يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَهْلَ | ehli |
|
2 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
3 | لَا |
|
|
4 | تَغْلُوا | taşkınlık etmeyin |
|
5 | فِي |
|
|
6 | دِينِكُمْ | dininizde |
|
7 | وَلَا |
|
|
8 | تَقُولُوا | ve söylemeyin |
|
9 | عَلَى | hakkında |
|
10 | اللَّهِ | Allah |
|
11 | إِلَّا | dışında |
|
12 | الْحَقَّ | gerçek |
|
13 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
14 | الْمَسِيحُ | Mesih |
|
15 | عِيسَى | Îsa |
|
16 | ابْنُ | oğlu |
|
17 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
18 | رَسُولُ | elçisidir |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | وَكَلِمَتُهُ | ve O’nun kelimesidir |
|
21 | أَلْقَاهَا | attığı |
|
22 | إِلَىٰ |
|
|
23 | مَرْيَمَ | Meryem’e |
|
24 | وَرُوحٌ | ve bir ruhtur |
|
25 | مِنْهُ | O’ndan |
|
26 | فَامِنُوا | inanın |
|
27 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
28 | وَرُسُلِهِ | ve elçilerine |
|
29 | وَلَا |
|
|
30 | تَقُولُوا | demeyin |
|
31 | ثَلَاثَةٌ | (Allah) "Üçtür" |
|
32 | انْتَهُوا | buna son verin |
|
33 | خَيْرًا | yararınıza olarak |
|
34 | لَكُمْ | kendi |
|
35 | إِنَّمَا | çünkü |
|
36 | اللَّهُ | Allah |
|
37 | إِلَٰهٌ | tanrıdır |
|
38 | وَاحِدٌ | bir tek |
|
39 | سُبْحَانَهُ | O yücedir |
|
40 | أَنْ |
|
|
41 | يَكُونَ | olmaktan |
|
42 | لَهُ | kendisi |
|
43 | وَلَدٌ | çocuk sahibi |
|
44 | لَهُ | O’nundur |
|
45 | مَا | olanlar |
|
46 | فِي |
|
|
47 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
48 | وَمَا | ve olanlar |
|
49 | فِي |
|
|
50 | الْأَرْضِ | yerde |
|
51 | وَكَفَىٰ | ve yeter |
|
52 | بِاللَّهِ | Allah |
|
53 | وَكِيلًا | vekil olarak |
|
Detaylı tefsir için:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/664/171-ayet-tefsiri
Bir adam Rasûl-i Ekrem sallallahubaleyhi veselleme:
“Ey Muhammed! Ey Efendimiz ve Efendimizin oğlu!
En hayırlımız ve en hayırlımızın oğlu!”
diye hitab edince, Allah’ın elçisi şunları söyledi;
“Ey insanlar! Allah’tan korkunuz, şeytan sizi baştan çıkarmasın.Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im.Allah’ın kulu ve Rasûlüyüm.Allah Teala’nın beni yerleştirdiği yerden daha yükseğine çıkarmanızı istemem.”
(Ahmed bin hambel, Müsned III, 153,249; Elbani, Sildiletü’l-ehadisi’s-sahiha,IV, 101, nr. 1572).
Yine bir adam Peygamber Efendimize: “Ey insanların en hayırlısı!” diye hitab edince, Allah’ın Elçisi: “O İbrahim alehisselamdır” buyurdu. (Müslim, Fezl 150; Ebu Davud, Sünnet 13; Tırmızı, Tefsir 87)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Riyazus Salihin, 413 Nolu Hadis
Ubâde İbni’s-Sâmit radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, Allah’dan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır, şeriki yoktur; Muhammed, Allah’ın kulu ve rasûlüdür. İsâ da Allah’ın kulu ve elçisi, Meryem’e bıraktığı kelimesi ve Allah tarafından (hayat verilen) bir ruhtur. Cennet, haktır ve gerçektir, cehennem de haktır ve gerçektir” diye şehâdet ederse, Allah o kimseyi, ameli ne olursa olsun, cennete koyar”.
Buhârî, Enbiyâ 47; Müslim, Îmân 46
Müslim’in bir başka rivâyetinde (Îmân 47);
“Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın rasûlüdür” diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar” buyurulmaktadır.
