لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً ٧
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِلرِّجَالِ | erkeklere vardır |
|
2 | نَصِيبٌ | bir pay |
|
3 | مِمَّا | şeylerden |
|
4 | تَرَكَ | geriye bıraktıkları |
|
5 | الْوَالِدَانِ | ana babanın |
|
6 | وَالْأَقْرَبُونَ | ve akrabanın |
|
7 | وَلِلنِّسَاءِ | ve kadınlara vardır |
|
8 | نَصِيبٌ | bir pay |
|
9 | مِمَّا | şeylerden |
|
10 | تَرَكَ | geriye bıraktıkları |
|
11 | الْوَالِدَانِ | ana babanın |
|
12 | وَالْأَقْرَبُونَ | ve akrabanın |
|
13 | مِمَّا | olandan |
|
14 | قَلَّ | az |
|
15 | مِنْهُ | ondan |
|
16 | أَوْ | veya |
|
17 | كَثُرَ | çoğundan |
|
18 | نَصِيبًا | bir hisse |
|
19 | مَفْرُوضًا | ayrılmıştır |
|
Nisâ sûresi, başta kadınlar olmak üzere aile fertlerinin haklarını açıklamaya devam ediyor ve bu âyetle bir Câhiliye âdetini daha kaldırarak miras paylaşımında adaletli bir düzen koyuyor. İslâm’dan önce Araplar mirastan kadınlara ve kızlara pay vermezlerdi. Vârisler ya vasiyet ile ya da –vasiyet yok ise– güç ve yaşa göre belirlenen erkeklerden ibaret idi. Doğumdan akraba olan erkeklerden başka, evlât edinme ve kan kardeşliğine benzer kardeşlik sözleşmeleri yapmak suretiyle ilişki kurulan erkekler de vâris olurlardı. Mekke döneminde uygulanması mümkün olmadığı için miras taksimiyle ilgili bir değişiklik yapılmadı. Medine’ye hicret edilince muhacirlerin birçok yakın akrabası –çoğu müşrik olarak– Mekke’de kalmış oldular.
Önce Hz. Peygamber’in “her bir muhacire bir Medineli müslümanı kardeş etmesi” sonucunda doğan yakınlıkla (muâhât) karşılıklı sözleşme (muvâlât) miras hakkına sebep kılındı (bu sûrenin 33. âyeti bu geçici durumla ilgilidir). Daha sonra Mekke’de kalan akraba Medine’ye göçüp yeni doğumlarla da aileler genişleyince hedeflenen düzenleme yapıldı ve kadınlar da dahil olmak üzere belli derecelere kadar akraba olanlar birbirine vâris kılındı. İbn Abbas bu konuda şu önemli açıklamayı yapmıştır: Bu âyetler gelip durumu değiştirmeden önce miras erkek çocuğa kalırdı, ana-babaya da vasiyet yoluyla mal bırakılırdı. Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göçünce, Hz. Peygamber’in muhacirlerle ensar arasında kurduğu kardeşlik bağlantısı sebebiyle bu iki zümre arasındaki miras ilişkisi devreye girdi. Sonra bu sûrenin 33. âyeti ve bunu açan 11 ve 12. âyetler gelince, mânevî kardeşlerin birbirine vâris olmaları hükmü kaldırılmış oldu. Artık mânevî kardeşler arasında geçerli olan ilişki iyi niyet, yardımlaşma, ikram ve istenirse vasiyet yoluyla mal bırakma şekline dönüştü (Buhârî, “Tefsîr”, 4/5, 7).
“Azından çoğundan, belli pay” ifadesi, miras az olsun çok olsun hak sahiplerinin belli paylarının bulunduğunu belirtmekte ve aşağıda açıklanacak olan miras paylarının sahiplerine verilmesi konusunda titizlik gösterilmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 20-21
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ
İsim cümlesidir. لِلرِّجَالِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نَص۪يبٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle نَص۪يبٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكَ الْوَالِدَانِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْوَالِدَانِ fail olup, müsenna olduğu için elif ile merfûdur. الْاَقْرَبُونَ atıf harfi وَ ’la الْوَالِدَانِ ‘ye matuf olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلنِّسَٓاءِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نَص۪يبٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle نَص۪يبٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكَ الْوَالِدَانِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْوَالِدَانِ fail olup, müsenna olduğu için elif ile merfûdur. الْاَقْرَبُونَ atıf harfi وَ ‘la الْوَالِدَانِ ‘ye matuf olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i cerinin iadesiyle bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası قَلَّ مِنْهُ ‘dur. Aid zamir هو ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْهُ car mecruru قَلَّ fiiline mütealliktir.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. كَثُرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. نَص۪يبًا hal olup, fetha ile mansubdur. مَفْرُوضًا kelimesi نَص۪يبًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَفْرُوضًا kelimesi sülâsî mücerredi فرض olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِلرِّجَالِ cr mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نَص۪يبٌ , muahhar mübtedadır.
Muahhar mübteda olan نَص۪يبٌ ‘un nekre gelişi tazim ifade eder.
