وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ ٤٧
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنَضَعُ | kurarız |
|
2 | الْمَوَازِينَ | terazileri |
|
3 | الْقِسْطَ | adalet |
|
4 | لِيَوْمِ | günü için |
|
5 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
6 | فَلَا | asla |
|
7 | تُظْلَمُ | haksızlık edilmez |
|
8 | نَفْسٌ | kimseye |
|
9 | شَيْئًا | hiçbir |
|
10 | وَإِنْ | ve eğer |
|
11 | كَانَ | olsa |
|
12 | مِثْقَالَ | ağırlığınca |
|
13 | حَبَّةٍ | danesi |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | خَرْدَلٍ | bir hardal |
|
16 | أَتَيْنَا | getiririz |
|
17 | بِهَا | onu |
|
18 | وَكَفَىٰ | ve biz yeteriz |
|
19 | بِنَا | olarak |
|
20 | حَاسِبِينَ | hesab gören |
|
Hardele خردل : خَرْدَل Kelimenin küçük hububat tanesi için kullanıldığı aşikardır.
Yine bu kelimenin bâkir, el değmemiş, dokunulmamış ve bozulmamış anlamındaki خَرَدَ'den türemiş olması da uzak bir ihtimal değildir. Bu izah Kur'an-ı Kerim'de geçtiği yerlerde zerre veya habbe değil de hardalın kullanılmasındaki inceliği de ortaya koyar. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak yalnızca 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hardaldır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَضَعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْمَوَاز۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْقِسْطَ kelimesi الْمَوَاز۪ينَ ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. لِيَوْمِ car mecruru نَضَعُ fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُظْلَمُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. نَفْسٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur. شَيْـٔاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri; ظلما ما كبيرا أو صغيرا (Büyük veya küçük haksız yere) şeklindedir.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِثْقَالَ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. حَبَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْ خَرْدَلٍ car mecruru حَبَّةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen اَتَيْنَا بِهَا cümlesi şartın cevabıdır.
اَتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهَا car mecruru اَتَيْنَا fiiline mütealliktir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِ harf-i ceri zaiddir. نَا mütekellim zamiri كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. حَاسِب۪ينَ kelimesi, نَا mütekellim zamirinin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَاسِب۪ينَ ; sülâsî mücerredi حسب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Bu kelam, onların kendisiyle uyarıldıkları kıyamet gününde olacak olanları beyan etmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayet müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَضَعُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
الْمَوَاز۪ينَ - الْقِسْطَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Masdar kalıbındaki الْقِسْطَ , müsnedün ileyh olan الْمَوَاز۪ينَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
Masdarlar bütün cinslere, çoğullar fertlerin toplamına delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c.1, s. 231)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ cümlesi فَ ile …وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet malum sıygadan menfî meçhul sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
تُظْلَمُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
نَفْسٌ ’daki nekrelik, cins ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ve şumûle işarettir.
Mef’ûl olan شَيْـٔاً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
شَيْـٔاً ‘in mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib olduğu da söylenmiştir.
Ayetteki terazilerin kurulmasıyla, yapılan amellerin değerlendirilme manası kastedilmiştir. Lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
Terazilerin konulması doğru hesabın kontrolü ve amellerin adil karşılığının verilmesi için temsildir. الْقِسْطَ ’ın müfred olması da masdar olup mübalağa için sıfat olarak kullanılmasındandır. Kıyamet günü için: Kıyamet gününün cezası için yahut kıyamet halkı için yahut onda demektir, mesela جئت لخمس خلون من الشهر (ayın beşinde geldim) gibi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Kıyamet gününe has ifadesi, kıyamet günü insanlarına has demektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li- Ahkâmi’l-Kur’ân)
O terazileri koymak, onları hazırlamak demektir. Ferrâ, buradaki الْقِسْطَ kelimesi, müfred ise de الْمَوَاز۪ينَ ’in (teraziler) sıfatıdır. Bu, senin bir topluluk hakkında “sizler, adaletsiniz” demen gibidir, demiştir. Zeccâc ise: “Bu ifadenin manası, ‘Biz, adil olan teraziler kuracağız.’ şeklindedir.” der. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette الْمَوَاز۪ينَ , mübalağa ifade etmesi için الْقِسْطَ sıfatıyla vasıflandırılmıştır; teraziler adeta bizzat adaletmiş gibi ifade edilmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l- Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Inşâ cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber üslubundan inşâ üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
Şart üslubundaki terkipte كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ cümlesi şarttır. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin haberi olan مِثْقَالَ حَبَّةٍ, veciz ifade kastıyla izafetle gelmiştir.
