وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلُوا | ve kıldılar |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’ın |
|
3 | مِمَّا | şeylerden |
|
4 | ذَرَأَ | yarattığı |
|
5 | مِنَ | -den |
|
6 | الْحَرْثِ | ekin(ler)- |
|
7 | وَالْأَنْعَامِ | ve hayvanlar(dan) |
|
8 | نَصِيبًا | bir pay |
|
9 | فَقَالُوا | dediler ki |
|
10 | هَٰذَا | bu |
|
11 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
12 | بِزَعْمِهِمْ | zanlarınca |
|
13 | وَهَٰذَا | bu da |
|
14 | لِشُرَكَائِنَا | ortaklarımızındır |
|
15 | فَمَا | (halbuki) |
|
16 | كَانَ | olan |
|
17 | لِشُرَكَائِهِمْ | ortaklarına ait |
|
18 | فَلَا |
|
|
19 | يَصِلُ | ulaşmaz |
|
20 | إِلَى |
|
|
21 | اللَّهِ | Allah’a |
|
22 | وَمَا |
|
|
23 | كَانَ | olan (ise) |
|
24 | لِلَّهِ | Allah’a ait |
|
25 | فَهُوَ | o |
|
26 | يَصِلُ | ulaşır |
|
27 | إِلَىٰ |
|
|
28 | شُرَكَائِهِمْ | ortaklarına |
|
29 | سَاءَ | ne kötü |
|
30 | مَا |
|
|
31 | يَحْكُمُونَ | hüküm veriyorlar |
|
Hem Allah’ın varlığına inanan hem de cinlerin, meleklerin ve ölmüş atalarının sembolleri olarak düşündükleri, bu sebeple de kendilerine şefaatçi olacaklarına inandıkları putları Allah’a ortak koşan Câhiliye Arapları ziraî ürünleriyle hayvanlarından bir pay Allah’a, bir pay da ilgi ve şefaatlerini umdukları aile veya kabile putlarına adarlar, Allah’a adadıklarını misafirlere, yoksullara, yetimlere vb. muhtaçlara harcarlar, putlara ayırdıklarını da onların önünde icra edilen âyinlerde ve putların bakımı gibi hizmetlerde kullanırlardı. Bu bâtıl geleneğe göre, Allah’ın bu mallara ihtiyacı olmadığı düşünülerek, Allah için ayrılandan putların payına aktarma yapılabilir, fakat putların payından Allah’a ayrılana aktarma yapılmazdı. Yıl sonu geldiğinde müşrikler Allah için adadıklarından artakalanı kendilerine harcar, fakat putların payından artana dokunmazlardı. Câhiliye döneminin bazı bâtıl yasalarının,hüküm ve uygulamalarının eleştirildiği bölümün ilki olan bu âyette asıl üzerinde durulan husus, Câhiliye Arapları’nın, yalnız inançta değil, harcamalarında, hayır ve hasenatlarında da putları Allah’a ortak koşmaları, hatta O’ndan daha üstün tutmalarıdır. Burada ayrıca, daha genel bir yaklaşımla, Allah’tan başkası uğruna harcama yapmayı Allah rızâsı uğruna harcama yapmaktan daha önemli gören anlayışlara da dolaylı bir tenkit bulunduğu düşünülebilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 475-476
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. جَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail
olarak mahallen merfûdur. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. لِلّٰهِ car mecruru جَعَلُو fiiline mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle نَص۪يباً’ in mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ذَرَاَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ الْحَرْثِ car mecruru ذَرَاَ fiiline mütealliktir. الْاَنْعَامِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. نَص۪يباً amili جَعَلُوا ‘nun mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l - kavli, هٰذَا لِلّٰهِ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi olan هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. بِزَعْمِهِمْ car mecruru قَالُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İşaret ismi olan هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. لِشُرَكَٓائِنَا car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi üç şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ
فَ atıf harfidir. مَا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ nakıs, fetha üzere mebni mazi fiildir. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. لِشُرَكَٓائِهِمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا يَصِلُ cümlesi mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir. Yani, فهو لا يصل demektir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَصِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اِلَى اللّٰهِ car mecruru يَصِلُ fiiline mütealliktir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ
وَ atıf harfidir. مَا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ nakıs, fetha üzere mebni mazi fiildir. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. لِلّٰهِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَصِلُ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَصِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْ car mecruru يَصِلُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. سَٓاءَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; ساء ما يحكمون حكمهم هذا (Verdikleri bu hüküm ne kötüdür.) şeklindedir.
مَا harfi, سَٓاءَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir. يَحْكُمُونَ fiili, مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
يَحْكُمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi, 2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi,
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi, 4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً
و , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لِلّٰهِ car-mecruru, iki mef’ûle müteaddi olan جَعَلُوا fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle جَعَلُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan ذَرَاَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَعَلُوا fiiline müteallik olan مِنَ الْحَرْثِ car-mecruru konudaki önemine binaen, mef’ûl olan نَص۪يباً ‘e takdim edilmiştir
الْاَنْعَامِ kelimesi temâsül nedeniyle الْحَرْثِ ‘ye atfedilmiştir. Bu kelimeler ve ذَرَاَ - الْحَرْثِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
جَعَلُوا fiilinin ilk mef’ûlü olan نَص۪يباً ‘ deki nekrelik, nev ve tahkir ifade eder.
فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ
Cümle, atıf harfi فَ ile جَعَلُوا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ ve بِزَعْمِهِمْ car mecrurları mahzuf habere mütealliktir.
Müşriklerin işaret ettikleri şey için هٰذَا ‘yı kullanmaları, müşarun ileyhe önem verdiklerini ifade eder.
Aynı üsluptaki وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ cümlesi atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. لِشُرَكَٓائِنَاۚ car-mecruru mahzuf habere mütealliktir.
هٰذَا لِلّٰهِ cümlesi ile هٰذَا لِشُرَكَٓائِنَا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِزَعْمِهِمْ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
بِزَعْمِهِمْ [kendi zanlarınca] kaydı, onların bu yaptıklarının, Allah Teâlâ'nın rızası gözetilerek yapılan ibadetler gibi sevabı mucip olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ
Cümle, atıf harfi فَ ile قَالُوا cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Şart olan فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ cümlesinde, şart ismi مَا , mübteda, كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ cümlesi, haberdir. Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِشُرَكَٓائِهِمْ car-mecruru, كَانَ ‘ nin mahzuf haberine mütealliktir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Cümlenin atıf sebebi tezattır. Şart üslubunda gelen terkipte وَمَا كَانَ لِلّٰهِ cümlesi şarttır. Şart ismi مَا , mübteda, كَانَ لِلّٰهِ cümlesi, haberdir. Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün müspet muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِ cümlesi ile وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
شُرَكَٓائِهِمْ - يَصِلُ - كَانَ - لِلّٰهِ - هٰذَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Zem fiili سَاۤءَ ’nin dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.
سَٓاءَ fiilinin, takdiri حكمهم هذا (Bu onların hükmü) olan mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Zem fiilinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfe olan مَا , fail konumundadır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَحْكُمُونَ cümlesi مَا ‘nın sıfatı olarak merfû konumdadır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bu kelamda şiddetli bir tehdit vardır.
Buradan itibaren on ayet cahiliye devrindeki Arapların yaptıkları ile alakalı konulardır.