وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ مِنْكُمْ طَوْلاً اَنْ يَنْكِـحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ٢٥
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kimse |
|
2 | لَمْ |
|
|
3 | يَسْتَطِعْ | gücü yetmeyen |
|
4 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
5 | طَوْلًا | mali güce |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | يَنْكِحَ | evlenmek için |
|
8 | الْمُحْصَنَاتِ | hür kadınlarla |
|
9 | الْمُؤْمِنَاتِ | inanmış |
|
10 | فَمِنْ |
|
|
11 | مَا |
|
|
12 | مَلَكَتْ | sahip olduğunuz |
|
13 | أَيْمَانُكُمْ | ellerinizde |
|
14 | مِنْ | -dan (alsın) |
|
15 | فَتَيَاتِكُمُ | genç kızlarınız- |
|
16 | الْمُؤْمِنَاتِ | inanmış |
|
17 | وَاللَّهُ | Allah |
|
18 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
19 | بِإِيمَانِكُمْ | sizin imanınızı |
|
20 | بَعْضُكُمْ | hepiniz |
|
21 | مِنْ | -densiniz |
|
22 | بَعْضٍ | birbiriniz- |
|
23 | فَانْكِحُوهُنَّ | öyle ise onlarla evlenin |
|
24 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
25 | أَهْلِهِنَّ | ailelerinin |
|
26 | وَاتُوهُنَّ | ve verin |
|
27 | أُجُورَهُنَّ | ücretlerini (mehirlerini) |
|
28 | بِالْمَعْرُوفِ | güzelce |
|
29 | مُحْصَنَاتٍ | iffetli yaşamaları |
|
30 | غَيْرَ |
|
|
31 | مُسَافِحَاتٍ | zina etmemeleri |
|
32 | وَلَا |
|
|
33 | مُتَّخِذَاتِ | ve (gizli) edinmemeleri |
|
34 | أَخْدَانٍ | dost |
|
35 | فَإِذَا | iken |
|
36 | أُحْصِنَّ | evli |
|
37 | فَإِنْ | eğer |
|
38 | أَتَيْنَ | yaparlarsa |
|
39 | بِفَاحِشَةٍ | fuhuş |
|
40 | فَعَلَيْهِنَّ | onlara |
|
41 | نِصْفُ | yarısı (uygulanır) |
|
42 | مَا |
|
|
43 | عَلَى | üzerine |
|
44 | الْمُحْصَنَاتِ | hür kadınlar |
|
45 | مِنَ |
|
|
46 | الْعَذَابِ | yapılan işkencenin |
|
47 | ذَٰلِكَ | bu (cariye ile evlenme) |
|
48 | لِمَنْ | içindir |
|
49 | خَشِيَ | korkanlar |
|
50 | الْعَنَتَ | sıkıntıya düşmekten |
|
51 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
52 | وَأَنْ | fakat |
|
53 | تَصْبِرُوا | sabretmeniz |
|
54 | خَيْرٌ | daha iyidir |
|
55 | لَكُمْ | sizin için |
|
56 | وَاللَّهُ | Allah |
|
57 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
58 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/518/25-ayet-tefsiri
Nikahtan bahsederken burada birden iman konusu geçmiştir. Bunu yapmak sizin imanınızı gösterir. Mümin ve hür bir kadınla evlenmek bir statü meselesidir. Çünkü onun mihri daha çoktur. O kadar paranız yoksa mümin bir cariye ile evlenin. Konu iman meselesidir. Cariyeyi küçük görmeyin. Nikahın nasıl, ne şekilde, kiminle yapılacağı da imanla alakalı bir meseledir.
Hepiniz birbirinizdensiniz. Karı-koca; biri olmadan diğeri yaşayamıyor. Birbirinin aynı olmayan ama birbirine denk ikili çiftsiniz.
