وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَوْحَيْنَا | ve vahyettik |
|
2 | إِلَىٰ |
|
|
3 | أُمِّ | annesine |
|
4 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
5 | أَنْ | diye |
|
6 | أَرْضِعِيهِ | O(çocuğu)nu emzir |
|
7 | فَإِذَا | ne zaman ki |
|
8 | خِفْتِ | korkarsan |
|
9 | عَلَيْهِ | başına bir şey gelmesinden |
|
10 | فَأَلْقِيهِ | onu bırak |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْيَمِّ | suya |
|
13 | وَلَا | ve |
|
14 | تَخَافِي | korkma |
|
15 | وَلَا | ve |
|
16 | تَحْزَنِي | üzülme |
|
17 | إِنَّا | elbette biz |
|
18 | رَادُّوهُ | onu tekrar geri vereceğiz |
|
19 | إِلَيْكِ | sana |
|
20 | وَجَاعِلُوهُ | ve onu yapacağız |
|
21 | مِنَ | -den |
|
22 | الْمُرْسَلِينَ | elçiler- |
|
Hz. Mûsâ’nın annesine yapılan vahiy muhtemelen peygamberlere yapılan vahiy değil, seçkin kulların kalbine doğan ilham anlamındadır. Sıkı bir şekilde uygulanan bu katliamdan Mûsâ’yı kurtarması için Allah tarafından annesine, onu bir süre emzirmesi, çocuğun hayatının tehlikeye düştüğünü hissettiği anda onu bir sandukaya koyup Nil nehrine bırakması ilham edilmiş, annesi de emredileni yapmıştı. Çünkü Allah ona, “Korkup kaygılanma, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye ilham etmişti. Nitekim sonunda ilâhî takdir tecelli etmiş, Firavun ailesi, İsrâiloğulları’na yapmış olduğu zulmün karşılığı olarak ileride kendilerine düşman ve üzüntü sebebi olacak bebeği Nil kıyısında bularak Firavun’a getirmişlerdir. 8. âyette Firavun ve beraberindekilerin gerek Allah’a karşı nankörlüklerinin gerekse İsrâiloğulları’na uyguladıkları zulmün yanlışlığına, dolayısıyla Hz. Mûsâ’nın ileride bunlara karşı vereceği mücadeleye işaret edilmektedir. Yüce Allah Mûsâ’nın korunup kollanması ve kendi gözetiminde yetiştirilip olgunlaşması için onu katından bir sevgi ile kuşatmış, kezâ ona karşı insanların kalbine de sevgi yerleştirmiştir (bk. Tâhâ 20/39). Bundan dolayı Firavun’un eşi Asiye (Râzî, XXIV, 228), çocuğun hayatına kıyılmaması ve kendisinde kalması için Firavun’a ricada bulunmuş; “O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun!” diyerek bir sevinç ve mutluluk kaynağı olduğuna işaret ettikten sonra ondan faydalanabilecek veya onu evlât edinebileceklerini söyleyip kocasını razı etmiştir. “Onlar işin farkında değillerdi” cümlesi Firavun ve adamlarının ileride Hz. Mûsâ sebebiyle başlarına gelecek olanları bilmediklerine işaret etmektedir (Razî, XXIV, 229).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 216-217Rada'a رضع : Çocuk ya da yavru annesinin memesini emdi anlamında ikinci babdan رَضَعَ - يَرْضِعُ şeklinde ve üçüncü babdan رَضَعَ - يَرْضَعُ şeklinde kullanılır. Mastarı رَضاعٌ ve رَضاعَةٌ olarak gelir.
İstif'al babı formundaki إسْتَرْضَعَ fiili ise emzirtmek istemek anlamındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 11 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki masdar-ı müevvele matuftur. Fiil cümlesidir.
اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰٓى اُمِّ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. مُوسٰٓى muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ tefsiriyyedir. اَرْضِع۪يهِ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
اَرْضِع۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رضع ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خِفْتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خِفْتِ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تِ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru خِفْتِ fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اَلْق۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْيَمِّ car mecruru اَلْق۪يهِ fiiline mütealliktir.
اَلْق۪يهِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَاف۪ي fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. لَا تَحْزَن۪ي atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَحْزَن۪ي fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَٓا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
رَٓادُّوهُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup cemi müzekker salim olduğu için ref alameti و ’dır. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَيْكِ car mecruru رَٓادُّوهُ ’ya mütealliktir.
