Mâide Sûresi 20. Ayet

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ  ...

Hani Mûsâ, kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştı ve (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 قَالَ demişti ق و ل
3 مُوسَىٰ Musa
4 لِقَوْمِهِ kavmine ق و م
5 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
6 اذْكُرُوا hatırlayın ذ ك ر
7 نِعْمَةَ ni’metini ن ع م
8 اللَّهِ Allah’ın
9 عَلَيْكُمْ size olan
10 إِذْ zira (O)
11 جَعَلَ var etti ج ع ل
12 فِيكُمْ aranızda
13 أَنْبِيَاءَ peygamberler ن ب ا
14 وَجَعَلَكُمْ ve sizi yaptı ج ع ل
15 مُلُوكًا krallar م ل ك
16 وَاتَاكُمْ ve size verdi ا ت ي
17 مَا şeyleri
18 لَمْ
19 يُؤْتِ vermediği ا ت ي
20 أَحَدًا hiç kimseye ا ح د
21 مِنَ
22 الْعَالَمِينَ dünyalarda ع ل م
 

Bu ayetler, Kur’an’ın ayrıntılı biçimde açıkladığı yahudilere ait kıssanın bir bölümüdür. Bunun böyle bölümlere ayrılmasının pek çok hikmeti vardır.

Bu hikmetin bir yönü, yahudilerin Medine ve tüm Arap yarımadasında İslâm davetine karşı düşmanlık, tuzak ve savaşta öncü olmalarıdır. İlk günden itibaren müslüman topluma karşı savaş ilan ettiler. Medine’de münafıklığı ve münafıkları himaye ettiler ve hem bu inanç sistemine hem de müslümanlara karşı her vesile ile tuzak kurdular. Müşrikleri vaadlerle müslüman cemaate karşı teşvik ettiler ve onlara karşı ortak komplolar kurdular.

İnanç ve liderlik çevresinde şüphe, tereddüt ve tahrifler oluşturmaya yöneldikleri gibi, müslüman toplumun saflarında harb, hile ve casusluğa da kalkıştılar. Tüm bunları, apaçık ilan edilmiş bir harbte yüzyüze savaşmadan yapıyorlardı. Onların düşmanlıklarının öğrenilebilmesi için, tabiatlarının, tarihlerinin, mücadele yöntemlerinin ve kalkıştıkları hareketlerin gerçeğinin ne olduğunun bilinmesi ve müslüman topluma gösterilmesi gerekiyordu.

 

Allah, onların geçmişlerinde Allah’ın kılavuzluğuna karşı düşmanlık gösterdikleri gibi, bütün tarihleri boyunca bu ümmete de düşman olacaklarını bilmektedir. Bu gerekçe ile bu ümmete, onların tüm durumları ve her türlü düşmanlık yöntemlerini uygun gördü.

Bu hikmetin diğer bir yönü de yahudilerin, Allah’ın son dini gelmeden önce, başka bir dinin mensupları olmalarıdır. İslâm’dan önceki tarihleri, tarihin uzun bir dönemini kaplamaktadır. İnançlarından sapmalar olmuş, Allah’la yaptıkları “sözleşme”yi pek çok kez bozmuşlardı. Bu sapma ve bu sözde durmamaların etkisi; ahlâk ve geleneklerine yerleştiği gibi, hayatlarına da yansımıştır. Geçmiş bütün peygamberlerin ve ilahî inanç birikiminin varisleri olan müslüman ümmetin; bu kavmin tarihini, bu tarihin dönemlerini, bu yolun kaygan yerlerini ve yahudilerin yaşamlarında ve ahlâklarında somutlaşan tehlikeleri öğrenmesi gerekmektedir. İnanç ve hayat alanındaki bu tecrübeleri de tecrübelerine eklemesi, asırlar boyu süren bu sözleşmelerden faydalanması ve yoldaki tuzaklara düşmemesi, şeytanın müdahalelerine kapılmaması ve inançdaki sapmalara ve sürçmelere kapılmaması için, bu tecrübelerin kılavuzluğuna gerek duymaktadır.

Yahudilerin tecrübeleri uzun dönemler boyunca çeşitli sahneler arz ediyor. Allah, ümmetlerin üzerinden uzun zaman geçtiğinde, kalplerinin katılaştığını ve nesillerin saptığını, müslüman ümmetin de tarihlerinin kıyamete dek süreceğini ve yahudilerin hayatlarında örnekleri olan dönemlerin müslümanların başına da gelebileceğini bilmektedir. Bu yüzden bu ümmetin nesiller boyu gelecek, imamlarının, önderlerinin ve davetçilerinin önüne diğer milletlerin başına gelen akıbetlerden örnekler koymakta ve teşhis ettikten sonra problemlerini nasıl çözeceklerini bunlardan öğrenmelerini sağlamaktadır. Şöyle ki, hidayet ve doğruluğa baş kaldırmak isteyen kalplerin en şiddetlisi, doğruyu bilipte ondan sapan kalptir. Hem bu gerçekten habersiz kalpler, daveti kabule daha yakındır. Çünkü bu kalpler, kendilerini coşturan yeni bir davetle karşılaştıklarında, üzerinde ciddiyetle dururlar ve fıtratlarına seslenen bu yeni davete hemen kulak verirler. Kendilerine daha önce de seslenilmiş kalpler ise, ikinci seslenişi ciddiye almazlar, onunla sarsılmazlar, büyüklük ve önemini hissetmezler. Bu yüzden daha fazla gayrete ve uzun boylu sabıra gerek vardır. Allah’ın yahudilerin kıssalarını böylesine uzun açıklamasında ve dine inanan varisleri, tüm insanların önderleri olan müslüman ümmete uzun boylu sunmasında pek çok hikmetli yönler vardır.