Anete; çok şiddetli ve büyük bir zarar demektir. Asıl manası; kemiğin kaynadıktan sonra kırılmasıdır. Mecazen insanın iyi halinden sonra karşılaştığı meşakkat ve zararı ifade eder. Burada: çok şiddetli şehvet hissi ve cinsi münasebette bulunma arzusunun çoğu kez insanı zinaya sevkettiği anlatılmıştır. Böylece insanda dünyada had cezasına, ahirette de büyük bir azaba sebep olduğu için zinaya anet denmiştir. Burada anet ile had cezası kastedildiği de söylenmiştir. (Ebussuud)
'Anet’ kelimesi, çok şiddetli ve büyük bir zarar demektir. Asıl manası kemiğin kaynamasından sonra kırılması, demektir. Mecazen insanın iyi halinden sonra karşılaştığı meşakkat ve zarar anlamında kullanılır. Bu kelimenin âyet-i kerimedeki manası şunlar olabilir:
1- Çok şiddetli şehvet hissi ve cinsî münasebette bulunma arzusu, çoğu kez insanı zinaya sevkeder. Böylece insan, dünyada had cezasına, âhirette de büyük bir azaba sebep olduğu için zinaya ‘Anet’
denmiştir.
2-Burada 'Anet' kelimesinden murad had cezasıdır. Çünkü bu günaha düşen kişi, had cezasıyla alacaktır. (Sebep-müsebbep)
3-Bu şiddetli şehvet hissi ve cinsî münasebette bulunma arzusu, insanı bazen şiddetli hastalıklara götürür. Meselâ, kadınlarda bu duygu, rahmin boğulup daralmasına, erkeklerde de kasık ve sırt ağrılarına sebebiyet verir. Bu gibi mecburi durumlarda cariyeyle evlenilmelidir. (Tercih edilen birinci manadır.) (Medine Balcı 7. Cilt sayfa 40)
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ مِنْكُمْ طَوْلاً اَنْ يَنْكِـحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَسْتَطِعْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنْكُمْ car mecruru يَسْتَطِعْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. طَوْلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, طَوْلًا ’den bedel olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَنْكِحَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir. الْمُحْصَنَاتِ mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. الْمُؤْمِنَاتِ kelimesi الْمُحْصَنَاتِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, انكحوا şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ فَتَيَاتِكُمُ car mecruru ism-i mevsûldeki mahzuf ait zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُؤْمِنَاتِ kelimesi فَتَيَاتِكُمُ ‘ün sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَطِعْ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, طوع ‘dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar. الْمُحْصَنَاتِ kelimesi, sülâsi mücerredi حصن olan fiilin ism-i mefûlüdür.
الْمُؤْمِنَاتِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ itiraziyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. اَعْلَمُ haber olup damme ile merfûdur.
بِا۪يمَانِكُمْ car mecruru اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَعْلَمُ kelimesi ism-i tafdildir.İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ
Cümle, ا۪يمَانِكُمْۜ ‘deki hitap zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. بَعْضُكُمْ mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَعْضٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْكِحُوهُنَّ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِاِذْنِ car mecruru انْكِحُوهُنَّ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اَهْلِهِنَّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اٰتُوهُنَّ atıf harfi وَ ile انْكِحُوهُنَّ ‘ye matuftur.
اٰتُوهُنَّ fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اُجُورَهُنَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru اٰتُوهُنَّ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.
مُحْصَنَاتٍ kelimesi انْكِحُوهُنَّ ’deki mef’ûlun bihin hali olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanırlar.
غَيْرَ ikinci hal olup fetha ile mansubdur. مُسَافِحَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. لَا مُتَّخِذَاتِ atıf harfi وَ ile انْكِحُو ‘ya matuf olup, mahallen meczumdur. اَخْدَانٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰتُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسَافِحَاتٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfa’ale babının ism-i failidir.
مُتَّخِذَاتِ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifteale babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُحْصَنَاتٍ kelimesi, sülâsi mücerredi حصن olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
الْمَعْرُوفِ kelimesi, sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
اَخْدَانٍ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ
فَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اُحْصِنَّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُحْصِنَّ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
فَ harfi اِذَٓا ‘nin cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اَتَيْنَ şart fiili olup, fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur. بِفَاحِشَةٍ car mecruru اَتَيْنَ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
عَلَيْهِنَّ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نِصْفُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَى الْمُحْصَنَاتِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. مِنَ الْعَذَابِ car mecruru sıladaki failin mahzuf haline mütealliktir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُحْصِنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası خَشِيَ الْعَنَتَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَشِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْعَنَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْكُمْ car mecruru خَشِيَ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.
وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَصْبِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
خَيْرٌ haber olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir.
خَيْرُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. غَفُورٌ haber olup damme ile merfûdur. رَح۪يمٌ۟ ikinci haber olup damme ile merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ مِنْكُمْ طَوْلاً اَنْ يَنْكِـحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte مَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ cümlesi şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde şart ismi مَنْ mübteda, لَمْ يَسْتَطِعْ مِنْكُمْ طَوْلًا اَنْ يَنْكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ cümlesi haberdir. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَسْتَطِعْ fiilindeki failin mahzuf haline müteallik car-mecrur عَلَيْهِ , ihtimam için, mef’ûl olan طَوْلًا ‘e takdim edilmiştir. Halin hazfi, îcâzı hazif sanatıdır.
طَوْلًا , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَنْكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ cümlesi, masdar teviliyle يَسْتَطِعْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
الْمُؤْمِنَاتِ kelimesi الْمُحْصَنَاتِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِ cevap cümlesidir. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümlenin başında takdiri انكحوا [nikahlanın] olan fiil mahzuftur. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf fiile müteallik müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
مِنْ فَتَيَاتِكُمُ car mecruru ism-i mevsûldeki mahzuf ait zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْمُؤْمِنَاتِ kelimesi فَتَيَاتِكُمُ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ [Sağ ellerinizin sahip olduğu] ibaresinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Bir şeye sahip olmak çoğunlukla sağ elle yapılan akitlerle gerçekleşir.
الْمُحْصَنَاتِ [Hür kadınlar] - مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ [ellerinizin sahip olduğu cariyeler] arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Muhammed el-Firûzabâdî el-Şirazî, “el-Kamusu'l-Muhît” adlı eserinde, طَوْلًا [imkân] kelimesini, fazlalık, kudret, zenginlik ve genişlik olarak manalandırmıştır. Âşûr da bu görüştedir. طَ harfi ötre olduğunda hakiki, üstün olduğunda mecazi mana ifade eder.
الْمُحْصَنَاتِ, (ki المحصن kelimesinin çoğuludur) hür kadınlar demektir. Çünkü memlûke (köle) kadınlar ile mukabele edilmiştir. Hür kadınlara الْمُحْصَنَاتِ denir. Çünkü onların hürriyeti kendilerini, köleliğin zilletinden, müptezel halinden ve kusur ile noksanlık gibi diğer sıfatlarından korumuştur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ
وَ , itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan اَعْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
بِا۪يمَانِكُمْ car mecruru haber olan اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir.
Önceki cümlelerdeki gaib zamirden bu cümlede muhatap zamirine iltifat sanatı vardır.
Fasılla gelen بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ cümlesi, بِا۪يمَانِكُمْ ‘deki hitap zamirinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur مِنْ بَعْضٍ ‘nin müteallakı olan haber mahzuftur.
بَعْضٍ ’ nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَعْضٍ , mahzufa muzâftır. Kelimedeki tenvine ivaz tenvini denir. Hazfedilmiş muzâfun ileyh yerine gelmiştir. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِا۪يمَانِكُمْۜ - الْمُؤْمِنَاتِۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ [Hepiniz birbirinizdensiniz] yani siz, köle ve cariyelerinizle aynı imana sahip olmanızdan dolayı birbirinize yakın, bağlantılı ve uygunsunuz. Bir hürün bir köleye üstünlüğü, ancak imanının daha güçlü olmasıyla mümkündür. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu cümle ikinci tezyildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bundan önce gıyabî ifadeler kullanıldığı halde burada doğrudan doğruya hitap zamirleri kullanılması, teşvik ve ünsiyetlerini sağlamak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)
Bu itiraz cümlesi, onları cariyelerin nikâhına alıştırmak ve kölelere karşı büyüklük taslamaktan vazgeçirmek, üstünlüğün ve iftihar vesilesinin hasep, nesep olmadığını, yalnız iman olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ cümlesi, önceki cümlenin manasını tekid için ikinci tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Şayet وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْ sözü ne anlama gelmektedir? dersen şöyle derim: Allah, eksiklik ve fazlalık bakımından sizinle köle ve cariyeleriniz arasındaki iman farkını çok daha iyi bilir. Bir cariyenin imanı hür bir kadınınkinden, bir kadının imanı bir erkeğinkinden daha üstün olabilir. Müminlerin görevi asalet ve soy sop avantajını değil, sadece imandaki üstünlüğü göz önünde bulundurmaktır. Bunun söylenmesindeki amaç, müminleri [zinaya düşmektense] cariyelerle evlenmeye ısındırmak ve bu tür evlilikten yüz çevirmekten uzaklaştırmaktır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ
فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ cümlesi, atıf harfi فَ ile önceki şart cümlesinin cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Aynı üslupta gelen وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِالْمَعْرُوفِ car mecruru, اٰتُوهُنَّ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مُحْصَنَاتٍ , mef’ûl olan zamirden birinci, غَيْرَ ikinci haldir. مُسَافِحَاتٍ , muzafun ileyhtir.
