Enbiyâ Sûresi 47. Ayet

وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ  ...

Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَضَعُ kurarız و ض ع
2 الْمَوَازِينَ terazileri و ز ن
3 الْقِسْطَ adalet ق س ط
4 لِيَوْمِ günü için ي و م
5 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
6 فَلَا asla
7 تُظْلَمُ haksızlık edilmez ظ ل م
8 نَفْسٌ kimseye ن ف س
9 شَيْئًا hiçbir ش ي ا
10 وَإِنْ ve eğer
11 كَانَ olsa ك و ن
12 مِثْقَالَ ağırlığınca ث ق ل
13 حَبَّةٍ danesi ح ب ب
14 مِنْ
15 خَرْدَلٍ bir hardal خ ر د ل
16 أَتَيْنَا getiririz ا ت ي
17 بِهَا onu
18 وَكَفَىٰ ve biz yeteriz ك ف ي
19 بِنَا olarak
20 حَاسِبِينَ hesab gören ح س ب
 
İnsanlar umumiyetle bu dünyada adaletin her zaman kusursuz işlemediğini; sık sık zalimlerin haklı, mazlumların haksız yerine konulduğunu görmekte ve yaşamaktadırlar. Âyette bu adaletsizliğin âhirette mutlaka telâfi edileceği veciz bir dille ifade edilerek, özelde Mekke putperestlerine, genelde de benzer zihniyet ve yaşayışa sahip olan bütün insanlara asla dikkatten uzak tutulmaması gereken bir uyarıda bulunulmaktadır (âhiret mahkemesinde amellerin ölçülüp tartılması konusunda bk. A‘râf 7/8-9).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 682
 
Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Benim kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihanet ediyorlar, bana isyan ediyorlar. Ben de onlara şetmediyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden (Allah yanında) durumum ne olacak?" diye sordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kıyamet günü onlar, sana olan ihanetleri, isyanları ve yalanları sebebiyle muhasebe olacaktır. Senin onlara verdiğin ceza ise, eğer cezan onların günahları nisbetinde ise, başabaştır; ne lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından az ise bu senin için bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından çok olursa, bu fazla kısım sebebiyle onlar lehine sana kısas yapılır" buyurdular. Bunun üzerine adam huzurdan çekildi, ağlamaya ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam dedi ki: "Sen Allah'ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor! (Mealen): "Biz Kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz (Mizana koyarız). Hesapçılar olarak da biz yeteriz" (Enbiya 47). Adam tekrar: "Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın Resûlü! Ben hem kendim ve hem de onlar için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum. Seni şahid kılıyorum, hepsi hürdür, (azad ettim)" dedi."
(Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3163).
 

Hardele خردل : خَرْدَل Kelimenin küçük hububat tanesi için kullanıldığı aşikardır.

 Yine bu kelimenin bâkir, el değmemiş, dokunulmamış ve bozulmamış anlamındaki خَرَدَ'den türemiş olması da uzak bir ihtimal değildir. Bu izah Kur'an-ı Kerim'de geçtiği yerlerde zerre veya habbe değil de hardalın kullanılmasındaki inceliği de ortaya koyar. (Tahqiq)

 Kuran’ı Kerim’de isim olarak yalnızca 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hardaldır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  نَضَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن dur.

الْمَوَاز۪ينَ  mef’ûlun bih olup  nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْقِسْطَ  kelimesi  الْمَوَاز۪ينَ nin sıfatı olup lafzen mansubdur.  لِيَوْمِ  car mecruru  نَضَعُ  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُظْلَمُ  merfû meçhul muzari fiildir.  نَفْسٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  

شَيْـٔاً  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri; ظلما ما كبيرا أو صغيرا (Büyük veya küçük haksız yere) şeklindedir.         

 

وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. 

كَانَ  fetha üzere mebni mazi nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِثْقَالَ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  حَبَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنْ خَرْدَلٍ  car mecruru  مِثْقَالَ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

فَ  karinesi olmadan gelen  اَتَيْنَا بِهَا  cümlesi şartın cevabıdır.

اَتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِهَا  car mecruru   اَتَيْنَا  fiiline mütealliktir. 


وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَفٰى elif üzere  mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri   هو dir. 

