وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ١٠٤
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلْتَكُنْ | olsun |
|
2 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
3 | أُمَّةٌ | bir topluluk |
|
4 | يَدْعُونَ | çağıran |
|
5 | إِلَى |
|
|
6 | الْخَيْرِ | hayra |
|
7 | وَيَأْمُرُونَ | ve emreden |
|
8 | بِالْمَعْرُوفِ | iyiliği |
|
9 | وَيَنْهَوْنَ | ve men’eden |
|
10 | عَنِ |
|
|
11 | الْمُنْكَرِ | kötülükten |
|
12 | وَأُولَٰئِكَ | işte |
|
13 | هُمُ | onlar |
|
14 | الْمُفْلِحُونَ | kurtuluşa erenlerdir |
|
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder.
لْ emir lam’ıdır. تَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. مِنْكُمْ car mecruru اُمَّةٌ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. اُمَّةٌ kelimesi تَكُنْ ’ ün ismi olup damme ile merfûdur. يَدْعُونَ cümlesi, تَكُنْ ’ ün haberi olarak mahallen mansubdur.
Veya tam fiil olarak amel ettiğinde اُمَّةٌ fail olup damme ile merfûdur. يَدْعُونَ cümlesi, اُمَّةٌ ‘ nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَدْعُونَ fiili نَ ’ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى الْخَيْرِ car mecruru يَدْعُونَ fiiline mütealliktir.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَأْمُرُونَ fiili نَ ’ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru يَأْمُرُونَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْهَوْنَ fiili نَ ’ un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنِ الْمُنْكَرِ car mecruru يَنْهَوْنَ fiiline mütealliktir.
تَكُنْ lafzı başına sakin lam harfi gelmiş muzari fiil olup Arap dili gramerinde bu kip emr-i gaib yani üçüncü şahsa emir olarak bilinir. (Elif Yavuz, Belagat İlminde Haber Ve İnşa, Bakara Suresi Örneği)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Maruf kelimesi عرف fiilinden türemiştir. عرف; “herhangi bir şeyi görünümüne bakarak duyularla kavramak, eserini düşünerek onu demektir, ‘inkâr’ın karşıtıdır. Marifet ve irfan, bir şeyi derinden derine düşünerek idrak etmek, anlamak; maruf; derinlemesine düşünen aklın ve İslam’ın güzel gördüğü, güzelliği anlaşılıp kabul edilen fiil, söz ve davranışlardır.
الْمُنْكَرِ kelimesi, sülâsi mücerredi نكر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
مَعْرُوفِ kelimesi, sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda veya fasıl zamiridir.
الْمُفْلِحُونَ haberi veya اُو۬لٰٓئِكَ ’ nin haberi olup ref alameti وَ ’ dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُفْلِحُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ
وَ , istînâfiyedir.
İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil كَانَ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنْكُمْ car mecruru, كان ’ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اُمَّةٌ , nakıs fiil كان ‘ nin muahhar ismidir.
يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ cümlesi اُمَّةٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَدْعُونَ ’ nin كان ’ nin haberi olduğu da söylenmiştir. كان fiilinin tam fiil olması da caizdir.
اُمَّةٌ ’ deki nekrelik tazim içindir.
الْخَيْرِ bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ cümlesi atıf harfi وَ ‘l a sıfat cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupla gelen وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ cümlesi makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْمُنْكَرِۜ ve الْمَعْرُوفِ kelimelerinin ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiillerin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.
وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ cümlesi ile وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَأْمُرُونَ - يَنْهَوْنَ ve الْمَعْرُوفِ - الْمُنْكَرِۜ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ümmetin vasıflarının sayılması taksim sanatıdır.
Umumdan sonra husus zikredilmiştir. Hayra davet etmek umum, devamı husustur.
Aslında bu iş peygamber görevidir çok şereflidir, bizim de bunu kendimize iş edinmemiz lazım. Eleştirileri kabullenmeyi, hatta sevmeyi öğrenmeliyiz.
