وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | Allah |
|
2 | يُرِيدُ | istiyor |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | يَتُوبَ | tevbenizi kabul etmek |
|
5 | عَلَيْكُمْ | sizin |
|
6 | وَيُرِيدُ | ve istiyorlar |
|
7 | الَّذِينَ | kimseler |
|
8 | يَتَّبِعُونَ | uyan(lar) |
|
9 | الشَّهَوَاتِ | şehvetlerine |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | تَمِيلُوا | sizin düşmenizi |
|
12 | مَيْلًا | bir sapıklığa |
|
13 | عَظِيمًا | büyük |
|
Bu kısa ayet, yüce Allah’ın insanlara önerdiği sistemi ve yolu aracılığı ile onlar için ne istediğini, buna karşılık nefislerinin arzuları peşinden giderek yüce Allah’ın sisteminden sapanların istediklerinin ne olduğunu son derece yalın ve gerçekçi bir ifade ile açıklıyor. Bir kere şunu belirtelim ki, yüce Allah’ın sistemine yan çizen herkes nefsinin arzuları peşinden gidiyor demektir. Buna göre ortada tek sistem vardır ki, o da; ciddiyet, rotadan çıkmama ve bağılık yoludur. Bunun dışında kalan her yol nefis köleliği, ihtiras ve şehvet tutsaklığı, sapıklık, yoldan çıkmşlık ve şaşkınlık yoludur.
Acaba yüce Allah insanlara sistemini anlatmakla ve onlar için yasalar koymakla neyi murad ediyor? İstediği şey onların tevbelerini kabul ederek günahlardan arınmalarını sağlamak, doğru yola girmelerini özendirmek, bu yolda yürürken tökezlemelerini önlemek ve yüce doruğa tırmandıran merdivenin basamaklarını bir bir çıkmalarına yardımcı olmaktır.
Peki, nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenlerin, Allah’ın iznine dayanmayan ve O’nun yasaları ile bağdaşmayan düşünce akımlarını ve sosyal düzen kaynaklarını insanlara cazip göstermeye çalışanların istedikleri nedir? Onlar da insanları bu doğru yoldan, doruğa ulaştırıcı merdivenin basamaklarından ve bu sapmasız rotadan büyük oranda saptırmak isterler.
Şimdi yukarda okuduğumuz ayetlerin konu edindikleri özel bir alam ele alalım. Bu alan; aile yuvasını düzenleme, toplumu fuhuş mikroplarından arındırma, yüce Allah’ın hoşlandığı tek temiz kadın-erkek arası birleşme biçimini belirleme, bunun dışında kalan kadın-erkek arası birleşme biçimlerini yasaklama, yüce Allah’ın istemediği bu birleşme şekillerini insanların gözlerinde ve kalplerinde kınama ve değersizleştirme alanıdır. Acaba bu özel alan ile ilgili olarak yüce Allah’ın murad ettikleri ile nefislerinin arzuları peşinde sürüklenenlerin istedikleri nelerdir?
Yüce Allah’ın bu alandaki muradının ne olduğunu bu sûrenin konu ile ilgili ayetleri açık açık ortaya koyuyor. Bu ayetlerde dile gelen istek; aile yuvasını belirli bir düzene oturtmak, toplumu fuhuş mikroplarından arındırmak, yaşamayı kolaylaştırmak ve her durumda müslüman cemaatin yararını sağlama bağlamaktır.
Nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenler ise bu alanda şu amaçları güdüyorlar: Onlar içgüdüleri, her türlü dinî, ahlâki ve sosyal bağdan çözmek, koparmak istiyorlar. Onlar ateşli cinsiyet içgüdüsünün taşkınlığı önündeki bütün engelleri, her türden dizginleyici mekanizmayı ortadan kaldırıp bu içgüdüyü tamamen başıboş bırakmak istiyorlar. Oysa eğer bu ateşli içgüdü başıboş biçimde taşmaya bırakılırsa onun azgınlığı karşısında ortada; ne kalp huzuru, ne sinir sağlığı, ne ev dirliği, ne ırz dokunulmazlığı kalır ve ne de aile yuvası ayakta durabilir. Bu adamlar insanların birer hayvan sürüsü olmasını istiyorlar. Kuvvet üstünlüğünden, kurnazlıktan veya kör tesadüften başka hiçbir kurala bağlı olmaksızın erkeklerin dişileri üzerine çullandıklarını gördüğümüz birer hayvan sürüsü! Bu adamlar, bütün bu yıkıcılığı, bütün bu bozgunculuğu, bütün bu kötülüğü özgürlük adına yaparlar. Oysa bu anlamdaki bir özgürlük sadece şehvet tutsaklığının ve içgüdü köleliğinin başka bir adıdır.