Fizilal-il Kuran / Seyyid Kutub 

 

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Zaman zarfı  اِذْ, takdiri أذكر  olan mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى  fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. لِقَوْمِ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir. Münada olan  قَوْمِ  muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim  يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ ’dir.  

اذْكُرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  نِعْمَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  نِعْمَةَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. اِذْ  zaman zarfı,  نِعْمَتَ ’ye  mütealliktir. جَعَلَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  ف۪يكُمْ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. اَنْبِيَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جَعَلَكُمْ مُلُوكاً cümlesi, atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  

جَعَلَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مُلُوكاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

اَنْبِيَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. 

مُوسٰى  alem isim olup gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اٰتٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يُؤْتِ اَحَداً ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  

يُؤْتِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. İkinci mef’ûlun bih hazfedilmiştir. Takdiri; ما لم يؤته أحدا  şeklindedir.

مِنَ الْعَالَم۪ينَ  car mecruru  اَحَداً ’in mahzuf sıfatına müteallik olup, cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

يُؤْتِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اَحَدٍ  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اِذْ  zaman zarfı, takdiri  اذكر (Zikret, hatırla) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪  cümlesi,  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا قَوْمِ  cümlesi, nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Veciz ifade kastına matuf  نِعْمَتَ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  نِعْمَتَ , şan ve şeref kazanmıştır.

اِذْ  zaman zarfı,  نِعْمَةَ ’ye müteallik veya  نِعْمَةَ ’den bedeldir.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

Zaman ismi olan  إذ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Hac/26)

جَعَلَكُمْ مُلُوكاً  cümlesi muzâfun ileyh olan  جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Ikinci mef’ûl olan  مُلُوكاً ‘in nekreliği, tazim ve kesret ifade eder.

جَعَلَ  fiiline müteallik olan car mecrur  ف۪يكُمْ ’deki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  ف۪ٓي  harfinde zarfiyyet anlamı vardır. كُمْ  zamirine dahil olduğunda bu özelliği nedeniyle istiare oluşmuştur. İnsan topluluğu, içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. İnsanlar arasında bulunmak ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır.

Ayetin son cümlesi  اٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ , muzâfun ileyhe matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.

اَحَداً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. ‘Hiçbir’  anlamındadır. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

Kimseye verilmemiş olan şey, mucizelerdir.

Hz. Musa’nın konuşmasına  يَا قَوْمِ  [Ey kavmim] diye başlaması hüsn-i ibtidadır.

اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ  [Allah’ın nimetini anın.] cümlesinde lazım söylenmiş, melzumu olan “nimetlerine şükredin” manası kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.

Cümlede cem’ ma’at-tefrik sanatı vardır.  اذْكُرُوا  fiili cem, nimetlerin sayılması tefriktir.

[Sizi hükümdarlar yapmıştı.] cümlesinde teşbih-i beliğ vardır. Teşbih edatı ile teşbih yönü hazfedilmiştir. Yani rahat yaşayış, huzur bakımından sizi hükümdarlar gibi kılmıştı demektir. Kıptilerin hakimiyetini kaldırıp sizi Allah’a kulluk edecek hale getirmiştir.

اٰتٰيكُمْ - لَمْ يُؤْتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.

جَعَلَ -  قَوْمِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Kıssa, kıssa ve öğütlere atfedilmiştir.  وَاِذْ قَالَ  ile başlayan benzer ayetler daha önceden geçmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ  Emrin, maksut olan olaylara değil de olayların içinde vuku bulduğu vakte tevcih edilmesi, mübalağa içindir. Çünkü vaktin hatırlatılmasından istidlal edilen, onda meydana gelen olayların anlatılmasıdır.

Bir de vakit, içinde vukua gelen olaylara tafsilatıyla amildir. Bu itibarla vakit düşünüldüğü zaman, onda vukua gelmiş olaylar tafsilatıyla düşünülmüş ve sanki müşahede edilmiş olur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

“Sizden” kelimesinin karşılığı olan  فِيكُم  veya  مِنْكُم  kelimesinin zikredilmemiş olması, mananın açık olmasından dolayıdır. Veya minnet yüklemek makamında hepsi hükümdar kabul edilmiştir. Zira hükümdarların akarabaları da iftihar ederken “biz hükümdarlar…” derler. Ancak bundan önce peygamberler için aynı üslup kullanılmamış, orada “içinizden” kelimesinin karşılığı olan  فِيكُم  kelimesi açıkça zikredilmiştir. Çünkü nübüvvet makamı o kadar şerefli ve erişilmesi zor bir makamdır ki, Allah Teâlâ'nın seçip üstün kılmadığı kimselere mecazî anlamda da olsa nübüvvet nispet edilmesi uygun düşmez. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)