لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَـاعاً بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا | yoktur |
|
2 | جُنَاحَ | bir günah |
|
3 | عَلَيْكُمْ | size |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | طَلَّقْتُمُ | boşarsınız |
|
6 | النِّسَاءَ | kadınları |
|
7 | مَا |
|
|
8 | لَمْ |
|
|
9 | تَمَسُّوهُنَّ | henüz dokunmadan |
|
10 | أَوْ | ya da |
|
11 | تَفْرِضُوا | belirlemeden |
|
12 | لَهُنَّ | onlara |
|
13 | فَرِيضَةً | mehir(lerini) |
|
14 | وَمَتِّعُوهُنَّ | ve onları faydalandırsın |
|
15 | عَلَى |
|
|
16 | الْمُوسِعِ | eli geniş olan |
|
17 | قَدَرُهُ | kendi gücü nisbetinde |
|
18 | وَعَلَى |
|
|
19 | الْمُقْتِرِ | eli dar olan da |
|
20 | قَدَرُهُ | kendi gücü nisbetinde |
|
21 | مَتَاعًا | bir geçimlikle |
|
22 | بِالْمَعْرُوفِ | güzel |
|
23 | حَقًّا | bu bir borçtur |
|
24 | عَلَى | üzerine |
|
25 | الْمُحْسِنِينَ | iyilik edenlerin |
|
“Farida” Erkeğin kadına evlilik sözleşmesi sırasında vermek zorunda olduğu sosyal güvenceyi ifade eder. İslam fıkhında “mehir“ olarak adlandırılan bu uygulamanın kişinin “yapmak zorunda olduğu ilahi emir“ anlamına gelen “farida” şeklinde adlandırılmış olması anlamlıdır.
Aynı zamanda ayet, nikahtan sonra da mehire karar verilebileceğinin delilidir.
Sahabe efendilerimizden gücüne göre mehir olarak hurma veren, zırhını veren ya da sure ezberleyenler vardı.
Abdullah b. Abbas (r.a) tan rivayet edildiğine göre, Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile evlenirken Rasûlullah (s.a.s) kendisine; "O`na bir şey ver" dedi. Ali: "Bende bir şey yok" deyince de; "Hutamî zırhını verebilirsin" buyurdular.
Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahabeye Allah`ın elçisi mehir vermesini bildirdi. Evinden de eli boş dönünce; "Demirden bir yüzük de olsa bak" deyip, yeniden eve gönderdi. Yine boş dönünce, ne miktar Kur`an-ı Kerîm bildiğini sordu ve sonunda şöyle buyurdu: "Haydi git, onu sana bildiğin Kur`an karşılığında verdim" (eş-Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, VI, 170).
Ferada فرض : Sert bir şeyi kesip onda iz bırakmak. Söz konusu şeyde hükmün kesinleşmesi nokta-i nazarından söylenir. Zekat için alınan şeye denir. Sözünün geçtiği her yer Allah'ın kişiyi yapmakla zorunlu kıldığı şeyle alakalıdır. Sözünün geçtiği her yer ise kişinin sözü edilen şeyi kendisine yasaklamamasıyla alakalıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri farz, farzı muhal, faraza, farazi, faraziye ve farizadır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Muqtir nafakayı azaltmak demektir. Ayette yoksul manasında kullanılmıştır. Qutâr (قتار) odun ve benzerlerinden yükselen duman demektir. Sanki yoksul kişi bir şeyin dumanını almaktadır.
لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ
İsim cümlesidir. لاَ cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
جُنَاحَ kelimesi لَا ’ nın ismi olup fetha üzere mebnidir. عَلَیۡكُمۡ car mecruru, لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَلَّقْتُمُ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, إن طلّقتم النساء فلا جناح عليكم.(Kadınlarınızı boşadığınızda size günah yoktur.) şeklindedir. مَا zamanla ilgili masdariyyedir. مَا ve masdar-ı müevvel, لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir.
لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَمَسُّو fiili نَ ’ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
أَوۡ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. تَفۡرِضُوا۟ لَهُنَّ فَرِیضَة cümlesi, atıf harfi أَوۡ ile تَمَسُّوهُنَّ ’ ye matuftur.
تَفْرِضُوا fiili نَ ’ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُنَّ car mecruru تَفْرِضُوا fiiline mütealliktir. فَرِیضَة mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
طَلَّقۡتُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi طلق ’ dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَـاعاً بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَتِّعُوهُنَّ fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ cümlesi, مَتِّعُوهُنَّ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. عَلَى الْمُوسِعِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. قَدَرُهُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. عَلَى الْمُقْتِرِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. قَدَرُهُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَتَـاعاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru مَتَـاعاً ’ nın mahzuf sıfatına mütealliktir. حَقاًّ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri; حق ذلك حقا (Bu hak olarak gerçekleşti) şeklindedir. عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ car mecruru حَقاًّ ’ a müteallik olup, cer alameti ي ‘ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal. Ayette şibh cümle şeklindedir. (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَتِّعُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi متع ’ dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُوسِعِ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
مُقْتِرِ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
ٱلۡمُحۡسِنِینَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مَعْرُوفِ kelimesi, sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمْ ’un müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ terkibi mecrur zamirin değişikliği ile Kur'ânda 9, Bakara Suresinde 5 kere geçmiştir. Bu ibareler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İstînâfiye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı önceki şart cümlesinin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri; فلا جناح عليكم (size günah yoktur.) şeklindedir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
ٱلنِّسَاۤء ‘ nın elif lamla marifeliği cins içindir. Nefy siyakta umum ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Zaman zarfı manasındaki masdar harfi مَا ve akabindeki لَمْ تَمَسُّوهُنَّ cümlesi, masdar tevilinde, لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. Masdar-ı müevvel menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Dokunmak anlamındaki مَسُّ fiili, cinsel ilişki manasında kinayedir.
تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةً cümlesi, أَوۡ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî üsluptan müspet üsluba iltifat sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَهُنَّ , ihtimam için, mef’ûl olan فَر۪يضَةً ‘e takdim edilmiştir
تَفۡرِضُوا۟ - فَر۪يضَةً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَتِّعُوهُنَّ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle atıf harfi وَ ’ la … اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عَلَيْكُمْ - لَهُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Boşanan kadına verilen mal, boşanmanın üzüntüsünü teselli mahiyetindedir.
Yüce Allah; مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ [Onlara dokunmadığınız müddetçe] buyurarak kulları birbirleriyle konuşurken güzel kelimeleri seçsinler diye onlara edep öğretmek maksadıyla مَسّ (dokunma) kelimesini kinaye olarak cinsel ilişki manasında kullanmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
لَمْ تَمَسُّوهُنَّ [Onlara temasta bulunmadığınız] onlarla cinsel ilişkide bulunmadığınız, تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ [ya da bir mehir belirlemediğiniz sürece] onlar için bir mehir belirlemeniz hariç yahut mehir belirleyeceğiniz ana dek [kadınları boşamanızda] mehrin gerekliliği adına size bir [vebal] bir takibat [yoktur.] Farizanın farz kılınışı mehrin isim olarak zikredilmesi demektir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı ’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
Bir görüşe göre bu ayet-i kerime ilişkiye girmeden ve mehir belirlemeden boşadığı kadına mehir vermeyen kişinin sorumluluğunu kaldırma ile ilgilidir. Önceki ayet-i kerimelerde Allah Teâlâ mehri vermemenin, geri almanın ve mehre engel olmak için birbirine zarar vermenin üzerinde şiddetle durduğu için bazı kimseler mehir belirlemeden ve kendisiyle ilişkiye girilmeden boşanan kadınlara mehir vermemeyi de günah sanmışlardı. Bunda bir günah olmadığı onlara bildirildi. Bu durumda mehir gerekli değildir. Gerekli olan “onlara müt‘a verin” ayetinde belirtildiği üzere hediye cinsinden bir şey vermektir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Cümle, مَتِّعُوهُنَّ ‘daki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur عَلَى الْمُوسِعِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. قَدَرُهُ, muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Genişlik sahibi anlamında ism-i fail vezninde gelen الْمُوسِعِ kelimesinde istiare vardır. Mekan için kullanılan bu kelime, kapsamın umumu için müstear olmuştur. Gücü yeterli kimse, çok sayıda şeyi içinde barındırabilecek geniş bir alana benzetilmiştir.
