Tâ-Hâ Sûresi 120. Ayet

فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى  ...

Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَوَسْوَسَ nihayet fısıldadı و س و س
2 إِلَيْهِ ona
3 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
4 قَالَ dedi ki ق و ل
5 يَا ادَمُ Adem
6 هَلْ mi?
7 أَدُلُّكَ sana göstereyim د ل ل
8 عَلَىٰ
9 شَجَرَةِ ağacını ش ج ر
10 الْخُلْدِ ebedilik خ ل د
11 وَمُلْكٍ ve bir hükümranlığı م ل ك
12 لَا
13 يَبْلَىٰ yok olmayacak ب ل و
 
Genellikle müfessirler bu âyetlerle Kur’an’da uyarılara tekrar tekrar yer verildiğini bildiren 113. âyet arasında bağ kurarlar; burada, insanoğlunun ilâhî uyarılar karşısındaki hatalı tutumunun ilk atasından beri görülen bir durum olduğuna işaret bulunduğunu belirtirler (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 123). Bu sûreden önce inen Sâd ve A‘râf sûrelerinde Âdem’in yaratılması ve İblîs’in ilâhî buyruğa karşı gelmesi olayına geniş yer verilmiştir. Yine A‘râf sûresinde Âdem’e –yasak ağaca yaklaşmamaları koşuluyla– eşiyle birlikte cennette kalma imkânı verildiğinden, fakat şeytanın kışkırtması sonucu buradan çıkarıldıklarından, ardından da yaptıkları yüzünden derin pişmanlık duyduklarından söz edilmiştir. Aynı konulara farklı bağlamlarda ve farklı üslûplarla değinilmesi, Kur’an’ın hususiyetleri hakkında bilgi sahibi olanlar için yabancı bir durum değildir. Burada önceki değinilerden farklı olarak Âdem’in tövbesinin kabul edildiğinden hatta onun seçkin kılındığından yani peygamber olarak görevlendirildiğinden (Şevkânî, III, 439) söz edilmektedir. Bu bağlamdan şu sonucu çıkarmak mümkündür: Her ne kadar insanoğlunun ilâhî uyarı ve bildirimler karşısındaki hatalı tutumu ilk atasından beri görülen bir durum ise de, insanlar –hıristiyan inancında kabul edildiğinin aksine– dünyaya ilk atalarının işlediği günah sebebiyle günahkar olarak gelmezler; Âdem işlediği günahtan sonra tövbe etmiş ve tövbesi kabul edilmiştir. Şu halde Hz. Âdem’den sonra da her insan bir taraftan günah işlemeye yatkın bir ortamda ve iyiliğe de kötülüğe de kullanılabilecek yeteneklerle donatılmış olarak sınava tâbi olacak, bir taraftan da işlediği günahlardan arınmak için aracı koymaksızın, bizzat rabbine yalvarıp, af dileyecektir. Bu ilkeden yola çıkıldığında ise Hıristiyanlığın temel akîde esaslarından olan rabbin insanlığı bu aslî günahtan arındırmak için Îsâ’yı kurban ettiği iddiası temelden yoksun kalmaktadır. Dolayısıyla, burada Hz. Âdem hakkında bu bilgiye yer verilmesi ile bu sûrenin Hz. Îsâ’nın nasıl dünyaya geldiğini açıklayan ve bu konudaki yanlış kabulleri mahkûm eden Meryem sûresinden sonra inmiş olması arasında bir anlam örgüsü bulunduğunu söylemek mümkündür (Derveze, III, 92-93; Âdem’in yaratılışı, İblîs’in Allah’a isyan etmesi; kendisiyle birlikte, aldattığı Âdem ve eşinin cennetten çıkarılmaları hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30 vd.; A‘râf 7/11 vd.).
 
 115. âyetin “Âdem’den söz almıştık” şeklinde çevirdiğimiz kısmını “Âdem’e buyruğumuzu bildirmiştik” şeklinde anlayanlar da vardır. Bu yorumda söz konusu olan buyruk, kendisinin ve eşinin düşmanı olan şeytana uymamasıyla ilgili uyarı olup 117. âyette ayrıca açıklanmıştır. 
 
 Aynı âyetin “Biz onda yeterli bir kararlılık görmedik” şeklinde çevirdiğimiz kısmı değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Bir yoruma göre, burada Âdem’in önce yasak ağaçtan yememeye karar vermişken, şeytanın kışkırtması karşısında kararlı davranamadığı veya yapılan cazip öneriye karşı direnemediği anlatılmaktadır. Diğer bir yoruma göre ise burada maksat, Âdem’in günah işlemede ısrarlı davranmamış olduğudur (Şevkânî, III, 438). Bu âyetteki lafzan “unuttu” anlamına gelen fiil daha çok“Rabbinin buyruğunu terketti” şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 124).
 
