يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً ٩٤
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | ضَرَبْتُمْ | savaşa çıktığınız |
|
6 | فِي |
|
|
7 | سَبِيلِ | yolunda |
|
8 | اللَّهِ | Allah |
|
9 | فَتَبَيَّنُوا | iyi anlayın, dinleyin |
|
10 | وَلَا |
|
|
11 | تَقُولُوا | demeyin |
|
12 | لِمَنْ | kimseye |
|
13 | أَلْقَىٰ | veren |
|
14 | إِلَيْكُمُ | size |
|
15 | السَّلَامَ | selam |
|
16 | لَسْتَ | sen değilsin |
|
17 | مُؤْمِنًا | mü’min |
|
18 | تَبْتَغُونَ | gözeterek |
|
19 | عَرَضَ | geçici menfaatini |
|
20 | الْحَيَاةِ | hayatının |
|
21 | الدُّنْيَا | dünya |
|
22 | فَعِنْدَ | çünkü yanında |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | مَغَانِمُ | ganimetler vardır |
|
25 | كَثِيرَةٌ | çok |
|
26 | كَذَٰلِكَ | böyle idiniz |
|
27 | كُنْتُمْ | siz de |
|
28 | مِنْ |
|
|
29 | قَبْلُ | önceden |
|
30 | فَمَنَّ | lutfetti |
|
31 | اللَّهُ | Allah |
|
32 | عَلَيْكُمْ | size |
|
33 | فَتَبَيَّنُوا | o halde iyice anlayın |
|
34 | إِنَّ | çünkü |
|
35 | اللَّهَ | Allah |
|
36 | كَانَ |
|
|
37 | بِمَا | şeyleri |
|
38 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
39 | خَبِيرًا | haber almaktadır |
|
Riyazus Salihin, 395 Nolu Hadis
Cündeb İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, müslümanlardan müteşekkil bir askerî birliği müşriklerden bir kavme göndermişti. Müslüman askerler, müşriklerle karşılaştılar. Müşriklerden bir adam, müslüman askerlerden istediğine saldırıp öldürüyordu. Müslümanlardan biri de onun boş bulunduğu anı gözlüyordu. Biz bu müslümanın Üsâme İbni Zeyd olduğunu konuşup duruyorduk. Üsâme, kılıcını çekip de adamı öldüreceği sırada o:
– Lâ ilâhe illallah, dedi; fakat Üsâme onu yine de öldürdü. Peygamber Efendimiz’e müjdeci geldi. Peygamberimiz ona ordunun durumunu sordu, o da olup biteni kendisine haber verdi. Hatta o adamın durumunu ve Üsâme’nin ona ne yaptığını da anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Üsâme’yi çağırdı ve ona :
– “Adamı niçin öldürdün?” diye sordu. Üsâme :
– Yâ Rasûlallah! O adam müslümanların canını yaktı; falanı ve falanı öldürdü, diyerek bir kaç şehidin adını saydı. Sözüne devamla şunları söyledi:
– Ben ise onun üzerine yürüdüm. Kılıcı görünce:
– Lâ ilâhe illallah, dedi.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
– “Böyle diyen adamı öldürdün mü?” diye sordu. Ben:
– Evet, dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “Lâ ilâhe illallah kıyamet günü karşına geldiğinde ne yapacaksın?” dedi. Üsâme ibni Zeyd:
– Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hak’dan beni bağışlamasını dile, dedi. Rasûl-i Ekrem durmadan:
– “Lâ ilâhe illallah kelimesi kıyamet günü huzuruna geldiğinde ne yapacaksın, söyle?” “Lâ ilâhe illallah sözü kıyamet günü huzuruna geldiğinde ne yapacaksın?” diyor, başka bir söz söylemiyordu.
Müslim, Îmân 160
Ğanem غَنَمٌ bilinen bir hayvan olan koyundur. غُنْمٌ Koyunu yakalayıp ele geçirmektir. Daha sonra bu kelime düşman ve onun dışındakilerden elde edilen her şey için kullanılmıştır. مَغْنَمٌ ele geçirilen şeydir. Çoğulu مَغَانِمٌ dir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ganimettir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
إِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. ضَرَبْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ضَرَبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru ضَرَبْتُمْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
تَبَيَّنُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı, şart fiili ve cevabıdır.
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَبَيَّنُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ
Fiil cümlesidir. لَا تَقُولُوا cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle تَقُولُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اَلْقٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكُمُ car mecruru اَلْقٰٓى fiiline mütealliktir. السَّلَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mekulü’l-kavl لَسْتَ مُؤْمِنًا ’dir.
لَسْتَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَ muttasıl zamir لَسْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِنًا kelimesi لَسْتَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
تَبْتَغُونَ cümlesi تَقُولُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
تَبْتَغُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَرَضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’ nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبْتَغُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُؤْمِنًا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الدُّنْيَا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ
İsim cümlesidir. فَ ta’lîliyyedir. عِنْدَ اللّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغَانِمُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
كَث۪يرَةٌ kelimesi مَغَانِمُ ’nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ
İsim cümlesidir. كَ harf-i cerdir. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَذٰلِكَ car mecruru كُنْتُمْ ’un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. تُمْ muttasıl zamir كُنْتُمْ ‘un muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru مَنَّ fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أنعم الله عليكم فتبيّنوا نعمة الله (Allah sizi nimetlendirdiyse bu nimetleri gösterin.) şeklindedir.
تَبَيَّنُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَبَيَّنُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup damme ile merfûdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle خَب۪يرًا ’e mütealiktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَب۪يرًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
خَب۪يرًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındadır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Münada olan has ismi mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُٓوا cümlesi müsbet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.
Nidanın cevabı olan اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
Şart edatı اِذَا ‘ nın muzâfun ileyhi olan ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti sebil için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir
فَ karinesiyle gelen cevap olan فَتَبَيَّنُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’anı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır.
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine âmâdeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Bu hitap Allah'ın müminlere yönelerek bu surede yaptığı ilk hitaptır. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an ’ da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
“Savaştığınızda” cümlesi yerine اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ [Allah yolunda yol teptiğinizde] cümlesi seçilerek ıtnâb yapılmıştır. Yani bir çok sıkıntıyla ölümü göze alarak zahmetli, çileli ve kutsal bir yolda, sırf Allah rızası için bulunurken bir anlık aceleye kapılıp araştırmadan, soruşturmadan size Müslüman olduğunu söyleyip selam verenlere “Mümin değilsin.” demeyin, gayenizi unutmayın.
Ayrıca ضَرَبْ (ayağını yere vurmak) lafzı düşmanlarla cihad etmek için istiare edilmiştir.
ضَرَبْ َkelimesinden murad, Allah yolunda ticaret için veya cihad için sefere çıkmaktır. Kelimenin asıl manası, el ile vurmaktır. Bunun sefere çıkma, yolculuk manasında kullanılışı seferdeki hızlı gidişten kinayedir. Çünkü eliyle bir insana vuran kimsenin elinin hareketi, bu vuruş esnasında çok hızlıdır. Bundan dolayı ضَرَب kelimesi, yolculuktaki hızlı gidişten kinaye kılınmıştır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
“Araştırın, açığa çıkarın” manasındaki فَتَبَيَّنُوا fiili tefe’ul babındandır. “Tedricen, azar azar” manası ifade eder. Yani bu araştırmayı dikkatle, acele etmeden yapın demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ
Cümle atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şartın cevabı olup, emir ve nehiy üslubunda gelen bu iki cümle vaz edildiği anlamın dışında irşad kastı taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Emir, doğru yolu göstermek ve nasihat amacıyla gelebilir.
تَقُولُوا fiiline müteallik, mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl لِمَنْ ’in sılası olan اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا تَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَسْتَ مُؤْمِنًا cümlesi, لَيْسَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi, لَا تَقُولُوا ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الدُّنْيَا - الْحَيٰوةَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayetteki “selam” kelimesi elif ile okunur ise iki manaya gelir.
1- “Selam”dan murad, Müslümanların birbirlerini selamladıkları şeydir. Yani “Sizi, bu selam ile selamlayan kimse hakkında ‘O, bu selamı ancak kendisini korumak maksadıyla söylemiştir.’ deyip de malını (ganimet olarak) almak için hemen kılıcınızla ona saldırmayın, fakat kendinizi tutup onun izhar etmiş olduğu şeyi yani selamını kabul edin.” demektir.
