يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُـهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَسْتَفْتُونَكَ | senden fetva istiyorlar |
|
2 | قُلِ | de ki |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | يُفْتِيكُمْ | size şöyle açıklıyor |
|
5 | فِي | hakkında |
|
6 | الْكَلَالَةِ | kelale |
|
7 | إِنِ | eğer |
|
8 | امْرُؤٌ | kişinin |
|
9 | هَلَكَ | ölen |
|
10 | لَيْسَ | yoksa |
|
11 | لَهُ | onun |
|
12 | وَلَدٌ | çocuğu |
|
13 | أُخْتٌ | bir kızkardeşi |
|
14 | فَلَهَا | o(kızkardeşi)nindir |
|
15 | نِصْفُ | yarısı |
|
16 | مَا | ne ki |
|
17 | تَرَكَ | miras bıraktı |
|
18 | وَهُوَ | fakat kendisi |
|
19 | يَرِثُهَا | onun mirasını alır |
|
20 | إِنْ | eğer |
|
21 | لَمْ |
|
|
22 | يَكُنْ | yoksa (kızkardeşinin) |
|
23 | لَهَا | kendi |
|
24 | وَلَدٌ | çocuğu |
|
25 | فَإِنْ | eğer |
|
26 | كَانَتَا | varsa |
|
27 | اثْنَتَيْنِ | iki kızkardeşi |
|
28 | فَلَهُمَا | onlarındır |
|
29 | الثُّلُثَانِ | üçte ikisi |
|
30 | مِمَّا |
|
|
31 | تَرَكَ | bıraktığı mirasın |
|
32 | وَإِنْ | ve eğer |
|
33 | كَانُوا | olursa (birçok) |
|
34 | إِخْوَةً | kardeşler |
|
35 | رِجَالًا | erkek |
|
36 | وَنِسَاءً | ve kadın |
|
37 | فَلِلذَّكَرِ | erkeğe |
|
38 | مِثْلُ | kadar (verilir) |
|
39 | حَظِّ | payı |
|
40 | الْأُنْثَيَيْنِ | iki kadının |
|
41 | يُبَيِّنُ | açıklıyor |
|
42 | اللَّهُ | Allah |
|
43 | لَكُمْ | size |
|
44 | أَنْ | diye |
|
45 | تَضِلُّوا | şaşırırsınız |
|
46 | وَاللَّهُ | Allah |
|
47 | بِكُلِّ | he |
|
48 | شَيْءٍ | şeyi |
|
49 | عَلِيمٌ | bilir |
|
يَسْتَفْتُونَكَۜ
Fiil cümlesidir. يَسْتَفْتُونَكَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَفْتُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi فتي ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavl اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. يُفْت۪يكُمْ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُفْت۪يكُمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْكَلَالَةِ car mecruru يُفْت۪يكُمْ fiiline mütealliktir.
يُفْت۪يكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi فتي ’dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ
اِنِ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
امْرُؤٌا mahzuf fiilin faili olup damme ile merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, إن هلك امرؤ (Bir adam ölürse) şeklindedir.
هَلَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ cümlesi, امْرُؤٌا ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَهُ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَهُٓ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اُخْتٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نِصْفُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’ nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ يَرِثُـهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَرِثُهَٓا cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يَرِثُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
يَكُنْ şart fiili olup, sükun üzere meczum muzari fiildir. لَهَا car mecruru يَكُنْ ‘un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi يَكُنْ ’un muahhar ismi olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فهو يرثها şeklindedir.
فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَتَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
Muttasıl zamir olan tesniye elifi كَانَتَا ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. اثْنَتَيْنِ kelimesi كَانَتَا ’nin haberi olup, müsenna olduğu için nasb alameti ى ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَهُمَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الثُّلُثَانِ muahhar mübteda olup, ref alameti elif’tir.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harfi ceriyle الثُّلُثَانِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُٓوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. اِخْوَةً kelimesi كَانُٓوا ’nun haberi olup fetha ile mansubdur.
رِجَالًا kelimesi اِخْوَةً ‘in bedeli olup fetha ile mansubdur. نِسَٓاءً atıf harfi وَ ’la رِجَالًا ’e matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لِلذَّكَرِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِثْلُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Aslında mahzuf mübtedanın sıfatıdır. Takdiri, حظّ مثل حظّ الأنثيين (İki kadının payı kadar bir pay) şeklindedir.
حَظِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاُنْثَيَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğundan cer alameti يْ ‘dir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ
Fiil cümlesidir. يُبَيِّنُ damme ile merfû muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru یُبَیِّنُ fiiline mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, sebebiyet bildiren mefulün lieclih olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri خشية أن تضلّوا (Dalalete düşmenizden korkarak) şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَضِلُّوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُبَيِّنُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ haber olup damme ile merfûdur.
عَل۪يمٌ kelimesi,mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lafza-i celâl müsnedün ileyh, يُفْت۪يكُمْ cümlesi müsneddir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْكَلَالَةِ ; ölen ve birinci dereceden yakını olmayan kişi demektir.
Fetva istedikleri konunun açık olarak zikredilmemesi, ondan sonraki anlatım yeterli sayıldığı içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Allah Teâlâ, surenin sonu başına uygun düşsün diye, bu surenin evvelinde mallarla ilgili hükümlerden bahsetmiş ve sonunu aynı mevzu ile bitirmiştir. Surenin ortası ise, hak dine ters düşmüş olan fırkalarla tartışmayı ihtiva etmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ sözü, farzların şanını yüceltmek içindir. Müsnedün ileyhin takdim edilmesi kasr değil ihtimam içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُـهَٓا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. امْرُؤٌا , takdiri هلك olan fiilin failidir.