رَٓادُّو sülâsi mücerredi ردد olan fiilin ism-i failidir.
جَاعِلُوهُ atıf harfi وَ ’la رَٓادُّوهُ matuf olup cemi müzekker salim olduğu için ref alameti و ’dır. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَاعِلُو kelimesi, sülâsi mücerredi جعل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ car mecruru ism-i fail olan جَاعِلُوهُ ’nin mahzuf mef’ûlun bihine müteallik olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُرْسَل۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ
Ayet نُرِيَ fiiline matuftur. Faide-i haber ibtidai kelam formunda gelen cümle mazi fiil sıygasındadır. Önceki ayette نُمَكِّنَ , نُرِيَ şeklinde muzari fiil kullanılıyorken bu ayette mazi fiile iltifat edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen اُمِّ مُوسٰٓى izafeti, muzafa tazim ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَرْضِع۪يهِۚ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen ب harf-i ceriyle birlikte اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette geçen ‘emzir’ manasında olan اَرْضِع۪يهِ kelimesinin başında yer alan اَنْ harfi, ‘ey, yani’ anlamındadır. Ya da bu harf, masdar manasında olan bir edattır.
Burada geçen اَوْحَيْنَٓا (vahyettik) ifadesi ilham yoluyla bildirdik ya da rüya yoluyla veya bir melek aracılığıyla haber verdik, demektir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle اَرْضِع۪يهِۚ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
اِذَا , cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan خِفْتِ عَلَيْهِ aynı zamanda اِذَا ’nın muzafun ileyhidir.
Rabıta harfi فَ ile gelen فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ cümlesi şartın cezasıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. İki cümle de nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خِفْتِ عَلَيْهِ cümlesiyle وَلَا تَخَاف۪ي cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayette بحر yerine الْيَمِّ kullanılması lafız-mana uyumu olan mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Deniz anlamındaki بحر değil de يَمِّ kelimesinin kullanım sebebi bu kelimenin İbranice olması ve Hz. Musa’nın kavminin de İbranî olduğu için bu kelimeyi kullanmasıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an’ın Beyânî Sırları, s. 69)
لَا تَخَاف۪ي - خِفْتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı, خِفْتِ - تَحْزَن۪يۚ ve اُمِّ - اَرْضِع۪يهِۚ gruplarındaki kelimeler arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette iki emir, iki yasak, iki haber ve iki müjde yer almaktadır. Emirlerin ikisi, emzirme ile denize atma emridir. İki nehiy, (yasak) korkma ve üzülme yasağıdır. Söz konusu iki haberden biri “Musa'nın annesine vahyettik” ve “korktuğu zaman” haberiydi. İki müjde ise: Musa'yı yeniden ailesine döndürmesi ve onun peygamber kılınacağı müjdeleriydi. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Âşûr)
Şayet korku ile hüzün arasında ne fark vardır? dersen şöyle derim: Korku, vukuu beklenen bir bela ve musibetten dolayı insana arız olan bir gam ve kederdir. Üzüntü ise fiilen vaki olup gerçekleşen ve yaşanan bir olaydan dolayı insana arız olan şeydir ki bu olay, annenin çocuğundan ayrılması ve onu tehlikeye atmasıdır. İşte Musa’nın annesi her iki halden (korku ve hüzün) de nehyedilmiş; kendisine vahiy ile güven verilmiştir. Ayrıca onu teselli edecek, kalbini, gönlünü yatıştıracak, sevinç ve mutlulukla dolduracak şey kendisine vaat edilmiştir ki bu da Musa’yı annesine iade etme ve onu peygamberlerden biri yapma sözüdür. (Keşşâf, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Önceki nehiy için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Cümle, lafza-i celâle isnadla tazim edilmiştir.
اِنَّ ’nin haberi olan رَٓادُّوهُ kelimesinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan رَٓادُّوهُ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
جَاعِلُوهُ kelimesi, اِنَّ ’nin haberine matuftur.
رَٓادُّوهُ ve جَاعِلُوهُ izafetlerinde muzâf olan kelimeler cemi müzekker salim oldukları için sonlarındaki nun düşmüştür.
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkar makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ [Biz onu sana geri verecek ve onu peygamberlerden biri yapacağız] ifadesinde, isim cümlesi fiil cümlesine tercih edilmiş ve سَنَرُدٌُهُ ve نَجْعَلُهُ denilmemiştir. Bu da müjdeye verilen önemden dolayıdır. Çünkü isim cümlesi sübût ve devamlılık ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)