تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تِلْكَ | işte o |
|
2 | الرُّسُلُ | elçiler ki |
|
3 | فَضَّلْنَا | üstün kıldık |
|
4 | بَعْضَهُمْ | kimini |
|
5 | عَلَىٰ | karşı |
|
6 | بَعْضٍ | kimine |
|
7 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
8 | مَنْ | kimine |
|
9 | كَلَّمَ | konuştu |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | وَرَفَعَ | ve yükseltti |
|
12 | بَعْضَهُمْ | kimini de |
|
13 | دَرَجَاتٍ | derecelerle |
|
14 | وَاتَيْنَا | ve verdik |
|
15 | عِيسَى | Îsa’ya |
|
16 | ابْنَ | oğlu |
|
17 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
18 | الْبَيِّنَاتِ | açık deliller |
|
19 | وَأَيَّدْنَاهُ | ve onu destekledik |
|
20 | بِرُوحِ | Ruh ile |
|
21 | الْقُدُسِ | Kudüs |
|
22 | وَلَوْ | ve eğer |
|
23 | شَاءَ | dileseydi |
|
24 | اللَّهُ | Allah |
|
25 | مَا |
|
|
26 | اقْتَتَلَ | öldürmezlerdi |
|
27 | الَّذِينَ | kimseleri (milletleri) |
|
28 | مِنْ |
|
|
29 | بَعْدِهِمْ | onların arkasından gelen |
|
30 | مِنْ |
|
|
31 | بَعْدِ | sonra |
|
32 | مَا |
|
|
33 | جَاءَتْهُمُ | gelmiş olduktan |
|
34 | الْبَيِّنَاتُ | açık deliller |
|
35 | وَلَٰكِنِ | fakat |
|
36 | اخْتَلَفُوا | anlaşmazlığa düştüler |
|
37 | فَمِنْهُمْ | onlardan |
|
38 | مَنْ | kimileri |
|
39 | امَنَ | inandı |
|
40 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
41 | مَنْ | kimi de |
|
42 | كَفَرَ | inkar etti |
|
43 | وَلَوْ | eğer |
|
44 | شَاءَ | dileseydi |
|
45 | اللَّهُ | Allah |
|
46 | مَا |
|
|
47 | اقْتَتَلُوا | birbirlerini öldürmezlerdi |
|
48 | وَلَٰكِنَّ | ama |
|
49 | اللَّهَ | Allah |
|
50 | يَفْعَلُ | yapar |
|
51 | مَا | şeyi |
|
52 | يُرِيدُ | dilediği |
|
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. الرُّسُلُ işaret isminden bedel olup, damme ile merfûdur. فَضَّلْنَا cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Bu cümlede الرُّسُلُ ’ nün haber, فَضَّلْنَا cümlesinin hal olmasına da cevaz vardır.
فَضَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بَعْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى بَعْضٍۢ car mecruru فَضَّلْنَا fiiline mütealliktir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَضَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فضل ’ dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ
İsim cümlesidir. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَلَّمَ اللّٰهُ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, كلّمه şeklindedir.
كَلَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. رَفَعَ بَعْضَهُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ’ la مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir.
رَفَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. بَعۡضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. دَرَجَاتٍ hal olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَلَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ’ dir.
وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. ع۪يسَى mef‘ûlun bih olup, gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. ابْنَ kelimesi ع۪يسَى ‘ dan bedel veya onun sıfatı olup mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. مَرۡیَمَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
الْبَيِّنَاتِ ikinci mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. اَيَّدْنَاهُ cümlesi, atıf harfi وَ ’ la اٰتَيْنَا ’ ya matuftur.
اَيَّدْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِرُوحِ car mecruru اَيَّدْنَاهُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْقُدُسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَيَّدْنَاهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi أيد ’ dir.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-i cazim şart harfidir. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır.
شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Fiilin mef’ûlu bihi mahzuftur. Takdiri; لو شاء عدم اختلافهم (İhtilaf etmemelerini isteseydi) şeklindedir. Şartın cevabı مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ ‘ dir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اقْتَتَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru, ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru اقْتَتَلَ fiiline mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْبَيِّنَاتُ fail olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنِ istidrak harfidir. لٰكِنّ ’ den muhaffefedir. Amel etmemiştir.
اخْتَلَفُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ ta’liliyyedir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir.
وَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرَۜ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir.
لٰكِنَّ ’nin tahfifi لٰكِنْ şeklinde olur. Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle vav (و) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ٱقۡتَتَلَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi قتل ’ dir.
اخْتَلَفُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’ dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اٰمَنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’ dir.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟
وَ atıf harfidir. لَوۡ gayr-i cazim şart harfidir. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır.
شَاۤءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Fiilin mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri; عدم اقتتالهم (Onlarla savaşmamak) şeklindedir. Şartın cevabı مَا اقْتَتَلُوا ‘ dür. Cümlenin tekrarı kelamı tekid etmek içindir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اقْتَتَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. لٰكِنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl, لَـٰكِنَّ ’ nin ismi olup fetha ile mansubdur. يَفْعَلُ cümlesi, لٰكِنَّ ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَفْعَلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُر۪يدُ۟ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
یُرِیدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
یُرِیدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
اقْتَتَلُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi قتل ’dir.
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin, yani resullerin mertebesinin yüceliğini gösterir, önemini vurgular ve onlara tazim ifade eder.
ٱلرُّسُلُ işaret isminden bedeldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Müsned olan فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
بَعْضٍۢ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تِلۡكَ uzaklık ifade eder. Burada peygamberlerin mertebelerinin yüceliğini gösterir. Bu ayette taksim sanatı vardır.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, S. 190)
Bundan önceki ayette Peygamberin hak Peygamberlerden olduğu beyan edildikten sonra bu ayette de Peygamberin (s.a.v) en üstün ve en büyük Resuller ( مِنْ اَفَاضَلُ الرُّسُلُ الْعِظَامُ ) den olduğuna işaret edilmektedir. تِلۡكَ [işte] Peygamberimizin de dahil olduğu Peygamberler cemaatine işarettir. تِلۡكَ daha önce de belirtildiği gibi uzaktaki varlıklar için kullanılır. Buradaki kullanılış sebebi Peygamberlerin cemaat olarak yüksekliğini ve faziletteki mertebelerinin yüceliğini bildirmektir.
Bir görüşe göre ise تِلۡكَ bu surede kıssaları zikredilen Peygamberlere işarettir.
Bir görüşe göre de bu işaret, Peygamberimizin (s.a.v), haklarında bilgi sahibi olduğu Peygamberler içindir.
Bu cümlenin anlamı: "Kemâl mertebeleri itibariyle o peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık. Hikmetimizin gereği olarak başka peygamberlerde bulunmayan bir takım meziyetleri kimi peygamberlere tahsis ettik." (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
a) Bundan maksat, Kur'an-ı Kerim'de İbrahim, İsmail, İshâk, Yakûb, Musa ve diğerleri (aleyhisselâm) gibi zikredilen peygamberlerdir.
b) Bu ifadeden maksat, bu ayetten önceki ayetlerde zikredilen Eşmayil, Dâvûd, ve peygamber olduğunu söyleyenlere göre Tâlût gibi peygamberlerdir.
c) Esamm'ın görüşüne göre bu peygamberler, kendilerine, "Eğer Allah insanların bir kısmının (fesadını) bir kısmıyla önlemeseydi, dünya mutlaka fesada uğrardı" (Bakara. 251) ayetiyle işaret edilen ve Allahü Teâlâ'nın fesadı def etmek için yollamış olduğu peygamberlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1551)
مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ
Beyanî istînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِّنۡهُم mahzuf mukaddem habere mütealliktir. İsm-i mevsûl مَنْ , muahhar mübtedadır. Sılası olan كَلَّمَ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ cümlesi, وَ ‘la beyani istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir.
Cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki cümledeki azamet zamirinden bu cümlede gaibe iltifat sanatı vardır.