Aynı üslupta gelen وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَـاعاً بِالْمَعْرُوفِۚ cümlesi, makabline tezat sebebiyle atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib olarak bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
بِالْمَعْرُوفِۚ car-mecruru, مَتَـاعاً ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın ve mef’ûlü mutlakın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. Bakara/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ cümlesiyle وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَـاعاً بِالْمَعْرُوفِۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الْمُوسِعِ - الْمُقْتِرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
قَدَرُهُ - الْمُقْتِرِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَدَرُهُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. حَقًّا kelimesi, takdiri حق ذلك (Bu hak olarak gerçekleşti) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
İsm-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade eden الْمُحْسِن۪ينَ kelimesi başındaki عَلَى harfiyle حَقًّا kelimesine mütealliktir.
عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ [Zengin de fakir de durumuna göre vermelidir.] ٱلۡمُوسِعِ : zengin demektir. Ona genişlik sağlandığı yani geniş imkânlara sahip olduğu için bu kelime kullanılır. ٱلۡمُقۡتِرِ, malı az olan kişidir. تقتير : az harcamak demektir. قترِ : toz demek olup o da az miktarda toprak demektir. حَقًّا عَلَى ٱلۡمُحۡسِنِینَ [İyilikle bir hediye verin.] Mef‘ûlu mutlak olarak mansubdur. Fiil önce geçmiştir. Kat‘ edildiği için mansub olduğunu söyleyenler de vardır. [Zengine verebileceği kadarı vardır.] ifadesinde قَدَرُهُۥ kelimesi merfûdur. Biri marife iken diğeri nekredir. Ref halinden kat‘ yoluyla nasb edilmiştir. Bir görüşe göre bu kelime ikinci mef‘ûldür. Birincisi: مَتِّعُوهُنَّ ‘deki هُنَّ kelimesidir. Marûf orta yollu olan yani ne cimrice ne de israflı bir şekilde olan demektir. [Münasip bir hediye vermek iyiler için bir borçtur.] Yani Allah’ın emrine güzelce uyanlar için bir gerekliliktir. Bir görüşe göre حَقًّا kelimesi fiili hazfedilmiş bir mef‘ûlu mutlaktır. Bu iyilik üzerine gerekli olmayan bir şey vermek değildir. Zira burada hediye vermek gereklidir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Bizim Hanefî alimlerine göre müt‘a ancak ve sırf ayetteki kadın için gerekli olup, diğer boşanmış kadınlar için vacip değil, müstehaptır. “Örfe” yani şeriat ve insaniyet yönünden güzel olana “uygun bir fayda ile onları faydalandırmalıdır.” مَتَـٰعَۢا ًlâfzı مَتِّعُوهُنَّ تَمْتِيعا [O kadınları tam anlamıyla faydalandırın!] anlamında bir tekittir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu, ilahî emirlere uymak suretiyle kendilerine veya müt'a vermek suretiyle boşanan kadınlara iyilik yapanlar üzerine bir hak olarak yazılmıştır. Ayette, bu hakkı yerine getirecek olanlara "muhsin" denmesi, ihsanı teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü ’l-Akli’s-Selîm)
Kur’an’da hemen her zaman sosyal ve hukuki konuların önünde veya arkasında Allah’a karşı takva bahsi gelmiştir.