وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ ٧٥
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ne oldu? |
|
2 | لَكُمْ | size |
|
3 | لَا |
|
|
4 | تُقَاتِلُونَ | savaşmıyorsunuz |
|
5 | فِي |
|
|
6 | سَبِيلِ | yolunda |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | وَالْمُسْتَضْعَفِينَ | ve zayıf |
|
9 | مِنَ | (uğrunda) |
|
10 | الرِّجَالِ | erkekler |
|
11 | وَالنِّسَاءِ | ve kadınlar |
|
12 | وَالْوِلْدَانِ | ve çocuklar |
|
13 | الَّذِينَ | kimseler |
|
14 | يَقُولُونَ | diyorlar |
|
15 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
16 | أَخْرِجْنَا | bizi çıkar |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | هَٰذِهِ | şu |
|
19 | الْقَرْيَةِ | kentten |
|
20 | الظَّالِمِ | zalim |
|
21 | أَهْلُهَا | halkı |
|
22 | وَاجْعَلْ | ve ver |
|
23 | لَنَا | bize |
|
24 | مِنْ |
|
|
25 | لَدُنْكَ | katından |
|
26 | وَلِيًّا | bir koruyucu |
|
27 | وَاجْعَلْ | ve ver |
|
28 | لَنَا | bize |
|
29 | مِنْ |
|
|
30 | لَدُنْكَ | katından |
|
31 | نَصِيرًا | bir yardımcı |
|
Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra da Mekke müşrikleri onların peşini bırakmamış, bazan başka kabileler ve Medineli bir kısım yahudilerle iş birliği yaparak Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarını yapmış, yeni dinin sâliklerini hicret yurtlarında yok etmek istemişlerdi. Ancak bu amaçlarına ulaşamadılar ve hicrî 6. yılda Hudeybiye Antlaşması’nı yapmaya mecbur kaldılar. Bu antlaşmanın bir maddesine göre bundan sonra müslüman olup Mekke’den kaçanlar iade edilecekti. Böylece hicret imkânı bulamayan müslümanlarla bu madde gereği iade edilen müslümanlar, bunların eşleri ve çocukları Mekke’de kaldılar, müşriklerin çeşitli zulüm ve baskıları altında yaşamaya devam ettiler. Bu müminler, işkence ve baskı dayanılamaz hale geldikçe Allah’a yalvarıyor ve bir kurtarıcı göndermesini istiyorlardı. Âyetler bunların dua ve niyazlarına bir cevap olmakla beraber anılan tarihî ilişkiyi aşan boyutları da vardır; çünkü savaş nerede ise insanlıkla yaşıttır. İdam cezasını kaldırarak suçsuz, günahsız insanların hayat hakkını korumak nasıl mümkün olmazsa savaşı kaldırarak, yok ederek, hesap dışı tutarak barışı ve uluslararası ilişkilerde adaleti sağlamak da öyle mümkün değildir. Yapılması gereken, savaşın hukukî ve ahlâkî amaçlarını belirlemek ve onu bu amaçtan saptırmamaktır. Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâm’ın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. Bu âyetlerden burada gördüğümüz ikisi, savaşın iki önemli amacını ortaya koymaktadır: a) Allah rızâsını elde etmek, b) Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. “Allah rızâsı” da fayda bakımından kullara dönmektedir. Allah Teâlâ’nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O’nun rızâsı için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır. Allah mutlak âdil olduğu ve zerre kadar zulme razı olmadığından “Allah rızâsı için savaşmak” adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda savaşmaktır. Allah’a ve hak dine inanmayanların da bir tanrıları, baş eğdikleri, itaat ettikleri –maddî, mânevî– bir önderleri olacaktır. Bu önderler Kur’ân’a göre tâguttur, şeytanlardır. Bunlara tâbi olanların savaş amaçları ise hukuk ve adaletin gerçekleşmesi değil, egoizmin tatminidir, zulüm, baskı ve sömürüdür.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 95-96
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstifham ismi مَا mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. لَا تُقَاتِلُونَ cümlesi لَكُمْ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُقَاتِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru تُقَاتِلُونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ atıf harfi وَ ’la ف۪ي سَب۪يلِ ‘ye matuf olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. Muzâf mahzuftur. Takdiri, تخليص المستضعفين (Zayıf bırakılanların kurtarılması) şeklindedir.
مِنَ الرِّجَالِ car mecruru الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. النِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ kelimeleri atıf harfi وَ ile الرِّجَالِ ’ye matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi nida ve cevabıdır.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâf olup, fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ ’dir.