Tezayüf nedeniyle غَيْرَ ‘ya atfedilen وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ izafetindeki nefiy harfi kelimedeki olumsuzluğu tekit için gelmiş zaid harftir.
بِا۪يمَانِكُمْۜ - اَيْمَانُكُمْ arasında cinas-ı muharref ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُحْصَنَاتِ - غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ - وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ ibareleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَانْكِحُوهُنَّ - يَنْكِحَ arasında iştikak cinası ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الْمُحْصَنَاتِ - مُسَافِحَاتٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
خدن kelimesi, hem müzekker hem müennes için kullanılan bir isimdir. Gizli dost demektir. Kelimedeki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid لَا harfi de kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.
فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ [Onlara ücretlerini verin.] cümlesinde istiare vardır. اُجُورَ lafzı مهور yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Çünkü مهر şeklen ücrete benzer. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Yukarıdaki ayette nikâh emri anlaşıldığı halde burada ayrıca nikâh emrinin zikredilmesi, cariye nikâhına ziyadesiyle teşvik içindir. Yani siz bu ilâhî emrin açıldığına vâkıf olduktan sonra artık kendinizi onlardan üstün görmeyin ve velilerinin izniyle onları nikâhlayın. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اخدان kelimesi خِدْن kelimesinin çoğuludur. Yani “gizli dost tutmak” demektir. Cahiliye devrinde iki çeşit zina vardı. Birisi herkesin gözü önünde açıktan genelev işletmek diğeri de birini dost tutarak özel bir şekilde gizlice zina etmekti. Ve bu şekildeki zinalar, çoğunlukla cariyelerle yapılırdı. İslam’da bunların ikisi de yasaklanmıştır. Dikkate değerdir ki hür kadınlara ait olan ayette, erkeklerin zinası, burada da kadınların zinası açık olarak yasaklanmıştır. Bu ise büyük bir edep ve belâgatı içermektedir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. Bakara/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ
Şart üslubunda gelen terkipte فَ istînafiyye, اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir. اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan اُحْصِنَّ şeklindeki şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ , şart üslubundadır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ [Fuhuş getirmek] ibaresinde istiare ve tecessüm sanatları vardır. Zina, elle tutulur, getirilip götürülen bir cisme benzetilmiştir.
Fiile müteallik بِفَاحِشَةٍ car-mecrurundaki nekrelik muayyen olmayan cins ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. عَلَيْهِنَّ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نِصْفُ , muahhar mübtedadır.
نِصْفُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası mahzuftur. عَلَى الْمُحْصَنَاتِ car mecruru bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنَ الْعَذَابِ car-mecruru, sıladaki mahzuf aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Zamirin ve halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle mertebesinin yüksekliğini belirtir.
