Talâk Sûresi 1. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ لَا تَدْر۪ي لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً  ...

Ey peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah’a karşı gelmekten sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّبِيُّ peygamber ن ب ا
3 إِذَا zaman
4 طَلَّقْتُمُ boşa(mak iste)diğiniz ط ل ق
5 النِّسَاءَ kadınları ن س و
6 فَطَلِّقُوهُنَّ onları boşayın ط ل ق
7 لِعِدَّتِهِنَّ iddetleri içinde ع د د
8 وَأَحْصُوا ve sayın ح ص ي
9 الْعِدَّةَ iddeti ع د د
10 وَاتَّقُوا ve korkun و ق ي
11 اللَّهَ Allah’tan
12 رَبَّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
13 لَا
14 تُخْرِجُوهُنَّ onları çıkarmayın خ ر ج
15 مِنْ -nden
16 بُيُوتِهِنَّ evleri- ب ي ت
17 وَلَا ve
18 يَخْرُجْنَ kendileri de çıkmasınlar خ ر ج
19 إِلَّا ancak başkadır
20 أَنْ
21 يَأْتِينَ gelmeleri ا ت ي
22 بِفَاحِشَةٍ bir edepsizlikle ف ح ش
23 مُبَيِّنَةٍ apaçık ب ي ن
24 وَتِلْكَ bunlar
25 حُدُودُ sınırlarıdır ح د د
26 اللَّهِ Allah’ın
27 وَمَنْ ve kim
28 يَتَعَدَّ geçerse ع د و
29 حُدُودَ sınırlarını ح د د
30 اللَّهِ Allah’ın
31 فَقَدْ gerçekten
32 ظَلَمَ yazık etmiştir ظ ل م
33 نَفْسَهُ kendisine ن ف س
34 لَا
35 تَدْرِي bilmezsin د ر ي
36 لَعَلَّ belki
37 اللَّهَ Allah
38 يُحْدِثُ ortaya çıkarır ح د ث
39 بَعْدَ sonra ب ع د
40 ذَٰلِكَ bundan
41 أَمْرًا yeni bir iş ا م ر
 
Abdullah İbni Ömer eşi adet gördüğü sırada onu boşamıştı. Babası Hz. Ömer bunu Resulullah Efendimize haber verince Allah’ın Resulü şöyle buyurdu: “Ona söyle karısına dönsün. Kadın temizlenip tekrar adet görünceye ve tekrar temizleninceye kadar ona dokunmasın. Ondan sonra onu isterse nikahında tutar; isterse, bir daha ilişkiye girmeden boşar. İşte Allah Teala’nın, kadınları boşanırken dikkate alınmasını emrettiği iddet budur.“
(Buhari, Tefsir 1, Talak 1-3,44,45, Ahkam 13; Müslim, Talak 1-14).
 

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَۚ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

النَّبِيُّ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Şart ve cevap cümlesi nidanın cevabıdır. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طَلَّقْتُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  طَلَّقْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  طَلِّقُوهُنَّ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لِعِدَّتِهِنَّ  car mecruru  طَلِّقُوهُنَّ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, مستقبلات لأول عدّتهنّ (gelecek ilk iddetleri) şeklindedir. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ  atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْصُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْعِدَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

طَلَّقْتُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  طلق ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَحْصُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حصي ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ 


Cümle, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Fiil cümlesidir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

رَبَّكُمْ  izafeti lafza-i celâlin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۜ


Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُخْرِجُوهُنَّ  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

مِنْ بُيُوتِهِنَّ  car mecruru  تُخْرِجُوهُنَّ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَا يَخْرُجْنَ  atıf harfi وَ ‘la  لَا تُخْرِجُوهُنَّ ‘ye matuftur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَخْرُجْنَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin  bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

اِلَّٓا  istisna edatıdır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile mahzuf hale mütealliktir.Takdiri, إلّا مذنبات بإتيانهنّ الفاحشة (Açık bir günah işlemedikçe) şeklindedir. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

يَأْت۪ينَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

بِفَاحِشَةٍ  car mecruru  يَأْت۪ينَ  fiiline mütealliktir.  مُبَيِّنَةٍ  kelimesi  فَاحِشَةٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُخْرِجُوهُنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُبَيِّنَةٍۜ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ 


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret zamiri  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  حُدُودُ اللّٰهِ  haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ


وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ  mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَعَدَّ  şart fiili olup, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. حُدُودَ اللّٰهِ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir.Tekid ifade eder.  ظَلَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  نَفْسَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يَتَعَدَّ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerden olup  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  عدد ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


لَا تَدْر۪ي 


Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَدْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  تَدْر۪ي  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar. 