نَص۪يبٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallik olan مِمَّا daki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً
Aynı üslupla gelen cümle, atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لِلنِّسَٓاءِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan نَص۪يبٌ ‘un nekre gelişi tazim ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَّا ‘nın sıla تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ cümlesi , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki ikinci müşterek ism-i mevsûl مَّا , harf-i cerin tekrarıyla önceki mevsûlden bedeldir. Sılası olan قَلَّ مِنْهُ cümlesi ve ona tezat nedeniyle atfedilen اَوْ كَثُرَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَص۪يباً kelimesi قَلَّ veya كَثُرَ fiillerinin failinden müekked hal olarak ıtnâbtır.
Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s. 273)
مَفْرُوضاً kelimesi نَص۪يباً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَفْرُوضاً ‘in ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ cümlesiyle وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. Biri dışında aynı kelimelerden oluşan ikinci cümle îygâl ıtnabıdır. Maksat, yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak ya da güzel bir şeye teşvik etmektir.
نَص۪يبٌ - مِمَّا - تَرَكَ - الْوَالِدَانِ - الْاَقْرَبُونَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَلَّ - كَثُرَ ve لِلنِّسَٓاءِ - لِلرِّجَالِ gruplarındaki kelimeler arasında, mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
الْوَالِدَانِ - الْاَقْرَبُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Pay-hisse manasında kullanılan dört kelime vardır: خَلَق - قِسْط - حَظ - نَصِيب -
الْوَالِدَانِ kelimesinde tağlîb sanatı vardır. Lafzen ‘iki baba’ manasında olan kelime ‘anne- baba’ manasında kullanılmıştır.
Miras hükümlerinde akrabalardan maksat, varis olup mirastan pay alan akrabalardır.
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ ayetinde [Ana-babanın ve akrabanın bıraktıkları mallarda erkeklere ve kadınlara bir nasip vardır.] mealinde bir ifade kullanılarak kadınların, erkeklerin hükmüne dahil edilmemesi ve kadınlara ilişkin hükmün müstakil olarak zikredilmesi; kadınların verasetine önem verildiğini, verasetlerinin doğrudan doğruya ve asıl bir hak (ise istihkaklarının asaleten) olduğunu bildirmek, daha başından, erkek ve kadınların mirastaki paylarının farklı olduğuna işaret etmek ve cahiliye dönemi hükmünün ortadan kaldırıldığını tam ve kâmil manada belirtmek içindir. Çünkü cahiliye devri insanları, kadınlara ve çocuklara mirastan pay vermiyorlardı ve " Yalnız savaşanlar, aileyi, toplumu ve mülkiyetleri savunanlar mirastan hisse alır!" diyorlardı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er- Râzî ,Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayetin tafsilî üslubu yerine 'ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından hem erkeklere, hem de kadınlara pay vardır' şeklinde atıfla icmalen ifade edilseydi miras hükmünde aynilik ifade edilmiş olurdu. Bu tafsilî üslubun seçimi ıtnâbtan îgāldir. Kadın hukukunun önemini ortaya koymak, kadınların anne ve babaları ile yakın akrabalarının miraslarından pay almalarının asıl olduğunu bildirmek ve cahiliye dönemindeki miras hukukunu tamamen ortadan kaldırmak için Allah Teâlâ bu hükmü tafsilatlı bir ifade ile bildirmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayetin bu bölümü, savaş aletleri gibi bazı miras mallarının erkek varislere tahsisi konusunda akla gelebilecek bir vehmi ortadan kaldırmakta ve mirasın azında da çoğunda da hem erkeklerin hem de kadınların hakkı olduğunu tespit etmektedir. Bir varis, kendi hissesini talep etmese de hakkı sakıt olmaz.(Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
"Farz" kelimesinin asıl manası, (ağaç üzerindeki) çentiktir. Bundan dolayı, yayın tam ortasındaki çentiğe de "farz" denir. Fal okları üzerindeki çentiklere de "farz" denir. Bunun kendisini başkalarından ayıran bir alameti vardır. Su taksim kabındaki işaretlere de böyle denir. Bu işaretler sayesinde her hak sahibi, su hakkının miktarını bilir. İşte, "farz" kelimesinin Arapçadaki asıl manası budur. Ebu Hanife'nin talebeleri "farz" kelimesini, vacip oluşu kat'î delil ile bilinen şeye; "vacip" kelimesini de vacip oluşu zannî delil ile bilinen şeye tahsis ederek şöyle demişlerdir: "Çünkü farz, kesmek ve çentik atmaktan ibarettir. Vacip ise düşmekten ibarettir. Çentik atmanın ve kesmenin tesiri, düşmenin tesirinden şüphesiz daha kuvvetli ve daha ileridir. İşte bu sebeple, Ebu Hanife'nin talebeleri "farz" kelimesini, vacip oluşu kat'î delil ile bilinen; "vacip" kelimesini ise vücûbiyyeti zannî delil ile bilinen şeye tahsis etmişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)