وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟ ٢٢١
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَنْكِحُوا | evlenmeyin |
|
3 | الْمُشْرِكَاتِ | müşrik (Allah’a ortak koşan) kadınlarla |
|
4 | حَتَّىٰ | kadar |
|
5 | يُؤْمِنَّ | inanıncaya |
|
6 | وَلَأَمَةٌ | bir cariye |
|
7 | مُؤْمِنَةٌ | inanan |
|
8 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
9 | مِنْ | -dan |
|
10 | مُشْرِكَةٍ | ortak koşan (hür) kadın- |
|
11 | وَلَوْ | ve eğer |
|
12 | أَعْجَبَتْكُمْ | hoşunuza gitse bile |
|
13 | وَلَا |
|
|
14 | تُنْكِحُوا | evlendirmeyin |
|
15 | الْمُشْرِكِينَ | ortak koşan erkeklerle |
|
16 | حَتَّىٰ | kadar |
|
17 | يُؤْمِنُوا | iman edinceye |
|
18 | وَلَعَبْدٌ | ve bir köle |
|
19 | مُؤْمِنٌ | inanan |
|
20 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
21 | مِنْ | -ten |
|
22 | مُشْرِكٍ | müşrik erkek- |
|
23 | وَلَوْ | eğer |
|
24 | أَعْجَبَكُمْ | hoşunuza gitse bile |
|
25 | أُولَٰئِكَ | (Zira) onlar |
|
26 | يَدْعُونَ | çağırıyorlar |
|
27 | إِلَى |
|
|
28 | النَّارِ | ateşe |
|
29 | وَاللَّهُ | Allah ise |
|
30 | يَدْعُو | çağırıyor |
|
31 | إِلَى |
|
|
32 | الْجَنَّةِ | cennete |
|
33 | وَالْمَغْفِرَةِ | ve mağfirete |
|
34 | بِإِذْنِهِ | izniyle |
|
35 | وَيُبَيِّنُ | ve açıklar |
|
36 | ايَاتِهِ | ayetlerini |
|
37 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
38 | لَعَلَّهُمْ | umulur ki |
|
39 | يَتَذَكَّرُونَ | düşünürler |
|
A’cebe, Arapçada olumlu bir mana taşır. Hayrete düşürecek kadar güzel demektir.
Bu ayette de mukabeleler var. Mananın tam olarak yerleşmesi istenmiş.
Peygamber Efendimiz s.a.v.’in hadisi: Evlenirken üç şeye bakın: soy, güzellik ve din. Siz dindar olanı seçin. İnsan sevdiği kişiden etkilenir. Bunun için müşrikle evlenmek küfre yol açabilir.
Kur’ân sadece ne yiyip ne içeceğinizi, nasıl giyinip nasıl infak edeceğinizi söyleyen bir din değildir. Bilakis hayatın her alanına dokunur. Önceki ayetlerde Allah yolunda hicretten bahsedilmişti. Hicretten sonra ortaya çıkabilecek olası evlilik durumlarını düzenliyor bu ayet. İyi bir evlilik iyi çocukları iyi çocuklar da sağlıklı bir toplumu oluşturur. İyi bir evliliğin temelleri için ana kural veriliyor.” Müşrik kadınlarla evlenmeyin.” Kur’ân kitap ehli olanlarla müşrikleri ayrı tutar.
Önce erkeklere “La tenkihu” yani evlenmeyin, sonra bekar kadınlara ”müşrik erkeklerle evlenmeyin” hitabıdır. Ama sorumluluk, kadının velisi olan erkekte olduğu için hitap yine erkeklere” müşrik erkeklerle (mümin kadınları) evlendirmeyin” şeklindedir.
Şerake شرك :
شِرْكٌ ister maddi ister manevi olsun, bir şeyin iki ve daha fazla kişiye ait olmasıdır. İnsan ve atın canlılıkta, iki atın koyu kestane ve siyah renkte ortak olmaları gibi.. Yine örneğin tuzak hakkında الشَرَك kelimesinin kullanılması, onun avlanma işleminde avcıyla münasebeti sebebiyledir.
