وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاً يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْراًۚ فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | kimselerin |
|
2 | يُتَوَفَّوْنَ | ölen(ler) |
|
3 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
4 | وَيَذَرُونَ | geriye bıraktıkları |
|
5 | أَزْوَاجًا | eşleri |
|
6 | يَتَرَبَّصْنَ | (bekleyip) gözetlerler |
|
7 | بِأَنْفُسِهِنَّ | kendilerini |
|
8 | أَرْبَعَةَ | dört |
|
9 | أَشْهُرٍ | ay |
|
10 | وَعَشْرًا | ve on (gün) |
|
11 | فَإِذَا | zaman |
|
12 | بَلَغْنَ | bitirdiği |
|
13 | أَجَلَهُنَّ | sürelerini |
|
14 | فَلَا | yoktur |
|
15 | جُنَاحَ | bir günah |
|
16 | عَلَيْكُمْ | size |
|
17 | فِيمَا |
|
|
18 | فَعَلْنَ | yapmalarında |
|
19 | فِي | için |
|
20 | أَنْفُسِهِنَّ | kendileri |
|
21 | بِالْمَعْرُوفِ | uygun olanı |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah |
|
23 | بِمَا | -dan |
|
24 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız- |
|
25 | خَبِيرٌ | haberdardır |
|
Bu ayet bir cahiliye geleneğini kadınlar lehine sınırlar. Kocalar, ölmeleri halinde dul eşlerinin bir yıl evde kalıp yas tutmalarını vasiyet ederlerdi. Bu ayet ölen kocanın böylesine bir tasarrufta bulunamayacağını kadın bunu istemezse ayette geçen sürenin yeterli olduğunu beyan eder.
Allah geride kalan kadına sadece dört ay on gün beklemesini söylüyor.. Ayetin devamı kadın üzerinde baskı kuracaklarını bildiği aile bireylerine ve toplumadır...
Riyazus Salihin, 1778 Nolu Hadis
Zeyneb Binti Ebû Seleme radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in zevcesi Ümmü Habîbe radıyallahu anhâ'nın babası Ebû Süfyân İbni Harb vefat ettiğinde Ümmü Habîbe'nin yanına gitmiştim. Ümmü Habîbe, içinde safran veya başka bir şey bulunan güzel bir koku istedi. Bu kokudan önce bir câriyeye sonra kendi yanaklarına sürdü. Daha sonra şöyle dedi:
Allah'a yemin ederim ki, benim kokuya hiç ihtiyacım yok; şu kadar var ki, ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in minberde şöyle buyurduğunu duydum:
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadının ölü için üç günden fazla yas tutması helâl değildir. Sadece kocası için dört ay on gün yas tutabilir." Hadisi rivayet eden Zeyneb Binti Ebû Seleme der ki:
Daha sonra ben, kardeşi vefat ettiğinde Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anhâ'nın yanına da gitmiştim. O da koku isteyip süründü ve sonra şöyle dedi:
Allah'a yemin ederim ki, benim koku sürünmeye ihtiyacım yok; ancak ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in minber üzerinde şöyle buyurduğunu işittim:
"Allah' ve âhiret gününe iman eden bir kadının ölü için üç günden fazla yas tutması helâl değildir. Sadece kocası için dört ay on gün yas tutabilir."
Buhârî, Cenâiz 31, Talâk 46; Müslim, Talâk 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 43, 46; Tirmizî, Talâk 18; Nesâî, Talâk 55, 58, 59; İbni Mâce, Talâk 35
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاً يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْراًۚ
İsim cümlesidir. Atıf harfi وَ ile önceki ayete matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ mübteda olarak mahallen merfûdur.Haberi mahzuftur. Takdiri, فيما يتلى عليكم حكمهم (Onların hükmü size okunduğu gibidir) şeklindedir.
Veya muzâfun ileyh olup, muzafı mahzuftur. Takdiri, وأزواج الذين يتوفون منكم (Sizden ölenlerin eşleri) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يُتَوَفَّوْنَ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُتَوَفَّوْنَ fiili نَ ‘ un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. يَذَرُونَ cümlesi, atıf harfi وَ ’ la يُتَوَفَّوْنَ fiiline matuftur.
يَذَرُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. اَزْوَاجاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتَرَبَّصْنَ cümlesi, الَّذ۪ينَ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. Veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, أزواجهم يتربصن (Eşleri beklerler) şeklindedir.
يَتَرَبَّصْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olarak mahallen merfûdur. بِاَنْفُسِهِنَّ car mecruru يَتَرَبَّصْنَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَرْبَعَةَ zaman zarfı, يَتَرَبَّصْنَ fiiline mütealliktir. اَشْهُرٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَشْراً atıf harfi وَ ’ la أَرۡبَعَةَ ’ ye matuftur.
وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاً [Geride bıraktıkları eşler…] Yani onlar arkalarında hanımlar bırakırlar.
يَذَرُ - يَدَعُ gibi mazisi ve mastarı kullanılmayan bir fiildir. اَلاَزْوَاجُ kelimesi, زَوجٍ ‘ in çoğuludur. Nikâh altına alınan kadın زَوْجًا ve زَوْجَةٌ diye isimlendirilir. Müzekker kullanımı daha çoktur. Bir ayette اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ [Sen ve eşin cennette kalın.” [A’râf 7/19] buyurulmuştur. Müzekker olarak اَزْوَاجًا şeklinde çoğulu yapılır. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzaf, temyiz muzafun ileyh olur. Muzafun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzafun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzaf olduğu için cümledeki konumuna göre irabını alır, temyiz muzafun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُتَوَفَّوْنَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفى ‘dir.
یَتَرَبَّصۡنَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ربص ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
إِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfı olup cevaba mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. بَلَغۡنَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلَغۡنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu ’n-nisve olarak mahallen merfûdur. اَجَلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ harfi اِذَٓا ‘ nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
جُنَاحَ kelimesi لَا ’ nın ismi olup fetha üzere mebnidir. عَلَیۡكُمۡ car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl فِیۤ harf-i ceriyle mahzuf hale mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası فَعَلۡنَ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
فَعَلۡنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olarak mahallen merfûdur. فِیۤ أَنفُسِ car mecruru فَعَلۡنَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِٱلۡمَعۡرُوفِ car mecruru فَعَلۡنَ ‘ deki failin mahzuf haline mütealliktir.
[Kendi başlarına…] İntizâr kelimesi بِ harfi ceri ile geçişli olmuştur. Yani iddetin sonuna kadar evlenmeden kendi başlarına beklerler. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعۡرُوفِۗ , sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harfi ceriyle خَب۪يرٌ ’ e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعۡمَلُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
خَب۪يرٌ mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.
خَب۪يرٌ ; ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاً يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْراًۚ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda konumundadır. يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ cümlesi haberdir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ ‘nin sılası olan يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُتَوَفَّوْنَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Aynı üslupta gelen وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاً cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle atıf harfi وَ ’ la sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَزْوَاجاً ‘deki nekrelik, herhangi bir manasında cins ifade eder.
الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olan يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْراً cümlesinde îcâzı hazif sanatı vardır. Takdiri أزواجهم (Eşleri) olan mübteda mahzuftur. Haber konumundaki cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümle haberî isnad şeklinde geldiği halde emir manası taşıdığı için hakiki manayı ifade etmemiş, yani muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiş olduğundan mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
زَوْجٌ kelimesi, kevni sabık alakasıyla mecaz-ı mürsel yoluyla kullanılmıştır. Çünkü eşlerden biri ölünce nikâh düşer.
وأزواج الذين يتوفون منكم [sizden size ölenlerin eşleri] şeklindeki muzâfın hazfedilmesi mülahazasına binaen Allah Teâlâ, [İçinizden ölenlerin zevceleri... beklerler] manasını kastetmiştir. Bunun “Onların ardından beklerler” manasına geldiği de söylenmiştir. ی ’ nin fethasıyla یتَوَفَّوۡنَ şeklinde de okunmuştur ki, mana; “İçinizden müddetlerini tamamlayanların...” şeklinde olup, Ali (r.a.)’ ın kıraatidir. [Kendi kendilerine dört ay on gün beklerler] bu süreyi sayarlar ki, o da dört ay, on gündür. Denildi ki, ayette 10 günün عَشۡراۖ diye ifade edilmesi müennes olan gecenin ( الليلة ) esas alınması sebebiyledir; çünkü günler gece ile birliktedir. Arapların günleri esas alarak günleri müzekker kelime عَشۡرة ile ifade ettikleri asla görülmez. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t -Te’vîl - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ
فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubundaki terkipte اِذَا , şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir. اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ şeklindeki cevap cümlesi, cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمْ ’un müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
لَا ’nın mahzuf haberine müteallik mecrur mahaldeki ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)
أَنفُسِهِنَّ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ف۪يمَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ [Kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde…] İddetini tamamlayan kadınların damat adayları için dinin meşru saydığı çerçevede süslenmesinde, başka biriyle evlenmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü evlilik bağı
artık ortadan kalkmıştır. Artık eşin velisinin, onu başka bir kişi ile evlenme
girişiminde bulunması için bırakmasında bir sakınca bulunmaz. Başka bir kocanın vakti gelmiştir. İddet bitmeden önce kadın yası terk edip damat adaylarına muttali olmayı talep ettiğinde kadılar ve velilerin buna mani olma hakları vardı. بِٱلۡمَعۡرُوفِ [Meşru işlerde], yani şeriata uygun olan işlerde demektir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr ve Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl ve Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. BAKARA/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
وَ istînafiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَللّٰهُ mübteda, خَب۪يرٌ۟ haberidir.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَا müşterek ism-i mevsûlu mecrur mahalde olup خَب۪يرٌ۟ ’e mütealliktir. Sılası olan تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ , konudaki önemini vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Müsned olan خَب۪يرٌ۟ mübalağalı ismi fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı görür] ifadesinde Allah Teâlâ, herşeyden haberdar olduğunu beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir.
وَٱللَّهُ بِمَا تَعۡمَلُونَ خَبِیر sözü, lafzen sarih olarak Allah'ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
Bu ayette ibda’ denilen birden fazla sanatın bir arada bulunması söz konusudur. Önceki ayetin sonundaki kelimeyle bu ayetin son kelimesi yani خَب۪يرٌ ve بَص۪يرٌ arasında vezin ve son harfler aynı olduğu için mütevazi seci ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
فَعَلْنَ - تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümlenin erkeklere veya kadınlara hitap olması caizdir. Bu, hayır işleyenler için bir vaat, kötülük yapanlar için ise bir tehdittir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ayetinde hitap haddi aşan kadınlara yönelik olduğu halde fiilin تَعۡمَلُونَ şeklinde müzekker olarak gelişi umum ifadesi ve bu tezyilin müstakil olarak kullanılması içindir. Müzekkerin müennese galip gelmesi şeklindeki tağlîb sanatıdır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1500)