Cümlede zikredilen هَلَكَ fiili tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ cümlesi امْرُؤٌا için sıfattır. Nakıs fiil لَيْسَ ’ nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ muahhar ismidir.
وَلَدٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
وَلَهُٓ اُخْتٌ cümlesi tezâyüf sebebiyle atıf harfi وَ ‘la لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ cümlesine atfedilmiştir.
وَلَهُٓ ’daki وَ ’ın hale atıf için de olması ihtimali vardır. Kız kardeşten maksat ana baba bir, yahut baba bir olandır; zira kardeşi asabe (muayyen bir payı olmayan) sayılmıştır. Ananın oğlu ise asabe değildir. Veled de olduğu gibidir; çünkü kız kardeş İbn Abbâs (r.a ) 'nın dışında ulemanın çoğunluğuna göre kızla beraber mirasçı olsa da ancak yarıya mirasçı olmaz.(Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t - Te’vîl)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نِصْفُ , muahhar mübtedadır.
Muahhar mübteda olan نِصْفُ ‘nun nekre gelişi tazim ifade eder.
نِصْفُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan تَرَكَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
وَهُوَ يَرِثُهَٓا cümlesi اِنِ امْرُؤٌا cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. İstînâfiyye olması da caizdir.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهَا , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberinee mütealliktir. وَلَدٌ , muahhar mübtedadır.
Şart üslubunda gelen terkibin cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, فهو يرثها [Ona varis olur.] şeklindedir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
وَلَدٌ (çocuk) erkek ve kız için kullanılan müşterek bir isim olmakla birlikte, burada oğul kastedilmektedir. Çünkü oğul, kızkardeşi mirastan mahrum eder. (Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ
Önceki şart cümlesine atıf harfi فَ ile atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen terkipte كَان ’nin dahil olduğu كَانَتَا اثْنَتَيْنِ cümlesi, şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الثُّلُثَانِ muahhar mübtedadır.
الثُّلُثَانِ ‘nin mahzuf haline müteallik olan müşterek ism-i mevsûlün sılası تَرَكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً , şart cümlesidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِلذَّكَرِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
İzafetle gelerek az sözle çok anlam ifade eden مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ muahhar mübtedadır.
الْاُنْثَيَيْنِۚ - لذَّكَرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan birbirine atfedilmiş her iki terkip de, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümleler şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz,haşyet uyandırma ve ikazı artırma amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَضِلُّوا cümlesi, masdar teviliyle يُبَيِّنُ fiilinin mef’ûlün lieclihi konumundadır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, خشية أن تضلّوا (Dalalete düşmenizden korkarak) şeklindedir.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. Cümle mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh, tazim ve haşyet duyguları uyandırmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِكُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan عَل۪يمٌ ‘ a takdim edilmiştir.
شَيْءٍ ’ deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ebu Hayyân şöyle der; Yüce Allah kendini عَلَّام , عَلِيم , عَالِم vasıflarıyla vasıflandırdı. Bu son iki vasıf mübalağa ifade eder. Araplar, aşırılığı pekiştirmek için عَلَّام kelimesinin sonuna ة ilave ederek عَلَّامة derler. Kelimenin bu şekliyle Allah için kullanılması caiz değildir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ sözü tezyildir. Bu ayette kelamın bitmeye yakın olduğuna dair sonuna bir işaret (ikaz) vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
يُفْت۪يكُمْ - يَسْتَفْتُونَكَ ve كَانُٓوا - كَانَتَا - يَكُنْ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
رِجَالًا - لِلذَّكَرِ - امْرُؤٌا ile نِسَٓاءً - الْاُنْثَيَيْنِۜ ve نِصْفُ - اثْنَتَيْنِ - الثُّلُثَانِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رِجَالًا - نِسَٓاءً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
تَرَكَ - وَلَدٌ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde aynen veya ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s.189)
Nisa Suresi’nin başında da yetim mallarını yememek, rüşvet vermemek, ikişer-üçer-dörder evlenme gibi konularda hükümler vardı. Sure şimdi yine bir hüküm ile sona ermektedir. Başı ile sonu arasındaki uyum dolayısıyla hüsn-i intihâ (güzel sona erme) ve teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.
Surenin başı, Cenab-ı Hakk’ın kudretinin mükemmelliğini anlatmaktadır. Çünkü Allah bu sureye, [Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan Rabbinize saygılı olun.] diye başlamıştır. İşte bu ifade, O’nun kudretinin sonsuzluğuna delalet eder. Surenin sonu ise Allah’ın ilminin mükemmelliğini anlatmaktadır. Bu da O’nun, [Allah her şeyi hakkıyla bilendir.] ayetidir. Rubûbiyet, ulûhiyet, celâl ve izzet işte bu iki sıfat ile kaimdir. Bu iki sıfattan dolayı insanların, Allah’ın emir ve yasaklarını tutup bütün mükellefiyetleri kabul etmeleri gerekir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)
Surenin genelinde olduğu gibi son sayfadaki ayetlerin fasılaları da dikkate şayandır. Fasılalar surenin okunuşuna apayrı bir musiki katmaktadır. Bu özellik Kur’an’ı dinleyen kişide derin bir tesir bırakır. Ayet sonlarındaki bu mükemmel uyum, seci sanatının en güzel örneklerindendir.