İnsanın dinde şirk koşması iki çeşittir; 1- Büyük şirk Allah`ın ortağı olduğunu iddia etmektir. Bu küfrün en büyüğüdür. 2- Küçük şirk Bazı işlerde Allah'ın yanı sıra başkasının da hoşnutluğunu gözetmektir. Buda ayetlerde işaret edilen riya ve nifaktır. Şu ayet her iki şirk çeşidini de içermektedir, 18/110 قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً Kimisi ayette geçen müşriklerden kastedilenin Ehli Kitabın dışındakiler olduğunu söyler.
كفر- شرك farkına gekince; küfrün birçok özelliği vardır. Küfrün her bir hasleti imandan bir haslete zıddır. Çünkü kul küfürden bir haslet işlediği zaman imandan bir haslet yitirmiş olur. Şirk ise tek bir haslettir. Şirk Allah ile birlikte yada Allah dışında ilah icad etmektir. Şirk kelimesinin türeyişi bu anlamdan kaynaklanmaktadır. Küfrün asıl anlamı nankörlük etmek, zıddı ise şükürdür. Allah'a küfrün zıddı imandır. Ancak imanını yitirene Allah'ın haklarını ve verdiği nimetlere karşılık şükretme yükümlülüğünü zayi ettiği için kafir denilmiştir. Dolayısıyla o nimetleri kafir(örten) gibi olmuştur. Gerçek anlamda şirkin zıddı ihlastır. Daha sonra her tür küfür hakkında kullanıldığı için şirkin zıddı da iman olmuştur. Allah'ın nimetlerini inkar konumunda olmayan birinin kafir diye isimlendirilmesi caiz değildir. Çünkü küfür kelimesinin taşıdığı masiyet çok büyüktür. Küfür de iman gibi şeri bir isimdir.
İnsan her halukarda ya muvahhid yada müşrik olmaktan soyutlanamaz. (Müfredat-Tahqiq-Furuq)
Kuran’ı Kerim’de pekçok türevleriyle 168 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri iştirak, müşterek, şirk, müşrik, şerik ve şirkettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنْكِحُوا fiili نَ ‘ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمُشْرِكَاتِ mef’ulun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُؤْمِنَّ muzari fiilini gizli اَنْ ’ le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى harf-i ceriyle تَنْكِحُوا fiiline müteallik olup, mahallen mecrurdur.
يُؤْمِنَّ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiil olup, mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olarak mahallen merfûdur.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak.Ayette harf-i cer şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
یُؤۡمِنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُشْرِكَاتِ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَ ibtidaiyye olup, tekid ifade eder. اَمَةٌ mübteda olup, damme ile merfûdur. مُؤْمِنَةٌ kelimesi اَمَةٌ ’ un sıfatı olup damme ile merfûdur. خَيْرٌ haber olup damme ile merfûdur. مِنْ مُشْرِكَةٍ car mecruru خَيْرٌ ’ e mütealliktir.
وَ haliyyedir. لَوْ gayri cazim şart harfidir. وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْ hal cümlesi olarak, mahallen mansubdur.
اَعْجَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’ dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لو أعجبتكم المشركة فالمؤمنة خير (şayet müşrik kadın hoşunuza gitse de, mümin kadın daha hayırlıdır.) şeklindedir. وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ cümlesi, atıf harfi وَ ile لَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ cümlesine matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُنْكِحُوا fiili نَ ‘ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمُشْرِك۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُؤْمِنُوا muzari fiilini gizli اَنْ ’ le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel حَتَّىٰ harf-i ceriyle تُنكِحُوا۟ fiiline mütealliktir.
یُؤۡمِنُوا۟ fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak.Ayette harf-i cer şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَاَمَةٌ kelimesinin başındaki لَ harfi vurgulama anlamı katmak için gelmiştir. اَمَةٌ câriye anlamına gelir. Çoğulu, إمَاءُ ’ dır. Mastarı اَلْإِمْوَةُ ’ dür.
تَأَمَّيْتُهَا - اَمَيْتُهَا ; bir kadını câriye edinmek anlamına gelir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
تُنكِحُوا۟ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil ifâl babındadır. Sülâsîsi نكح ’ dır.
أَعۡجَبَتۡ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil ifâl babındadır. Sülâsîsi عجب ‘dir.
