وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً ٨
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ne zaman |
|
2 | حَضَرَ | hazır bulunursa |
|
3 | الْقِسْمَةَ | (miras) taksim(in)de |
|
4 | أُولُو |
|
|
5 | الْقُرْبَىٰ | akrabalar |
|
6 | وَالْيَتَامَىٰ | ve öksüzler |
|
7 | وَالْمَسَاكِينُ | ve yoksullar |
|
8 | فَارْزُقُوهُمْ | onları rızıklandırın |
|
9 | مِنْهُ | ondan |
|
10 | وَقُولُوا | ve söyleyin |
|
11 | لَهُمْ | onlara |
|
12 | قَوْلًا | söz |
|
13 | مَعْرُوفًا | güzel |
|
Bu âyet hem sosyal adalet hem de İslâm’ın insanlara telkin ettiği merhamet, şefkat, özgecilik, karşılık beklemeden yardım gibi erdemlerin benzeri bulunmaz bir başka örneğini ortaya koymaktadır. Vefat edip az veya çok bir mal bırakan kimsenin, kanunî mirasçıları yanında, mirastan payı bulunmayan uzak akrabası ve konu-komşusu, eşi-dostu arasında yoksullar ve hizmetçileri bulunabilir. Mirasçı akraba ölüm acısını –yerini doldurmasa bile– miras payı ile bir dereceye kadar telâfi ederler. Ölen kişi yakınları, sevdikleri veya velinimetleri olarak diğerlerinin de kaybıdır. İşte bu kaybı kısmen telâfi etmek ve miras paylaşımı vesilesiyle muhtaçları nasiplendirmek için âyette zikredilen kimselere mirastan pay verilmesi ve gönüllerinin alınması tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeye uyulduğu takdirde nisbeten uzak oldukları için mirasçı olamayan akraba ve diğer ilgililerle mirasçılar arasına soğukluk, kıskançlık, dışlanmışlık gibi olumsuz duyguların girmesi de önlenmiş olacaktır.
Uzak akrabaya ve yoksullara mirastan bir miktarın dağıtılmasının hükmü (bunun farz mı, tavsiye mi olduğu) konusu da tartışılmıştır. Mezhep İmamlarının da dahil bulunduğu çoğunluk bunun farz değil, gönüllü bir tasadduk olduğunu, zekâttan başka mecburi sadaka yükümlülüğünün de bulunmadığını göz önüne alarak “Verilmesi güzel olur, menduptur” deyip âyeti böyle yorumlamışlardır. Ayrılacak bir miktarın zikredilen kimselere dağıtılmasının mecburi olduğunu söyleyen müctehidler de vardır.
Danışmalar sonunda belirlenecek uygun bir miktarın belli bir fonda toplanması ve genellikle yoksullarla talep eden uzak akrabaya sarfedilmesi, bu ilâhî emrin bir düzen içinde uygulanmasını sağlayabilecektir.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 22-21
Ulû أُولُو kelimesi, tekili olmayan çoğul manasında bir kelimedir. Tekili ذو [sahib] şeklindedir. Müennes tekil ذات, müennes çoğul da اولات şeklindedir. Ûli-l qurba ile zu-l qurba arasında fark vardır. Çünkü اولوا kelimesinde ال [âl] manası vardır. Bu kelime “aile” için kullanılan bir lakabdır. Dolayısıyla bu kelime, qurb ile bu kişi arasında bir merhamet, bir bağ olduğunu ima eder. (Muhammed Ebu Musa Ahqâf/35).(Fatma Serap Karamollaoğlu)
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. حَضَرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَضَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْقِسْمَةَ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اُو۬لُوا fail olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. Aynı zamanda muzaftır. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
الْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la اُو۬لُوا ‘ya matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
ارْزُقُوهُمْ fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْهُ car mecruru ارْزُقُوهُمْ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُولُوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru قُولُوا fiiline mütealliktir. قَوْلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَعْرُوفًا kelimesi قَوْلًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعْرُوفًا kelimesi, sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً
Şart üslubunda gelen ayette وَ , istînâfiyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِذَا , şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ين , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مِنْهُ ‘daki müzekker zamir müennes sıygada gelen الْقِسْمَةَ ‘nin mefhumu olan taksim edilen şeye yani mirasa aittir.
القسمة kelimesindeki marifelik ahdi zikrîdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Aynı üslupla gelen قُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا cümlesi, cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهُمْ car-mecruru ihtimam için, mef’ûl olan قَوْلًا ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûldeki nekrelik nev ifade eder.
مَعْرُوفًا kelimesi قَوْلًا için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْيَتَامٰ - الْمَسَاك۪ينُ ve ارْزُقُو - الْقِسْمَةَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قُولُو - قَوْلًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bir terekenin taksimi sırasında varislerin dışında hazır bulunan akrabalara, yabancı yetimlere ve yoksullara, gönüllerini hoş etmek için özellikle bulûğa ermiş varislerin, sadaka olarak kendi hisselerinden bir miktar vermeleri menduptur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayette Cenab-ı Hakk’ın فَارْزُقُوهُمْ [Kendilerini rızıklandırın] buyruğu, varis olan akrabalara; ..قَوْلًا مَعْرُوفًا ve [onlara güzel sözler söyleyin] buyruğu ise varis olmayan yetim ve yoksul kimselerle ilgilidir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
Cenab-ı Hak ayet-i kerimede yetimleri yoksullardan önce zikretmiştir. Çünkü yetimlerin acziyeti daha fazla ve ihtiyaçları daha çoktur. Bu sebeple sadakaları onlara vermek ecir ve sevap bakımından daha faziletli ve üstün olmuş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette geçen قَوْلًا مَعْرُوفًا [güzel sözler] ifadesinden muradın, verdiği hediyeye sözle bir başa kakma ve eziyyetin eklenmemesi olduğunun söylenmesidir. Veyahut da bundan muradın, (verdiği kimselere) daha fazlasını vaad etmek; bir şey vermediği kimselere ise özür beyan etmesidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)