En'âm Sûresi 153. Ayet

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ  ١٥٣

İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّ ve işte
2 هَٰذَا budur
3 صِرَاطِي benim yolum ص ر ط
4 مُسْتَقِيمًا dosdoğru ق و م
5 فَاتَّبِعُوهُ ona uyun ت ب ع
6 وَلَا
7 تَتَّبِعُوا uymayın ت ب ع
8 السُّبُلَ yollara س ب ل
9 فَتَفَرَّقَ ayırmasın ف ر ق
10 بِكُمْ sizi
11 عَنْ -ndan
12 سَبِيلِهِ O’nun yolu- س ب ل
13 ذَٰلِكُمْ böylece
14 وَصَّاكُمْ size tavsiye etti و ص ي
15 بِهِ kendisiyle
16 لَعَلَّكُمْ umulur ki
17 تَتَّقُونَ korunursunuz و ق ي
 
وصي Vesaye : وَصِيَّة bir başkasına öğütle birlikte yapacağı işi tembih etmek ya da buyurmaktır. أوْصَى ve وَصَّى fiilleri aynı anlamda kullanılır. Bu köke ait mezid babdan تَواصَى fiili karşılıklı birbirine bir öğütle ne yapacaklarını tembih ettiler demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 32 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vasiyet, vâsi ve tavsiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 
 

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هٰذَا  işaret ismi, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. صِرَاط۪ي  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri; أتلو  (Okuyun.) şeklindedir. مُسْتَق۪يماً  hal olup fetha ile mansubdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وضح لكم سبيلي فاتّبعوه  (Yolum size belli olursa ona tabi olun.) şeklindedir.

اتَّبِعُوهُ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).  مُسْتَق۪يماً  burada müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اتَّبِعُو  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مُسْتَق۪يماً  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعُوا۟  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. السُّبُلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; لا يكن منكم اتّباع للسبل فتفرّق فيها (Kendi yollarınıza uymayın yoksa ayrılırsınız.) şeklindedir.

تَفَرَّقَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. بِكُمْ  car mecruru  تَفَرَّقَ  fiiline mütealliktir. عَنْ سَب۪يلِه۪  car mecruru  تَفَرَّقَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada musahabe (beraberlik) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Burada sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَتَّبِعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.

تَفَرَّقَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فرق ’dir. Aslı  يتفرَّقَ  şeklindedir.  تَ  harflerinden biri hazf edilmiştir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ  ise muhatap zamiridir. وَصّٰيكُمْ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

وَصّٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِه۪  car mecruru  وَصّٰيكُمْ  fiiline mütealliktir.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَتَّقُونَ  cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

تَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت 'ye dönüşmüş إتّقي  olmuştur. 

Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 

وَصّٰيكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  وصي ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً 

وَ  harfi cümleyi 151. ayetteki  ألّا تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا  cümlesine atfeder. Bu atfın sebebi hitabın amaçlarının ve tertibin benzerliğidir. Nitekim bu amaçlara tezyîl olarak  لَعَلَّكم تَعْقِلُونَ، لَعَلَّكم تَذَكَّرُونَ، لَعَلَّكم تَتَّقُونَ  cümleleri gelir. Bu; Kuran’da peygambere gelen vahiylere uymak için gelen kapsamlı bir ifadedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar ve tekid harfi  أَنَّ  ve akabindeki  هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً  cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen  أتلو  (Okuyun) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzufla birlikte cümle 151. ayetteki … اَتْلُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edileni tazim ifade eder. Müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösteren işaret isminde istiare sanatı vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  هٰذَا  ile Allah'ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir.  

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsned, az sözle çok anlam ifadesi için izafet formunda gelmiştir.

صِرَاط۪ي  izafetinde, Hz.Peygambere ait zamire muzaf olan  صِرَاط۪ , tazim ve şeref kazanmıştır.

مُسْتَق۪يماً  kelimesi haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.

İslam yola benzetilmiş ve görünen bir şey haline getirilmiştir. Bu yol apaçık, görünen bir şeydir ve bu yolun müstakim, yani dosdoğru olduğu, hiç bir eğriliği olmadığı iddia edilmiştir. Çünkü dosdoğru yol, üzerinde yürüyen için kolaydır ve hedefe hızlı ulaştırır.