دَرَجَاتٍۜ haldir. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
بَعْضَهُمْ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah’ın konuştuğu Peygamber, Musa (a.s) 'dır. Musa (a.s); Kelimullah, İsa (a.s); Kelimetullah 'dır. Çünkü bir kelime ile; كُنْ emri ile babasız dünyaya gelmiştir. İsa peygamberden عِیسَى ٱبۡنَ مَرۡیَمَ şeklinde bahsedilmesi hem İsrailoğulları'nın çirkin isnadlarına tariz, hem de ona İlah ve İlahın oğlu diyen Hristiyanlara reddiyedir.
(Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1552)
مِّنۡهُم مَّن كَلَّمَ ٱللَّ bölümü, önceki bölümde ifade edilen üstünlüğü açıklar. Edebiyatta buna taksim ismi verilir. فَمِنۡهُم مَّنۡ ءَامَنَ وَمِنۡهُم مَّن كَفَرَۚ bölümünde de aynı sanat vardır.(Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Allah Teâlâ اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ [Şüphesiz sen gönderilmiş elçilerdensin.] (Yâsîn, 36/3) ayet-i kerimesinde zikredilen bu peygamberleri veya özellikle bu surede Hz. Âdem ’den Hz. Davud’a kadar zikredilen peygamberleri ya da Kur’an’ın tamamında zikredilen peygamberlerin hepsini peygamber olarak aynı isimle anmıştır. Daha sonra risaletin dışındaki bazı hususlarda birbirlerinden üstün olduklarını açıklamıştır. Müminler de müminlik sıfatında eşit, imandan sonraki itaat vasfında birbirlerinden farklı seviyelerdedir.
فَضَّلۡنَا بَعۡضَهُمۡ عَلَىٰ بَعْضٍۢ [Bir kısmını diğerine üstün kıldık.] Yani peygamberlikten sonraki makam ve dereceleri hususunda [üstün kıldık] demektir.
Bu peygamberler arasında, Allah Teâlâ’nın kendisiyle konuşmuş oldukları vardır. Bir açıklamaya göre دَرَجَاتٍۜ kelimesi mef‘ûldür. بَعۡضَهُمۡ ifadesi بَ harf-i cerinin kaldırılmasıyla nasb edilmiştir. Yani bazıları üzerine yükselttik. Bir görüşe göre bu ifade ayette önce geçen [Birbirleri üzerine üstün kıldık.] ifadesine bağlıdır. Yani birbirleri üzerine üstün kıldık ve bazılarının derecelerini yükselttik. Bunu, “bazılarını” ifadesini zikredip açıklamış ve “Onlardan bazısı vardır ki Allah onunla konuşmuştur.” buyurmuştur. Bu ifade önce geçmiş olsa da mana olarak sonra gelir. Bir görüşe göre takdim ve tehir yoktur; her söz yerli yerindedir.(Nesefî, Medâriku’t -Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ
وَ ‘la فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاَيَّدْنَاهُ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Birbirine matuf iki cümlede de fiillerin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade etmiştir.
Hz. Îsâ’nın mucizeleri ölüleri diriltmesi, hastalara şifa vermesi, alaca hastalarını ve körleri iyi etmesi, toprağa kuş sureti verip canlandırmasıdır. Bir görüşe göre burada kastedilen İncil ve mucizelerdir. [Ve onu Rûhu’l-Kudüs ile güçlendirdik.] Yani onu Cebrail ile destekledik. Bir görüşe göre burada kastedilen İncil’dir. Bir görüşe göre Allah’ın İsm-i Âzamıdır. Bir görüşe göre onun temiz ruhudur. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ
وَ , istînâfiyyedir. Âşur ise itiraziyye olduğu görüşündedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte لَوۡ , gayr-i cazim şart edatıdır. Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi olan شَٓاءَ اللّٰهُ ; faide-i haber ibtidaî kelamdır. شَٓاءَ fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Nahivciler لَوۡ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacı bekir oğlu)
لَوۡ ,muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder.(Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, 5/63)
مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ cümlesi şartın cevabıdır. Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiilin مَٓا harfiyle olumsuzlanması, لَمْ harfiyle olumsuzlanmasından daha kuvvetlidir. Çünkü مَٓا harfiyle olumsuzlanmış mazi fiil, لَمْ ile olumsuzlanmış mazi fiilin aksine, kasemin cevabı olarak gelir. Dolayısıyla bu tabir tekitli bir olumsuzluk demektir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir yolu, c. 3, s. 219)
Fail olan ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ ‘nin sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ بَعْدِهِمْ car-mecruru, bu mahzuf sılaya mütealliktir.