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ  ile başlayan isim cümlesi  تَدْر۪ي  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 


 لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً


İsim cümlesidir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  لَعَلَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  يُحْدِثُ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُحْدِثُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بَعْدَ  zaman zarfı  يُحْدِثُ  fiiline mütealliktir. İşaret zamiri  ذٰلِكَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirtir,  ك  ise muhatap zamiridir. اَمْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُحْدِثُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حدث ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ


Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.   يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا  tekid ifade eden tenbih harfidir.  النَّبِيُّ  münadadan bedeldir. Bedel, bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ  nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.

Nidanın cevabı olan  اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَۚ , şart üslubunda gelmiştir.

Boşama karşılığında kullanılan  طَلَّقْتُ  kelimesi, sözlükte ‘bağdan salıvermek’ anlamındadır. Deveyi bağından çözdüm manasında, اطلقت البعير من عقاله  denir.  طلقته  da aynı anlamdadır. Kadını boşamak terimi de bu anlamdan alınmıştır. (Rûhu’l Beyân) 

Bu hitap, aslında Peygamberimizin bütün ümmetini kapsadığı halde kendisine tahsis edilmesi, Peygamberimizi teşrif için, onun makamının yüksekliğini göstermek için, hakikatte muhatabın kendisi olduğunu belirtmek içindir. Bir de, Peygamberimizin ümmeti onun tabileri olmaları ve kendisinin, bütün ümmeti temsil etmesi hasebiyle hitaba dahildir. (Ebüssuûd) 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Aynı zamanda  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi  طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

لِعِدَّتِهِنَّ  car mecruru,  فَطَلِّقُوهُنَّ  fiilinin mahzuf haline mütealliktir. Kelimenin takdiri  أول  olan muzâfı mahzuftur. Halin ve muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لِعِدَّتِهِنَّ ‘deki lam, tevkît (zaman tayini) lamıdır. Bu lam falanca ayda falanca gün için yazıldığı zaman anlamındadır. (Âşûr)

وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

الْعِدَّةَ ‘in elif lam ile marifeliği ahd içindir. (Âşûr)

وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ  cümlesi  وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ  ile لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ  arasında itiraz cümlesidir. وَ  itiraziyyedir. (Âşûr)

Kadının boşandıktan veya kocası öldükten sonra beklediği zamana ”iddet" ismi verilmiştir. Çünkü kendisi için konulmuş olan günleri sayar, kendisi için vadedilen ferahlığı bekler. Ayetin manası: ”O kadınları, onlar iddetlerini karşılar bir vaziyette iken boşayın" şeklinde olmaktadır. (Rûhu’l Beyân) 

طَلَّقْتُمُ  - طَلِّقُوهُنَّ  ve  عِدَّتِهِنَّ  - الْعِدَّةَۚ  gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

النَّبِيُّ  lafzıyla  طَلَّقْتُمُ  arasında, müfretten cemiye geçişte iltifat sanatı vardır. 