Fiiller müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfatlar arasında و atıf harfinin zikri, mevsûfun bu sıfatla kemâl manada vasıflandığına delâlet ederken; atıf harfinin terki, mevsûfta zikredilen bütün sıfatların toplandığına delâlet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْمُنْكَرِۜ , الْمَعْرُوفِ , الْخَيْر kelimelerinin marife gelişi, istiğrak içindir. Bilgi ve yeteneğin olduğu işlerde umum ifade eder. İstiğrak-ı örfiye benzer. مِنْكُمْ [sizden, içinizden] kelimesindeki مِنْ [den] edatı, kısım, bölük, parça ifade eden “ba'zıye” değil, “beyâniye”dir. Başka bir deyişle beyân içindir. Buna göre ayetin anlamı: “Siz hayra çağıran bir ümmet olun!” şeklindedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Her üç fiilde يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ , وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ , وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ (hayra çağırma, iyiliği emretme, kötülüğü men etme) de mef'ûlün (tümlecin) hazf edilmesi; ya açıkça bilindiği içindir yani bunlar hayra çağırırlar, iyiliği emir ve kötülükten men ederler ya da fiilin kendisini gerçekleştirmek içindir yani hayra çağırma, iyiliği emr ve kötülüğü nehyetme hareketlerini bilfiil yaptırmaktır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Marûfu emretmenin hükmü, emredilen şeye tâbidir; emredilen, farz ise emretme de farz olur; mendup ise mendup olur. Münkeri yasaklamaya gelince bunun tamamı farzdır; çünkü çirkinlik sıfatından ötürü münkerlerin tamamının terk edilmesi farzdır.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l - Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Ayette hayra çağırma fiili müminlerin bir kısmına isnad edildiği halde hitabın bütün müminlere tevcih edilmesi bu görevi bütün müminlere farz-ı kifaye kılmak içindir. Yani bu görev bütün müminlere farzdır, ancak bir kısmı bu görevi yaptığı vakit diğerleri de sorumlu olmaz. Ama bu görevi yapan kimse olmazsa hepsi sorumlu olur.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Emr-i bil maruf ve nehyi ani’l münker ibaresi Kur’an’ı Kerim’de üçü bu surede olmak üzere 8 yerde geçmiştir. En çok bu surede geçmiş, çünkü kitap ehli bunu yapmayı terk etmiştir.
Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir.
Örf, tanınan ve bilinen şey demektir. İnsana bilinen şeyler hoş gelir. Münker de nekre yani tanınmadık şeyleri ifade eder. Tanımadığımız bir şeyi yemek de hoşumuza gitmez ama farklı bir kültürde çok sevilebilir. O yüzden bu kuralın içine sadece dini tutum ve davranış değil, örf de girer.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
وَ , istînâfiyye veya haliyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Fasıl zamiri ve müsnedin الْ takısıyla marife olması kasr ifade eder. Haberin الْ takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. اُو۬لٰٓئِكَ maksûr/mevsûf, الْمُفْلِحُونَ maksurun aleyh/sıfat, yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Kurtuluş sıfatını onlara hasreden kasr, izafîdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Haber olan الْمُفْلِحُونَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfatı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir.
الْمُفْلِحُونَ - الْخَيْرِ - الْمَعْرُوفِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Hayra davet eden, iyiyi emreden, kötüyü yasaklayan şeklinde özellikleri sayılan kimseler kurtuluşa ermekte cem edilmiştir.
Hayra davet eden, emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münkeri yapan kimseler, üstün vasıflar taşımaları, bu vasıflarıyla diğer insanlardan temayüz etmeleri sebebiyle felah ve kurtuluşa hak kazanmışlardır.
Resülullah’tan (s.a.v) rivayet olunduğuna göre “Marûf ile emr ve münkerden nehyedenler, yeryüzünde Allah’ın, Resulünün ve kitabının halifesidir.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)