وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلْيَخْشَ | kaygı duyanlar |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | لَوْ | şayet |
|
4 | تَرَكُوا | bırakırlarsa |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | خَلْفِهِمْ | arkalarında |
|
7 | ذُرِّيَّةً | çocuklar |
|
8 | ضِعَافًا | güçsüz |
|
9 | خَافُوا | çekinsinler |
|
10 | عَلَيْهِمْ | onların durumundan |
|
11 | فَلْيَتَّقُوا | korksunlar |
|
12 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
13 | وَلْيَقُولُوا | ve söylesinler |
|
14 | قَوْلًا | söz |
|
15 | سَدِيدًا | doğru |
|
Bu vesileyle yetimler konusuna bir daha dönülmüştür. Çünkü yetimler hem miraslarını tam olarak alma hem de mallarının korunması ve reşîd olduklarında bu malların kendilerine teslim edilmesi konularında korunmaya, gözetilmeye muhtaçtırlar. Etkili olsun diye hitap, insanların vicdanlarına yöneltilmiş “Yetimleri kendi çocuklarınız olarak düşünün” denilmek istenmiştir; geride bıraktığı yetimlerinin haksızlığa uğrayıp perişan olmalarına kim razı olur? Veliler ve vasîler bugün başkasına olanın yarın kendilerine olacağını bilmeli, yeryüzünde haksızlık bulundukça ondan bir gün kendilerinin ve çocuklarının da zarar göreceğini unutmamalıdırlar.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 22
Riyazus Salihin, 7 Nolu Hadis
Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:
Vedâ Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretime geldi. Ona:
- Yâ Rasûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? Diye sordum.
Hz. Peygamber:
- “Hayır”, dedi.
- Yarısını dağıtayım mı? Dedim.
Yine: - “Hayır”, dedi.
- Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Rasûlullah? Diye sordum.
- “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu.
Sa`d İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki:
- Yâ Rasûlallah! Arkadaşlarım gidipte ben kalacak mıyım? (burada ölecek miyim?) diye sordum.
- “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar görecektir.
Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” buyurdu.
Bu sözleriyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Sa`d İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti.
Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5
Havf (خوف): Emniyetin mukâbilidir. Vukûu ihtimâli olan bir şey için duyulan korkudur. Başka bir deyişle; gelecekte olması beklenen bir zarar sebebiyle etkilenmek, tedirgin olmak demektir. (et-Tahkîk).
Haşyet (خشية): Korkuyla berâber korumak ve murâkabe etmek demektir. Korkuyla berâber amelini kontrol etmek ve nefsini korumaktır. Mukâbili; ihmâl, gaflet, aldırmamazlık, önemsememek, nefsi korumamaktır. Bu ma’nâ ilim ve yakînin levâzımıdır. ‘’Haşyetini kaybeden âlim olmaz’’ sözü bunu dile getirir. Ayrıca aşağıdaki âyette açıkça görüleceği gibi bu kelime ilim veyâ havf ile aynı ma’nâda değildir.
لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى
Size yetişilmesinden korkmadan ve endişe etmeden (Tâ-Hâ 77)
Çünkü burada haşyet fiili, havfın mukâbili olarak gelmiştir.)
Kur’ân’daki kullanımlara bakıldığı zaman haşyetin mü’minler, kendileri ve malları hakkındaki korkuları, şeytan dostları için ise havf fiilinin kullanıldığı görülür.
Bu kelime hem lâfzen hem de ma’nen haşea’ (خشع) fiiline yakındır (et-Tahkîk).
Haşyet; (خشية) (48) kötülüğün bulunduğu yerle ilgilidir.Ayrıca korkulan şeyin varlığı ile ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denebilir fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle Rad Suresi 21 de ‘’Rablerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler’’ buyurulmuştur. (Farklar Sözlüğü)
Haşyet saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Bu da çoğu zaman bilinçli korku için kullanılır. (Müfredat)
dünyalık korku, haşyet: Allah’tan korkmak.
Haşaa' (خشع): Gönülden yalvarmaktır. Çoğu zaman insanın vücut organları üzerinde gözüken duruş için, darâa(ضراعة) ise çoğu zaman insanın kalbinde bulunan duyguları anlatmak için kullanılır. (Müfredat)
Sedîd, doğru demektir. Aslında bir boşluğu kapamak, sed çekmek demektir. Sağlam söz, koruyucu, onların korkusunu giderecek söz manasındadır.
Sedde سَدَّ kelimesi önünü kapattı fiilinin mastarıdır. Kimisi de سَدٌّ için ‘sonradan yapılan sete denir’ demiştir. سُدَّةٌ Kelimesi kapının üzerinde onu yağmurdan koruyan güneşlik benzeri bir şeydir. سَدَادٌ Kelimesi istikamet anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 6 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sed, Sedat ve Sedide’dir (isim).(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)(Fatma Serap Karamollaoğlu)
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لْ emir lam’ıdır. يَخْشَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَوْ تَرَكُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. تَرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ خَلْفِهِمْ car mecruru تَرَكُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذُرِّيَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ضِعَافًا kelimesi ذُرِّيَّةً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı خَافُوا عَلَيْهِمْ ‘dir.
خَافُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru خَافُوا fiiline mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً
فَ mukadder şartın başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن دخلت الخشية قلوبهم من الله فليتقوا الله (Eğer kalplerine Allah’a karşı haşyet duygusu yerleştiyse Allah’a karşı takvalı olsunlar) şeklindedir.
لْ , emir lam’ıdır. يَتَّقُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لْ , emir lam’ıdır. يَقُولُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. قَوْلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَد۪يدًا kelimesi قَوْلًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
سَد۪يدًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Emir لْ ‘ının dahil olduğu ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin mef’ûlü olan lafza-ı celâl mahzuftur.
يَخْشَ fiilinin faili konumundadaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْۖ cümlesinde لَوۡ şartiyye, gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır.
Şart üslubunda gelen terkipte müspet mazi fiil sıygasındaki تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا cümlesi şarttır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ خَلْفِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan ذُرِّيَّةً ‘e takdim edilmiştir.
ذُرِّيَّةً ‘deki nekrelik nev ifade eder.
ضِعَافًا kelimesi ذُرِّيَّةً için sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ضِعَافًا , rubâî فاعل babının bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Şartın cevabı olan خَافُوا عَلَيْهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s.106.)
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوْ edatı bağlantılı öğelerle (yani şartı ve cevabıyla) beraber الَّذ۪ينَ [kimseler ki…] ifadesinin sılası olup الَّذ۪ينَ diye bahsedilenler vasilerdir. Onlara Allah’tan korkarak kendi çoluk çocuklarının üzerine nasıl titriyorlarsa kucaklarındaki yetimlerin üzerine de öyle titremeleri, kendi evlatlarının da bu yetimlerin durumunda olabileceğini takdir ve tasavvur ederek yetimlere şefkat göstermeleri emrediliyor ki şefkat ve merhametin tersi bir davranışa cesaret edemesinler. Mana “mallarının zayi olacağı konusunda yetimler için endişe etsinler” şeklinde de olabilir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu ayetin anlamı konusunda değişik görüşler vardır. Şöyle ki:
1- Bu ayet, yetimlerin vasilerine; yetimler hakkında Allah Teâla'dan korkmayı, vefatlarından sonra kendi küçük ve çaresiz çocuklarına yapılmasını arzu ettikleri muameleyi yetimlere de yapmayı emrediyor.
2- Bu ayet, ölüme yaklaşan hastanın vasiyeti sırasında yanında hazır bulunan ziyaretçilere; Rablerinden korkmayı, hastanın çocukları için endişe etmeyi, kendi evlatlarına gösterdikleri şefkati onlara da göstermeyi emrediyor.
3- Bu ayet, varislere; terekenin taksimi sırasında hazır bulunan çaresiz akrabalara, yetimlere ve yoksullara şefkat göstermeyi; evlatları böyle çaresiz kalsalardı, onların bu terikeden mahrum kalmalarını isterler miydi diye düşünmelerini emrediyor.
4- Bu ayet vasiyetçilere; varisleri gözetmeyi, vasiyetlerinde aşırı gitmemeyi emreder. Bu ifade tarzı ile, onları yetimlere karşı merhamete, kendi evlatları için istediklerini başkalarının evlatları için de istemeye davet eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)
فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً
Fasılla gelen cümlede rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri إن دخلت الخشية قلوبهم من الله (Eğer kalplerine Allah korkusu yerleşirse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً cümlesi atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَوْلاً ‘deki nekrelik nev ifade eder.
قَوْلاً için sıfat olan سَد۪يداً kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ [Allah’tan korksunlar] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Allah’tan korksunlar, lâzım; haksızlık yapmasınlar, melzûmdur.
لْيَقُولُو - قَوْلًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَلْيَتَّقُوا - لْيَخْشَ - خَافُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Vasilerin قَوْلًا سَد۪يدًا , (doğru söz) sözü; yetimlere eziyet etmemek ve kendi çocuklarıyla müsamaha ve hoşgörü ile konuştukları gibi onlarla da aynen öyle konuşmalarıdır; onlara hitap ettikleri zaman, "Evladım, oğlum" demeleridir.
Yanında oturanların, hastaya karşı güzel sözleri ise şudur: "Eğer vasiyet etmek istiyorsan, vasiyetinde aşırı gitme, çoluk çocuğunu mağdur etme..." Bu tıpkı, Hazreti Peygamber (s.a.v)'in Sa'd'a söylediği söz gibidir.
Varislerin, miras taksimatı sırasında orada bulunan ve varis olmayan kimselere karşı güzel sözleri ise onlara nazik söz söylemeleri ve onlara ikram ve izzette bulunmalarıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l - Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)