Necm Sûresi 4. Ayet

اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ  ...

(Size okuduğu) Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ değildir
2 هُوَ O
3 إِلَّا başka bir şey
4 وَحْيٌ vahiy(den) و ح ي
5 يُوحَىٰ kendisine vahyedilen و ح ي
 

Kur’an’da değişik vesilelerle ifade edildiği üzere Hz. Peygamber bir beşerdir, ama Allah’tan vahiy almaktadır. Birinci özelliği onun şahsıyla ilgili bir hususu yani asla tanrılaştırılmaması gerektiğini, ikinci özelliği de Allah adına bildirdiklerinin sıradan bir insanın sözleri olarak düşünülmeyip lâyık olduğu yerde tutulmasının ne kadar önemli olduğunu belirtmektedir. Bu âyetlerde de onun peygamber olarak tebliğ ettiklerinin kişisel arzularına göre söylenmiş sözler olamayacağına bir vurgu yapıldığı görülmektedir. 3. âyette “konuşma, söyleme” anlamında bir fiil kullanılmış olmasından hareketle Resûlullah’ın bütün söylediklerinin vahiy olduğu, dolayısıyla herhangi bir konuda ictihad ettiğinin söylenemeyeceği yorumu da yapılmış olmakla beraber, başka deliller bu yorumu çürütmektedir. Ayrıca, beşer olarak yani günlük hayatın akışı içinde kişisel düşüncelerini belirtmek üzere veya (yargıç, devlet başkanı, komutan vb.) değişik sıfatlarla söylediği ve o bağlamda değerlendirilmesi gereken sözlerinin bulunduğu da bilinmektedir. Bu âyetlerin asıl konusu Hz. Muhammed’in vahiy almasını yani peygamberlik sıfatını inkâr edenlere; onu şair, kâhin vb. sıfatlarla niteleyip Kur’an’ı kendisinin uydurduğunu söyleyenlere bir reddiyede bulunmaktır (Taberî, XXVII, 42; Râzî, XXVIII, 281-284). Bununla birlikte, bu âyetlerin başka delillerle birlikte değerlendirilmesi sonucunda, Resûlullah’ın tebliğ mahiyetinde olmayan söz ve davranışlarının da vahyin kontrolü altında bulunduğu ve bir konuda ictihad ettiğinde yanlış sonuca ulaşırsa ona bunun doğrusunun mutlaka bildirildiği anlaşılmaktadır (bu konularda bilgi için bk. Nisâ 4/59, 105; Mâide 5/67; vahyin mahiyeti, çeşitleri ve yolları hakkında bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’an-ı Kerîm A) Tanımı ve özellikleri, 2. Vahiy” başlığı).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 158-159
 
Abdullah bin Amr’ın, Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri, ona dediler ki: 
- Sen, Resûlullahtan her işittiğin şeyi yazıyorsun. Hâlbuki, Resûl aleyhisselâm ba’zan gadab, kızgınlık, ba’zan da neş’eli hâllerde iken söz söylemektedir. 
Bunun üzerine Hazret-i Abdullah, işittiklerini yazı ile kaydetmek husûsunda tereddütte kalmış ve mes’eleyi Resûl-i ekreme arzetmişti. Resûlullah efendimiz, onu dinledikten sonra buyurdular ki: 
- Yazmaya devam et! Çünkü, Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ağzımdan hak (ya’nî doğru, gerçek) olandan başka bir şey çıkmamıştır. 
(Ebu Dâvud, İlim 3; Mukaddime 43; Ahmed b Hanbel, Müsned, II,162,192)

Yine bir defasında Resûl-i Ekrem Efendimiz “ Ben sadece hak olanı söylerim “ buyurunca, ashâbından “Ama Yâ Resûlullah! Sen bizimle şakalaşıyordun” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz yine “ Ben sadece hak olanı söylerim” buyurdu. 
(Tirmizi, Birr 57; Ahmed b Hanbel, Müsned, II,340).
 

اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır. 

وَحْيٌ  haber olup lafzen merfûdur. يُوحٰى  fiili  وَحْيٌ ‘ün sıfatı olup mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوحٰى  elif üzere damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

يُوحٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وحي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ

 

 

Ayet, beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, mübteda ve haber arasındadır. 

هُوَ  maksûr/mevsuf,  وَحْيٌ  maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani o, vahiyden başka bir şey değildir.

وَحْيٌ  için sıfat olan  يُوحٰى  cümlesi, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

يُوحٰٓى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يُوحٰىۙ  -  وَحْيٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Buradaki tekid sıfatla gerçekleştirilmiştir. Zira  وَحْيٌ  kelimesinden hemen sonra gelen  يُوحٰى  fiili, onun sıfatı olmuştur. Bu ise, cümlede mecazın varlığını ortadan kaldırmaktadır. Yani Hz. Muhammed’in okumuş olduğu şey sözde değil, gerçekten de vahiy mahsulüdür. (Ferit Dinçer, Necm Sûresi ve İhtiva Ettiği Belâgî Sanatlar,S.499)

Ayetteki هُوَ (O), bilinen bir şeye işaret olan bir zamir midir, yoksa daha önce zikri geçmiş bir şeye işaret olan bir zamir midir? Bu hususta şu iki izah yapılabilir:

1) En meşhur görüşe göre, bu bilinen malum olan bir şeye işarettir. O malum şey de Kur'an'dır. Buna göre Cenab-ı Hak sanki, Kur'an, vahyedilen bir vahiyden başka birşey değildir demiş olur. Bu izah, النَّجْمِ (yıldız) kelimesi ile, Kur'an'ın kastedilmediğini söyleyenlerin görüşüne göredir. “ النَّجْمِ  ile Kur'an kastedilmiştir" diyenlere göre bu zamir, daha önce necm diye zikredilmiş Kur'an'a raci olmuş olur. 

2) Bu zamir, zımnen (dolaylı olarak) bahsi geçmiş olan bir şeye racidir. O da, Hazret-i Peygamber'in sözü ve kelamıdır. Bu böyledir, çünkü [Kendi hevâ-u hevesinden söylemez O (peygamber ] (Necm, 3) ayetinin zımnında, nutk vardır. Nutuk da, bir kelam ve sözdür. Buna göre Hak Teâlâ sanki, Onun kelamı yani nutku, ancak vahiydir demiş olur. (Fahreddin er-Râzî)