هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُنَالِكَ | orada |
|
2 | دَعَا | du’a etti |
|
3 | زَكَرِيَّا | Zekeriyya |
|
4 | رَبَّهُ | Rabbine |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | رَبِّ | Rabbim |
|
7 | هَبْ | ver |
|
8 | لِي | bana |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | لَدُنْكَ | katından |
|
11 | ذُرِّيَّةً | bir nesil |
|
12 | طَيِّبَةً | temiz |
|
13 | إِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
14 | سَمِيعُ | işitensin |
|
15 | الدُّعَاءِ | du’ayı |
|
Ayetin “hünalike” zaman ve mekan zarfı ile başlaması bize Hz. Zekeriyya’nın duasını henüz Hz. Meryem’in yanından çıkmadan oracıkta yaptığı ip ucunu verir. Hz. Meryem’in Rabbinin katından mevsimi olmayan (turfanda) rızıklarla rızıklandırıldığını görünce aşk ile dua etmiş, tabiri caizse “Ona mevsimsizce verdiğin rızık gibi benim de vaktim zamanım geçti bir evlat sahibi olmak için ama sen herşeye kadirsin” demiştir... Birine Allah tarafından verilmiş muhteşem bir hediye, nimet gördüğünüzde sizin de dua edip “Rabbim ona verdiğin gibi bana da ver” şeklinde istemenizde bir mahsur yoktur. Aşağı yukarı hergün haberlerde duyuyor, görüyoruz. 2 yaşında çocuk dördüncü kattan düşüyor ama sapasağlam veya bir iki ufak kırıkla atlatıyor. Bunu gören ve doktorun kendisine altı ay ömrün var dediği bir kanser hastası elini açıp “Rabbim onu kurtardığın gibi beni de kurtar” diye dua edebilir... Allah kullarını her zaman işitir.
Hz. Meryem yanındaki nimetlerden “min indillahi” diye bahsetmişti. Indi’nin kattığı anlam, “sizden uzak olabilir ama erişiminiz var” anlamıdır. Mesela arkadaşınız “araban var mı?” diye sorsa; arabanız varsa, oraya arabayla gitmemiş olsanız bile “arabam var” diyebilirsiniz. Hz. Zekerriya “min indike” demiyor duasında “min ledünke” korunaklı, herkesin erişimi olmayan saklı hazinelerinden, özel bir çocuk istiyor Rabbinden.
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ
Fiil cümlesidir. İşaret ismi هُنَالِكَ zarfı mekân olarak دَعَا fiiline mütealliktir. دَعَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. زَكَرِيَّا fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. رَبَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir. Mekulü’l-kavl رَبِّ هَبْ ل۪ي ‘ dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı هَبْ ل۪ي ’ dir.
هَبْ dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’ dir. ل۪ي car mecruru هَبْ fiiline mütealliktir. مِنْ لَدُنْ car mecruru هَبْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ذُرِّيَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. طَيِّبَةً kelimesi ذُرِّيَّةً ’ in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur. سَم۪يعُ kelimesi اِنَّ ’ nin haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الدُّعَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
سَم۪يعُ ; sıfat-ı müşebbehe veya mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiyyedir. Fasılla gelmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı هُنَالِكَ , amili olan دَعَا ‘ ya takdim edilmiştir.
Ayette geçen هُنَالِكَ kelimesi هُنَاكَ ile aynı anlamdadır. Mekâna işaret etmek için kullanılır. Zamana işaret için kullanıldığı da vakidir. Zarf olduğu için mansubdur. Bu durumda “o zaman” manasına gelir. Yani Zekeriyya, olağanüstü bir şekilde Meryem’in yanında yazın kış meyvesini, kışın yaz meyvesini gördüğünde, yaşlı olmasına ve karısının kısırlığına rağmen olağanüstü bir şekilde kendisinin bir çocuğu olmasını istemiştir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Veciz ifade kastına matuf رَبَّهُۚ izafetinde Hz. Zekeriya’ya ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz. Zekeriya, şan ve şeref kazanmıştır.
Müştakıyla ayetin sonunda tekrarlanan دَعَا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
سَم۪يعُ ismi Allah’ın sıfatlarındandır. Sıfat-ı müşebbehe veya mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. الدُّعَٓاءِ ise دعا fiilinin masdarıdır. (https://tafsir.app/3/38)
قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ
Beyanî isînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Münada konumundaki رَبِّ izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevabı olan هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle, emir üslubunda olmasına rağmen, emir anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak dua manasına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebtir.
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ل۪ي ve مِنْ لَدُنْكَ car-mecrurları, ihtimam için, mef’ûl olan ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً ‘ e takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf لَدُنْكَ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan mekan zarfı لَدُنْ , tazim ve şeref kazanmıştır.
ذُرِّيَّةً ’ deki nekrelik kesret ve tazim ifade eder.
ذُرِّيَّةً için sıfat olan طَيِّبَةً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Zürriyet, erkek veya kız, tek veya çok çocuk için kullanılan bir kelimedir. طَيِّبَةًۚ kelimesinin müennes olması ذُرِّيَّةً kelimesi sebebiyledir. طَيِّبَةًۚ davranışları ve ahlâkı hoş görülen, ayıplanan veya çirkin bulunan bir özelliğe sahip olmayan kişi demektir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es- Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
ذُرِّيَّةً ُ kelimesi evlat anlamındadır. Bu kelime hem tek kişi için hem de çok kişi için kullanılır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Zürriyet; nesil ve soy manasında bir kelimedir ve müfredi, cemî, müzekkeri, müennesi hep bu lafızla ifade edilir. Ayetteki bu kelimeden murat, tek bir çocuktur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ferrâ, “ ذُرِّيَّةً kelimesi zahiren müennes olduğu için “ طَيِّبَةً ” kelimesi de müennes getirilmiştir. Müzekkerlik ve müenneslik bazen lafızdan bazen manadan dolayı olur. Biz bu hususun ancak cins isimleri için böyle olduğunu söylüyoruz. Bu, alem isimlerde caiz değildir. Zira alem isimler, ancak ismi olduğu şahsı ifade ederler. O şahıs eğer müzekker ise ancak o takdirde o ismin fiili müzekker getirilebilir.” demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
رَبِّ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
Duaya dahil olan cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itiisâldir. Dua için ta’lil hükmündedir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Hz. Zekeriya’nın muhatabı Allah Teâlâ olduğu halde sözlerini tekidle kuvvetlendirmesi, kendisinin bu konudaki heyecanını ve isteğinin derecesini gösterir.
Cümle haberî üslupta geldiği halde muktezayı zahirin hilafına dua manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
Müsned olan سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ veciz ifade kastıyla izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
سَم۪يعُ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
دَعَا - الدُّعَٓاءِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Sen duaları işitensin] ifadesinde mütekellim, zahir olan işitme anlamına, duaya icabet etme anlamını idmâc etmiştir.
[Sen duaları işitensin.] buyurulmuş, melzumu olan, kabul edensin manası kastedilmiştir. Lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
[Şüphesiz Sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.] Yani “Allah kendisine hamdedeni işitti.” ve “İşittik ve itaat ettik.” sözünde olduğu gibi duaya icabet edendir. Çünkü icabet etmeyen kişi duymamış hükmündedir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)