Masdar harfi مَا ve akabindeki جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ cümlesi masdar tevilinde, اقْتَتَلَ fiiline müteallik olan مِنْ بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhidir
Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtiaî kelam olan terkip şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
جَٓاءَ fiili, الْبَيِّنَاتُ ‘ya isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre sanatı vardır. Canlılara mahsus olan gelme fiili الْبَيِّنَاتُ ‘ya nispet edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
مِنْ بَعْدِ - الْبَيِّنَاتُ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا
وَلَـٰكِنِ ٱخۡتَلَفُوا۟ cümlesinde وَ istînâfiyye, لَـٰكِنِ istidrâk harfidir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لٰكِنْ şeddeden muhaffeftir, ibtida harfidir, amel etmez. Sadece istidrak ifade eder. Kendisinden önce atıf edatı geldiğinden, atıf harfi olamaz. Kendisinden sonra müfred kelime geldiğinde, atıf edatı olmakla beraber, istidrak manasını da korur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Bakara/12, c.1, s. 475)
فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ
فَ ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri, kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنۡهُم mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَّنۡ muahhar mübtedadır.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sıla cümlesi olan اٰمَنَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ cümlesi, وَ ‘ la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
فَمِنۡهُم مَّنۡ ءَامَنَ cümlesi ile وَمِنۡهُم مَّن كَفَرَۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَّن ’lerin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ءَامَنَ - كَفَرَۚ lafızları arasında da tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İhtilafa düşenlerin iman edenler ve küfredenlerden olduğunun bildirilmesi taksim sanatıdır.
وَلَوۡ شَاۤءَ ٱللَّهُ [Allah dileseydi] -bu, zorlama anlamında bir dilemedir - مَا ٱقۡتَتَلَ [savaşmazlardı] yani peygamberlerden sonra gelenler dinde ihtilafa düşmek, mezheplere bölünmek ve birbirlerini tekfir etmek gibi nedenlerden dolayı savaşmazlardı. وَلَـٰكِنِ ٱخۡتَلَفُوا۟ [Fakat anlaşmazlığa düştüler;] فَمِنۡهُم مَّنۡ ءَامَنَ [içlerinden kimi iman etti] çünkü bunlar peygamberlerin dinine bağlı kaldılar. وَمِنۡهُم مَّن كَفَرَۚ [kimi inkâr etti], bunlar da o dinden yüz çevirdiler. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟
وَ istînâfiyye, لَوۡ şartiyyedir. Şart üslubundaki terkipte لَوۡ , gayrı cazim şart edatıdır. Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi olan شَٓاءَ اللّٰهُ ; faide-i haber ibtidaî kelamdır. شَٓاءَ fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
مَا اقْتَتَلُوا cümlesi şartın cevabıdır. Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtiaî kelam olan terkip şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Atıfla gelen وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟ cümlesi, şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi inşâ cümlesine atfedilmiştir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
İstidrak harfi لَـٰكِنَّ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isin cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
لَـٰكِنَّ ’ nin ismi telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için lafza-i celâlle gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsned olan يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Masdar harfi مَا ve akabindeki يُر۪يدُ۟ cümlesi masdar tevilinde, يَفْعَلُ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُر۪يدُ۟ - شَٓاءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette tekrarlanan وَلَوۡ شَاۤءَ ٱللَّهُ مَا ٱقۡتَتَلَ ibareleri arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا [Allah dileseydi onlar savaşmazlardı.] Buradaki tekrar, anlamı vurgulamak içindir. وَلَـٰكِنَّ ٱللَّهَ یَفۡعَلُ مَا یُرِیدُ [Lakin Allah dilediğini yapar.] Burada Allah Teâlâ fiilin ve iradenin kendisine ait olduğunu bildirmiştir. Böylece kulların iyi veya kötü her eylemlerinin Allah’ın dilemesi ve var etmesiyle ortaya çıktığı sabit olmuştur. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)