نهي Bir şeyi yapmaya engel olmak, ondan menetmek demektir. Anlam bakımından bunun sözle ya da başka bir şeyle olması arasında herhangi bir fark yoktur. ألإنْتِهاء; kişinin nehyedildiği şeyi yapmaktan imtina etmesi, kaçınması ve sakınmasıdır. إنْهاء sözcüğü temelde nehyi ulaştırmak, yetiştirmek ya da bildirmek anlamındadır. Daha sonra literatürde her türlü bildirme için kullanılır olmuştur. النُّهْيَة çirkinlik ve fenalıklardan nehy eden akıl manasındadır. Çoğulu النُّهَى şeklinde Kurân'ı Kerim'de geçmektedir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 56 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nehy, nihayet, intiha, münteha, namütenahi, nihai, (ila) nihaye ve menhiyyattır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ
يَٓا nida harfidir. Münada olan اَهْلَ muzaf olup fetha ile mansubdur. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Nidanın cevabı لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ ’dur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَغْلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي د۪ينِكُمْ car mecruru تَغْلُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru الْحَقَّ ’nın mahzuf haline mütealliktir. Takdiri موقوفا أو منطبقا على الله (Allaha bağlı olarak) şeklindedir. اِلَّا hasr edatıdır. الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ
İsim cümlesidir. اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.
الْمَس۪يحُ mübteda olup damme ile merfûdur. ع۪يسَى kelimesi الْمَس۪يحُ ’den bedel olup gayri munsariftir. ابْنُ kelimesi ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedeli olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
رَسُولُ اللّٰهِ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كَلِمَتُهُ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ
Cümle, mukadder قدْ ile كَلِمَتُهُۚ ‘nün hali olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. اَلْقٰيهَٓا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى مَرْيَمَ car mecruru اَلْقٰيهَٓا fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. رُوحٌ atıf harfi وَ ’la رَسُولُ ’e matuftur. مِنْهُ car mecruru رُوحٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri; ان صدّقتم ذلك فآمنوا (Bunu tasdik ediyorsanız iman edin) şeklindedir.
اٰمِنُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمِنُوا fiiline mütealliktir. رُسُلِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقٰيهَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
اٰمِنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, ثَلٰثَةٌ ’dur. تَقُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ثَلٰثَةٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, الآلهة (ilahlar)şeklindedir.
اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ
Fiil cümlesidir. اِنْتَهُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَيْرًا masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, انتهوا انتهاء خيرًا لكم (Sizin için hayırlı olacak şekilde buna son verin) şeklindedir. لَكُمْ car mecruru خَيْرًا ’e mütealliktir.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. اِلٰهٌ haber olup damme ile merfûdur. وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْتَهُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نهي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ
سُبْحَانَهُٓ takdiri, نُسَبِّحُ (Tesbih ederiz.) olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf عن harfi ceriyle سُبْحَانَهُٓ ’ye mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَكُونَ nakıs, fetha ile mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَهُ car mecruru يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌۢ kelimesi يَكُونَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. مَا فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
بِ harf-i ceri zaiddir. اللّٰهِ lafza-i celâl lafzen mecrur, كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
وَك۪يلًا hal veya temyiz olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ [Ey kitap ehli] nidasıyla umum zikredilmiş, husus kastedilmiştir. Yani burada ehl-i kitaptan maksat sadece Hristiyanlardır.
لَا تَغْلُوا ; aşırı gitmeyin, demektir. Türkçede kullandığımız galeyan kelimesi bu kökün türevidir.
ف۪ي د۪ينِكُمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla din, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir.
Cenab-ı Allah, Yahudilerin Mesih’i ta’n etme hususunda ileri gittiklerini nakletmişti. İşte Hristiyanlar da ona tazim ve saygı hususunda ileri gidiyorlar. Her iki tarafın maksatları da kınanmış ve mezmumdur. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, Hristiyanlara, [Dininiz hususunda haddi aşmayın.] demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Burada, hitap yalnız Hristiyanlara tahsis edilmiştir. Maksat, onları içinde bulundukları küfür ve dalâletten men etmektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ cümlesi atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah’ı kendisi hakkında imkânsız olan hulûl (başkasının varlığında görünmek), ittihat (başkasının varlığıyla birleşmek) ve eş, çocuk edinmek gibi vasıflarla vasıflandırmayın. O’nu bütün bunlardan tenzih edin! (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
ولا تَقُولُوا عَلى اللَّهِ إلّا الحَقَّ sözü çirkin iftirayı nefyetmek için hususun umuma atfı babındandır. القَوْلِ kelimesi عَلى ile müteaddi olduğunda zikredilen sözün harften sonra gelen şeye nisbetinin yalan olduğuna delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ
Cümle, beyanî istînâf veya الْحَقَّ ’nın mazmunu için tefsiriye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّمَٓا kasır edatı, الْمَس۪يحُ mübteda, رَسُولُ اللّٰهِ haberdir.