خَيْرٌ ; ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُؤْمِنَةٌ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
مُشْرِك۪ينَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَ ibtidaiyye olup, tekid ifade eder. عَبْدٌ mübteda olup damme ile merfûdur. مُؤْمِنٌ kelimesi عَبْدٌ ’ un sıfatı olup damme ile merfûdur. خَيْرٌ haber olup damme ile merfûdur. مِّن مُشْرِكٍ car mecruru خَيْرٌ ’ e mütealliktir.
وَ haliyyedir. لَوْ gayri cazim şart harfidir. وَلَوْ اَعْجَبَكُمْ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
اَعْجَبَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’ dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri لو أعجبكم المشرك فالمؤمن خير (şayet müşrik erkek hoşunuza gitse de, mümin erkek daha hayırlıdır) şeklindedir.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَدْعُونَ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يَدْعُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى النَّارِ car mecruru يَدْعُونَ fiiline mütealliktir.
أَعۡجَبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عجب ’ dir.
مُشْرِكٍ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. يَدْعُٓوا cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يَدْعُٓوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’ dir. اِلَى الْجَنَّةِ car mecruru يَدْعُٓوا fiiline mütealliktir.
الْمَغْفِرَةِ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. بِاِذْنِه۪ car mecruru يَدْعُٓوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. یُبَیِّنُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’ dir. اٰيَاتِه۪ mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanırlar. Aynı zamanda muzafıtr. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلنَّاسِ car mecruru یُبَیِّنُ fiiline mütealliktir.
یُبَیِّنُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’ dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟
İsim cümlesidir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb, haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَذَكَّرُونَ۟ cümlesi, لَعَلَّ ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
یَتَذَكَّرُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
یَتَذَكَّرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’ dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَا nahiyedir. Nehiy üslubundaki cümle talebî inşâî isnaddır.
Gaye bildiren cer ve masdar harfi حَتّٰى ’nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يُؤْمِنَّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup لَا تَنْكِحُوا fiiline mütealliktir.
يُؤْمِنَّۜ - الْمُشْرِكَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ
İstînâf وَ ’ ıyla gelen cümledeki لَ tekid ifade eden ibtida harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُّؤۡمِنَةٌ , mübteda olan وَلَاَمَةٌ ’ un sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
مِنْ car-mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir.
خَيْرٌ , kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
مُؤْمِنَةٌ ve مُشْرِكَةٍ kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
مُّؤۡمِنَةٌ - مُشْرِكَةٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مُؤْمِنَةٌ - يُؤْمِنَّۜ ve مُشْرِكَةٍ - الْمُشْرِكَاتِ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ
Şart üslubunda gelen terkipte لَوۡ أَعۡجَبَتۡكُمۡ cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Takdiri فالمُؤْمِنَةٌ خير (mümin daha hayırlıdır.) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bir rivayete göre Müslümanların müşrik akrabalarının yetimleri kalıyor, onlar da bu yetimlerle bir arada bulunabilme ruhsatını elde etmek için onları nikâhlarına almayı istiyorlardı. Burada harp halinde olan müşrik kadınla evlenmenin böyle olmadığı beyan edilmiştir. ‘’Kâfir kadınlarla evlenmeyin’’ manasına gelmektedir. حَتَّىٰ یُؤۡمِنَّۚ [İman etmedikçe] ifadesi ‘’İslam’a girmedikçe’’ anlamındadır. Yasaklamanın süresi bir şarta bağlanmıştır.
خَیۡرࣱ مِّن مُشْرِكَةٍ [Müşrik bir hür kadından daha iyidir.] Yani müşrik bir hür kadından evlenilmeye daha layıktır. لَوۡ أَعۡجَبَتۡكُمۡۗ [Hoşunuza gitse bile] ifadesi isteseniz ve çok hoşlansanız bile demektir. Allah Teâlâ imkânları genişletmiştir, artık müşrik kadınlarla evlenmeye gerek kalmamıştır. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ
وَ , istînâfiyye, لَا nahiyedir. Nehiy üslubundaki cümle talebi inşâî isnaddır.
Gaye bildiren cer ve masdar harfi حَتّٰى ’nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يُؤْمِنُواۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup لَا تُنْكِحُوا fiiline mütealliktir.
الْمُشْرِك۪ينَ - يُؤْمِنُواۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ
İstînâf وَ ’ ıyla gelen cümledeki لَ tekid ifade eden ibtida harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
مُؤْمِنٌ , mübteda olan لَعَبْدٌ ’ un sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
مِنْ مُشْرِكٍ car-mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir.