اَخْرِجْنَا dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ هٰذِهِ car mecruru اَخْرِجْنَا fiiline mütealliktir. الْقَرْيَةِ işaret isminden bedel veya sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُقَاتِلُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْرِجْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûlüdür.
الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ
الظَّالِمِ kelimesi الْقَرْيَةِ ’nin sebebi sıfatıdır. اَهْلُهَا ism-i fail الظَّالِمِ ’nin faili olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِمِ kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ
Cümle, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına matuftur.
Fiil cümlesidir. اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَنَا car mecruru اجْعَلْ fiiline mütealliktir.
مِنْ لَدُنْكَ car mecruru اجْعَلْ fiiline veya وَلِيًّا ’in mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَلِيًّا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَلِياًّۚ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına matuftur.
Fiil cümlesidir. اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَنَا car mecruru اجْعَلْ fiiline mütealliktir.
مِنْ لَدُنْكَ car mecruru اجْعَلْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَص۪يرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
وَ atıf harfidir. Önceki ayetteki istînâfa matuftur. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsim cümlesi formundaki cümlede mübteda konumundaki istifham harfi مَا , inkârî manadadır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak kınama ve tevbih anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifham, onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ۠ ’un müteallakı olan haber mahzuftur.
لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, لَكُمْ ’deki zamirin halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ için sıfat konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَقُولُونَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَا cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Münada konumundaki رَبَّنَٓا izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, mütekellim zamirinin aid olduğu kişilerin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.
Nidanın cevabı olan اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
الظَّالِمِ kelimesi الْقَوْمَ için sıfattır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Aynı üsluptaki وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ cümlesiyle وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ cümlesi arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
نَص۪يرًا - وَلِيًّا kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
الظَّالِمِ kelimesi kendisinden sonra gelen kelimenin sıfatıdır, buna sebebî sıfat denir. Sebebî sıfat, mevsufuna sadece îrab ve tarif (marifelik-nekrelik) açısından uyar.
Allahumme diye dua ettiğimiz zaman Allah’ın ulûhiyet sıfatının tecellisini istiyor, ön plana çıkarıyoruz. رَبَّنَٓا diye dua ettiğimiz zaman da rubûbiyet sıfatının tecellisini istiyoruz. (Terbiye edici vb. manalarının)
الرِّجَالِ - النِّسَٓاءِ - الْوِلْدَانِ ve نَص۪يرًاۜ - وَلِيًّاۚ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ ibaresindeki işaret ismi, şehri tahkir için gelmiştir.
İşaret ismi; arkasından gelen şeylerin kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 109)
اَلْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَا [Halkı zalim olan memleket] Ümmü’l-Kura olan Mekke’ye işarettir ki müşrik olan Mekke halkı, zayıflara ve özellikle içlerinde bulunan müminlere son derece zulüm ve eziyet ediyorlardı. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Kadın, erkek ve çocuklar gibi, mustadaf olanlardan maksat, Mekke’de kalıp Medine’ye hicret edemeyen Müslümanlardır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Burada çocukların zikredilmesinin hikmeti; Allah Teâlâ, çocukların babalarını ve annelerini sıkıştırıp zorlamak ve çocukların bulundukları durumdan ötürü müşriklere buğz ettirmek için mükellef olmayan çocukların bile müşriklerin zulmünden kurtulamadıklarını bildirip zulümlerini iyice ortaya koymak ve mustadafların, günahsız küçük çocukların duaları ile Allah’ın rahmetinin inmesini temin etmek gayesi ile dualarına çocuklarını da iştirak ettirdiklerini belirtmek için ayette “çocukları” da zikretmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ظَّالِمِ اَهْلُهَا terkibi اَلْقَرْيَةِ’nin sıfatıdır. Bundan dolayı ظَّالِمِ kelimesi mecrurdur. Binaenaleyh الظَّالِمَةِ اَهْلُهَا söylenmeli idi, denebilir. Buna şöyle cevap verilir: Nahivciler bu gibi sıfatları, ism-i faile benzeyen sıfatlar diye adlandırırlar. Bu konuda temel kaide şudur: Sen ikinci cüze elif-lâmı getirdiğinde, o faili müzekkerlik ve müenneslik bakımından birinci cüze göre getirirsin. Mesela, مَرَرْتُ بِالْمَرْأَةِ حَسَنَةِ الزَّوْجِ كَرِيمَةِ الْاَبِ (Ben, kocası iyi, babası da çok kerim olan bir kadına rastladım). (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Önceki ayetteki الَّذِينَ يَشْرُونَ الحَياةَ الدُّنْيا بِالآخِرَةِ sözlerinden sonra bu ayette وما لَكم لا تُقاتِلُونَ buyurularak gaibden muhataba iltifat yapılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)