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kasr konusu tabiri olarak mevsuf denilen ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ , sıfat olan الْمَس۪يحُ ’e kasredilmiştir. Kasr-ı izafi ve ifrad kasrıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ yani maksûr/mevsuf, الْمَس۪يحُ ’e yani maksûrun aleyhe/sıfata tahsis edilmiştir.
Zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat, başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ, mübteda olan الْمَس۪يحُ için bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.
Müsned az sözle çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
رَسُولُ اللّٰهِ ve كَلِمَتُهُ izafetlerinde Allah ismine ve Allah’a ait zamire muzâf olan رَسُولُ ve كَلِمَتُ , şan ve şeref kazanmıştır.
مَرْيَمَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ cümlesi قَدْ takdiriyle haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
وَرُوحٌ مِنْهُ ifadesi كَلِمَتُهُ ‘ye matuftur.
[Allah’ın emri ve kelimesi ile vücut bulmuştur.] demektir. Bu Cenab-ı Hakk’ın tıpkı, [Gerçekten Allah katında İsa’nın durumu Adem’in hali gibidir. Allah onu (Adem’i) topraktan yarattı. Sonra ona, “ol” dedi, o da oluverdi. (Âl-i İmran Suresi, 59)] ayetinde bahsettiği husus gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَرُوحٌ مِنْهُ [O, Allah tarafından (gelen) bir ruhtur] buyruğuna gelince bu hususta da şu izahlar yapılmıştır:
a.) Bir şeyi, son derece temiz ve nezih olmakla vasfettikleri zaman insanların âdeti, “O, bir ruhtur.” demek şeklinde cereyan etmektedir. Binaenaleyh Hz. İsa, babanın nutfesinden tekevvün etmeyip Cebrail’in (a.s.) üflemesinden meydana gelince haliyle o, “ruh” olarak vasfedilmiştir.
مِنْهُ sözünden maksat ise ona bir şeref ve üstünlük kazandırmaktır. Bu tıpkı, “Bu, Allah tarafından gönderilen bir nimettir.” denilmesi gibidir ki bundan maksat da o nimetin tam ve kusursuz, şerefli olduğunu beyan etmektir.
b.) Hz. İsa, dini hayatları bakımından insanların hayat bulmalarının sebebidir. Böyle olan herkes, “Ruh” diye vasfedilir. (Şûra Suresi, 52)
c.) [O, Allah’tan bir rahmettir.] demektir.
d.) Arapça’da “ruh” kelimesi, üflemek manasına gelir. Ruh ile rîh (rüzgâr), birbirlerine yakın olan iki kelimedir. Buna göre “ruh”, Hz. Cebrail’in üflemesinden ibaret olup مِنْهُ sözü de Cebrail (a.s.) tarafından yapılan bu üflemenin, Allah’ın emri ve müsadesiyle olduğunu gösterir.
e.) Ruh kelimesi, tenvinli (nekre) olup buradaki tenvin tazim ifade eder. Buna göre mana, [Kudsî, yüce ve şerefli ruhlardan bir ruh] şeklinde olur. مِنْهُ sözü ise onu teşrif ve tazim için o ruhu kendisine izafe etmeyi ifade etmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Burada “Meryem oğlu İsa” kimliğinin açıkça söylenmesi, onu Allah Teâlâ’nın oğlu şeklinde tavsifin batıl olduğunu belirtmek içindir.
Bu istînâf cümlesi, o batıl sözün neden men edildiğini açıklar. Bu da onun zıddı olan hak emridir. Yani, İsa’nın (a.s.) mertebesi risaletle sınırlıdır; bunu geçmez. مِنْه kelimesindeki من harfi, ibtidâ ve gaye manası vermek içindir. Yani o ruhun başlangıcı Allah Teâlâ’dır; son ulaştığı yer de Meryem’dir. Hristiyanların iddia ettiği gibi ba’diyet değildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayette, İsa’nın (a.s.) Allah’ın resulü sıfatının, vücuda gelmesinden ve Allah Teâlâ’nın kelimesi ve ruhu olmasından önce zikredilmesi, işin başında, tevile yer vermeyen kesin bir ifade ile hakkı tespit ve tayin etmek ve batıl tevil kapısını önceden kapatmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ
فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri, ان صدّقتم ذلك فآمنوا (Bunu tasdik ediyorsanız iman edin.) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
رُسُلِه۪ۚ - رَسُولُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Makabline tezat sebebiyle atfedilmiş olan وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَا تَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavlinde icâzı hazif vardır. Takdiri, الآلهة (İlahlar) olan mübteda mahzuftur.