Allah’ın, cariyeyle evlenme iznine işaret eden ذٰلِكَ ‘de istiare sanatı vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyleri işaret etmekte kullanılır. Bu ayette olduğu gibi aklî bir şey için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müşterek ismi mevsûl مَنْ harf-i cer nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûlün sılası olan خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Mef’ûl olan الْعَنَتَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
مِنْكُمْ car-mecruru, fiilin failinden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْعَنَتَ [günaha girme] kelimesi, aslında kemiğin kaynamasından sonra kırılması anlamına gelir. Mecaz olarak, insanın iyi halinden sonra karşılaştığı meşakkat ve zarar anlamında kullanılır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t - Tenvîr)
Çok şiddetli şehvet hissi ve cinsî münasebette bulunma arzusu, çoğu kez insanı zinaya sevk eder. Böylece insan, dünyada zina cezasına, ahirette de büyük bir azaba müstehak olur ki işte الْعَنَتَ budur.
Bu şiddetli şehvet hissi ve cinsî münasebette bulunma arzusu, insanı bazen şiddetli hastalıklara götürür. Mesela kadınlarda bu duygu, rahmin boğulup daralmasına, erkeklerde de kasık ve sırt ağrılarına sebebiyet verir. Alimlerin çoğu, الْعَنَتَ kelimesine birinci manayı vermişlerdir. Çünkü Kur’an’ın beyanına bu daha uygundur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ
وَ , istînafiyyedir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَصْبِرُوا cümlesi masdar teviliyle mübteda konumundadır. خَيْرٌ لَكُمْۜ , haberdir.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَيْرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir.
Sabrederek nefsinizi, arzu ettiği günahlardan men edip iffetli olarak yaşamanız, cariyelerle evlenmenizden daha hayırlıdır. Çünkü cariyelerle evlenmek, doğacak çocukların köle olması sonucunu doğurur. Ömer (r.a.) diyor ki: “Hür bir erkek, bir cariye ile evlenirse kendi yarısını (bir parçası sayılan çocuğunu) köle yapmış olur.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
وَ , istînâfiyyedir.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması telezzüz ve teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir. Hükmün illetini bildirmek için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında, tecrîd, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah'ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle cümleler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
Bu ifade, Cenab-ı Allah’ın “Evla olan cariyelerle evlenilmemesidir.” hükmünü tekid gibidir. Yani her ne kadar önceki sözden bir yasak oluş manası çıkıyorsa da Allahu Teâlâ, sizin bu tür evliliğe ihtiyacınızdan dolayı bunu mübah kılmıştır. Binaenaleyh bu mübah kılış, Allah’ın rahmeti ve mağfireti babındandır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb,Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Korku olmadığı takdirde cariye ile evlenmek vacip olmak şöyle dursun mendup bile değildir. Çünkü bu evlilikte bir taraftan hür kadınların (itibardan) düşmelerine sebebiyet vermek, diğer taraftan nesep soyluluğunu ve çocukların seçimini bozmak gibi sakıncaları da vardır. Bunun için Hazret-i Ömer (r.a.), “Cariye ile evlenen herhangi bir hür, hürriyetinin yarısını kaybetmiş olur.” demiştir. Fakat bütün bu sakıncalar zina tehlikesine karşı hiçtir. Çünkü zina doğrudan doğruya spermasını yok etmek ve genel bir şekilde gerek erkek ve gerek kadınlar için pis bir alçaklık ve insan türü için pek büyük aşağılıktır. Ve insandan başka hayvanlar içinde hiçbiri dişisini yalnız suyunu telef etmek için takip etmez. İnsanlar, elinde hapsedilen erkek hayvanlar istisna edilirse kediler, köpekler bile dahil olmak üzere hiçbir hayvan, dişisine zorla saldırmaz ve işini yalnız aşılama için yapar. Hatta develerin dişi sidiğini koklaması aşılanmış olup olmadığını farketmek için olduğu bilinmektedir. Özetle hayvanların bile hayvanca birleşmelerinde zina mahiyeti yoktur. Yaratılış ve fıtratları, başka bir ifade ile içgüdüleri buna fırsat vermez. Bu rezillik, bu kısırlık sevdası insanlığı hayvanlardan daha alçak bir duruma düşüren bir beladır. Bu musibete düşmektense cariye ile olsun evlenmelidir. Bununla birlikte bu korku yoksa sabır daha hayırlıdır. Her ne kadar evlenmemede de üreme ve türemeden mahrum olmak varsa da “Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” Halbuki zina edenler için acıklı azap vardır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)