يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | ادْخُلُوا | girin |
|
3 | الْأَرْضَ | toprağa |
|
4 | الْمُقَدَّسَةَ | Kutsal |
|
5 | الَّتِي | ki |
|
6 | كَتَبَ | yaz(ıp nasibet)diği |
|
7 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
8 | لَكُمْ | size |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | تَرْتَدُّوا | dönmeyin |
|
11 | عَلَىٰ |
|
|
12 | أَدْبَارِكُمْ | arkanıza |
|
13 | فَتَنْقَلِبُوا | yoksa dönersiniz |
|
14 | خَاسِرِينَ | kaybedenlere |
|
Hz. Musa’nın bu sözlerine göz attığımızda, Hz. Musa’nın kavminin tereddütleri ve geri dönmeleri karşısındaki şefkatini anlarız. Daha önce uzun yol boyunca pek çok yerde onları denedi: Mısır’dan çıkarıldıklarında, ezilmişlik ve perişanlıktan hürriyete kavuştuklarında, Allah’ın adı ve otoritesiyle nehir onlar için yarıldığında ve Firavun ve ordusunu boğduğunda onları denemişti. Onlar, putlarının çevresinde toplanmış bir topluluğa rastlayınca, “Ey Musa, onların ilahları gibi bize de bir ilah yap” dediler. Musa, Allah ile sözleşmesi gereği onları bir süre yalnız bıraktığında ise, Samiri, Mısırlı kadınlardan çaldıkları altınlardan böğüren bir buzağı yaptı. Sonra, onun çevresinde toplandıklarında, “Hz. Musa’nın buluşmaya gittiği ilah budur”, iddiasını ileri sürdüler.
Hz. Musa onları sahranın ortasında kayayı yararak kendilerine su çıkardığında ve üzerlerine iştah açıcı bir yiyecek olarak kudret helvası ile bıldırcın yağdırdığında da denemişti. Onlar ise aşağılandıkları ülke Mısır’ın alışkın oldukları yiyeceklerini arzu etmişler; baklasını, kabağını, sarımsağını, mercimeğini ve soğanını istemişler ve kendileri şaşkın halde yollarını kaybetmişken Hz. Musa’nın yönelttiği yüce hedef, üstünlük ve kurtuluş yolunda yaşamaya ve ulaştıkları yiyeceklerden ayrılmaya dayanamamışlardı!
Hz. Musa onları, kesmekle emr olundukları inek olayında da denemişti. Onlar, Allah’ın emri karşısında duraksadılar ve boyun eğip emri yerine getirmedılar ve boyun eğip emri yerine getirmekte tereddüt ettiler.
“İneği kestiler, ama nerede ise, kesemeyeceklerdi!”
Hz. Musa, Allah ile buluşmasından sonra, içinde Allah ile yaptıkları sözleşme ve anlaşmanın yer aldığı levhalar ile döndüğünde de onları denemişti. Tüm bu lütuflara ve bütün hatalarının bağışlanmasına rağmen sözleşmeyi kabulden ve Allah ile anlaşmaktan kaçındılar. Büyük bir kayayı, “Sanki üzerlerine düşecekmiş sandıkları” şekilde başları üzerinde sallanır bulunana kadar “söz” vermediler.
Hz. Musa onları uzun yol boyunca pek çok yerde denemişti. İşte, mukaddes toprakların kapılarda yahudilerle olan durumu… Uğrunda Mısır’dan çıktıkları vaad edilmiş topraklar… Allah’ın orada hakimiyet kurmalarını vaadettiği ve Allah’ın gözetiminde ve önderliği altında yaşamaları için orada aralarından peygamberler gönderdiği topraklar dılar ve boyun eğip emri yerine getirmekte tereddüt ettiler.
“İneği kestiler, ama nerede ise, kesemeyeceklerdi!”