ثَلٰثَةٌ ifadesi, mahzuf bir mübtedanın haberidir. Takdiri, وَلَا تَقُولُوا الْاَقَانِيمُ ثَلٰثَة (Asıllar “(ekânîm) üçtür” demeyiniz) şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خَيْرًا kelimesi mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّمَا edatı ile yapılan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Mevsuf olan اللّٰهُ lafzı, sıfat olan اِلٰهٌ kelimesine kasredilmiştir.
وَاحِدٌ , haber olan اِلٰهٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌ cümlesindeki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır. Burada kasr-ı izafidir. Allah üç değildir demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ
İtiraziyye olarak gelen سُبْحَانَكَ cümlesinde, takdiri نسبّح (tenzih ederiz) olan fiil mahzuftur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır
سُبْحَانَكَ izafeti, mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
سُبْحَانَ masdarı, zaman ve faille kayıtlı olmaksızın mutlak olarak tesbîh fiilini ifade eder. Masdar, tesbih eden kişi olsa da olmasa da tesbîh fiiline ve istiğrak olarak bütün zamanlara delalet eder. Dolayısıyla mana şöyledir: “Allah, tesbih eden olsun ya da olmasın daima tesbihi hak edendir. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 1, s. 275)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ cümlesi, masdar tevili ile takdir edilen عن harfi ile سُبْحَانَهُٓ ’ya mütealliktir. Masdar-ı müevvel, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لَهُ , nakıs fiil كاَنَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir. Kelimedeki tenvin tahkir ve kıllet ifade eder.
سُبْحَانَهُ , Allah’ı her türlü eksiklikten uzak tutarım ve bütün kemâl vasıfların O’na ait olduğunu itiraf ederim, manasındadır.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَا , muahhar mübtedadır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın, îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasındaki maksat, kelamın amacını muhatabın zihnine iyice yerleştirmektir.
Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl وَمَا فِي الْاَرْضِ , birinciye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezayüftür.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb ve murâât-i nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’den sonra الْاَرْضِ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
فِي السَّمٰوَاتِ ibaresindeki فِي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen السَّمٰوَاتِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf, عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Çünkü semavat zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Gökyüzünde bulunan varlıklar, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
[Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.] ifadesi, kendisine yakıştırılandan son derece uzak olduğunu beyan etmektedir yani göklerde ve yerde bulunan her şey O’nun mahlûku ve raiyetidir. O’nun hakimiyeti altındaki herhangi bir şey nasıl olur da O’ndan bir parça olabilir!? Üstelik parça ancak cisimler için söz konusudur. Allah ise cisim ve arazların niteliklerinden son derece yücedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu ayetin manası,“Göklerin ve yerin ve bu ikisinde bulunan şeylerin maliki olan bir kimse İsa ve Meryem’in de malikidir. Çünkü İsa ile Meryem de göklerde ve yerde bulunanlar cümlesindendir. İsa ve Meryem, gerek zat gerekse sıfatları bakımından kendileri dışında kalanlardan daha büyük değillerdir. Binaenaleyh O, İsa ve Meryem’den daha büyük olanların maliki olunca İsa ve Meryem’in de maliki olur. İsa ve Meryem, O’nun mülkü, memlûkü olunca daha nasıl İsa ve Meryem’in Allah’ın oğlu ve zevcesi oldukları düşünülebilir?” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟
Cümle, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِاللّٰهِ ’deki ب harfi zaiddir. Tekid ifade eder. اللّٰهِ , lafzen mecrur mahallen merfû konumda müsnedün ileyhtir.
Umum ifadesi için كَفٰى fiilinin mef’ûlu mahzuftur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır. وَكَفٰى بِاللّٰهِ sözünde zamir yerine Allah ismi gelmiştir. Lafza-i celâlin tekrarlanması, zatının yüceliğine tenbih, onun kudret ve celâlini hissettirmek, zihne yerleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
وَك۪يلًا۟ temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ [Allah yeter], [Rabbin yeter] ayetlerindeki بِ harf-i ceri, Kur’an’ın her yerinde zaiddir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bütün varlıkların, tüm işlerinde güvenip dayanacağı bir “Vekil olarak da Allah yeter.” Çünkü onlar O’na muhtaçken O’nun onlara hiçbir ihtiyacı yoktur. Mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı ’ t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
‘’Allah’ın vekil olarak kâfi olduğu’’ sözünde tağlîb vardır. Allah sadece vekil olarak değil, Basîr, Semi', Hafîz olarak da yeter.
إِنَّمَا - تَقُولُوا۟ - رُسُلِ - ٱللَّهِ - لَّهُ - مَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَلَدٌۢ - ابْنُ ve وَاحِدٌ - ثَلٰثَةٌۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.