2- Bu, “Sizden ayrılan ve size karşı savaşmayan kimseye ‘Sen, mümin (emniyette) değilsin.’ demeyin.” manasındadır. Kelimenin bu manası “selamet”ten gelir. Çünkü ayrılıp bir kenara çekilen kimse selamet istiyor demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
İslam selamı ile beraber şehadet kelimesi de olduğu halde ayette yalnız selamın zikriyle yetinilmesi, bu nehyi ve yasağı mübalağa ile ifade etmek ve bir de onların hatalarının pek açık olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ [Dünya hayatının geçici yararlarına göz dikerek…] ifadesi, insanı teenniyi bir kenara iterek aceleyle harekete sevk eden unsuru açıklar. Ancak buradaki nehiy (yasak), yalnız kayda değil fakat her ikisine birden yöneliktir. Yani “Siz dünya hayatının çarçabuk bitip tükenen menfaatlerini isteyerek, gözeterek size İslâm selamı ve barış (silm) ile yaklaşanlara mümin olmadıklarını söylemeyin!” demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عِنْدَ اللّٰهِ şeklindeki mekan zarfı mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغَانِمُ muahhar mübtedadır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan عِنْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.
كَث۪يرَةٌ kelimesi, مَغَانِمُ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌ ifadesi, nehyin illet ve sebebini beyan ile zımnî mükâfat vaadidir. Yani “Siz, öylelerinin malını istemeyin. Çünkü Allah katında sizin için sayısız ganimetler vardır. O, size onlardan bahşedecek ve sizin bu hatayı işlemenize gerek kalmayacaktır.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. كَذٰلِكَ car mecruru, كُنْتُمْ ‘ün mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
Bu takdire göre nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
مِنْ قَبْلُ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz,haşyet uyandırma ve ikazı artırma amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Takdiri, إن أنعم الله عليكم [Allah sizi nimetlendirdiyse…] olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi olan فَتَبَيَّنُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf şartın cevabı olan فَتَبَيَّنُوا cümlesinde فَ rabıtadır. Takdiri, إن أنعم الله عليكم [Allah sizi nimetlendirdiyse…] olan şart cümlesi öncesinin delaleti sebebiyle hazfedilmiştir. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve cevabından müteşekkil cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 109)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Burada işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَتَبَيَّنُوا [Her şeyi iyice anlayıp dinleyin, açıklığa kavuşturun.] filinin başındaki فَ harfi, “fasîha”dır. Yani “Durum böyle olunca siz de keyfiyeti anlamaya çalışın, onun halini kendi halinizle mukayese edin ve ilk zamanlarınızda size karşı yapılanları siz de ona karşı yapın. İç ve dış halin (bâtın ile zahirin) birbirine uyup uymadığının muhasebesini yapmadan zahir hali olduğu gibi kabul edin.” demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَتَبَيَّنُوا - اللّٰهَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
اِنَّ ’nin haberi olan كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِمَا , konudaki önemine binaen amili olan خَب۪يراً ’e takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte خَب۪يراً ’e mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ , tecessüm ve teceddüt ifade eder.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi olan خَب۪يراً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. Faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cümle “Allah Teâlâ yaptıklarınızı bilir” anlamının yanında “bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lazım zikredilmiş, melzum kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Burada zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani Allah ezelde عَل۪يماً ve حَك۪يماًۙ olduğu gibi gelecekte de Alîm ve Hakîm’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
Cenab-ı Hak, [Şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.] buyurmuştur ki bundan murad, kalpte bulunanın aksini izhar edip (başkalarını aldatmaktan) men etmek ve bu hususta tehditte bulunmaktır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) Bu, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
كَانَ - كُنْتُمْ , مُؤْمِنًاۚ - اٰمَنُٓوا, kelime gruplarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. İmam Gazalî şöyle der: “Haberdar demek, gizli haberlerin bile kendisinden gizli kalmadığı kimse demektir. Hareketli veya hareketsiz her zerreden, muzdarip veya itminan içindeki her nefisten haberi olan demektir. Yani ayetteki خَب۪يرًا, ‘alîm’ manasına olup ‘her şeyi bilen’ demektir. Fakat bilgi, içerdeki gizliliklere izafe edilince buna ‘uzmanlık-tecrübe’ adı verilir. Bu uzmanlık ve tecrübe sahibine de ‘habîr’ yani ‘uzman-tecrübeli’ veya ‘haberdar’ denir. Bu ayet, Üsame’nin hata ettiği gibi müctehidin de hata edebileceğine işaret eder. Üsame’nin hatası, kısas yapılmaksızın bağışlanmıştır. Aynı zamanda ayet dil ile zikrin muteber olduğunu ifade eder. Fakat mümin, dil ile zikirden kalbî zikre yükselmelidir. (Yani insan, dille zikretmekten terfi ederek kalple zikredecek aşamaya gelmelidir.) Daha sonra da ruhla zikretme aşamasına gelmeli. İşte böylece bilgisizlik karanlığından kurtulup bilgi ışığına ulaşmış olur. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)