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ  şeklindeki hitap, Peygamber (sav)'e dir. Hüküm ise, hem onu hem ümmetini kapsar. Yüce Allah Peygamber (sav)'i yüceltmek için sadece ona seslendi. Nitekim bir kavmin reisine ve büyüğüne, "Ey Fi­lan! Şunu yapın" denilir. Yani, sen ve kavmin yapın demektir. Bu, yüceltme ve değer verme yoluyla yapılan bir sesleniştir. Kurtubî şöyle der: Hitap Pey­gamber (sav)'e yapılmıştır. Yüceltme ve ululama maksadıyle  اِذَا طَلَّقْتُمُ [boşadığınızda] şeklinde çoğul lafzıyla hitap edilmiştir.Yani, "Ey Peygamberi Ey mü'minler! Kadınları boşamak istediğinizde onları, iddetlerine sayılacak müddetin başında bulunurlar iken boşayın. Bu da temizlik anında olur. Onları hayız halinde boşamayın. (Safvetü’t Tefâsir)

اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ [Kadınları boşayacağınız zaman] ifadesi hayız çağında olan kadınlardan gerdeğe girenleri ve girmeyenleri, menopoza girenleri, küçük yaştakileri ve hamileleri kapsayan genel bir ifade iken, bunun hayız çağında olan kadınlardan gerdeğe girenlere özgü kılınması nasıl sahih olmuş?” dersen şöyle derim: Burada ne genel ne de özel bir hüküm söz konusudur. Sadece  النِّسَٓاءَ (kadınlar) insan türünün dişilerine mahsus olan cins bir isimdir ki bu cins kavramı o kadınların bütününde ve bir kısmında yer bulabilen bir manadır. Buna göre  النِّسَٓاءَ  ifadesiyle şu da öteki de kastedilebilir. İmdi, (ayette) “Onları iddetlerini gözeterek boşayın” denince, bunun o kadınların bir kısmı için ifade edildiği ve bunların da hayız iddeti sayan, kendileriyle zifafa girilmiş kadınlar demek olduğu anlaşılır. (Keşşâf)

وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبَّكُمْ  kelimesi, lafza-i celâlden bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.  

رَبَّكُمْ  izafetinde, muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamirinin ait olduğu kişiler şeref kazanmıştır. Yani Allah’a inananları şereflendirmek ve desteklendiklerini hissettirmek içindir.

اللّٰهُ  ve  رَبُّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. 

Cenab-ı Hak,  وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ [Rabbiniz Allah'tan korkunuz] demiş de, sadece  واتقوا اللّه "Allah'tan korkun" dememiştir (niçin)? Deriz ki: Böyle söylemesinde, öbür türlü söylemesinde bulunmayan beliğ bir incelik vardır. Çünkü Rabb kelimesi, o kimselerin, çeşitli ortamların son derece mükemmel bir biçimde sağlanması ile, in'am ve ikram demek olan terbiyenin (rububiyet) meydana geldiğine dikkatlerini çekmektedir. Dolayısıyla bu eğitmenin elden kaçırılacağı endişesiyle insanlar, alabildiğine ittika (endişe) duyarlar. (Fahreddin er-Râzî) 

وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ  [Rabbiniz olan Allah'tan korkun.] ‘Korkmak’ diye tercüme edilen takva, aslında insanı hoşlanmadığı şeylerden koruyan ve onunla bu hoşlanmadığı şeyin arasına giren kalkan ve benzeri koruyucular edinmek demektir. Sonra semtte kulu koruyan ve daimi zararlardan kurtulmasına, mevcut menfaatlerle yaşamasına sebep olan şey için istiare olarak kullanılmıştır. (Rûhu’l Beyân)


ا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۜ 


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

مِنْ بُيُوتِهِنَّ  car mecruru  تُخْرِجُوهُنَّ  fiiline mütealliktir.

وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

اِلَّٓا  istisna edatıdır. Masdar harfi  اَنْ ’den sonraki  يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ  cümlesi, masdar tevilinde, mahzuf  ب  harfiyle birlikte, mahzuf hale mütealliktir. Takdiri,  إلّا مذنبات بإتيانهنّ الفاحشة (Açık bir günah işlemedikçe) şeklindedir. İki tekid hükmündeki kasrla tekid edilen masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِلَّٓا  ve  لَا  harfiyle oluşan kasr, fiille car mecrur arasındadır. يَخْرُجْنَ  maksur/sıfat, masdar-ı müevvel maksurun aleyh/mevsûf, kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur.

