هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | اللَّهُ | Allah’tır |
|
3 | الَّذِي | ki |
|
4 | لَا | yoktur |
|
5 | إِلَٰهَ | ilah |
|
6 | إِلَّا | başka |
|
7 | هُوَ | O’ndan |
|
8 | الْمَلِكُ | Melik’tir (padişahtır) |
|
9 | الْقُدُّوسُ | Kuddûs’tür (mukaddes) |
|
10 | السَّلَامُ | Selâm’dır (esenlik veren) |
|
11 | الْمُؤْمِنُ | Mü’min’dir (güvenlik veren) |
|
12 | الْمُهَيْمِنُ | Müheymin’dir (kollayıp koruyan) |
|
13 | الْعَزِيزُ | Azîz’dir (üstün galib) |
|
14 | الْجَبَّارُ | Cebbâr’dır (istediğini zorla yaptıran) |
|
15 | الْمُتَكَبِّرُ | Mütekebbir’dir (çok ulud) |
|
16 | سُبْحَانَ | yücedir |
|
17 | اللَّهِ | Allah |
|
18 | عَمَّا |
|
|
19 | يُشْرِكُونَ | ortak koşmalarından |
|
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْمَلِكُ kelimesi mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur. الْمُتَكَبِّرُۜ , الْجَبَّارُ , لْعَز۪يزُ , الْمُهَيْمِنُ الْمُؤْمِنُ , السَّلَامُ , الْقُدُّوسُ atıf harfi وَ ‘la اَلْمَلِكُ ‘e matuftur.
الْقُدُّوسُ - السَّلَامُ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِنُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
الْمُهَيْمِنُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
الْمُتَكَبِّرُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tefâ’ul babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَز۪يزُ - الْجَبَّارُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Ayet, mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, نسبّح (Tesbih ederiz) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَّا müşterek ism-i mevsûl عنْ harf-i ceriyle سُبْحَانَ ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يُشْرِكُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُشْرِكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُشْرِكُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Tazim makamında Allah Teâlâ’nın vahdaniyet sıfatı, ihtimam için tekrarlanmıştır. (Âşûr)
Zihinde yerleştirmek ve daha fazla izah için yapılan bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هُوَ mübteda, اللّٰهُ haberdir. اللّٰهُ lafza-i celâli için sıfat konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi, cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Tahsisle tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
Munfasıl zamir هُوَ , cinsini nefyeden لَاۤ ’nın ismi olan اِلٰهَ ’nin mahallinden veya لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَاۤ ve إِلَّا ile oluşan kasr, إِلَـٰهَ ile هُوَ arasındadır. هُوَۚ mevsûf/maksûrun aleyh, اِلٰهَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır.
اللّٰهِ - اِلٰهَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur’ân-ı Kerîm dışında هُوَ zamirine pek ihtiyaç olmaz. Ancak bu ayetlerde izahı artırmak ve nefisde, haberle olan bağlantısını yerleştirmek için birçok kez geldiği göze çarpar. Onun ve haberinin tarifiyle tek bir ilâh olduğunu da ifade eder. Buna ilaveten bu zamirin zikriyle ayetlerde musikî açısından da bir ahenk oluşmuştur. Hazif olursa bu ahenk kaybolur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi s.157)
هُوَ için haber olarak gelen اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ lafızlarının الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, müsnedün ileyhin bu vasıflarının kemâl derecede olduğuna işaret eder.
Allah Teâlâ’ya ait bu vasıfların aralarında وَ olmaması, hepsinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ - السَّلَامُ - الْمُؤْمِنُ - الْمُهَيْمِنُ - الْعَز۪يزُ- الْجَبَّارُ- الْمُتَكَبِّرُۜ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Allah'ın الْقُدُّوسُ oluşu, geçmişte ve halde, bütün kusurlardan münezzeh ve berî olduğuna bir işarettir. السَّلَامُ oluşu ise, gelecekte de hiçbir kusur ve noksanlığın O'na arız olmayacağına işarettir. Çünkü, kendisine bir kusur arız olan kimsenin, selamet ve esenliği zail olur, artık o السَّلَامُ olarak kalmaz. (Fahreddin er-Râzî)
الْقُدُّوسُ kelimesi قدس masdarından alınmış, mübalağa ifade eden kalıplardandır. قدس , nezahet ve temizlik manasındadır. Kuddûs de, herhangi bir noksanlığı gerektiren şeylerden ve her türlü ayıptan son derece nezîh ve yüce olan zat demektir.
İbn Abbas (ra) şöyle der: الْمُؤْمِنُ , insanları zulmünden emin kılan, iman edenleri azabından muhafaza eden, demektir. Bu manaya göre الْمُؤْمِنُ , korkutmanın zıddı olan emniyet ve güven vermek demek olan îman masdarından ism-i faildir.
İmam-ı Gazâlî (ra) dedi ki: ”Allah hakkında الْمُهَيْمِنُ kelimesinin manası, yarattıklarının amellerini, rızıklarını ve ecellerini gözetip idare eden demektir. Allah'ın yarattıkları üzerindeki gözetim ve idaresi; haberdar olmasıyla, hakimiyetiyle ve korumasıyladır. Bir şeyin asıl hüviyet ve mahiyetine gözcülük yapan herkes, ona hakimdir, onu koruyandır ve dolayısıyla onun üzerinde الْمُهَيْمِنُ 'dir.
İmam-ı Gazâlî (ra) dedi ki: ”الْعَز۪يزُ , benzeri az olan, kendisine şiddetle ihtiyaç duyulan ve ulaşılıp elde edilmesi zor olan önemli şey demektir. Bu üç manayı kendisinde toplamayan şeye azîz denmez.
الْجَبَّارُ , her şeyde iradesi icbar ve zorlama yoluyla geçerli olan, fakat onda hiçbir kimsenin iradesi geçerli olmayan demektir. (Rûhu’l Beyân)
الْمُتَكَبِّرُۜ 'in anlamı Allah'ın kendisine yakışmayan her şeyden büyük ve yüce olmasıdır. Bu mana, kibriyadır yani büyüklüktendir. Tekebbürden yani büyüklenmekten değildir. Yücelikte mübalağadır. Allah hakkında kibriya, başkasına boyun eğmeye tenezzül etmemektir. Bunun içindir ki, insanlar hakkında bu sıfat, yasaklanmış kötü bir sıfattır. Allah hakkında ise, övgüye layık iyi bir sıfattır." (Rûhu’l Beyân)
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
سُبْحَانَ اللّٰهِ cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
سُبْحَانَ اللّٰهِ izafeti, takdiri نسبّح (tesbih ederiz) olan fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Haberî formda gelen cümle, muktezâ-i zâhirin hilafına olarak dua manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
مَا müşterek ism-i mevsûlu عَنْ harf-i ceriyle birlikte سُبْحَانَ ’ye mütealliktir. Sılası olan يُشْرِكُونَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hükmün illetini belirtmek, ikazı artırmak, telezzüz için lafz-ı celâlin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سُبْحَانَ اللّٰهِ izafeti kısa yoldan izah ve muzâfın tazimi içindir.