بِ  harf-i ceri zaiddir.  نَا  mütekellim zamiri  كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  حَاسِب۪ينَ  hal olup  nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَاسِب۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan حسب  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ

 

Bu kelam, onların kendisiyle uyarıldıkları kıyamet gününde olacak olanları beyan etmektedir. (Ebüssuûd) 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi  وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ  şeklinde müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Masdar kalıbındaki  الْقِسْطَ , müsnedün ileyh olan  الْمَوَاز۪ينَ  için sıfattır. Masdarla sıfatlanmak mübalağa ifade eder.

Masdarlar bütün cinslere, çoğullar fertlerin toplamına delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c.1, s. 231)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ  cümlesi …وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. 

تُظْلَمُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

نَفْسٌ ’daki tenvin cins ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ve şumûle işarettir.  شَيْـٔاً , masdar yerine gelmiş mef'ûlu mutlaktır.

Ayetteki terazilerin kurulmasıyla, yapılan amellerin değerlendirilme manası kastedilmiştir. Lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.

Terazilerin konulması doğru hesabın kontrolü ve amellerin adil karşılığının verilmesi için temsildir.  الْقِسْطَ ’ın müfred olması da masdar olup mübalağa için sıfat olarak kullanılmasındandır. Kıyamet günü için: Kıyamet gününün cezası için yahut kıyamet halkı için yahut onda demektir, mesela  جئت لخمس خلون من الشهر (ayın beşinde geldim) gibi. (Beyzâvî)

Kıyamet gününe has ifadesi, kıyamet günü insanlarına has demektir. (Kurtubî)

O terazileri koymak, onları hazırlamak demektir. Ferrâ, buradaki  الْقِسْطَ  kelimesi, müfred ise de  الْمَوَاز۪ينَ in (teraziler) sıfatıdır. Bu, senin bir topluluk hakkında “sizler, adaletsiniz” demen gibidir, demiştir. Zeccâc ise: “Bu ifadenin manası, ‘Biz, adil olan teraziler kuracağız.’ şeklindedir.” der. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette  الْمَوَاز۪ينَ , mübalağa ifade etmesi için  الْقِسْطَ  sıfatıyla vasıflandırılmıştır; teraziler adeta bizzat adaletmiş gibi ifade edilmiştir. (Keşşâf)


 وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ

 

وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ  cümlesine  وَ ’la atfedilen cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. İki cümle arasında haberi olmak bakımından mutabakat vardır.  كَانَ ’nin dahil olduğu  كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ  cümlesi şarttır.  كَانَ ’nin haberi olan  مِثْقَالَ حَبَّةٍ, veciz ifade kastıyla izafetle gelmiştir.

İsfehânî;  كَانَ ’nin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda, söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اَتَيْنَا بِهَاۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Car mecrur  مِنْ خَرْدَلٍ , müsned olan  مِثْقَالَ حَبَّةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

خَرْدَلٍ  ve  حَبَّةٍ  kelimelerindeki tenvin kıllet içindir. Kelimelerin nekra gelişi ve  مِنْ  harf-i cerinin dahil oluşu  مِثْقَالَ ’nin azlığında mübalağa ifade eder. 

حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ  (Hardal tanesi) terkibi, son derece az ve değersiz olan amelden kinayedir. (Safvetü’t Tefasir)

مِثْقَالَ - حَبَّةٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şayet “Habbe hardal tanesinden daha büyüktür. Öyleyse nasıl, Cenab-ı Hak,  حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ  demiştir?” denilirse biz deriz ki: “Bunun izah şekli şudur: Sen önce o hardalı bir dinar gibi kabul edeceksin, sonra da habbeyi o dinardan (bir parça gibi) görmeye çalışacaksın ki bundan maksat da ister büyük ister küçük olsun, amellerden hiçbir şeyin Allah katında zayi olmayacağını anlatmaktır.” (Fahreddin er-Râzî)


وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümlede  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sıygası sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

حَاسِب۪ينَ  kelimesi, azamet zamirinden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. İsm-i fail kalıbında gelen hal, bu durumun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

Burada;  حَاسِب۪ينَ [Hesaba çekenler] ifadesinin, “Bizden daha süratli hesaba çeken yoktur.” anlamında olduğu söylenmiştir. (Kurtubî)