Hz. Musa, Allah ile buluşmasından sonra, içinde Allah ile yaptıkları sözleşme ve anlaşmanın yer aldığı levhalar ile döndüğünde de onları denemişti. Tüm bu lütuflara ve bütün hatalarının bağışlanmasına rağmen sözleşmeyi kabulden ve Allah ile anlaşmaktan kaçındılar. Büyük bir kayayı, “Sanki üzerlerine düşecekmiş sandıkları” şekilde başları üzerinde sallanır bulunana kadar “söz” vermediler.
Hz. Musa onları uzun yol boyunca pek çok yerde denemişti. İşte, mukaddes toprakların kapılarda yahudilerle olan durumu… Uğrunda Mısır’dan çıktıkları vaad edilmiş topraklar… Allah’ın orada hakimiyet kurmalarını vaadettiği ve Allah’ın gözetiminde ve önderliği altında yaşamaları için orada aralarından peygamberler gönderdiği topraklar…
Hz. Musa Yahudileri denedi ve onlara şefkatli davranmaktan başka çıkar yol görmedi. Onları son bir kez daha çağırdı. Bu çağrı, en parlak hatırlatmaları, en büyük müjdelemeleri en güzel yüreklendirmeleri ve en şiddetli sakındırmaları içermekte idi:
“Hani Musa kavmine demişti ki, ey kavmim, Allah’ın size verdiği nimetleri hatırlayınız. Hani içinizden peygamberler çıkardı, sizleri hükümdar yaptı, size dünyada hiç kimseye vermediğini verdi.”
“Ey kavmim, Allah’ın sizin için yurt olarak belirlediği kutsal topraklara giriniz, sakın geri dönmeyiniz, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz.” Allah’ın nimeti ve aralarından peygamberler göndereceği ve onları hükümdar yapacağı şeklindeki vaadi gerçektir. Onlara verdiği bu nimet ve vaadi yeryüzünde şu ana değin hiçbir kimseye vermemiştir. Girmeye çağırıldıkları kutsal topraklar, Allah’ın vaadi ile kendilerine verilmiştir. Bu kesindir. Allah’ın vaadinde nasıl durduğunu daha önce görmüşlerdi. İşte şu vaade dilen yere ayak basmak zordur.
Gerisin geriye dönmeleri ise, açık bir hüsrandır.
Fakat yahudiler… Şu yahudiler…
“Dediler ki, “Ya Musa, orada zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya kesinlikle girmeyiz. Eğer çıkarlarsa o zaman oraya gireriz.'(Fizilal’il Kuran/Seyyid Kutub)
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı ادْخُلُوا الْاَرْضَ ’dır.
ادْخُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْمُقَدَّسَةَ kelimesi الْاَرْضَ ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl الْاَرْضَ ’nin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَتَبَ اللّٰهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَتَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru كَتَبَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَرْتَدُّوا fiili ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ car mecruru تَرْتَدُّوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
فَ harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; لا يكن منكم ارتداد فانقلاب (Sizden irtidad eden olmasın yoksa (herşey) tersine döner.) şeklindedir.
تَنْقَلِبُوا fiili ن ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَاسِر۪ينَ kelimesi تَنْقَلِبُوا ‘deki failin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرْتَدُّوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ردد ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
تَنْقَلِبُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi قلب ’ dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
خَاسِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi خسر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُقَدَّسَةَ sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
Hz. Musa’nın kavmine hitabı devam ediyor.
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
قَوْمِ kelimesinin kökü “ayağa kalkmak” manasındaki قام fiilidir. Belli değerler etrafında birleşmek, o değerleri ayakta tutan toplum demektir. “Ey kavmim” sözüyle aralarında yakınlık kurularak “Bizim aynı hedeflerimiz var, aynı şeyleri paylaşıyoruz. Dolayısıyla benim dediklerimi yapın.” anlamı vurgulanmış oluyor. Ey İsrailoğulları dese bunlar vurgulanmış olmaz.