İstiare teşbihten daha fazla mübalağa ifade eder. Çünkü müşebbeh ile müşebbehün bihin aynı olduğu iddiasındadır. Ya da teşbihi unutturmaya yönlendirir (teşbih-i tenasi). İstiare, hakiki mananın kastedilmediğine dair bir karîne (ipucu) bulunması kastıyla sadece müşebbeh veya müşebbehün bihin zikredildiği teşbihtir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

Sıratı müstakimden kasıt hak dindir. Bu  ibarede istiare vardır. Sırat kelimesi hak manasında müsteardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Burada dosdoğru yolun Peygambere izafesi (benim dosdoğru yolum buyurulması), tatbikat olarak ona nispet edilmesi anlamındadır. Yoksa "Allah'ın yolu" izafesi kabilinden, Peygamberin tayin ve belirlediği yol anlamında değildir. Bundan murad şudur: Açıklanan emirler ve yasaklar, Peygambere mütealliktir ve o, bu emirleri ve yasakları uygulamak ve gözetmekle görevlidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446) 


فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ 

 

Şart üslubunda gelen terkipte  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَاتَّبِعُوهُ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle, takdiri  إن وضح لكم سبيلي  (Size yolum belli olduysa..) olan mukadder şartın cevabıdır. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesi atıf harfi  وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi tezattır.

بِكُمْ  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri musahabe (beraberlik) içindir. Yani yolların ayrılığı, size eşlik eder. Yolların ayrılmasıyla sizler de ayrılırsınız. Bu mecazî bir beraberliktir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

سَب۪يلِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  سَب۪يلِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler. Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesi, masdar teviliyle, kelamın öncesindeki nehiyden kaynaklanan masdara matuftur.

Takdiri;  لا يكن منكم اتّباع للسبل فتفرّق فيها …(Hiçbiriniz yollara sapmasın ki o yollarda bölünmesin.) olan masdarın hazFİ îcaz-ı hazif sanatıdır.

Ayette fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاتَّبِعُوهُ  cümlesiyle  وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَاتَّبِعُوهُۚ - لَا تَتَّبِعُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السُّبُلَ - سَب۪يلِه۪  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السُّبُلَ - صِرَاط۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ  [(Başka) yollara tabi olmayın] ibaresinde istiare vardır. Çünkü yollar onları ayırmaz, aksine yolların doğrusundan ayrılan ve eğrisine uyan onların kendileridir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

اتَّبِعُو - لَا تَتَّبِعُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Başka dinlere veya bidatlere ya da dalalet yollarına uymayın; çünkü o yollar, sizi Allah yolundan, İslam'dan ayırır ve Sebe toplulukları gibi sizi darmadağın eder. (Sebe, bütün Yemen kabilelerinin büyük atasının adıdır. Bu yemen kabileleri, ilâhî bir ceza olarak Arim seline maruz kaldılar ve bu sel, onların yurtlarını ve bahçelerini tahrip edince bu kabileler, darmadağın olup çeşitli ülkelere göç ettiler. İşte göç eden bu kabilelerin her biri başka bir yol tuttuğu için, dağınıklık ifadesinde darb-ı mesel haline geldiler.) (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, وَصّٰيكُمْ بِه۪  haberdir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. 

ذٰلِكَ ve  ذٰلِكُمْ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)

Mübteda olan  ذٰلِكُمْ  ile beş yasak işaret edilmiştir. 

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret isminde cem vardır. Bu ayette cem' ma’at-taksim ve tefrik vardır.

وصي  fiilinden müştak olan  وَصِيَّة ; bir başkasına öğütle birlikte yapacağı işi tenbih etmek ya da buyurmaktır.  أوْصَى  ve  وَصَّى  fiilleri aynı anlamda kullanılır. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)


لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ nin haberi olan  تَتَّقُونَ nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ  harfi, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58) 

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad, takvalı olmaya teşviktir. Takvalı olmak; kuralları yerine getirmektir. En alt seviyesi Müslüman olmak, en üst derecesi ise her türlü şüpheli şeyden kaçınmak olarak tarif edilir.Takvalı olmak için kitaba ve hükümlerine sarılmak gerekir.

Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki  لَعَلَّ (umulur ki) harfinin  لَ  manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)

ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ  önce geçen misalleri tekrar için tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)

تَتَّقُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Ayetteki son iki cümle önceki ayetin son cümleleriyle bir kelime hariç aynıdır. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَهْدِ - اَوْفُواۜ  ve  وَصّٰيكُمْ - تَذَكَّرُونَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل ,  تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

Son üç ayet; akletmek, ibret almak ve takvalı olmak ile bitmiştir. Birinci ayetteki kavramlar akletmekle ilgili, ikincisi ibret almakla, üçüncüsü takvalı olmakla ilgili diyebiliriz.

Takvalı olmak; kuralları yerine getirmektir. En alt seviyesi Müslüman olmak, en üst derecesi; her türlü şüpheli şeyden kaçınmak olarak tarif edilir.

Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446 ; Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)