بِفَاحِشَةٍ  car mecruru  يَأْت۪ينَ  fiiline mütealliktir.  مُبَيِّنَةٍ  kelimesi  فَاحِشَةٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

تُخْرِجُوهُنَّ  - يَخْرُجْنَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ 


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Âşûr ise itiraz cümlesi olduğu görüşündedir.  وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ  cümlesindeki  وَ  itiraziyyedir. Bu cümle  وَلَا يَخْرُجْنَ  ile  لَا تَدْر۪ي لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً  arasında itiraziyedir. (Âşûr) 

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  تِلْكَ  mübteda,  حُدُودُ اللّٰهِۜ  izafeti haberdir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır. (Âşûr) 

تِلْكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında tazim ifade eder. Çünkü müsned lafza-i celâle muzâf olmak suretiyle şeref kazanmış ve müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Veciz ifade kastına matuf   حُدُودُ اللّٰهِۜ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  حُدُودُ , tazim edilmiştir.

حُدُودُ اللّٰهِ  Allah’ın hudutları ne demektir? “Allah’ın sınırlarından murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Bir şeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır. حُدُودُ الدار (evin sınırları) ifadesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delalet eden söz de “o şeyin haddi (sınırı)” diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifade ettiği hükmün içine başkasının girmesine mani olur. “Başkası” ise o sözün dışında kalan her şeydir. (Fahreddin er-Râzî, Nisa/13)

حُدُودُ ; haddin (sınırın) çoğuludur ki  حَد , onu başka bir yerden ayıran, tecavüzü engelleyen bir mekan zarfıdır. Bu kelime burada temsil yoluyla karşı gelmekle çözülmeyen amel için kullanılmıştır. (Âşûr, Nisa/13)

حد  sözlükte men etmek ve iki şeyi birbirine karışmaktan alıkoyan engel anlamındadır. 


 وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ


Cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada şart cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberi manada olması bu atfı mümkün kılmıştır.

Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi  مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ , şart cümlesidir. Şart cümlesi aynı zamanda haberdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Konudaki önemine binaen, zamir makamında zahiren zikredilen  حُدُودَ اللّٰهِ  izafetinin tekrarlanmasında, tenbih ve ikazı artırmak için zamir makamında lafz-ı celâlin zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ , tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ  [Bunlar Allah'ın sınırlarıdır.] cümlesinden sonra  وَمَنْ يَتَعَدَّهم  (Kim onları aşarsa) şeklindeki zamir yerine  وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ [Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa] şeklinde açık isim getirilmesi, korkutmak içindir. (Safvetü’t tefâsir- Rûhu’l Beyân)


لَا تَدْر۪ي لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً


Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. Cümlede muhatap, talak yapanlardır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Gayr-ı talebî inşâî isnad olan  لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً  cümlesi, تَدْر۪ي  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. Lafz-ı celâl terecci harfi  لَعَلَّ ‘nin ismi,  يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً  cümlesi haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بَعْدَ ذٰلِكَ  zaman zarfı  يُحْدِثُ  fiiline mütealliktir.

يُحْدِثُ  fiilinin mef’ûlü olan  اَمْراً ‘deki nekrelik, tazim ve nev içindir.

Zaman zarfına muzafun ileyh olan işaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ayetteki, tenbih ve ikazı artıran bu dördüncü tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

لَعَلَّ ’nin haberinin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  “ لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler.(Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)

Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki  لَعَلَّ (umulur ki) harfinin  لَ  manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)

لَا تَدْر۪ي (Bilmezsin) hitabı, sınırları aşan kimse içindir. Onu tecavüzden caydırmaya ziyadesiyle önem verildiği için ona doğrudan doğruya hitap edilmiştir. Yoksa birilerinin vehmettiği gibi bu hitap, Peygamberimiz için değildir. (Ebüssuûd)  

لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً  [Bilmezsin, olur ki Allah bundan son­ra bir durum ortaya çıkarıversin] ayetinde, önemi artırmak için ilti­fat sanatı yapılmıştır. Ayet hitap üslubuyla gelmiştir. Oysa ki asıl olan, III. şahıs üslubuyla  لَا يَدْر۪ي (bilmez) şeklinde gelmesidir. (Safvetü’t Tefâsir)

تِلْكَ - ذٰلِكَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.