مِنْ خَرْدَلٍ car mecruru, مِثْقَالَ ’nin veya حَبَّةٍ ‘in, mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
خَرْدَلٍ ve مِثْقَالَ ‘nin muzafun ileyhi olan حَبَّةٍ kelimelerindeki nekrelik, kıllet içindir. Kelimelerin nekra gelişi ve مِنْ harf-i cerinin dahil oluşu مِثْقَالَ ’nin azlığında mübalağa ifade eder.
مِثْقَالَ - حَبَّةٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan اَتَيْنَا بِهَا , müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Henüz gerçekleşmemiş olayları ifade ederken muzari fiil yerine, olayın vuku bulacağının kesinliğine delalat etmek üzere geleceği, müşahede eder gibi göz önünde canlandırmak için mazi fiil kullanılmasında mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَتَيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Geldi anlamındaki اتى fiili, بِ harfiyle kullanıldığında getirdi manasına gelir. Harf-i cerin fiile mana kazandırması tazmin sanatıdır.
İsfehânî; كَانَ ’nin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda, söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ (Hardal tanesi) terkibi, son derece az ve değersiz olan amelden kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Şayet “Habbe hardal tanesinden daha büyüktür. Öyleyse nasıl, Cenab-ı Hak, حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ demiştir?” denilirse biz deriz ki: “Bunun izah şekli şudur: Sen önce o hardalı bir dinar gibi kabul edeceksin, sonra da habbeyi o dinardan (bir parça gibi) görmeye çalışacaksın ki bundan maksat da ister büyük ister küçük olsun, amellerden hiçbir şeyin Allah katında zayi olmayacağını anlatmaktır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِنَا ’deki ب harfi zaiddir.
كَفٰى fiilinin mef‘ûlü hazfedilmiştir; فَلَا تُظۡلَمُ النّاسَ شَیۡـࣰٔاۖ sözü delalet eder. Takdiri şöyledir: كَفى النّاسَ نَحْنُ في حالِ حِسابِهِمْ ‘İnsanlara, hesapları görülürken biz yeteriz.’ Mana da şöyledir: Onlar bizim gibi adaletle hesap görecek başka bir hesaplayıcıya ihtiyaç duymazlar. Bu, kimsenin hak etmediği bir ceza ile cezalandırılmayacağına dair insanlara bir güvence, aynı zamanda azaptan sakındırma ve sevaba teşviktir.
حَاسِب۪ينَ ifadesindeki çoğul zamir, بِنَا sözünde yer alan azamet zamirine uygundur. Buradaki الباءُ edatı ise pekiştirme içindir. Asıl yapı كَفَيْنا النّاسَ (Biz insanlara yeteriz)” şeklindedir. Bu “bâ” harfi, genellikle كَفٰى fiilinden sonra gelir ve çoğunlukla faile dahil olur. Bazen de mef‘ûle dahil olur; nitekim hadiste şöyle denmiştir: كَفى بِالمَرْءِ إثْمًا أنْ يُحَدِّثَ بِكُلِّ ما سَمِعَ “Kişiye, duyduğu her şeyi anlatması günah olarak yeter.”
حَاسِب۪ينَ kelimesi, azamet zamirinden hal olarak ıtnâbdır. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
حَاسِب۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesi işaret etmiştir.
Burada; حَاسِب۪ينَ [Hesaba çekenler] ifadesinin, “Bizden daha süratli hesaba çeken yoktur.” anlamında olduğu söylenmiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)