Nidanın cevabı olan ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْمُقَدَّسَةَ kelimesi الْاَرْضَ için sıfattır. الْاَرْضَ için ikinci sıfat konumunda olan müfret müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ٓي ‘nin sıla cümlesi كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İkinci sıfatın ism-i mevsûl الَّت۪ي ile gelmesi sıla cümlesine dikkat çekmek içindir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, muhabbet ve mehabet duyguları uyandırmak içindir.
كَتَبَ اللّٰهُ ifadesinde istiâre vardır. Burada yazma [ ألكتابة ] ile kastedilen, hüküm vermek, yargıda bulunmaktır. Allah Teâla, o hükmü, yazılı şeylerin kalıcılığı gibi sabit ve kalıcı olmasıyla nitelemekte mübalağa [pekiştirme] yapmak için yazmayı hüküm vermekten kinaye olarak zikretmiştir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
Önceki ayetteki يَا قَوْمِ [Ya kavmim] sözü bu ayette tekrarlanmıştır. Bu işe ehemmiyet verildiğini göstermek ve onları emre uymaya ziyadesiyle teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
Yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ ibaresi, Beytü’l Makdis’ten kinayedir.
وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
لَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِ [Arka çevirmeyin.] cümlesinde istiare sanatı vardır. Ilgilenmemek, gereken değeri vermemek, insanın önemsemediği bir şeye arkasını dönmesine benzetilmiştir. Ayrıca bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları vardır.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle, kelamın öncesinden anlaşılan bir masdara matuftur. Takdiri; لا يكن منكم ارتداد فانقلاب (Aranızda dinden dönme olmasın) olan masdarın hazif îcaz-ı hazif sanatıdır.
Ayette fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَرْتَدُّوا - اَدْبَارِ- فَتَنْقَلِبُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَتَنْقَلِبُوا cümlesi mahzuf bir şartın cevabıdır. “Dönerseniz hüsrana düşersiniz.” demektir. Emir, nehiy, arz, temenni, dua gibi inşâ cümlelerinde şartın gizlenmesi caizdir.
“Kutsal toprak” tan maksat Beytülmakdis toprağıdır. Sîna dağı (Tūr) ve etrafı olduğu da söylenmiştir. Başka bir yorum, Suriye-Lübnan bölgesi şeklindedir. Filistin, Şam ve Ürdün’ün bir kısmı olduğu da söylenmiştir. Dağa kaldırıldığında Allah’ın Hazreti İbrahim’e oğulları adına miras olarak tesmiye ettiği yerler olduğu da söylenmiştir. O vakit ona “Bak, gözünün ildiği yer sana ait olacak!” denilmişti. Beytülmakdis, peygamberlerin yaşadığı, müminlerin yerleştiği yerdir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Onları melik kılması teşbih-i beliğdir. Yani nefislerine tasarruflarında ve kulluklarındaki teslimiyetlerinde onları melikler gibi kılmıştır ve onları geçmiş ümmetlere başkan kılmıştır. Ya da جَعَلَكم haberin manasını pekiştirmek için gelecek manasında kullanılmıştır. Bu sayede gelecekte melik olacaklarını bildirir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ ifadesi; Allah Teâlâ’nın mübarek ve temiz kıldığı yani Allah’ın mübarek kıldığı yer demektir. Ya da İbrahim’in (a.s.) defnedildiği yer olan ilk şehir olması dolayısıyla kutsal olan yerdir. Burası bugün Filistin’dir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
كَتَبَ اللّٰهُ ifadesi, Allah’ın hükmetmesi ve takdir etmesidir ki dilde yaygın olarak kullanılan bir mecazdır. Çünkü önem verilen şey yazılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
ولا تَرْتَدُّوا عَلى أدْبارِكُم cümlesi, hezimete uğramamak için uyarıdır. Çünkü ordunun irtidadı (geri çekilmesi) yenilgi için en büyük sebeptir. İrtidad, رَّدَّ fiilinin iftial babı'dır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الأدْبارُ ise دُبُر kelimesinin çoğuludur ve sırt manasındadır. Sırt yönünde gitmek de geri dönmek yani yürüdüğün yola dönmek demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)