtulmanın çarelerindendir.
2. Abdest almak: Hz. Peygamber, “Gazap şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş, ancak su ile söndürülür. Biriniz kızdığı zaman abdest alsın.” (Ebu Davud, Edeb, 3) buyurmak suretiyle öfke ateşinin de abdestle söndürüleceğini belirtmiştir.
3. Bulunduğu konumu değiştirmek: Gazap halinde yapılması gereken bir başka şey de kişinin bulunduğu konumdan daha pasif bir duruma geçmesidir. Bu husus, Efendimiz tarafından şöyle beyan edilmiştir: “Dikkat ediniz! Öfke insanoğlunun kalbindeki bir ateş parçasıdır. Gözlerin kızardığını, boyun damarlarının şiştiğini görmez misiniz? Her kim bunun eserini duyarsa, yere uzansın.” (Tirmizî, Fiten, 26) Bir başka hadiste de: “Biriniz öfkelendiğinde ayakta ise otursun. Yine sakinleşmezse yanı üzere yatıversin.” buyrulmaktadır. (Ebu Davud, Edeb, 3)
4. Susmayı tercih etmek: Kavgalı iki kişinin birbirlerine karşı hakaret ettikçe öfkelerinin dozunun arttığı bilinen bir durumdur. Bu sebeple olmalıdır ki Resulü Ekrem, “Biriniz öfkelendiğinde sussun.” buyurmuştur. (İbni Hanbel, I, 239) Zira basit bir sebeple öfkelenen kişinin, gazap halinde hezeyanda bulunması durumunda umulmadık sonuçların ortaya çıkması mümkündür. Hz. Peygamber, huzurunda Hz. Ebubekir’e hakaret eden birisine karşı onun bir süre ses çıkarmamasından hoşnut kalmış, daha sonra aynı şekilde karşılık vermesi üzerine oradan ayrılmak istemişti. Bilahare Hz. Ebubekir, yaptığının yanlış olup olmadığını sorunca Efendimiz, şöyle buyurmuştur: “Doğrusu sustuğun vakit senin adına o kişiye cevap veren bir melek vardı. Ancak aynı şekilde sen de karşılık vermeye başlayınca melek gitti, yerine şeytan geldi. Şeytanın geldiği yerde Ben bulunamam.” (İbni Hanbel, II, 436)
Resulullah’ın kızdığı anlarda öfkelendiği kimseden “yüzünü çevirmesi, onunla ilgilenmemesi” de bu tedavi metodunun bir başka çeşidi olsa gerektir. (Ebu Davud, Libâs, 17; İbni Hanbel, III, 14) (https://www.islamveihsan.com/ofkelenince-ne-yapmali.html)
Kur’an ayetlerinde, o levhaların kırıldığını ifade eden herhangi bir bilgi yoktur. Anlaşılıyor ki Hz. Musa, dinin temeli ve kendisi demek olan tevhid inancının böyle kısa bir zaman içinde sarsıntıya uğraması karşısında, esas meseleyi kökünden halletmek için ayrıntılara ilişkin olan hidayet ve rahmetin faydalı sonuçları durumunda bulunan levhaları geçici bir süre için bir tarafa bırakmış ve herşeyden önce kardeşini bütün gücüyle kendine çekmek teşebbüsünde bulunmuştur. Bu olayda esas tevhid inancında meydana gelen bir sarsıntı ve toplumsal bir bunalım ve inanç zaafı konusunda, ayrıntı ve teferruat sayılan tâlî meselelerin bir tarafa bırakılarak, sıkıyönetim ilanına misal olabilecek bir özellik var demektir.
Musa levhaları bıraktı ve kardeşinin başından tuttu kendine doğru çekmeye başladı. Bundan şunlar anlaşılır:
1. Din işinde öz kardeşi de olsa hatıra gönüle bakmıyor.
2. Kardeşini kendi yerine halef bırakmış olduğundan, her şeyden önce hesap sormaya ondan başlıyor.
3. Kardeş ile işbirliği etmek en önemli iş olduğundan, önce kardeş ile işbirliği etmek gerektiğini gösteriyor.
Buna karşı kardeşi “Ey anamın oğlu” dedi. Hz. Harun, Hz. Musa’nın öz kardeşi yani ana-baba aynı olan bir kardeşi olduğu halde ona böyle hitap etmesi, ananın sevgi ve şefkatte mesel olması ve ana hakkının, özellikle Hz. Musa üzerinde daha büyük ve daha önemli bir yeri olması, bir de analarının mümine bulunması dolayısıyla kardeşinin şefkat ve merhamet duygularını harekete geçirmek amacına yönelik bir belâgat anlamı içerir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)