خَيْرٌ , kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
مُؤْمِنٌ ve مُشْرِكٍ kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
مُؤْمِنٌ - مُشْرِكٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُؤْمِنُواۜ - مُؤْمِنٌ - مُؤْمِنَةٌ - يُؤْمِنَّۜ ve الْمُشْرِك۪ينَ - مُشْرِكٍ - مُشْرِكَةٍ - الْمُشْرِكَاتِ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَمَةٌ - عَبْدٌ kelime grupları arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
حَتَّىٰ - خَيْرٌ kelimelerinin ayette tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ
Şart üslubunda gelen terkipte لَوْ اَعْجَبَكُمْ cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.Sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Takdiri فالمؤمن خير (Mümin daha hayırlıdır.) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
أَعۡجَبَكُمۡۗ - أَعۡجَبَتۡكُمۡۗ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ cümleleriyle, وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
[İman etmedikçe müşrik erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin.] Yani kızlarınızı onlarla nikâhlamayın. Bu hüküm küçük yaştaki kızlarla ilgilidir. Büyüklerin kendi başlarına evlenme hakları vardır. Büyük yaştaki kızları ancak rızaları olması halinde babaları evlendirebilir. Kızlara [evlenmek isteyip istemedikleri sorulduğunda] susmaları razı geldikleri anlamı taşır. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ
Müstenefe olarak fasılla gelen cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilene tahkir ifade eder.
Cümlenin müsnedi olan يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ , müspet muzari sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ cümlesi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Bu cümle de isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlenin müsnedi olan يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ , müspet muzari sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir.
الْمَغْفِرَةِ car-mecruru اِلَى الْجَنَّةِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camiâ yezayüftür.
Veciz ifade kastına matuf بِاِذْنِه۪ۚ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اِذْنِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ یَدۡعُونَ إِلَى ٱلنَّارِۖ cümlesi ile وَٱللَّهُ یَدۡعُوۤا۟ إِلَى ٱلۡجَنَّةِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ٱلۡجَنَّةِ , ٱلۡمَغۡفِرَةِ ‘ ye matuftur.
Allah’ın davet ettiklerinin cennet ve mağfiret olarak açıklanması taksim sanatıdır.
یَدۡعُونَ - یَدۡعُوۤا۟ ve kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ cümlesi, haber olan ...یَدۡعُوۤا۟ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ءَایَـٰتِهِ izafeti, Allah Teâlâ’ya aid zamire muzâf olması nedeniyle ءَایَـٰتِ için tazim ve teşrif ifade eder.
ٱلۡجَنَّةِ ve ٱلنَّارِۖ kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
Bu ayette altılı mukabeleden başka tıbâk, cinas, müşâkele, tefrîk sanatları da vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, S. 38)
[Oysa Allah] yani Allah’ın velî kulları olan müminler ٱلۡجَنَّةِ وَٱلۡمَغۡفِرَةِ [cennete ve bağışlanmaya] yani bu ikisine ulaştıracak olana یَدۡعُوۤا۟ [çağırır.] Dolayısıyla, kendileriyle dostluk ve hısımlık bağı kurulması ve başkalarına tercih edilmemesi gerekenler onlardır. بِإِذۡنِهِ [Kendi izniyle] yani cennet ve mağfiretin, sayesinde hak edileceği ameli Allah’ın müyesser ve muvaffak kılmasıyla. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Kutrub : لَعَلَّ kelimesinin “için” manasında olduğunu söylemiştir.
[Allah, ayetlerini insanlara açıklar.] Yani emir ve yasakları, vaad ve tehditlerini beyan eder. [Düşünüp ders alsınlar diye.] Yani öğüt alsınlar diye. ذكرته فتذكر “Ona hatırlattım, o da hatırladı yani öğüt aldı.” demektir. Zikir, öğüt vermek anlamına gelir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar. لَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır. لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.يَتَذَكَّرُونَ۟ fiili تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür.
لَعَلَّ ‘nin haberi olan يَتَذَكَّرُونَ۟ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiş, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟ şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir.
Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken, لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ sözünde mağfiretten murad tövbe olup, müsebbeb alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Çünkü affetmek tövbenin sebebidir. (https://tafsir.app/aljadwal/2/221)