İşte yüce Allah’ın, müminleri sakındırdığı büyük sapıklık budur. Yüce Allah, müminleri şehevi arzularının tutsağı olmuş bu kişilerin kendilerine yönelik emellerine kapılmamaya çağırıyor. Bu adamlar İslâm toplumunu sözünü ettiğimiz ahlâk alanında tekrar cahiliye dönemine döndürmek için olanca gayretlerini her dönemde sarf etmişlerdir. Oysa İslâm toplumu tutarlı ve temiz ilâhi sistem sayesinde bu ahlâk alanında diğer toplumlara karşı kesin bir üstünlük sağlamış, parmakla gösterilir bir rakipsizliğe ulaşmıştır. Günümüzün seviyesiz kalemlerinin ve güdümlü propaganda araçlarının amacı da aynıdır. Bunlar toplumda hayvanî başıboşluğa karşı direnen son engelleri de ortadan kaldırmak istiyorlar. Oysa insanlığı bu hayvanî başıboşluktan, bu içgüdü anarşisinden yüce Allah’ın sisteminden başka hiçbir şey kurtaramaz. Bu kurtuluş ne zaman? İnşaallah; yüce Allah’ın bu sistemi, mümin topluluklar eli ile yeryüzünde egemenliği gerçekleştiği zaman.
(Fizilalil Kur’ân/Seyyid Kutub)
Şehvet شَهْوَة kelimesinin anlamı; nefsin istediği şeye meyletmesidir. Bu da dünyada iki kısma ayrılır: sâdık/doğru şehvet, kâzib/yalancı şehvet. Sâdık şehvet onsuz bedenin zedeleneceği şehvettir. Acıktığımızdaki yemek şehveti gibi. Kâzib şehvet onsuz bedenin zedelenmeyeceği şehvettir. (Müfredat)
Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şehvet ve iştahtır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. يُر۪يدُ cümlesi, haber olarak mahalllen merfûdur.
يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اَنْ ve masdar-ı müevvel amili يُر۪يدُ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. يُر۪يدُ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَتُوبَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru يَتُوبَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَّبِعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَّبِعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الشَّهَوَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanırlar.
اَنْ ve masdar-ı müevvel amili ikinci يُر۪يدُ ‘nün mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَم۪يلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَيْلًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. عَظ۪يمًا kelimesi مَيْلًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَتَّبِعُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-ı celâl mübteda, يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ve kasr ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden kasr, isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ cümlesi, “Tövbe etmenizi sadece Allahu Teâlâ ister.” anlamında tahsise delalet eder. Çünkü fiil olan müsnedün ileyhe müsned takdim edilmiştir. İzâfî bir tahsistir. Yani sizi sadece Allah affeder, bunun için de tövbeye teşvik eder ve masiyeti terk etmenizi ister demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَتُوبَ عَلَيْكُمْ cümlesi, masdar teviliyle يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
‘’Tevbe etti’’ manasındaki تَابَ fiili, عَلَي harf-i ceri ile kullanıldığında tevbesini kabul etti manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ cümlesi, önceki ayettekinin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır .
وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا cümlesi, وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
İkinci يُر۪يدُ fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan الشَّهَوَاتِ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Ayetteki ikinci masdar-ı müevvel olan اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا cümlesi, masdar teviliyle ikinci يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
مَيْلًا mefûlu mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir.
عَظ۪يمًا kelimesi مَيْلًا için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مَيْلًا ‘nin maddi bir varlık sıfatı olan عَظ۪يمًا ile sıfatlanması istiaredir. Meyletmenin tekrarlanması, durumun vehametini artırmak için mübalağadır. Bu ifadede ayrıca tecessüm sanatı da vardır.
يُر۪يدُ - اَنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, تَم۪يلُوا - مَيْلًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ [Şehvetlerine tabi olanlar] ibaresinde istiare vardır. Şehvet; arkasına takılıp takip edilen birine benzetilmiştir. Câmi’; taklittir.
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ cümlesiyle وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Kötü insanlar herkesin kendi gibi kötü olmasını ister. Aslında her insan başkalarının kendisine benzemesini ister. Bunun için çevremizdeki kişileri dikkatli seçmeliyiz. En çok beraber olduğumuz kişilerin ortalaması olduğumuzu unutmayalım.
Bu ibtidaî cümle, Allah Teâlâ'nın sizin için irade buyurduğu her şeyin faydalı, fasık ve günahkârların istediklerinin ise zararlı olduğunu beyan eder.Yoksa bu cümle, bir önceki ayette geçen وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ [ve tevbenizi kabul etmek ister] cümlesinin tekrarı kabilinden değildir. İşte bundan dolayıdır ki burada üslup değişmiş fiil cümlesinden isim cümlesine geçilmiştir. Bu da bu konudaki ilâhî iradenin devamını belirtmek içindir. (Çünkü isim cümlesi devamlılık ifade etmektedir) (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا [Şehvetlerine (hevâ ve heveslerine) uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler.] mealindeki cümlede, üslup değişikliği olmamıştır. Bu da o fasık ve günahkâr kişilerin, müminler hakkındaki olumsuz dileklerinin, ilâhî irade gibi devamlı olmadığını ifade etmek ve bir de iki cümle arasındaki tam zıtlığa işaret etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)