 124. âyette ifadesini bulan “Allah’ı anmaktan yüz çevirme”, Allah’ı inkâr etme, O’nun gösterdiği yolu beğenmeme, öğütlerine kulak asmama gibi mânalarla açıklanmıştır. Aynı âyette söz konusu edilen “sıkıntılı hayat”ın mahiyeti ve nerede olacağı hususunda ise ilk dönem müfessirlerinden farklı rivayet ve yorumlar nakledilmiştir. Burada sözü edilen sıkıntılı yaşantının kabir hayatı aşamasıyla ilgili olduğu veya âhirette yaşanacak sıkıntılara işaret edildiği rivayetlerinin yanı sıra dünya hayatındaki sıkıntılar anlamına ağırlık veren rivayet ve izahlar da vardır. Dünya hayatındaki sıkıntı, bu tür kimselerin maddî açıdan bolluk içinde olsalar bile, inançsızlığın, yanlış hedeflere yönelmenin, haram yollardan kazanmanın verdiği psikolojik baskı altında büyük bir darlık ve sıkıntı hissedecekleri, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacının mutluluğundan yoksun kalmanın ıstırabını tadacakları şeklinde yorumlanabilir (bk. Taberî, XVI, 225-227). Allah’a ve âhirete inanmayanların, inananlara göre çok daha dar bir maddî-mânevî alan tasavvuru ve bu tasavvura bağlı darlık içinde yaşayacakları da ayrı bir gerçektir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 657-658
 
Riyazus Salihin, 1890 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennette öyle bir ağaç vardır ki, idmanlı bir ata binmiş olan kimse onun bir ucundan diğerine yüz senede varamaz.”
Buhârî, Rikak 51; Müslim, Cennet 8 
Buhârî (Bed'ü'l-halk 8, Tefsîru sûre (56), 1) ve Müslim’in (Cennet 8) Ebû Hureyre’den naklettikleri başka rivayetlere göre Resûl-i Ekrem, “Bir süvari o ağacın gölgesinde yüz sene gider de bir ucundan diğerine varamaz” buyurdu.
 

فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  وَسْوَسَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اِلَيْهِ  car mecruru  وَسْوَسَ  fiiline mütealliktir.  الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli  يَٓا اٰدَمُ ’dir.  يَٓا  nida harfidir.  اٰدَمُ  münada olup damme üzere mebni müfred alem olduğundan mahallen mansubdur.

هَلْ  istifham harfidir.  اَدُلُّكَ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى شَجَرَةِ  car mecruru  اَدُلُّكَ  fiiline müteallıktır.  الْخُلْدِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مُلْكٍ  atıf harfi و ’la makabline matuftur.  لَا يَبْلٰى  cümlesi  مُلْكٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 

1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَبْلٰى  fiili, mukadder damme ile merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

 

فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  اِلَيْهِ  önemine binaen faile takdim edilmiştir.


 قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Burada önce şeytanın vesvesesi zikredilmiş; ardından bu vesvesenin ne olduğu açıklanmıştır. Görüldüğü gibi, maksat şeytanın vesvesesini açıklamaktır. Onun için  قَالَ يَٓا اٰدَمُ, atf-ı beyândır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) Ayetin bu cümlesi, ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır.

İtiraziyye olan  يَٓا اٰدَمُ  cümlesi nidâ üslubunda talebî inşâî isnaddır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ  cümlesi,  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim şeytan, muhatap Âdem’dir (a.s.).

هَلْ أُدُلُّكَ  arz, takdim manasında gelmiş bir istifhamdır. Hakikate yakınlığı dolayısıyla nidadan sonra gelen ve istifhama en uygun mecazî manadır. (Âşûr)

لَا يَبْلٰى  cümlesi  مُلْكٍ  için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek cümleye hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Nekre kelimelerden sonra gelen cümleler sıfat olurlar.

[Sen burada acıkmayacak çıplak kalmayacaksın, burada susuzluk çekmeyeceksin. Güneşin sıcağında kalmayacaksın. (Ta-Ha Suresi, 117-119)] ifadeleri ile Hz. Âdem’i sürekli bu rahatlığa, muntazam bir geçime teşvik etmiş, İblis de onu [Seni ebedilik ağacına götüreyim mi? ifadesi ile sürekli bir rahata, ve zeval bulmayacak bir mülke götüreyim mi?] ifadesi ile muntazam bir geçime teşvik etmiştir. Binaenaleyh Allah'ın onu teşvik ettiği şey ile İblis'in teşvik ettiği şey aynıdır. Fakat Cenab-ı Hakk böyle bir hayatı onun o ağaçtan uzak durması şartına, İblis ise bunu onun o ağaçtan yemesi şartına bağlamıştır. Kim bu konuda iyice düşünürse şaşkınlığı ve hayreti artar, en sonunda bu hadisenin Allah'ın kaza ve kaderinden kurtuluşun olmadığına, ona hiçbir şeyin engel olmayacağına ve delilin çok açık ve kuvvetli olmasına rağmen, ancak Allah'ın takdiri ile fayda vereceğine bir dikkat çekme olduğunu anlar. (Fahreddin er-Râzî)

Ağacın ölümsüzlük ve eksilmeyecek kudret özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

Bu ayetteki her iki cümle lafzen haberîdir, aralarında uyum vardır. Anlam bakımından da cümleler uyumludur çünkü birinci cümlede şeytanın Hz. Âdem’e vesvese verdiği söylenmiş ama ne olduğu açıklanmamıştır. İkinci cümlede ise şeytanın verdiği vesvesenin ne olduğu açıklanarak birinci cümlenin kapalılığı giderilmiştir. Cümleler atıfla gelseydi, şeytanın vesvese verdiği anlaşılacaktı ancak açıklanmadığından bunun ne olduğu bilinemeyecekti. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)